Cenk
Başlamış
Kaynak:
https://medyagunlugu.com/
Sovyetler
Birliği’nin 74 yaşında yıkılması, 20. yüzyılın en önemli olaylarından başında
geliyor.
Son Sovyet lideri Mihail
Gorbaçov’un televizyona çıkarak istifa ettiğini açıkladığı 25 Aralık 1991
Sovyetler Birliği’nin resmen dağıldığı tarih olarak kabul ediliyor. Dev
imparatorluğun parçalanması sadece Sovyet topraklarında değil, uluslararası
alanda da pek çok değişikliğin tetikleyicisi oldu. Sovyetler Birliği’ni
oluşturan 15 cumhuriyet bağımsız ülkelere dönüşürken iki kutuplu dünya düzeni
son buldu. Bu bakış açısıyla, 25 Aralık 1991’de tarihin akışı değişmeseydi,
belki de günümüzde, örneğin Orta Doğu’daki gelişmelerin hiçbiri yaşanmayacaktı
ya da mesela Rusya-Ukrayna savaşı çıkmayacaktı.
Yuriy Levda şirketinin 2019 yılında
yaptığı anketine göre Rusya halkının yüzde 49’u, Sovyetler Birliği’nin
yıkılmasının utanç ve üzüntü kaynağı olduğunu düşünüyor.
Günümüzde
Rusya topraklarında yaşayanların yaklaşık yarısının üzüldüğü dağılmanın nedeni
neydi?
Kanımca, birinci neden Batı
ile girişilen üstünlük ve rekabet mücadelesinin sonucu kaynakların silahlanma
ve uzay çalışmalarına aktarılması.
Buna bağlı olarak, sosyalizmi
kurma misyonunu üstlenen ve önemli başarılar da elde eden Sovyetler Birliği’ni
yönetenlerin zamanla oligarşik bir yapıya dönüşmesi ve halkla bağlarının
kopması. Ayrıcalıklı bir sınıf haline gelen yöneticiler halkın gündelik
ihtiyaçlarını göz ardı edince devletle vatandaş arasında uçurum oluşmaya
başladı. Önceliği uzaya ve silahlanmaya veren yöneticiler özel mağazalardan
alışveriş yaparken, piyasada bulunmayan basit bir malla, örneğin domates ya da
muzla karşılaşma umuduyla vatandaşlar naylon torbalarını yanından
ayıramıyordu. Bir zamanlar gururla ve özveriyle devletle beraber sosyalizmi
kurma mücadelesi veren halk yöneticilerin sahip oldukları ayrıcalıkları ve
kendi kötü hayatlarını görünce ideallerinden vazgeçmeye, kendini çekmeye
başladı. Heyecanı kalmayan, aldatılmış hisseden ve motivasyonunu kaybeden
insanların çalışması için bir neden kalmadı.
O
günleri gözümüzde canlandırabilmek için bir örnek…
1980’lerin sonunda tüketim
malları açısından Moskova’da durum şöyleydi:
Büyük mağazalardan birinin
kapısından giriyorsunuz, belki yüz metre boyunca bomboş rafları seyrederek
kapıdan elleri boş halde çıkıyorsunuz.
Ya da ender de olsa aynı
mağazada bir kuyruk görüyorsunuz, bir daha ne zaman karşılaşacağınızı
bilmediğiniz için o anda neyin satıldığını bile bilmeden, ihtiyacınız olup
olmadığını sorgulamadan hemen kuyruğa dahil oluyorsunuz. (Tabii, kuyruk sırası
size geldiğinde, o gün çalışmak zorunda kalmasının acısını sizden
çıkan tezgahtarın hakaretlerini de yutmanız gerekiyordu.)
Moskova’da yaşadığım o
günlerde bir Batı ülkesinden ithal edilen çamaşır deterjanı görünce bir daha
bulamam korkusuyla iki yıl yetecek deterjan stoklamıştım…
Benzer şekilde, o günlerde
Doğu Almanya’da KGB görevlisi olan günümüzün lideri Vladimir Putin ve eşinin
ülkeye dönüş yaparken eski çamaşır makinesini yanlarında getirmesinin nedeni
farklı değildi.
Sovyet halkının, önceleri umut
olarak gördüğü ve desteklediği Mihail Gorbaçov’un kısa sürede düş kırıklığına
ve nefret edilen bir figüre dönüşmesinin nedeni de tüketim malları sıkıntısına
bir türlü çözüm bulamamasıydı.
Sovyetler Birliği’nin
dağılmasında elbette dış nedenler de vardı ama bunlar da kısmen yine iç
nedenlere bağlıydı.
Batı’nın amansız ambargosuna
ek olarak petrol fiyatlarının düşmesinin Sovyetlerde yıkıma yol açmasının
nedeni, ekonominin enerji kaynaklarının ihracına bağlı olmasıydı. Burada
da kaynakların belirli alanlara kaydırılması tercihinin yol açtığı sorun
karşımıza çıkıyor.
74 yıl ayakta kalan
Sovyetlerin yıkılması Batı’da “kapitalizmin komünizmi yenilgiye uğratması”
olarak gösteriliyor.
Ama bu doğru değil.
Değil çünkü ne Sovyetleri
yöneten ayrıcalıklı sınıfın ne de Komünist Parti’nin de artık
komünizmle bağlantısı kalmıştı. Dolayısıyla ideolojik bir yenilgiden söz
etmek olanaksız, olsa olsa komünist görünümlü bir sistemin yıkılışından
bahsedilebilir.
Peki,
yıkılışından 33 yıl sonra Rus halkı o günleri neden özlemle anıyor?
Birincisi, dünyaya kafa tutan
bir ülkenin, iki süper güçten birinin vatandaşıydılar, bu yüzden gururluydular.
İkincisi, devlet bir “baba” gibi herkesin yardımına koşuyordu. Örneğin, küçük ve
kalitesiz de olsa, kimi zaman birkaç aile paylaşmak zorunda da kalsa, herkesin
başını sokacak bir evi vardı. Elektrik, su ve doğal gaz gibi hizmetlerden
sembolik bir ücret alınıyordu.
Sovyetler Birliği yıkılınca
“devlet baba” kayboldu, yerini piyasa ekonomisi aldı ve vatandaşlar kendilerini
sokağa atılmış çocuk gibi hissetmeye başladı, 1980’lere mal yokluğunun
damgasını vurmasını ise-ankete bakılacak olursa-pek hatırlayan kalmadı.
Peki,
Sovyetleri Gorbaçov’u mu yıktı?
74 yıllık bir imparatorluğun
dağılmasının sorumluluğunu, son altı yılında iktidar koltuğuna oturan kişinin
sırtına yüklemek “tıkır tıkır işleyen bir makineyi o bozdu” anlamına gelir.
Elbette Gorbaçov’un da büyük
sorumluluğu vardı; hastaya koyduğu teşhis doğruydu ama iş tedaviye gelince eli
ayağı birbirine dolanmış, kafası karışmış, kararlı hareket edememişti.
Ama “Sovyetleri o yıktı” demek
sorunları halının altına süpürmek olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder