M.
Hakkı Yazıcı
İgor’un sevimli bir yeğeni var, ablasının oğlu Pavel Zubov.
Bizim ofise ara sıra uğrardı. Dişçilik fakültesinde okuyordu.
Malum “Zub” Rusçada diş demek. İlginç değil mi? Çocuk
soyadına uygun bir meslek seçmişti kendisine.
Geçenlerde yine uğradı. Meğer mezun olmuş.
Zaman ne çabuk geçiyor?!
Bir klinikte çalışmaya başlamıştı; elinde kliniğin reklam
broşürlerini getirmiş, hepimize birer tane dağıttı.
“Yahu,” diyor Serkan, “Niyeyse ‘dişçi’ kelimesi bile kalp
atışlarımın hızlanmasına yetiyor.”
“Al benden de o kadar,” diyorum.
Genellikle en çok korkulan şeylerden birisi dişçi koltuğuna
oturmak. Çok az insan diş hekimine rahatlıkla gidebilirken, pek çoğu yıllarca
bundan kaçınır ve hatta sorunlar sağlıklarını iyice tehdit eder bir noktaya
gelse bile gidemez?
Sanırım ben ikinci kategoriye giriyorum.
Ağızda çalışılırken ortaya çıkan gürültü, hastanın ağzını
devamlı açık tutmak zorunda kalması, iğne korkusu, canının yanacağı düşüncesi,
bu duygular hiç sevimli değil kuşkusuz.
Bana göre bunlardan haz alan düpedüz mazohisttir.
Kimi iğneden korkar, kimi diş hekimine gitmekten nefret eder.
İkisi bir arada olunca durum kişi için resmen kabusa döner!
O aeratör müdür nedir, o alet yok mu? Koca bir elektrikli inşaat
matkabından bence hiçbir farkı yok.
Adına kibarlık yakıştırmak için mi nedir bazıları “aeratör”
diyor. O alet de bir nevi matkap. Dişçi matkabı…
Serkan, "Dişin içine giriyo böyle bııızz diye, sanki
beynimi deliyomuş gibi" diye anlatıyor aeratör tabir edilen o aleti.
Bir de anguldruva mıdır nedir, öyle bir alet var. O, bu
falan; hepsi birer işkence aleti...
İgor, sırıtarak:
“Dişçi korkusu. Yaaniii, dentofobi!” diyor.
İgor, muhabbeti sevmiş, devam ediyor:
“Yahu eğer korktuğun şey anestezi iğnesiyse, bunun öyle
mızmızlanacak bir ağrısı yok; hepimiz mutlaka bir yerlerimizi kesmişizdir,
canımız acımıştır. Öyle değil mi?”
Pavel, gülerek bizi dinliyor.
Serkan, bedava dişçiyi buldu ya, hemen laf arasında;
“Pavel, benim dişlerim çok sarardı, ne yapabilirim?” diye
soruyor.
Pavel’in cevabı hazır:
“Kahverengi kravat tak!” diyor.
Gülüyorum, “Afferim Pavel’e, diyorum. Eee, ne de olsa dayısına
çekmiş; espri yeteneğini ondan kapmış.
İgor, bizden Pavel’i desteklememizi istiyor; dişçiye
ihtiyacı olana, eşe dosta tavsiye etmemiz gerektiğini söylüyor. Ne de olsa yeni
mezun genç bir diş doktoru, tanıtıma gereksinimi var.
“Tamam, “ deyip, söz veriyoruz. “Aklımızın ucunda olsun.”
***
Pavel, eskiden arada bir gelirken, ziyaretlerini
sıklaştırmaya başladı. Bizi müstakbel müşterileri arasında görmeye mi
başlamıştı, ne?
Aslında bizim aramız hep iyidir, birbirimiz severiz. Ofise
her geldiğinde benim masamın önündeki koltuğa otururdu. Yadırgamıyordum.
Memleket haberlerinden, memleketler arası meselelerden
konuşurduk. Politikaya meraklıydı. Hep anlaşmamız mümkün değil kuşkusuz, ama
birbirimizi hep saygıyla ve dikkatle dinleriz.
Yine bir gün geldi.
Bir ara İgor’la Pavel kendilerine çay almak için
çıktıklarında, odada yalnız kaldığımızda Serkan, “Abi farkında mısın Pavel, sen
her ağzını açtığında, oturduğu yerden dikilip senin ağzının içine bakıyor.”
Hiç dikkat etmemiştim.
“Hadi ya!” dedim.
Kapı açıldı, İgor’la yeğeni ellerinde çay bardaklarıyla
gelip yerlerine oturdular.
Dikkat ettim; gerçekten Pavel, ben her ağzımı açtığımda
dikilip bakıyordu.
İgor da işe çanak tutuyordu. O malum fıkralarını arka
arkaya sıralıyordu. Ben kahkahalara boğulurken elimde olmadan ağzım sonuna
açılıyordu.
Hop, Pavel iş başında… Gözleri ağzımın içinde...
İgor, tarz değiştiriyor, sıkıcı konulara geçiyor. Bu defa
esnemeye başlıyorum. Esnerken ağzım açılınca Pavel yine dikiliyor. Gözleri yine
ağzımın içinde…
Delirmek işten değil.
***
İyice strese girmiştim.
Pavel, geldiğinde artık kendimi kontrol etmeye başlamıştım;
ağzımı açmamaya dikkat ediyordum.
Bir akşam bu düşüncelerin yarattığı stresten midir nedir,
eve gidince hep korktuğum şey başıma gelmez mi?
İhmal ettiğim, senelerdir sönmüş bir volkan gibi olan
dolgusu düşmüş dişim ağrımaya başlamasın mı!
Günün birinde böyle olacağı belliydi.
Gece sabahı zor ettim. Bereket versin evde ağrı kesici
haplar var. En etkililerinden birinden iki tablet yuttum; ama yine de bana
mısın demedi.
Perişan, uykusuz, mutsuz bir halde ofise gittim.
İgor, daha içeri girer girmez durumumda bir tuhaflık
olduğunu anladı.
Ağrıyan dişim apse yapmış yanağımda hafiften şişmişti.
Tuvalete gidince aynada yüzüme baktım. Çok komik olmuştum.
Kendime gülecek halim yoktu ya, ama başkalarının gülecekleri kesindi.
İgor, “Yahu şu inadından vazgeç te Pavel’in kliniğine git.
Bir baksın, ikna olmazsan başka bir kliniğe gidersin. Yoksa daha büyük işler
açılacak başına,” dedi.
Düşündüm, haklıydı. Daha içeride yarım saat bile oturmadan
kliniğe gitmek üzere dışarı çıktım.
Yulia, “Giyotin” hikayesindeki şakamızı unutmamış, sanki
intikam alırcasına peşim sıra:
“Senin diş ağrını ancak Gilyotin keser,” diye bağırıyordu.
Serkan, arkamdan koşturdu, “Müdürüm seni bu halde yalnız
bırakamam, arabayla götüreyim,” dedi.
***
Kliniğe gittiğimizde resepsiyondaki kıza hemen Pavel’i
sorduk.
Pavel, odalardan birinden çıkıp geldi. Beni görünce bir
mutluluk tebessümü yayıldı yüzüne.
Sanki çoktan beri bu anı bekliyormuş hissine kapıldım.
Pavel’in içeride başka bir hastası daha vardı. “Vay be,
çocuk mesleğe yeni, ama hızlı başlamış,” dedim Serkan’a.
“Abi, ne biliyoruz, çocuk belki de iyi bir dişçi,” dedi.
“Yahu benim derdim dişçilerle değil ki, o işkence
aletleriyle…”
Anestezi iğnesi, aeratör, anguldruva, vesaire, vesaire…
Pavel iki dakika müsaade isteyip içerideki müşterisinin
yanına gitti.
Kapının aralığından görüyoruz. Dişçi koltuğunda oturan genç
kızın aslında inci gibi sağlıklı dişleri vardı. Ama onun da bir dişi
oyunbozanlık yapmıştı işte.
Kızcağız gergin, “Doktor bey, çok heyecanlıyım ilk defa
dişim çekilecek de!” diyor.
Pavel, yüzünde hain gülüşü:
“Önemli değil bu benim de ilk çekim tecrübem olacak!”
diyor, sonra kapı aralığından bize, yani seyirci kitlesine bakıp, beğendiniz mi
esprimi der gibi göz kırpıyor.
Pavel, hemşire ilaçları ve aletleri hazırlarken bir koşu yanıma
geldi. Beni başka bir odaya aldı, şöyle göz ucuyla ağzımı açtırıp baktı.
Üstüme koca gövdesiyle abanırken ayağıma bastı. Yüzümü
buruşturduğumu görünce:
“Yahu, daha dişine dokunmadım bile, niçin acıyormuş gibi
yapıyorsun, çok ayıp!” diye çıkıştı.
“Pavel’cim, dişime henüz dokunmadın, ama farkında olmadan
ayağıma basıyorsun, acıyor!”
“Ha, pardon,” diye özür dileyip beni dişçi koltuğuna
yerleştirdi.
Bu arada odaya daha kıdemli bir doktor geldi. Sanırım
hocasıydı. Kısaca bilgi aldı. “Hangi diş?” diye sordu. Pavel gösterdi.
Hocası, “Ne yapmayı düşünüyorsun bu dişi?” diye sordu. Pavel, “Bu diş bitmiş, mecburen çekeceğim
hocam,” cevabını verdi.
Adam, “Bir daha dikkatli bak, belki kanal tedavisiyle falan
kurtarırsın,” dedikten sonra odadan çıktı.
Yalnız kalınca Pavel, yine beni iyice çileden çıkaran
şakalarından birini yaptı:
“Bu dişi kurtarabilirsek kurtarırız. Yoksa mecburen
çekeceğiz. Sana tanıdık olduğun için indirim uygulayacağız. Bildiğim kadarıyla
iğneden korkuyorsun. Anestezi yapıp yapmayacağımız senin tercihine bağlı. İyice
ucuz olsun diyorsan anestezisiz yaparız. Ağrısız çekim olursa üç bin ruble,
ağrılı çekim olursa altı bin ruble. Ancak çekim sırasında ‘uuahh’ diye
bağırırsan ağrın olduğunu anlarım; bu ağrılı çekime girer; fiyat iki misli olur,
ona göre…”
Hiç gülmediğimi ve hatta kızdığımı görünce kısa kesti.
“Neyse, ben şimdi on dakikada şu kızcağızın işini bitirir
sonra sana bakarım,” deyip, dışarı çıktı.
***
O çıkarken benim bulunduğum odanın kilidinin yavaşça
döndüğünü fark ettim.
Anahtarı ne kadar sessizce döndürmeye çalışsa da hafiften
“şılak” diye çıkan madeni sesi duymuştum.
Adam beni odaya kilitlemişti.
Endişem iyice arttı.
Kaçacağımı mı düşünmüştü, ne?
Suratından tam anlaşılmıyor, ama bu herif tehlikeli bir
sapık, bir sadist olabilir.
Şimdi içeri elinde kocaman bir darbeli matkapla girecek, dişlerimi,
çenemi parça parça edecek diye vehme kapılıyorum.
Malum dişçiler de taksiciler, berberler gibi müşterileriyle
muhabbet etmekten keyif alan meslek erbabından. Her berbere gittiğimde adam
benimle konuşmaya dalmışken kazara kulağımı keser mi diye endişelenmişimdir.
Bu Pavel de beni her gördüğünde dünyadaki gelişmeleri,
ülkeler arasındaki ilişkileri sormaya meraklı ya; tam o lanet matkapla dişime
girmişken yine uluslararası politik meselelere girip, asabileşip, sakın ağzımı,
burnumu, çenemi dağıtmasın? Zaten memleketler arası meseleler iyice karışık. Şu
işe bak!
Kaçmam lazım. Başka çaresi yok. Bir an önce kaçmazsam çok
geç olacak.
***
Kalkıp balkon kapısına gittim; açıp dışarıya baktım.
Balkona yakın bir ağaç vardı.
Sağlam görünen yakın dallardan birine uzanabilirsem aşağıya
kolayca inebilirdim.
Balkona çıkıp korkuluklardan uzanıp bir dalı tuttum. Biraz
ağırlığımı verip denedim. Sağlam görünüyordu. Beni çekerdi.
Önce bir elimle, sonra öbür elimle sıkıca tutup, kendimi
bıraktım. Tam ayaklarımı ağacın gövdesine dayayıp, kendimi sağlama alacakken
güvendiğim dal gürültüyle çatırdayıp kırılmaz mı?
Dengesiz bir şekilde düşüp, aşağıya çakıldım.
Bereket versin ki birkaç metre yükseklikteki ikinci kattan
düşmüştüm ve ağacın dibinde düştüğüm yerde çöpçülerin bahçedeki karları
toplayıp yığdıkları bir tepecik vardı. Yoksa ayağımı, bacağımı kırıp,
hastanelik olabilirdim.
Ancak o kadar da ucuz atlatmış değildim. Yüzümü düşerken kötü
bir şekilde ağacın gövdesine çarpmıştım.
Ben ağaca çarpınca, ağacın dallarına tünemiş bütün kargalar
“Gak, gaaak, gak” diye bağırarak havalanmıştı. Yere düşerken bu “Gak, gak”ları,
kargaların benim halime güldüklerini sanıp, “Kah kah, kah” diye anladım.
Bir süre hiç kıpırdamadan yerde sırt üstü yattım.
***
Koşa koşa merdivenlerden inip, yanıma gelen Serkan’la Pavel,
endişeyle eğilip, beni yerden kaldırdılar.
Ağzımın içinde dilime dolanan sert bir parça vardı. Elimle
çıkardım: Dişim,.. Dişim kırılmıştı; hem de kökünden.
Dilimle yokladım. Ağrıyan dişim nasıl olduysa ağaca yüzümü
çarpınca kırılmıştı.
Yüzüm ağaca çarpmanın darbesiyle biraz acıyordu, ama diş
ağrım geçmişti.
Serkan, koluma girdi. Merdivenlerden yukarı çıktık. Üstümü
başımı düzelttim.
“Eee Pavel’cik biz artık gidelim; diş kırılınca tedaviye
ihtiyaç kalmadı,” dedim.
Pavel, biraz bozulmuş bir ifadeyle:
“Hadi gidin bakalım. Güle güle,” dedi.
Sonra hem bana, hem de Serkan’a bakarak “Şimdi
gidiyorsunuz, kurtuldum zannediyorsunuz, ama siz de bu ağız, bu dişler olduğu
sürece bana daha çok işiniz düşecek, unutmayın,” dedi, biraz da ümitle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder