Moskova

Moskova

23 Haziran 2018 Cumartesi

Karahindibaların Arsızlığı




MUSTAFA ÖZTÜRK





Novodeviçiye Manastırı’nın ayakucundaki mezarlığında, görkemli bir açık hava müzesinde bulunduğunuz hissine yakalanabilir ve herbiri kendine özgü düzenlenmiş bir sanat eseri görününmündeki“anıt mezarların” , sizi sohbete davet ettiği duygusuna kapılabilirsiniz. Bu engin çiçek tarlasındaki her bir gömüt yeri, yüksek insanlık seçkinleri arasına girmiş, tarihsel kişiliklere aittir. Bu huzur bahçesinde, gönlünüzü okşayan bir şaşkınlıkla tüm ünlü sakinleri buluşturan ortak bir gıpta duygusunu sezerken, kendi serüvenlerine dönüştürdükleri yaşamlarının kahramanı olmuş yüzlerce esin ve yetenek doruğu kişiliğin bütünlediği huzur ve mutluluk veren bir büyük halenin, büyük bir enerji bulutunun merkezinde Nazım Hikmet’ in dinlenceye çekildiği adanın yeraldığını farkedersiniz. Büyük şairin sonsuz huzur ocağının bulunduğu yer, Novodeviçiye mezarlığında, devlet resmi defin törenlerinin yapıldığı alanın merkezinde, adeta “şeref locası” konumundadır. Buraya getirilen her yeni sakin, ilk olarak, sanki, engin mapusluk deneyimine sahip, hapishanelerde onlarca sanatçıya öğretmenlik yapmış Nazım Hikmet’in önüne getirilir, tanıştırılır, ondan öğütler alır, sonra ebedi huzur ocağına gömülür. Buradaki bir defin yeri, parayla ya da dünya varlıklarıyla satınalınamayacağından dolayı paha biçilemezdir.Yıllardır defin işlemi durdurulmuştur, bu durdurma işleminin son istisnaları, SSCB son devlet Başkanı Mihail Gorbaçev’in bir fenomene dönüşen karısı Raisa Gorbaçev ile Sovyet sinema ve sirk artisti sosyalist emek kahramanlık madalyası sahibi Yury Nikulin ve devamen Rusya tarihinde yer bulmuş sayılı sanatçılardan ibarettir. Her defin yeri için, Devlet Başkanının bir kararnamesinin düzenlenmesi gereklidir. Rusya kalbini, öz bir oğluna açar gibi açmıştır Nazım’a. Rejim değişse de, yöneticiler degişse de, Nazım Hikmet bu ülkede, vatansız iken bulduğu yurt parçasında hala huzurla yatmakta. Ziyaretçileri, komşuları, Gorbaçev’den, Ho Si Min den, Anton Çehov’dan, Mayakovski ’den, besteci Sostokoviç ’den, Gogol ’den, hemen herkesden daha çoktur. Ziyaretçileri arasında yıllarca, Türkler azınlıkta kalmıştı. SSCB’nin dağılmasından sonra, yeni Rusya’da, tamamen korunaksız kalan yüzlerce Türkiyeli komünist de, çok yeni bir sürgün yaşamına başlamışlardı. Bilal Şen, o yıllarda mezarlığa gelen Türkiyeli komünistlerin en yaşlısı ve kıdemlisi idi.1920 doğumlu Bilal amca artık aramızdan ayrıldı, Onyıllari beraber yaşadıkları sevgili eşi Svetlena hanım, TKP'nin kurucularından ve Mustafa Suphi'nin yoldaşlarından Süleyman Nuri'nin kızıdır. Nazım Hikmet’in ölümünün otuz yedinci yıldönümünde, 3 Haziran 2000 günü Vera Tukyukova ile anma töreninde Novodeviciye Manastır mezarlığında beraberiz. Vera yıllar sonra bir tufan gibi patlayan binlerce Türkiye vatandaşının akınını memnuniyetle ve heyecanla ve de hayretle izliyordu. Yorgun ve rahatsızlığının izlerinin zaman zaman perdelediği yüzüne bir mutluluk halesi gelmiş, on yıllardır eksikliğini hissettiği bir sıcaklığın kendisini sardığını düşünüyor olmalıydı. Rusyalı TKP grubunun tören alanına geldiğini görünce, Vera ve gazeteci Hakan Aksay’ın yanından ayrılarak, Bilal amca ile Mehmet Toğacar’ın yanına vardım. Bizim sohbetimiz sürerken, yanımıza, ay yüzlü bir ninenin yaklaştığını fark ettim:
“oğul, merhaba” “merhaba, ana’’ “Ben sizinle görüşmek isterem, benim adım Adile, Adila Guseynovna, görüşmemiz olur mu” “Ana tabii ki, tören bitsin ben seni arabama alırım, yalnız mısın” “Yok, Sonya da var, Sonya İhmalyan, Jak İhmalyan’ in eşi “ Gümüş gibi saten saçlarla, bir teyze daha yaklaştı. Tanıştık. her ikisi ile de tören sonu buluşmak üzere sözleştik… Bu arada, Adile’den duyduğum “Vera nin ne isi var burada” sozleri beni çarpmıştı. “Vera nin bugün burada olmasından mutluluk duyulmaz mı Adile anam”, “sonra oğul anlatiram sana, günlüklerimi getirmişem: sana vermek istirem…” Bu son dialog usuma egemen olmuş ve tüm düşüncelerin ortasına bağdaş kurup oturmuştu… Bir gizem beni bir yere çağırıyordu Her yılbaşından sonra, geleneksel Nazim takvimim baslar. Yılın ilk ziyaretini bu günlerde yaparım. Mezarlığın 48 nolu parseli üzerindeki gömütlerin bakımından ve düzeninden sorumlu yaşlı Zinaida teyze yaşama gözlerini yumduktan sonra, yerini alan Varvara teyze ile de dostlugumuz ilerlemişti. Karlar eridiğinde, Novodeviçiye Mezarlığı nda bahar hazırlığı başlar. Nazım Hikmet’in huzur bulduğu mekanının toprağı üzerine şubatın sonlarına doğru ilk cemre düşer. Karlar eridikten sonra, gömütlerin üzerindeki toprak kabartılır ve üst katmanındaki bitki toprağı eşelenir ve ayrık otları ve yabancı bitkilerin çıkmaması için, küçük bir “nadas” yapılırdı. Nisan ayının sonunda, Rusya da geleneksel, çevre temizliği başlar. Bu etkinlik, çoğu yerde, nisan ayının son Cumartesi ne denk getirilirdi, adı da buradan gelmekteydi “Subbotnik”, yani “Cumartesilik” … “Cumartesilik” Sovyet ülkelerinde komünist kültürün gelenekselleştirdiği bir imece paylaşmasıydı, daha çok, Lenin in doğum günü olan 22 Nisandan önceki gün bir seferberlik ruhuyla yapılırdı. Benim subbotnik gelenegim de, 22 Nisandan önce şair babayı ziyaret etmek, gömütün çevresine bir kolaçan etmekti. Bu gelenek, onunla birlikte Lenin in doğum gününü kutlamak ve şair babanın koynuna bir kaç yeni çiçek ekmekten ibaretti… Bunları yaparken, Zianida teyze, onun vefatından sonra da, Varvara teyzenin, emeğiyle, benim de katılımla, bu isleri yapardık.

Ama Nazım babanın ölüm yıldönümü törenlerinden önceki günlerde, bir kaçınılmaz temizlik evresi daha vardır. Bu sefer, rüzgara karşı tüm mezarlık alanında bir seferberlik başlatılır. Gevrek kavaklardan ve selvilerden uçusan aşaklar, toprak ve yer yüzeyini topaçlı tüylerle kaplayınca her yerde temizlik atağı başlar, mezarlığın her parselindeki bakıcıları bu mücadeleyi yürütürler. Hele Mayıs başında, ilk çiçeklerini veren karahindibaların hikayesi bizim için ayrı bir anlam taşır. Karahindibalar, papatyagillerden, arsız bir vahşi yazı çiçeğidir. Nazım Hikmet in gömütünün bulunduğu parselin hizmetlileri teyzelerden bu çiçeğin hikayesini kısaca aktarayım: Karahindiba çiçekler aleminde mutluluk ve sadakat simgesi olarak bilinirlermiş. Arıların en uzun seviştiği çiçeklermiş nisan başından eylüle dek balyapıcı polenlerin ve tozanların en büyük kaynağı karahindibalar imiş. Rusya’da bu kadar çok adı ve lakabı olan bir çiçek olmasa gerek ; gün ışığı, kürklü, kabarık, yağlı çiçek, mart çalısı, üfürük topacı.. Geleneksel tedavilerde ninelerin vazgeçemediği karahindiba nın bir adı da ömür balzamı... Karahindibalar çiçek verdikten, sonra tohuma durur. İşte o zaman kavakların tüylü aşakları gibi, tüylü topaçlar alır çiçeklerin yerini. Rüzgar yine sahne alır, tohumları her bir köşeye dağıtır. Bu dönemler, mezarlık bahçesinin bakımına çok yoğun emek harcar bakıcı teyzeler. Bu dönemler, mezarlığa uğramasam, rahat edemem. Bakarım ki, şair baba da ayakta, bize destek verir: O rüzgara karşı durmayı hep sevmiştir... Ama bir de söylemek istediği var gibidir... Karahindibaların arsızlığından o mutludur... Arsızlıkları olmasa onlar dağılıp, çiftleşip, çoğalamazlar ve her yıl, milyonlarca tüylü topaçla, şair babanın yanından, milyonların devrim ruhuyla ayağa kalktığı, bir 1 Mayıs korteji gibi geçiş yapmazlardı... Yaz sonunda, güz temizliği takvimi gelir,bu sefer ki gayret ise kar düşmeden, toprak donmadan, yaprak temizliğinin yapılmasıdır. Toplanan yapraklar, yakılmak üzere, kamyonlarla, mezarlıktan toplanma noktalarına taşınır. Benim şair baba ziyaretlerim, ayrılık öncesi, bakıcı teyzenin kulübesi yanında bana ikram ettiği çay ile sonlanırdı. Bazan benim götürdüğüm keki veya pastayı yerdik. O kulübe de, bazan, şair babayı Rus geleneklerine göre anardık. Bu anma, “ruhu şad olsun” denilerek doldurulan vodka kadehсikleri, kutlama ve şerefe duygu halinden uzak, birbirine tokuşturulmadan içilerek yerine getirilirdi. Bu anmaya Rusya da “ paminka” denir. Bir tür “yas alma” gelenegi… Eski pagan alışkanlıklarına uzanan, merhumun ardından, defin günü, 3 cü,9 cu ve 40 cı günlerde verilen yas yemekleri de böyle adlandırılıyor. Genellikle, 3 Haziran’ın bir gün öncesi hazırlık çalışması sonrası , çoğunlukla iki kişiden olusan, ayaküstü yas alma törenlerimizin, anlamı, ”sair babanın ” ertesi günkü törene hazır olduğu anlamına gelir. Bu emekçi yaslı teyzelerin Nazım Hikmet in dinlence evine daha özenli bakmaları, ve ilgilenmeleri için onlara küçük armağanlar verme gelenegini sürdürüyorum. Türkiye’den onlara eşarp, çorap, annemin ordüğü eldivenler armağan ettigimde, beni bağırlarına basıp, gözyaşı dökmelerini unutamam:

“ne volnuysa sınok, mesta pokoya u papa poeta budet samjy sikarniy” “sen merak etme, şair baba nın yeri, buranın en bakımlısı olacak” Vera Tulyukova bizim bu mezarlık rituellerimizi, ışıklar içinde yatası Zinaida teyzeden duyduktan sonra, bana minnet duygularını ifade etmisti; “Mustafa, moi pecali zdes rashodyatsia, spasibo za vso” Mustafa, benim hüzünlerim burada dağılıyor, her sey için sağol” Vera ya yanıtım onu düşündürmüstü, sevindirmişti “Uvajaemaya Vera, biz Nazim ın size aşkını örnek alıp, aşık olurduk, ilk gençligimizde, hepimiz bir saman sarısı kadına aşıktık. Siz hepimizin gözünde idol ve ideal gelindiniz. Ben Nazımı sevdiğim ve ona bir öğrencisinin gönül borcunu hissettiğim için buradayım. Lütfen böyle anlayın, size yardım etmek için yapmıyorum, kendim istediğim için bunlar...” Vera, duygulanmış, mutlanmış, gözleri nemlenmişti. Nazım konuklarını kabule hazırdı.

Mustafa Öztürk, Moskova, Haziran 2018

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder