Erdal
Öz
Kaynak:
Allı Turnam, Cem Yayınevi, 1975; Sovyetler Birliği’nde bir geziden Erdal Öz’ün
belleğinde kalanlar
Leningrad’daki on dört kilometrelik büyük Moskova
Caddesinin bitişiyle Leningrad kenti de sona eriyor.
Kentin dış kesimlerine yaklaştıkça, bizdeki gibi, yapılar
küçülüp seyrekleşmiyor. Sovyetler Birliği’nde gördüğüm hiçbir kentte böyle bir
şeye rastlamadım. ‘Kenar mahalle’, 'Kenar semt’ diye bir olgu yok. ‘Gecekondu’
diye bir kavram kalmamış. Yok böyle şeyler. Kent, merkezde nasılsa öylece
genişleyip gidiyor ve birden bitiveriyor.
Büyük blok yapılar, konut sorununu kökünden çözümlemiş.
Bütün yapıların caddeden girilen ilk katları, büyük
mağazalar olarak kullanılıyor. Mağazaların içleri yiyeceklerle, giyeceklerle
dolu. Sonsuz bir kalabalık, sürekli alışveriş yapıyor.
Konutlar, bu mağazaların üst katlarından başlıyor. Toprak
düzeyinde hiçbir yerleşme yeri bırakılmamış. Özellikle büyük kentlerde, büyük
blok yapılarda bu hep böyle. Bodrum katında oturmak diye bir şey yok. İlk giriş
katlarını bile oturma yeri olmaktan çıkaran böyle bir konut politikası,
emekçilerin egemen olduğu bu yeni düzenin vardığı başarılı sonuçlardan biri.
Alma-Ata’da bir şoförle konuşmuştum. Çocuğu yoktu. Yeni
evliydi.
«Elli beş metrekarelik bir evim var,» demişti, demişti de
küçümsemiştim biraz. İkinci kattaydı onun evi de. Leningrad’da bir başka
şoförle, aynı konuyu konuşurken, durum aydınlığa çıkıvermişti.
«Kırk beş metrekarelik bir evde oturuyoruz.»
«Kaç kişisiniz?»
«Üç kişiyiz. Karım, çocuğum, bir, de ben.»
Neden sonra anlamıştım bu alanın hiç de sanıldığı kadar
küçük olmadığını. Bir salon, iki de oda. Toplam alan kırk beş metrekare. Ancak,
girişteki hol, koridor, mutfak, banyo, helâ, balkonlar ve yirmi metrekarelik
bir eşya odası, bu kırk beş metrekarelik alanın dışında kalıyor, hesaplanmıyordu.
Çünkü bu saydığım birimler, herkes için kaçınılınız, zorunlu alanlardı. Adam,
oturduğu alanın kırk beş ya da elli beş metrekare olduğunu söylerken, yalnızca
salon ve odaların toplam alanını söylüyordu. Bir an, bizdeki Karadenizli
müteahhitlerin, sözde ‘sosyal konut’ olarak şıpın işi diktikleri betebe suratlı
uyduruk apartmanların yüzer metrekarelik satılık daireleri geldi aklıma.
Başımı sessizce önüme eğdim.
Üstelik, Sovyetler Birliğinde bugün kimse açıkta değil.
Herkesin bir konutu var. Herkesin bir konutta oturma hakkı ve özgürlüğü var.
Yerler tahta parke. Bu bir gelenek olmuş artık. Bir merkezden ısıtılan konutlar
hepsi de. Küvetli banyosu, kaloriferi, hiç kesilmeyen sıcak suyuyla herkesin
rahat bir konutu var. Gördüğüm kentlerde bütün konutlar böyleydi. Görmediğim
kentlerde de hep böyleymiş. Halk tipi blok konutlar. Ve elektrik ve sıcak su ve
kalorifer yakıt ücreti ve kira ücreti olarak ayda toplam 6 ile 8 ruble arasında
ücret ödüyor herkes. Yani bütün bu giderler için bizim paramızla 120 ile 140
lira arasında para ödeniyor. Harcamak için ne kadar çok paraları kaldığını
düşününce, o insanları kıskanmamak güç olur sanıyorum.
Leningrad da, Moskova da, Sovyetler Birliğinin en yoğun
yerleşme merkezleri. Moskova’da sekiz milyon, Leningrad’da ise dört milyon
insan yaşıyor. Leningrad'da bir çocuklu aileye kırk beş metrekarelik konut
hakkı tanınıyorsa, bu, nüfusun orada yoğun oluşu yüzündenmiş. Oysa nüfusun daha
seyrek olduğu yerleşme merkezlerine doğru gidildikçe, konut hakkı olarak
tanınan bu alanlar da değişiyor, örneğin, bir milyon insanın yaşadığı
Alma-Ata’da bir çocuklu aileye, Leningrad’dakinden daha geniş bir yerleşme
alanı tanınıyor.
Ve yine belirtmeden edemeyeceğim: Sovyetler Birliğinde
kimse açıkta değil. Herkesin bir konutu var. Çünkü herkesin bir konutta yaşama
hakkı var. Bu haktan doğan konut alanları ailenin kişi sayısına göre değişiyor.
Yurttaş olma hakkı bu. Emekçilerin yönetimde olduğu bir düzende insanların
insanca yaşama hakkı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder