Moskova

Moskova

23 Ağustos 2018 Perşembe

Dovlatov filmi ve yazar olmanın trajedisi



Ahmet Yıldız

GERCEKEDEBİYAT.COM


Bir yazar için en büyük işkence yazamamasıdır. Adı üzerinde, bir "yazar"ın yazamaması mümkün mü diye sorabilirsiniz. Evet, yazar olmak çok zor bir iştir. Yeteneğini fark ettiğinde yazarlık yoluna çekinerek koyulursun; sonra doğanın bir kanunu gibi yazarlığın meşakkatli evrenindesin artık.

"Yazamama"nın en büyük nedeni yayınlanamamaktır. Bütün büyük yazarlar yayınevlerinin siparişlerinin itkisiyle verimli olmuşlardır. Deyim yerindeyse aynı zamanda "iterek kakarak" şaheser yarattırılan bir meslektir yazarlık. Önünde tüm kapılar kapanmış bir yazarın içinde bulunduğu durum kadar kötü bir şey olamaz.


Ankaralılar'ın kurban bayramını da fırsat bilerek tatil beldelerine akın etmesiyle sokaklar bomboş kaldı. Sinemalarda yaz sezonuna uygun en pespaye filmler gösterimde. Büyülü Fener'de daha önce de reklamını gördüğüm 1971'in Leningrad'ında yazarların durumunu, edebiyat ortamını anlatan filmine daldım dışarısının sıcağından da kurtulmak için. Dönem Brejnevli, balistik füzeli yıllardır. Ama daha önemlisi "kültürel savaşlar"ın sürdüğü yıllar da. Avrupa "sol" edebiyat çevreleri "demokrasi" üzerinden CIA tarafından yapılandırılmış; bir çekim merkezi olarak duruyor. SSCB ise anlaşılan buna daha çok baskıyla, lakaytça karşılık vermiş. SSCB'nin ilk yıllarında yaşanan facialardan ders çıkarılmamış. Filmde bu açıkça görülüyor.

Filmde Sovyet yönetiminde yazar ve sanatçıların içinde bulundukları çıkmaz, bunaltıcı baskı ortamı anlatılıyor. Çürümüşlük her yerdedir. Kahramanlar gerçek kişiler. Kahramanlar diyorum çünkü yazar Sergey Dovlatov'dan başka dönemin ünlü şairi Joseph Brodsky de filmde. Brodsky edebiyat gecelerinde şiir okuyor. Şiirlerinde tanrı da var ve bu hoş karşılanmıyor. Şiirleri ABD'de edebiyat dergilerinde yayınlanmış birisi olarak ünlü. Sergey'in ise arkadaşları arasında kendisini ünlü Amerikalı soyut dışavurumcu ressam Jackson Pollock'tan daha iyi gören ressam Alexander Nezhdanoff da var. (–"Pollock'dan daha iyi bir ressamım ama burada bir hiçim!") Finlandiya'dan kaçak kot pantolon vs getirip satıyor. En sonu yakalanıyor ve şüpheli bir trafik kazasında feci biçimde ölüyor.


Sergey Sergey Dovlatov'ya, çalıştığı işçi dergisinden, "İşçi şair Kuznetsov"la röportaj yapması işi verilir. Ancak Kuznetsov da yayınlanmamaktan, "işçi şair" diye kullanılıp sonra terk edilmekten şikayetçidir. Yazarlar Birliği Başkanı'nın kokteylinde yeteneklere ilgi gösterildiği ama bul ilginin kendilerinin istediği yoldan çıkma potansiyeli taşıyıp etkili olacak kişileri güzel kızlar ve parayla etkisiz duruma getirme "evcilleştirme" işlemi merkezi olduğu anlaşılıyor. Tam bir gericilik yuvası.

Sokak kitap satıcılarından kim Nabakov romanı soruyor diye izleyen hafiye sahneleri pek hoş kaçmamış açıkçası; filme de konusuna da yakışmamış.

EDEBİYATTA ÖZGÜRLÜK

Bilinir, Türkiye edebiyat tarihi yazar ve şairlerin özgürce yazma mücadeleleri tarihidir. Bedeli on yıllar süren hapislikle, işkenceyle, gizlice katledilmeyle, yayın yasaklarıyla örülmüş bir tarihtir. Aynısı SSCB'de de yaşanmaktadır. Orada iş daha usturuplu yapılmakta devlete bağlı yazar örgütü yayıncılık dünyasını denetlemektedir. Yayınlanmayan yazar ve şairi kim ne yapsın?

Bizde yayınlayabilme, yani kitabını bastırma özgürlüğü vardır. Yayınlarsın ama sonra cezana katlanırsın. Eskiden savcılar sonradan harekete geçerdi. Şimdi de görmezden gelinerek yok edilirsin. Hatta yayınevleri muhaliflere açık yayınevleridir. Yayınevlerimiz bu anlamda yüz akımızdı(r).

Son yirmi yılda ise yayınevlerimiz nerdeyse Sovyet Yazarlar Birliği'nin sıkı örgütlülüğü içindedir. Kendi ideolojisine uygun (çokkültürlük müptelası "Türkiyeli" yazarların) kitapları dışında kitap yayınlamamakta mahirleşmiş, bir zamanlar devlet baskısı yayınevi/edebiyat bürokrasisi baskısına dönüşmüştür. Aynen filmdeki gibi ya onların düşüncelerine uyar uslu çocuk olursun, ortalama işler yaparsın ya da yok olup gidersin; aykırı seslere paydos! (Filmden diyaloglar: "Yetenek nadiren başarıya ulaşır! Başarmak için yetenekli ve özgürlüğüne düşkün değil, ortalama, etliye sütlüye bulaşmayan ortalama bir yetenek olman yeterlidir!")

Ermeni asıllı annesi Nora Sergeevny Dovlatova'yla (Babası Yahudi asıllı Donata Isaakovich Metchik adlı bir tiyatro yönetmeni) bir kolektif evde yaşayan genç yazar Sergey Donatoviç Dovlatov, kitabını yayınlatamamanın sancılarını yaşamaktadır. Ayrıca yazmaya başladığı gerçek romanına değil de çalıştığı fabrika gazetesinde nefret ettiği, küçümsediği ufak tefek gereksiz yazılara çalışmak zorunda kalması büyük bir işkenceye dönüşmüştür. Dergi yazı işlerinde kendisine yapılan öneriler: – "Yeteneklisiniz ama basit konuları yazıyorsunuz…"dur. – "Pozitif şeyler yaz!" –"Yeni toplumsal inşa politikalarında aktif ol!" "Elektrik üretimini öven bir şiir olmalı!" - "Petrol işleriyle ilgili bir şiire ihtiyacımız var" filmde geçen diyaloglardan bazıları.

Yazar olabilmesinin (kitabını yayınlatabilmenin) tek yolu –yönetmenin yatak odasından geçme hikâyesi gibi– Rusya Yazarlar Birliği'nin ve edebiyat dergilerinin yayın yönetmenlerinin bürosundan geçmektedir.


(Ne ilginçtir ki sinemanın yan salonunda da Türkiye'de de yazar olmanın tüm yolları kapalı bir gencin kendi parasıyla kitap bastırmaya çalışmasını anlatan Nuri Bilge Ceylan'ın filmi oynuyordu!)  

Eşinden ayrılmış ortada bir kız çocuk vardır. Bütün kapılar kapanır ve sonunda özgürlüğü seçer: dergideki işinden atılır, Yazarlar Birliği Başkanı'nın önerisine onu kovarak yanıt verir: "Para için yazmıyorum yazmak benim işim."

Bu altı gün aynı zamanda Ekim Devrimi'ni de kutlama hazırlıklarının yapıldığı günlerdir. Yabancı ülke yazar ve şairleri de akın akın bu "özgür" ülkeye gelmektedir! Buranın yazarları da yaraya tuz basıp bunlara mihmandarlık yapmaktadır. (Aziz Nesinlerin Ataolların gezileri aklıma geldi birden!)


Yazarlar Birliği Başkanı Dovlatov'u gündelik hayatımızı değil de antik dönem hikayeleri yazmaya ikna etmeye çalışıyor

Sergey Donatoviç Dovlatov, Dovlatov 3 Eylül 1941 tarihinde ailesinin II. Dünya Savaşı sırasında Leningrad'dan tahliye edilerek yerleştirildiği Başkurdistan'ın kenti Ufa'da doğdu. Savaştan sonra annesiyle birlikte Leningrad'a taşındı. Üniversiteye başlamadan önce bir süre metal işçisi olarak çalıştı. 1959 yılında Leningrad Üniversitesi filoloji fakültesinde Fince Bölümü'nde okumaya başladı ve iki buçuk yıl sonra başarısız olduğu gerekçesiyle üniversiteden atıldı. Leningrad’ta Yevgeni Rein, Anatoly Naiman, Joseph Brodsky gibi şairlerle ve yazar Sergei Wolf ressam olan Alexander Nezhdanoff ile arkadaşlık ediyordu.  Bölümden atıldıktan sonraki üç yıl orduda, gözaltı kamplarında gardiyan olarak görev yaptığı Komi Cumhuriyeti'nde yaşadı. Brodski, anılarında Dovlatov’un askerden döndükten sonraki ruhsal durumunu "çok sayıda hikâyeleri ve delice bakan gözleriyle, Kırım'dan  dönen Tolstoy'a benziyordu" ifadeleriyle anlatmıştır.

Askerliğini tamamladıktan sonra Leningrad Devlet Üniversitesi'nde gazetecilik okudu. Vladimir R. Maramzin, Igor M. Jefimov, Boris B. Bakhtin ve Vladimir A. Gubin tarafından kurulan edebiyat grubu "Gorozane" (kasaba halkı), davet edildi. Bir süre tanınmış Rus yazar Vera Panova'nın yardımcısı olarak çalıştı.


1972-1975 yıllarında Estonya'ya gitti. Bir geminin kazan dairesinde ateşçi olarak iki ay boyunca çalıştıktan sonra Morjak Estonii, Vecherniy Tallin ve Sovetskaja Estonija gazetelerinde çalıştı. Tekrar Leningrad'a döndü. 1975 yılında bir gençlik dergisi olan Koster'de çalıştı, öyküler yazmaya devam etti, ancak yayıncılar ve dergiler öykülerini basmayı reddettiler. Yalnızca bir  öyküsü "Intervju" (Görüşme), Junost (Gençlik) dergisinde 1974 yılında yayımlandı. Gazetecilik pratiğinden yola çıkarak yazdığı hikâyelerini derlediği kitabı "Kompromiss" (Uzlaşma) KGB tarafından yasaklandı ve yok edildi. Hikâyelerinden bazıları batıdaki Rusça dergilerde yayımlandı. Bu yüzden önce Sovyet Gazeteciler Birliği'nden kovuldu, bir süre sonra da sınır dışı edildi.

1979'da annesi, eşi ve kızıyla birlikte önce Viyana'ya kısa bir süre sonra da ABD'ye göç etti. Kendisi gibi sürgün yazarların da yer aldığı Rus göçmenlere hitap eden Novyi Amerikanec (Yeni Amerikalı) dergisinde baş editör oldu. Önceleri göçmenler arasında tanınırken birbiri ardına kitapları çıkmaya başladı ve 1980'lerin ortalarında bir yazar olarak geniş bir çevrede tanındı. Partizan Rewiev ve The New Yorker'de, Özgür Avrupa Radyosu'nda  yazarlık yaptı.

Sergey Davlatov 24 Ağustos 1990'da New York'ta kalp krizinden öldü. Ölümünden sonra, 2003 yılında Yallin'de yaşadığı eve ve 2007 yılında St Petersbug'da Rubinštejnove Sokağı'na anısına plaketler konuldu. 2014 Haziranında Queens'de bir caddeye adı verildi.

Davlatov resmen iki kez evlenmişti. İlk eşi Asya Pekurovskaya ile olan evliliği sekiz yıl (1960-1968) sürdü. İkinci eşi Helena Dovlatova idi.

ESERLERİ

Dovlatov yarı-otobiyografik eserler vermiştir. Karakterleri tanınmış edebi kişilikler, iş aile ve arkadaşlarından oluşmaktadır. Hikâyelerinde ironik bir mizah duygusuyla Sovyet gündelik hayatını anlatır. ABD ve Avrupa'da 12 kitabı basılmıştır. Ölümünden ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, kitapları Rusya'da ancak basılabildi.  

JOSİF ALEKSANDROVİCH BRODSKY

Joseph Brodsky yurt dışına çıkmak istemiyor. "Çıkarsak bir daha bizi almazlar" diyordu Sergey'le konuşmalarında.  "Ülkemi seviyorum, insanın yurdu gibisi yoktur" diyor. Ama sınır dışı edilmekten kurtulamıyor. Bir şair sezgisiyle bu diyalogda söylediği gibi yaşamı kısa sürede yaban ellerinde son buluyor.  (Joseph Brodsky d. 24 Mayıs 1940, Leningrad (günümüz Sankt-Peterburg - ö. 28 Ocak 1996, New York)

1940 yılında doğan Brodsky yazmaya 18 yaşında başlamıştır. 1960'ların başlarında Sovyet karşıtı Leningradlı nostaljik yazarlar bir altkültür oluşturmuşlardı. Brodsky de bu düşünsel gruplara katılmıştır. Daha sonra Brodsky hakkında Sovyetler Birliği karşıtı olduğuna ilişkin Leningrad gazetelerinde suçlayıcı yazılar yazılmıştır. Sonrasında 1963 yılında aynı şuçlamayla hakkında mahkeme açılmıştır.

1964 yılı Mart ayında mahkeme kesinleşmiş anti-Sovyet bulunduğu için 5 yıllığına sürgüne gönderilmiştir ancak Kasım 1965 yılına kadar burada kalmıştır. 1972 yılında sınır dışı edilip ABD'ye yerleşmiş ve 1977 yılında Amerikan vatandaşı olmuştur. 1987 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanmıştır. 1996 yılında 55 yaşında ölmüştür.

Mahkemede yaşadığı sorgu ünlüdür:

Yargıç: "Şair olduğunuzu kim belirledi? Kim seni bir şair olarak değerlendirdi? Bir kurumda şiir okudun mu? Şiir yazmayı öğrettiğin bir üniversite kursu hazırladın mı?" Brodsky: "Şiirin bir eğitimden geldiğini sanmıyorum." Hakim: "Peki o zaman, nereden geliyor?" Brodsky: "Bunun Tanrı'dan geldiğini düşünüyorum."

SONUÇ

Dovlatov ve Joseph Brodsky'nin acılı hayatı da göstermektedir ki ortalıkta bir şeyler ters gitmiştir. Rusya dediğimiz topraklar edebiyatın anavatanı sayılır. SSCB yönetimi edebiyatın önünü açsa, Lenin dönemindeki kısa süredeki özgürlük havası hariç baskı ve zorbalığa başvurmasaydı belki de sosyalizmi kurmayı başarmış, zaferini ilan etmiş ve bugün yaşıyor olacaktı. Yüz yılın başında Rusya'ya "edebiyatıyla ve uluslar arası alanda rüşvet verme politikasındaki ustalıklarıyla ayakta duran ülke" denirdi. SSCB'yi edebiyata ve sanata verilecek sınırsız özgürlükle ayakta tutabilirler insanlığı bir adım öne taşıyabilirlerdi.

Emperyalist kamp ise "hür dünya"ydı. Oysa Mc Cartyciliğin ne olduğunu zavallı Rus meslektaşlarımız bilmiyorlardı. Emperyalist ajanların eline düşmüşler kapitalizmin alçaklıklarını tanıdıkça da yaşamaya doyamadan genç yaşlarında dayanamayarak yaban ellerde ölmüşlerdir.

EUROİMAGES

Filme umutla gitmiştim ama "Euroimages" adını daha ilk dakikalarda jenerikte görünce midem bulandı. Euroimages batı emperyal kültürü dışındakileri küçültmeen filmlere yatırım yapmaz çünkü. Gerçekten de filmde çok acımasız SSCB eleştirisi var. Sanki tam bir "servis" filmi. Hele "Golda Meir" metaforu,(Leningradlı sanatçıların hemen hemen tümü de Yahudi kökenliydi.)  

Diğer bir rezalet de filmde Türk düşmanlığı. Tam bir ırkçılık!

Alexander Nezhdanoff 'un, bir ara atölyesinde konuk olan Sergey Dovlatov'la şöyle bir konuşması geçiyor:

Alexander Nezhdanoff : "Keşkül yer misin?"  

Sergey Dovlatov: "Hayır, ben Osmanlı yemekleri yemem!"

Alexander Nezhdanoff : "Ama senin baban Yahudi…"  

Sergey Dovlatov: "Olsun böyle durumlarda annemin kimliği baskın geliyor!"

Filmin senaristlerine değil ama okurlarıma söylemek isterim ki Sergey Dovlatov gibi bir yazar bunları söylememiştir!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder