Asuman Kafaoğlu-Büke
Radikal
“Yakında öleceğini çok iyi biliyordu”
Saşa Sokolov’un Budalalar Okulu Türkçede. Roman 1970’lerden
beri hep Finnegan’ın Vahı ile karşılaştırılmış ayrıca yıllarca Sovyetler’de
yasaklandığı için ancak kaçak baskıları yapılabilmiş. İlgi odağı olmasında
Sokolov’un renkli kişiliğinin de payı var.
Bir yıl nasıl başlarsa öyle gidiyor galiba. Bu yıla James
Joyce’un başka dile çevrilmesi imkânsız denilen ünlü romanı Finnegan’ın
Vahı ile başlamıştık, şimdi yine çevrilmesi çok zor, dil oyunlarıyla dolu
kült bir roman var: Çağdaş Rus edebiyatının en önemli temsilcilerinden Saşa
Sokolov’un Budalalar Okulu. Roman 1970’lerden beri hep Finnegan’ın
Vahı ile karşılaştırılmış ayrıca yıllarca Sovyetler’de yasaklandığı için
ancak kaçak baskıları yapılabilmiş. Romanın ilgi odağı olmasında Sokolov’un
renkli kişiliği de mutlaka rol oynamıştır, yeraltı edebiyatının her ülkede
geniş bir takipçi kitlesi olur.
Saşa Sokolov babasının askeri ataşe olarak görev yaptığı Kanada’da (1943) dünyaya gelmiş ama babası Sovyet ajanı olmakla suçlanınca sınırdışı edilip Sovyetler Birliği’ne ailece geri dönmüşler. Askeri okuldan atılması, ülkeden kaçmaya çalışırken İran sınırında yakalanması, onun gençlik yıllarını belirleyen olaylar olmuş. Yirmili yaşlarında yazmaya başladığı Budalalar Okulu’na getirilen yayın yasağı üzerine Avusturya vatandaşı olan ikinci karısı kitabı yurtdışında bastırabilmiş. Daha sonra karı-koca başlattıkları açlık grevi nedeniyle 1975’te Sokolov’un Avusturya’ya karısının yanına gitmesine izin verilmiş ve bir dönem Avrupa’da kaldıktan sonra Sokolov halen yaşamakta olduğu New York’a yerleşmiş (bu arada otuz yılı aşkın süredir Amerika’da yaşamasına rağmen yazı dili sadece Rusça). Sokolov daha sonra üç roman (son romanı bir yangında yok olmuş) yazmasına rağmen genelde sadece Budalalar Okulu’nun yazarı olarak bilinir.
Budalalar Okulu’nun başlığı ilk başta Dostoyevski’nin Budala’sını akla getiriyor fakat sanırım Rusça başlıkta kullanılan sözcük aynı değil. İngilizce çevirilerinde de “İdiot” değil “Fool” kullanılmış. Roman şizofrenik bir çocuk tarafından anlatılıyor ve romanda ilk dikkat çeken şey, anlatıcının “ben” yerine “biz” kullanıyor olması. Çok kişilikli bir zihnin anlatımı bu. Anlatılan olaylar yaşanılan olaylar değil, düşünülen ya da hayal edilen olaylar. Yani başka bir deyişle, olaylar gerçek yerine dilsel bir gerçeklik içinde oluşuyor. Anlatıcının hayal dünyası içinde yeni bir gerçeklik kazanıyorlar.
Dostoyevski’de rasyonalite hayatta kalmak anlamını taşır ama sanatçı saf bir şekilde irrasyonel olana bağlıdır. Sokolov’un irrasyonalite ile bağlantısı Dostoyevski romanlarında gördüğümüzden farklı, burada zihnin işleyiş sürecini göstermeyi hedefliyor yazar, aklın mantıksal çıkarımlardan yoksun oluşu, gerçeklikle bağlantısının kopukluğu gibi farklı bir akıldışılık devreye giriyor. Adını bilmediğimiz anlatıcı çocuk etrafındaki yetişkinlerin dünyasındaki yozlaşmaları hissediyor ve buna direnmek için gerçeklikten kopuyor. Zihninin içinde hiç susmayan bir konuşma sürüyor, kimin daha etken olduğu ise hiç anlaşılmıyor. Her iki kişilik diğerinin farkında, diğerine üstünlük kazanma çabasında fakat biri diğerinden daha güçlü değil. Bazen ortak bir biz üzerinden anlaşıyorlar ama çoğu zaman zıtlaşmayla geçiyor iç monologları. Bunu hemen romanın ilk satırında anlıyoruz, “Evet, ama…” sözleriyle açılıyor roman, hep birinin diğerine ama diyerek alternatif düşünce geliştirdiğini görüyoruz.
Çift kişilikli olan sadece anlatıcı değil Budalalar Okulu’nda. Anlatıcının karşılaştığı herkes ayrı bir alt ego taşıyor. Bunlara kendince isim veriyor anlatıcı, Mikheev’e Medvedev eşlik ediyor; Savl ve Pavel de aynı adamın ikiye bölünmüş halleri. Nasıl herkes kendi karşıtını içinde taşıyorsa, her duygu da karşıtıyla birlikte geliyor. Bu durum anlamayı zorlaştırıyor belki ama derinlik de kazandırıyor. Sevilen bir şey aynı zamanda korku yaratıyor. Neşeli bir insan aynı zamanda korkularını dile getiren biri. “… uzun süren ağır bir hastalığı vardı ve yakında öleceğini çok iyi biliyordu, ama belli etmiyordu. Çok neşeli davrandı, daha da doğrusu – okulun tek neşeli insanıydı, durmaksızın şaka yapardı. Kendini ne kadar kötü hissettiğini, korktuğunu söylerdi, sanki onu herhangi bir tesadüfi rüzgâr getirmemiş gibi.”Bölünmüşlük aynı zamanda romana eşsiz bir şiirsellik kazandırıyor. “Kaygı Bakanlığı’nda kapıcı olarak” çalışmak, bir hayalet olmayı arzulamak, öteki benliğin yargıları içinde kaybolmak bunlardan bazıları. Bir başka çok hoş örnek, birkaç kitabı aynı anda okuyor olması. İçinde farklı kişileri barındırdığı için, her biri farklı sayfalar okumak zorunda kalıyor.
“… biz önce bir kitabın bir sayfasını okuyoruz, sonra başka bir kitabın bir sayfasını, sonra üçüncü kitabı alıp onun da tek bir sayfasını okuyoruz, sonra yeniden dönüyoruz ilk kitaba. Böyle daha kolay, daha az yoruluyor insan.”
Saşa Sokolov babasının askeri ataşe olarak görev yaptığı Kanada’da (1943) dünyaya gelmiş ama babası Sovyet ajanı olmakla suçlanınca sınırdışı edilip Sovyetler Birliği’ne ailece geri dönmüşler. Askeri okuldan atılması, ülkeden kaçmaya çalışırken İran sınırında yakalanması, onun gençlik yıllarını belirleyen olaylar olmuş. Yirmili yaşlarında yazmaya başladığı Budalalar Okulu’na getirilen yayın yasağı üzerine Avusturya vatandaşı olan ikinci karısı kitabı yurtdışında bastırabilmiş. Daha sonra karı-koca başlattıkları açlık grevi nedeniyle 1975’te Sokolov’un Avusturya’ya karısının yanına gitmesine izin verilmiş ve bir dönem Avrupa’da kaldıktan sonra Sokolov halen yaşamakta olduğu New York’a yerleşmiş (bu arada otuz yılı aşkın süredir Amerika’da yaşamasına rağmen yazı dili sadece Rusça). Sokolov daha sonra üç roman (son romanı bir yangında yok olmuş) yazmasına rağmen genelde sadece Budalalar Okulu’nun yazarı olarak bilinir.
Budalalar Okulu’nun başlığı ilk başta Dostoyevski’nin Budala’sını akla getiriyor fakat sanırım Rusça başlıkta kullanılan sözcük aynı değil. İngilizce çevirilerinde de “İdiot” değil “Fool” kullanılmış. Roman şizofrenik bir çocuk tarafından anlatılıyor ve romanda ilk dikkat çeken şey, anlatıcının “ben” yerine “biz” kullanıyor olması. Çok kişilikli bir zihnin anlatımı bu. Anlatılan olaylar yaşanılan olaylar değil, düşünülen ya da hayal edilen olaylar. Yani başka bir deyişle, olaylar gerçek yerine dilsel bir gerçeklik içinde oluşuyor. Anlatıcının hayal dünyası içinde yeni bir gerçeklik kazanıyorlar.
Dostoyevski’de rasyonalite hayatta kalmak anlamını taşır ama sanatçı saf bir şekilde irrasyonel olana bağlıdır. Sokolov’un irrasyonalite ile bağlantısı Dostoyevski romanlarında gördüğümüzden farklı, burada zihnin işleyiş sürecini göstermeyi hedefliyor yazar, aklın mantıksal çıkarımlardan yoksun oluşu, gerçeklikle bağlantısının kopukluğu gibi farklı bir akıldışılık devreye giriyor. Adını bilmediğimiz anlatıcı çocuk etrafındaki yetişkinlerin dünyasındaki yozlaşmaları hissediyor ve buna direnmek için gerçeklikten kopuyor. Zihninin içinde hiç susmayan bir konuşma sürüyor, kimin daha etken olduğu ise hiç anlaşılmıyor. Her iki kişilik diğerinin farkında, diğerine üstünlük kazanma çabasında fakat biri diğerinden daha güçlü değil. Bazen ortak bir biz üzerinden anlaşıyorlar ama çoğu zaman zıtlaşmayla geçiyor iç monologları. Bunu hemen romanın ilk satırında anlıyoruz, “Evet, ama…” sözleriyle açılıyor roman, hep birinin diğerine ama diyerek alternatif düşünce geliştirdiğini görüyoruz.
Çift kişilikli olan sadece anlatıcı değil Budalalar Okulu’nda. Anlatıcının karşılaştığı herkes ayrı bir alt ego taşıyor. Bunlara kendince isim veriyor anlatıcı, Mikheev’e Medvedev eşlik ediyor; Savl ve Pavel de aynı adamın ikiye bölünmüş halleri. Nasıl herkes kendi karşıtını içinde taşıyorsa, her duygu da karşıtıyla birlikte geliyor. Bu durum anlamayı zorlaştırıyor belki ama derinlik de kazandırıyor. Sevilen bir şey aynı zamanda korku yaratıyor. Neşeli bir insan aynı zamanda korkularını dile getiren biri. “… uzun süren ağır bir hastalığı vardı ve yakında öleceğini çok iyi biliyordu, ama belli etmiyordu. Çok neşeli davrandı, daha da doğrusu – okulun tek neşeli insanıydı, durmaksızın şaka yapardı. Kendini ne kadar kötü hissettiğini, korktuğunu söylerdi, sanki onu herhangi bir tesadüfi rüzgâr getirmemiş gibi.”Bölünmüşlük aynı zamanda romana eşsiz bir şiirsellik kazandırıyor. “Kaygı Bakanlığı’nda kapıcı olarak” çalışmak, bir hayalet olmayı arzulamak, öteki benliğin yargıları içinde kaybolmak bunlardan bazıları. Bir başka çok hoş örnek, birkaç kitabı aynı anda okuyor olması. İçinde farklı kişileri barındırdığı için, her biri farklı sayfalar okumak zorunda kalıyor.
“… biz önce bir kitabın bir sayfasını okuyoruz, sonra başka bir kitabın bir sayfasını, sonra üçüncü kitabı alıp onun da tek bir sayfasını okuyoruz, sonra yeniden dönüyoruz ilk kitaba. Böyle daha kolay, daha az yoruluyor insan.”
Budalalar Okulu beş bölümden oluşuyor. İlk bölümde
çoklu anlatıya alışmak çok zor geliyor fakat ikinci bölümle (Verandada Yazılmış
Öyküler) birlikte duygular öne çıkıyor, anlatıcıyı ve anlattığı insanları tanımaya
başlıyoruz. Romanın Vasiyet adını taşıyan son bölümünde ise anlatı doruğa
ulaşıyor. Roman tam anlamıyla bütünlüğe kavuşuyor ve sadece kendi içinde değil,
edebiyat tarihi içinde de anlam kazanıyor.
Bu kitabı ilk başta yazarı kadar çevirmeni için de okumak
istedim. Çevirmen Sabri Gürses’in adını ilk kez Andrey Bitov’un Puşkin Evi (Yapı
Kredi Yayınları, 2015) çevirisinde okuyup çok beğenmiştim; Sokolov’un da
karmaşık anlatısını bildiğim için özellikle çeviriyi merak ediyordum.Puşkin Evi gibi Budalalar
Okulu’nda da çok başarılı buldum çeviriyi. Başka bir dile zor aktarılacak bu
romanların dilimize kazandırılmasını çok önemli buluyorum. Çağdaş dünya
edebiyatını ancak bu tür özverili çalışmalar sayesinde tanıyabiliyoruz.
BUDALALAR OKULU
Saşa Sokolov
Çeviri: Sabri Gürses
Timaş Yayınları, 2016
BUDALALAR OKULU
Saşa Sokolov
Çeviri: Sabri Gürses
Timaş Yayınları, 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder