M.
Hakkı Yazıcı
Kaynak: TurkRus.com
Hep
iyimser şeyler yazarken yavaş yavaş kötümserleşiyor muyum ne?
Başlangıçta
tüylerimizi diken diken eden “uçak olayı”ndan sonra, herşey unutulur; yine
ilişkiler eskisi gibi olur derken, onca zaman geçti; iyileşen hiçbir şey yok.
Benim
başıma geldiğinden değil, ama çevremdeki bazı Türk arkadaşlarımın
yaşadıklarıyla ilgili duyduğum şeyler beni üzüyor.
Aralarında
buraya 90’lı yıllarda gelenler var. Onca yıl emek verip, başarılı bir iş hayatı
kurmuşlar. Ruslarla evlenip, çoluk çocuk sahibi olmuşlar. Ancak bu olumsuz olaylardan
sonra bazıları işi gücü tasfiye edip, Türkiye’ye çoktan geri döndü bile.
Bazılarıysa dönme planları yapıyor.
Yine
en çok çocuklara üzülüyorum. Hele bir tanesi var ki, bir arkadaşımın kızı,
dünyalar tatlısı bir Rus-Türk melezi; görüp te hiç kimsenin sarılıp, öpmeden
geçemeyeceği bir minik Turuskaya… Onu her gördüğümde gözlerim buğulanıyor.
İşte
böyle… Sonrası ne olur? Sonrasını şimdilik düşünmek bile istemiyorum.
***
Bu
sene de 9 Mayıs Zafer Bayramı Rusya'nın her köşesinde yine milyonlarca insan tarafından
kutlandı.
Dokuz
Mayıs, Zafer Bayramı (Günü)!
Sovyetler
Birliği, dört uzun yıl boyunca Alman Nazizmine karşı savaşmıştı. Ve sonunda bu
zor savaştan muzaffer olarak çıkan Sovyetler Birliği olmuştu. Bu Bayram,
Rusya’da herkes tarafından hatırlanıyor ve görkemli bir şekilde kutlanıyor.
Nasıl hatırlanmasın ki savaş, milyonlarca insanın hayatını yitirmesine yol
açmış, neredeyse her ailenin canını yakmıştı.
Biz de
9 Mayıs’ta üst kat komşum Vladimir İvanoviç ile törenlere her sene olduğu gibi
beraber gitmeğe, kutlamaların yapıldığı yerlerde biraz gezinmeye karar
vermiştik.
Önceden
evin önündeki parka inip, banklardan birine oturdum.
Yukarıda
yazdıklarımı düşünürken dalmışım, kafamı bir kaldırdım Vladimir İvanoviç, süslenmiş
püslenmiş, bayramlık giysilerini giymiş, yine yüzünde kocaman bir gülücükle
önümde dikiliyordu. Göğsündeki madalyalar neredeyse üniformasının ceketinin
önünü tamamen kapatmıştı.
“Sı dnyöm Pabedi! (C Днём Поб́еды!),” diye Bayramını kutladım. O da gülümseyerek karşılık verdi.
Beni
biraz durgun görmüş olacak ki:
“Ne o,
Karadeniz’de gemilerin mi battı?” diye sordu.
Bu
deyişi benden öğrenip sevdi, şimdi o da kullanıyor.
Eee,
ne de olsa Ruslarla Karadeniz’den komşuyuz.
Bu
deyimi Vladimir İvanoviç, genellikle beni biraz kızdırıp, tahrik etmek için
kullanıyor. Zira bu deyimin Osmanlıların yakın tarihiyle ilgili, onları da
ilgilendiren, ancak bizim için hüzünlü olan bir hikayesi var.
Bu
deyimin bir benzeri Azeri kültüründe de var. Azerbaycan’da Karadeniz
bulunmadığı için, doğal olarak, onu yerine “Hazar’da gemilerin mi batıb?”
diyorlar.
***
Vladimir
İvanoviç, bana gençliğinde Anapa’da, Soçi’de deniz kenarında geçirdiği tatil
günlerini anlatıyor.
“Biliyor
musun?” diye başlıyor, “Eskiden dalgalı Karadeniz sularına bakar, ufka
dalardım. Karşı kıyıda aramızın limoni olduğu Türkiye’nin olduğunu biliyordum.
Orada yaşayan Türkleri düşünürdüm. Ne tuhaf duygu değil mi? Şimdi sen buradasın
ve benim can dostumsun.”
Evet,
can dostuyuz. İkimiz de vatanımızı canımızdan çok seviyoruz. Bu bir çelişki
değil. Farklı ülkelerden olsak da bunun dostluğumuza engel olmadığını
düşünüyoruz. İkimiz de diplomat değiliz, ama birbirimizi kırmadan konuşmayı
becerebiliyoruz.
“Yahu,
dün gece çok kötü bir rüya gördüm; hala etkisinden kurtulamadım,” dedim.
Meraklanıyor.
“Aslında
kötü demek doğru değil belki, ama biraz komik,” deyip anlatıyorum.
***
RVP (Geçici
ikamet izni) başvurusu yaptım bekliyorum ya, gerginim biraz. Rüyalarıma
giriyor.
Güya
FMC ( Federal Göçmen Servisi ) ’de RVP müracaatı yapanlarla karar öncesi son
bir mülakat yapılıyormuş. Mülakat sorularını doğru cevaplayanların başvurusu
kabul ediliyormuş.
Ben de
gitmişim, kuyrukta sıramı bekliyorum. Sırası gelen mülakatı yapan memurun
masasının karşısında oturuyor.
Sıra
bir Moldovyalıda.
Memur
soruyor:
“Amerika,
Japonya'ya harbi bitirmek için ne bombası attı?”
Moldovyalı,
bu kolay soruyu hemen cevaplıyor:
“Atom.”
“Bravo,
tamam.”
Sırada bir Kazakistan’lı var. Memur ona da bir soru soruyor:
“Amerikalılar
Atom bombasını hangi şehirlere attı?”
Kazakistan’lı
cevap veriyor:
“Hiroşima,
Nagazaki...”
Memur:
“Tamam,
geçtiniz,” diyor.
Bakıyorum
sorular kolay, biraz rahatlıyorum.
En nihayet sıra bana geliyor, memur hin bakışlarla soruyor:
“Hiroşima
ve Nagazaki'de ölenlerin alfabetik sıraya göre ad ve soyadlarını.....”
Sonra
birden kan ter içinde uyandım. Kabusun etkisiyle allak bullak olmuştum.
***
Vladimir
İvanoviç, beni yatıştırıyor:
“Çok
abartılı bir rüya görmüşsün, merak etme herşey yolunda gidecek.”
Konuyu
değiştirmek için Suriye’de, İŞİD işgalinden kurtarılan antik kent Palmira’da
düzenlenen senfonik konser haberini görüp görmediğimi soruyor.
Siz de
mutlaka biliyorsunuzdur, geçen hafta Rusya, benim de çok etkili ve anlamlı
bulup, beğendiğim bir propaganda olayı gerçekleştirdi.
Palmira'daki
tarihi amfitiyatroda Rusya'nın ünlü Mariinskiy Tiyatro Orkestrasının katıldığı,
başta Rus asker Aleksandr Prohorenko olmak üzere kentin IŞİD'den kurtarıldığı
operasyonlarda ölenler anısına ve UNESCO'nun yürüttüğü restorasyon
çalışmalarına destek amacıyla ‘Palmira
İçin Dua Et: Müzik Antik Kalıntıları Canlandırıyor' temasıyla bir klasik müzik
konseri düzenlendi.
Gerçekleştirilen
konseri, ünlü Rus orkestra şefi Valeriy Gergiyev yönetti.
Rusya
Devlet Başkanı Vladimir Putin, konsere video-konferans yoluyla bağlandı.
Başkan
Putin, Suriyeli yetkililere, şef Gergiyev'e, orkestradaki müzisyenlere, UNESCO
büyükelçilerine, Palmira'nın sakinlerine ve bilim insanlarına bu etkinlik için
teşekkür etti. "Bugünkü etkinliğin tüm katılımcılar için büyük zorluk
olduğunu ve savaş halindeki bir ülkede bulunmanın yarattığı tehlikeyi
biliyorum. Kaldı ki, etkinlik silahlı çatışmaların devam ettiği bölgeye çok
yakın bir mesafede gerçekleştiriliyor," diyen Putin, konserin
katılımcıların gösterdiği bireysel cesaret sayesinde gerçekleştiğini vurguladı.
***
Vladimir
İvanoviç, konu Palmira’ya kadar gelince fırsatı kaçırmayıp, LiveJournal web
sitesinde okuduğu bir anektodu da anlattı.
Bu
anektod dilde vurgunun, sözcük içindeki bir harfin telaffuzunun anlamları ne
kadar değiştirdiğinin bir örneği aynı zamanda. Mesela “o” harfinin vurgusu bazen
biraz “a”ya yakın olabiliyor. Örneğimizde olduğu gibi dikkatli olunmazsa “a”
harfini “o” olarak anlamak mümkün.
Anektodta
Putin ile Rusya Federasyonu Savunma Bakanı Şoygu’nun yan yana bir fotoğrafları
var. Bir ara bilgi verelim: Tuvalı bir ailenin çocuğu olan Sergey Şoygu’nun
kökeninde biraz Türklük olduğu söylenir. Bildiği dokuz dilden biri de Türkçe.
Fotoğrafta
Şoygu, Putin’le yan yana konuşuyor. Anektoda göre güya rapor veriyor:
“Silahlı
kuvvetlerimiz Amerika’yı, Kanada’yı ve bütün Avrupa’yı ele geçirdi,” diyor.
Putin,
şaşkınlıkla:
“Hoppala,
nerden çıktı şimdi bu!” diye soruyor.
Şoygu:
“Siz,
dünyanın yarısını ( полмира - Polmira- yani dünyanın yarısı) kurtarın
talimatını vermemiş miydiniz?” diye cevap veriyor.
Putin:
“Yok
yahu, ben sana Palmira’yı ( Пальмира- Palmira) kurtarın dedim!!!”
Şoygu:
“Aaaa,
özür dilerim, ben yanlış anlamışım.”
****
Vladimir
İvanoviç, “Hadi,gidelim,” dedi. Bu kadar dinlenme muhabbeti yeterdi.
Ben
daha kalkarken yine öbür yıllarda olduğu gibi yoldan geçen iki güzel genç kız
koşarak yanımıza gelip, Vladimir İvanoviç’e sarılıp, “Spasiba dedu za pabedu!- Спаси́бо
де́ду за побе́ду! (Teşekkürler dedecik zafer için!),” diyerek yanaklarından
öptüler.
O ise yine
gözünün ucuyla bana bakıp, göz kırptı.
“Görüyor
musun?” dedi, “Bu onur bile insanın ömrünü uzatmaya yeter.”
***
Zafer
Günü (Pabeda)’nın sembol renklerini taşıyan, turuncu-siyah renkli Georgiy
Nişanı kurdelelerini ( Гео́ргиевская ле́нточка ) eşyalarına, elbise yakalarına,
çantalarına, arabalarının antenlerine, kapı kollarına bağlamış Ruslar, yine
sokakları, parkları, meydanları doldurmuştu.
Törenlerin
yoğunlaştığı yerlere gidebildiğimiz kadar gittik.
Rusya’da
9 Mayıs Zafer Bayramı heyecanının tazeliğinin korunduğunun bir kez daha şahidi
oldum.
Biz de
Kurtuluş savaşı yaşamış bir halkın çocukları olarak bu duygulara hiç yabancı
değildik.
Zafer
Bayramı coşkusuyla meydanları dolduran yüzbinlerce Moskovalının verdiği izlenim
ise faşizm benzeri bir illetin insanlığın başına musallat olması halinde
yeniden tepelemekten geri durmayacakları şeklindeydi.
***
Gorki
Park yine canlıydı. Yorulmuştuk. Ben iki dondurma aldım. Çimenlere oturduk.
Nereden
aklıma geldiyse, Vladimir İvanoviç’e “Acaba Hitler, Tolstoy’un ‘Savaş ve Barış’
romanını okumuş mudur?” diye sordum.
Soruyla
neyi öğrenmek istediğimi anlamamış bir ifadeyle yüzüme bakıp:
“Bilmem
ki,” dedi.
“Okumamıştır
sanırım,” dedim, “Eğer okusaydı Napolyon’un yaptığı hatayı bir daha yapmazdı.”
O
sırada yanımızdan ellerinde dedelerinin resimleri olan pankartlarla bir grup
genç geçti.
Bu
sene 9 Mayıs Zafer Günü törenlerinde dedeleri, nineleri savaşmış, çoğu bu
savaşta yaşamını yitirmiş Sovyet insanlarının çocukları, torunları onların
resimlerinin olduğu pankartlarla “Ölümsüzler Alayı” yürüyüşünde yer almışlardı.
Törenler sonrasında da bu pankartlar ellerinde parklarda, sokaklarda
dolaşıyorlardı.
Bu
gençler de dedelerinin fotoğrafını, anılarını taşıyan o gruplardan biriydi.
“Biliyor
musun Vladimir İvanoviç?” dedim, “Benim dedem de 1918 yılında Filistin
Cephesinde Osmanlı Ordusunda savaşmıştı. Sonrasında Anadolu… İstiklal Madalyası
vardı onun da.”
İlgiyle
yüzüme baktı:
“Bilmiyordum,”
dedi.
Ben
devam ettim:
“Dedem, dört yaşındaki halamı ve kundaktaki babamı
babaanneme emanet edip savaşa gitmiş. Babaannem, dedem cephedeyken İngilizlerin
İstanbul’u uçaklarla bombaladığını, korkudan Gedikpaşa’daki evlerinde korumak
için çocuklarının üzerine kapaklandığını anlatırdı.”
İngilizler
o zamanlar başkentimiz olan İstanbul'u 1918-1923 yılları arasında tam beş sene
fiilen işgal altında tutmuşlardı. Hiç bir karşılık verilememişti. İngiliz
uçakları teslim olan İstanbul'u bir ay boyunca havadan bombalamıştı. Binlerce
sivil, masum insan öldürülmüş, insanların korkudan sokaklardaki ölülerini
alamadığı zamanlar olmuştu.
Kuşkusuz
tarihte Osmanlı ve Çarlık Rusyası arasında da bazı savaşlar olmuştu. Ancak ben
de bu savaşların hepsini Rusya-Türkiye ittifakını kesinlikle istemeyen Avrupalı
emperyalist devletlerin pişirdiğine inananlardanım.
Bunu
Vladimir İvanoviç’e belki yüz defa anlatmıştım, biliyordu.
“Yeni
Sykes-Picot Anlaşmaları tezgahlanıyor,” dedim, Birinci Dünya
Savaşı sırasında, 29 Nisan 1916'da Kut’ül Ammare
Kuşatması sonrasında İngiliz kuvvetlerinin Osmanlı’nın 6. Ordusu karşısında
bozguna uğramasından 17 gün sonra, 16 Mayıs 1916 tarihinde Britanya ve Fransa
arasında yapılan ve
Osmanlı Devleti'nin Orta Doğu’daki topraklarının paylaşılmasını öngören
gizli antlaşmaya atıfla.
Devamla,
“Ortadoğu’yu talan için orada bulunan bütün emperyalist batılı güçler ellerini
o coğrafyadan çekerlerse binlerce yıldır bir arada yaşamayı bilmiş, kadim
halklar yeniden barış içinde yaşamlarını sürdürmenin yolunu bulacaklardır,”
dedim. “Başka türlü bölgeye barış gelmez.”
Vladimir
İvanoviç, donuk bir ifadeyle yüzüme baktı. Belki, der gibilerden dudak büküp, sırtımı
sıvazladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder