Moskova

Moskova

23 Haziran 2018 Cumartesi

Boyası gözlerinin Nazım’ın ki gibi




MUSTAFA ÖZTÜRK



“saçları saman sarısı kiprikleri mavi” boyası gözlerinin Nazım’ın ki gibi"
      




Novodeviçiye, Türkçe anlamıyla ‘yeni bakire’ manastır mezarlığındaki her defin yeri için, Devlet Başkanı onayı yani,  başkanlık kararnamesi düzenlenmesi gereklidir diye yazmıştım. Bu durumu sözcüğün tam anlamıyla “delen”, bir uygulama ise, kapaklı seramik bir vazo içindeki kalıtının külleri, Nazım Hikmet’in gömütünde toprağa verilen, Vera Tulyukova'dır. Vera Tulyukova, Nazım Nikmet’in oğlu Mehmet dışında, bu konuda tek başına karar alabilecek ve ölümünden sonra şairin mezarına gömülmeyi talep edebilecek yegane yasal mirasçı idi.                                          
       

Yaşamının son döneminde yaptığımız görüşmelerde ve sohbetlerde, Vera Tulyukova, umarsız hastalığı, kendisine yaşama olanağı tanıdığı sürece, tüm zamanını, sonuçlandırmak istediği hedeflere adamış gibiydi. Bu hedeflerden birisi de, ölümünden sonra şairin mezarına gömülmekti. Sağlığında bu talebini hazırlamış ve gerekli başvuruyu da devlet organlarına yapmıştı.                                          
        

Vera Tulyukova ile aramızda, bir dönem hızla oluşan yakınlığımızın, soğumaya yüz tutması ve görüşmelerimizin kesilmesinin en büyük nedeni, bu kitabın yazılması olasılığı idi. 

Vera’nın benden ısrarla talebi, kendisi sağ iken yazılmasını istemediği konuların tarafımdan da bekletilmesi idi. Bu konuda, Vera Tulyukova’ya verdiğim sözü de yerine getirerek, bir başka hanımın anılarını da, edebiyat tarihe aktararak, bu kitabın varlık nedenlerinden birini de, paylaşmış oluyorum. Vera’yı, olumlu bulamadığım kimi tutumlarına karşın, Nazım’a duyduğum, yazınsal kan bağından ve anısına duyduğum yüce saygımdan dolayı rahmetle anıyorum...                                         
        
Yukarıdaki tümcelerde yer alan, Vera’nın hedefini vurgulayan davranış ve kararlarının ilki, Rusya Federasyonu Edebiyat Vakfı Kütüphanesi'nde bulunan devlet edebiyat arşivindeki Nazım Hikmet Fonu’nun, 75 yıl süreyle resmi mirasçılar dışındaki kişilerin erişimine yasaklanması olmuştu. Bu yasaklama ile ben 1998 yılında yüzyüze geldim. Bu konuyu ilerideki bölümlerinde ayrıntılarıyla açacağım.           
        

Unutulmamak adına Nazım’ın mirasına sarılmak ve onun kişisel tarihine eklenmek ve şairin adıyla birlikte sonsuza dek anılmak adına, Nazım Hikmet’in yaşamının son yıllarının anlatıldığı ,“ Nazımla Son Söyleşimiz ” adlı kitabının hazırlanması, Vera Tulyukova’nın en büyük eylemi ve çalışması oldu. Nazım Hikmet’i, geçirdiği kalp krizinden sonra uzun süre tedavi eden ve Nazım Hikmet ,Vera’ya, ayağında şipitik terliklerle ve çizgili pijamalarıyla, Ekber Babayef tarafından kaçırılana dek, Peredelkino’da, şairle birlikte yaşayan doktor Galina’nın hazırladığı kitaptan haberdar olan Vera’da ,bu çalışmanın yapılması yaşamının son büyük tutkusuna dönüşmüştü... Vera’nın kitabının, anlatacaklarından çok, anlatmayacaklarıyla da taşıyacağı anlamın büyüklüğünü, o zamanlar sezmeye başlamıştım. Kitap üzerinde bazı Türkologlar da, Vera’ya yardım ediyorlardı. Tatar asıllı Havva hanım bunlardan birisiydi.


Ayrıca, “ Bilinen ve Bilinmeyen Nazım Hikmet ” adlı bir kitap yazmakta olan A.K. Sverçevskaya, Vera’nın bir yazın asistanı gibiydi. Bu hanımla bir dönem yakın görüştük, kitabının konusunu ve içeriği Vera’nın verdiğini anlatırdı. Bana da, bu konuda yazacaklarımı Vera’ya danışmamı,  ona göstermeden yayınlamamı öğütlerdi. Sverçevskaya’nın, “ Bilinen ve Bilinmeyen Nazım Hikmet” adlı çalışmasında, Nazım Hikmet arşivinde erişilemeyen, Vera’ya tutkuyla aşık olduğu dönemde, eşi Münevver’in Polonya’dan şaire yazdığı ve Nazım’ın hiç bir zaman okuyamadığı mektuplara değinmemişti, ama bu mektupların, Dünya Barış Komitesi üyesi, SSCB Tüm Dünya Barış Elçisi Nazım Hikmet’e ulaşmadığını, Nazım’ın karısı Münevver’e ve oğlu Memed’e yazdığı mektupların da, Polonya’ya gidemeyip Vera’ya döndüğünü benimle paylaşmıştı.Bu sırrımızı saygıdeğer Sverçevskaya ve Vera Tulyukova’nın hayatta oldukları bir anda açıklamama konusundaki sözümü de tutmuş olarak aktarıyorum.                                                                 
        

Moskova’nın Sokol metro istasyonuna yakın olan, Üçüncü Pesçanaya caddesinde, girişinde, Nazım Hikmet’in adına granitten bir anı levhası asılı olan evin üçüncü katında, Vera’nın davetlerine mutlulukla uymuş ve evinde bir kaç kez konuğu olmuştum. Bu ziyaretlerimin ilkinde, " büyük bir kırmızı çizgi ihlali" ne neden olmuştum, bu gün, Vera ile aramızdaki uzaklaşmanın başladığı gün de olacaktı. Sohbetin ilerleyen anlarında, söz, Vera’nın öğretim görevlisi olduğu Sinema Akademisine yaptığım ziyaretlerim ve Nazım'ın mezarı başındaki karşılaşmalarımıza özgü olduğu gibi, yine gelip kitaba bağlanmıştı.    “ Nazımla Son Soyleşimiz” e... Vera kitabında , kendisini kurgulanmış bir kahraman olarak betimlemeye çalışıyordu kendisine örnek aldığı favori kadın idol ise , SSCB'de, 68 kuşağının en tipik kahramanlarının başında gelen, şair, oyuncu, kompozitör Vladimir Vsotsky'nin,Fransız aktrist, uçarı karısı Marina Vladi idi..            

“ Kreatif olarak Marina Vladi’nin kitabı gibi kendine özgü olsun istiyorum… Okudun mu Mustafa, “ Vladimir, Ya da Durdurulmuş Bir Uçuş” u ?”                         
          
“ Okudum…” Vera'nın bu konuyu açmasıyla, sohbetimiz bir söz yatağı bulmuş oldu.                                                                                                        

“ Nasıl buldun , rahat okunuyor değil mi?... Başarılı buldun mu kitabı?”      
          
“ Vladimir Vsotskiy’nin mirasına tutunmak için yazılmış gibi...Sanki geçmişlerini süpürüyor Marina Vladi...Ölüm döşeğinde Vsotkiy’e göstermediği ilgiyi, sanki onun mirasına tek başına sahip olmak ve başkalarıyla paylaşmamak için gösteriyor gibi”                                                                          
           

“Mustafa ,ama Marina Vladi entellektüel bir kadın... Volodya’ya yaklaşan her kadından daha çok hakkı onunla anılmak...O daha çok yakışıyor bence Vsotskiy’e... Adamın resmi karısı... Toplumdaki kartviziti...”                                                           

Sayın Vera,- Vera Tulyukova ilk adıyla kendisine hitap etmeme izin vermiş olsa da bu benim için kolay değildi ve bu hitabı ancak başına sayın ekleyerek yapabiliyordum - Vsotskiy’nin tiyatrodan en yakın arkadaşı Yunvald Hinkeviç’in anlattıkları çok farklı bu konuda... Marina Vladi’nin anlattığı Volodya’yı tanıyamadım... Sevimsiz bir adamı anlatmış... ” diyor. Ben de yazısı var, arzu ederseniz vereyim size?                                                          
            

“ Evet, bir baksam iyi olurdu, tuhaf doğrusu...daha neler yazmış ki?
            

“ Marina Vladi, Volodya’yı kendine maletmeye çalışmış…Vsotsky'i en çok seven kadına,Tatyana İvanenko’ya Vsotsky’nin çılgınlık derecesindeki tutkusuna tanık olmasını yok saymış sanki, ya da yok etmek istemiş, örtmek istemiş üstünü...                                            

“Ama Mustafa, siz erkeklerin nutku tutuluyor parlak kadınları görünce...Marina Vladi,Vsorkiy'nin erişemeyeceği bir kadındı...O Marina’nın erişilmezliğini seviyordu... Hükmedilmezliğini... Marina Vladi ise Vsotskiy'nin kendisini sevmesine izin veriyordu...”                                             
           

“ Doğrusunu seçmek durumunda hissetmiyorum kendimiö yani size aksini ispat etmek haddim olanaz, ama, bu aktaracaklarıma ne demeli; Vsotkiy eroin krizleri geçirirken ya da alkol komasına girip, karaciğerini parça parça tükürürken, Marina Vladi, Hinkeviç’in karısı ile basın kulübüne gidip geceleri piyasa yaparmış... Karısı Marina, bohem partilerinde iken, ölüm döşeğindeki Vsotskiy’nin başında her zaman Tanya İvanenko otururmuş. Tanya İvanenko, Taşkentde turneye giden Vsotskiy'nin krızde öldüğünü bildiren doktoru ve organizasyondaki yakınlarının açtığı telefon üzerine Vsotkiy’nin yaşamını kurtarmak adına, Moskova'dan bir kutu dolusu eroin ampulü ile Taşkent'e uçmuş...Hinkeviç böyle yazıyor, Vsotkiy karısı için şöyle dermiş ;            

“ yeleğinin düğmelerini zorlayacak hiç bir duyguyu kalbine sokmayan”, Avrupalı egoist bir ruh taşıyor, Tanya İvanenko ise, Che Guavera’nın Bolivya ormanlarında düştüğü ölüm pusularında, yanında olan yakın koruması “Tanya” yı anımsatıyor Vsotsky’e... Belki de bir başka Tanya'yı daha... Nazım’ın adeta destansı bir şiirle andığı Tanya’yı...Zoya Kozmodemianskaya'yı…
        

"Çokdan erittik yüreklerin çelik potasında,                              
mermer bacaklı kızların yeşil gözbebeklerini..." 
          

Bu şiirdeki gibi aşık olduğumuz kızlar, bizim kahramanlarımızdı, "Zoya" da böyle bir idoldü işte.. "Vsotskiy'nin Tanya'sı" ve "Che nin Tanya'sı" gibi...                   


“Mustafa, sen Vsotkiy’nin yaşamını romanlaştıracak gibisin...” diyerek gülümsedi Vera. Gözlerinde, boyası Nazım’ınki gibi gözlerinde, daha önce bana göstermediği bir mutluluk ışığı yanıyordu...Hastalığın gözlerine gerdiği, solgun perdeler açılmıştı adeta...                                                                          


“ Üç kahramanım var.. Birisi Puşkin. İkincisi Vladimir Vsotsky... Üçüncüsü Nazım Hikmet...En çok da Nazım Hikmet’in yaşamı ve sanatı konusunda çalışmak isterim...                 

Birden endişeli bakışlar bürüdü boyası Nazım’ın ki gibi gözleri... “Ben yazıyorum, Sverçevskaya Ksuşa'da, komüntern arşivinde çalıştı Nazım’ın tiyatrosunu yazıyor... Bence siz başka bir konuda çalışın !”                                            


Sohbetimiz yerini sessizliğe devretti... Vera, Nazım Hikmet hakkında yazılan konuşulan her yerde olmak ve kontrol etmek ister gibiydi... Nazım Hikmet’in nasıl algılanması gerektiğine hükmetmek ister gibiydi... Ürküttü bu sahiplenme ve esirgeme güdüsü... Bu üstü örtülecek veya gizlenecek ne var diye sorduruyordu sorularını... Vera çalan telefonu yanıtlarken, ben de uzun oturmamın uygun olmayacağını düşünerek kalkmaya hazırlandım... Vera masaya dönünce, Türk usulü boşalan çay bardağını, bardak alt tabağına oturttum ve çay tabağını tutarak, yerini sağlamlaştırmak istercesine yeni bir yere koydum...                                                                                          

“ Sizi çok yormaktan korkuyorum, izninizle ben gideyim, izin verirseniz telefon edebilir miyim size?           

“ Nasıl söz öyle, yine gelin bana, anlattığınız bu hikayeden çok hoşlandım, faydalandım, hikayenin devamını da bekliyorum..."                                                 

Bir kaç gün sonra, çalıştığım ofiste ziyaretime gelen, “Moskova’nın Sesi” radyosu kökenli, Türkolog Natalya hanımdı... Bir dönem evinin, Türk fırmaları yöneticileri için kiralanması konusunda yardımcı olmuştum... Bana Vera Tulyukova’nın elçisi sıfatıyla gelmişti... Vera Tulyukova’nın beni davet ettiğini ve kendisini aramamı rica ettiğini söylemişti. Natalya, ayrıca bana bir de müjde vereceğini belirtiyordu... “ Sverçevskaya’nın kitabını sizin Türkçeleştirmenizi istiyor”...                                   

Mutluydum... Kurgusuz bir romanın ortasında bir yerlerde kendi kahramanlarımla yüz yüzeydim. Belki o yazınsal kişilerden birisi de bendim... Vera Tulyukova ile buluşmalarımıza ilişkin notlarımı düzenli kayda geçiyordum...Vera'nın benden dinlediklerinin devamını da duymayı beklemesi, beni düşüncelere salıyordu...                              
                       

Vera’yı geç aramak istemiyordum, akşam dinlenmesine engel olmayım diye düşündüm. Ertesi gün öğleden sonraya beni bekliyordu Vera.            
            

Beni mutfak masasının üzerine hazırladığı çay setiyle karşıladı... Ben de, Vera’ ya, Türkiye’den gelmiş çay ve pişmaniye getirmiştim. Ayrıca, o zaman ilk eşim Dilek’in seçtiği güzel bir eşarbı armağan ettim. Vera çok mutlu olmuştu. İpek eşarbı boynuna alıp Nazım ’ın ziyaretine gideceğini söyleyip beni de duygulandırdı... 
          

“ Mustafa benim çok sevdiğim bir Türk genci var... Melih Güneş... tanışıyor musunuz?... Çok iyidir...Sen de, bu eve davet edilen ikinci Moskova'lı Türksün...”                 


“Tanışmıyoruz ama gazeteci Hakan Aksay ile yakın arkadaşız, ondan duydum Melih’i, Sank Peterburg’da çalıştığını biliyorum, daha karşılaşamadık...”                          


Ailemi anlatmamı istedi...anlattım...Kızım Ceren Yağmur'un, Moskova’da okuduğunu... Kızımın resmine baktı...                                                 
          

“ Turçanka ...Krasivaya...Güzel kız...Sabah Duru’yu andırıyor... Sizin yakışıklı sinemacınız Yılmaz Duru’nun güzel eşi gibi.. Senin kızı sinemacı yapalım... Büyüyünce bizim akademiye alalım ” dedi...                             
          

Masanın üzerindeki “ kalibri” marka küçük yazı makinasının yanındaki radyoya uzandı. “ Nazım’ın dinlediği perdede kaldı” diye ekledi... Gözlerim doldu...Radyonun üzerindeki dosyayı aldı bana uzattı...“Rusya Bilimler Akedemisi Şarkiyat Enstitüsü, A. K. SVERÇEVSKAYA BİLİNEN VE BİLİNMEYEN NAZIM HİKMET, Moskova 2001”                               
“ Bunu sen Türkçeleştir istiyorum. Benim kitabı da, tamamlayınca, bundan sonra da belki onu da çevirirsin, Ataol Behramoğlu çevirir diye düşündük, reddetmedi ama çok meşgul imiş...                                                                         

 ” Vera'dan "icazet" alıyormuşum hissi yokladı birden... Benim çalışmak istediğim araştırmak istediğim konulardan uzakta tutulmak için bir sus payı mı alıyordum?..Öte yandan gururumu okşayan bir tarafı vardı bu durumun...Vera Tulyukova' dan icazet alıyor olmak bile yeterince değerliydi ...
                                              
“ Sanıyorum Milliyet gazetesinde, Ataol Behramoğlu'nun Türkçeleştirdiği bölümler yayınlanmıştı dizi halinde ?...Çok büyük mutluluk duyuyorum...Sizin elinizden ve sizin ricanızla olması benim için çok anlamlı...Bir misyonum olduğuna inanıyorum... Rusya’da sevgili Nazım’ın sanatına ve yaşamına dair görevlerimiz var ise, bunları yapmak sorumluluğum var...”                                                                     

Vera Tulyukovaya’ya rusça yayınlanan iki kitabımı armağan ettim...İlk şiir kitabım “ Sevda Tezleri” ile, Radi Fiş ile birlikde arka kapağında resmimiz olan “Eksi Kırk “ adlı ikinci şiir kitabımı.                                                
        
“ Demek Fiş ile birlikde çalışıyorsunuz?”                                         

“ Eksi Kırk” ı Radi Fiş rusçaya çevirdi. Bana yardımcı oluyor bazı araştırmalarımda.                                                                        

“Arşive de beraber gitmişsiniz”…                                                          

Vera benim kiminle nereleri ziyaret ettiğimi biliyordu. Bu durum tuhaf bir rahatsızlık verdi bana… Karşılıklı duygusal sözlerden sonra, kitabımın kapağında Radi Fiş’i gören Vera’da bir rahatsızlık ortaya çıkmıştı. Buna pek anlam veremedim önce. Ama; “ Cadaloz* karısını da bilir misiniz?… Radi’yi ayarttı uzun bacaklarıyla, tiyatro oyuncusuydu… ”şıllık”, yuvasını yıktı, sonra da, bizim ailemize zehir saçmaya başladı”
          

Bu sözleriyle beni iyice şaşırtmıştı Vera… Radi Fiş’in karısı Valda’da gördüğüm “iflah olmaz kadın histerisini” Vera da gösteriyordu… Boyası Nazım’ınki gibi gözler puslanmış yüzünü adeta bir ateş basmıştı… Adeta beni azarlıyordu. Hırsını benden çıkaracaktı anlaşılan...                                                       
          

” Arşivde neyi görmek istediniz? “Cadaloz Valda” neler anlatmıştır şimdi size?”                                                                     
          

“Münevver’in hiç okunmamış mektuplarını ve Münevver’in Nazım’dan hiç almadığı mektupları... “ diye ağzımdan dökülüverdi yanıt sözcükleri...                                  


“Bunları nereden çıkardınız ? Bana yanıt verin Mustafa ? ”                                   


Anlatayım, bilmenizi arzu ediyorum, sonra da dilerseniz sizden bana aktarmak isteyeceklerinizi memnuniyetle dinlerim... İngiltere’de bir edebiyat profesörü var... Adı Edward Timms .... Eşi de aynı üniversitede öğretim görevlisi... “Romantik Komünist ” adında, Nazım Hikmet’i anlatan bir kitap yazdı... Saime Göksu Timms . O profesör, doktora çalışan bir asistanını Moskova’ya yollamış... Bu doktora araştırmacısı hanımla beni Radi Fiş tanıştırdı... Adı Stella Rock... O hanım bu mektuplardan sözetti... Bu bilgilerin resmi kayıtlarından teyit edildiğini söyledi...Birlikte Edebiyat vakfındaki arşivde ki Nazım Hikmet Fonu’na gittik... Yanımızda Radi Fiş ve Nazım Hikmet’in çevirmenlerinden Vil Ganiyev*  de vardı..” Ama arşive erişimin kapalı olduğu söylendi kütüphane yöneticisi hanım tarafından..."Sizin talebinizle Nazım Hikmet arşivi 75 yıllığına kapatılmış" ...   
          

“ Evet biliyorum Mustafa, Orlov beni aradı, siz onun odasından çıktıktan sonra...” Böyle bir filtreye gerek var, aklına esen Nazım hakkında yazamaz"... Orlov, Edebiyat Vakfı Başkanı idi, cebimdeki, Orlov'un bana verdiği kartviziti kontrol ettim... Vera çok rahatsız olmuştu bu konudan... Anlattıklarımla onu üzmekten de çekindim...Vera’yı rahatlatmak için konuyu değiştirme telaşına düşmüştüm...
          

“Aaa, bakın size getirdim işte o yazıyı Hinkeviç’in yazısını... Marina Vladi hakkında... Hani size anlatıyordum..                                                              


Vera benim bu konuyu değiştirme çabama büyük bir değer biçtiğini anlatan bakışlarla beni süzdü...                                                                          

“ Evet, Vsotskiy' leri anlatın, sonrasını anlatın, ne olmuş?”        
          

Bir önceki sorunlu konuşma konusundan uzaklaşmak konusunda uzlaşmıştık Vera Tukyukova ile adeta.                                                                                


“ Tanya İvanova Vsotsky’den hamile kalınca, Marina ve Vsotksy Tanya’dan kürtaj olmasını istemişler... O günlerde Hinkeviç’in karısı, Tanya Çernova’nın yaş gününde toplanmışlar... Marina, yaş gününü kutlanan Çernova’ya anımsanamayacak dek sıradan bir armağan vermiş... Ama Tanya’ya ,Tanya İvanenko’ya, o zamanlar, ancak, Brejnev’in kızında olabilecek bir altın bilezik armağan etmiş... Masadaki tüm kadınları baştan çıkaracak kadar göz alıcı bir bilezik...                                             


Marina Vladi, haremdeki bir cariyeye, hanedan erkeklerinin gönlünü hoş etmek için verdiği hizmetlerden dolayı paye sunan bir ana çariçe edasıyla;          


“ Volodya’ya verdiğin emekler için sağol, O benim için çok değerli” diyerek...         Vera tulyukova, " Mustafa Viy skazoçnik,nu, obyazatelno pişite etu tsenarıyu " - Mustafa siz çok iyi bir masalcısınız, bu senaryoyu mutlaka yazın ama - diyerek böldü sözlerimi...Ben susunca "prostite,prodoljayte pojaluysta - afedersiniz, lütfen devam ediniz" dedikten sonra ekledi ;                                                  
        

“Bakar mısınız Marina’nın gönül yüceliğine...” Vera’nın bu sözlerine karşılık, Marina Vladi’yi kendisine örnek aldığını yüzüne vuran sözler dökülmüştü ağzımdan...
       

“Ben size Marina Vladi’nin imajını yakıştıramam ... Sizi hep Elsa Triloet’e duyduğum sempatiyle gözümde canlandırırdım... Türkiye’de siz bizim sevgili gelinimiz ve güzellik idolümüzdünüz... Marina Vladi ise, hesaplı ve soğuk bir kadın...”                              

Vera sözlerimi düşüncelice ve gülümsemeyle karşılamıştı:                  
       

“Çok sağol Mustafa, çok güzel bir benzetme, ama Marina Vladi paha biçilmez bir mücevher gibi Vsotkiy için... Vsotskiy başka kadınlarda bulamadığı bir statü buluyor onda... Kendini önemli hissetmesini sağlıyor”                                                       

“ Nazım Hikmet sizi büyük bir tutkuyla sevdi... Vsotskiy nin Marina’yı sevmesi, Nazım’ın aşkına mı benzer sizin için...”                                                         

“ Bana göre benimle kalması, sonuna dek yanımda olması bunun yanıtı” ...
        
Konuşmamız, her ikimizin de özenle sürdürmeye çalıştığı sözcüklerle sürüyordu... Vsotskiy, Marina Vladi ve Tanya İvanenko’nun hikayesinin devamını dinlemek istiyordu Vera...                                                                     
      

“ O pahalı ve eşsiz bileziği haketmiş Tanya da değil mi?”                               

Tanya o anda bulundukları restoranı terkeder... Marina Vladi’nin bileziği uzatan eli havada kalmıştır... Ardından Vsotskiy koşar Tanya’nın peşinden, onu kollarından tutarak sarsar...                                                     
       

“Doğurmayacaksın, doğarsa, o çocuk da, sen de beni bir daha görmeyeceksiniz...”                                                                           


“ Bana, kendi çocuğumuzu öldürmemi söyleyemezsin”, der hickiriklara tutulan Tatyana Ivanenko, “ben onun yaşamasını seçiyorum... Bugünden sonra beni görmeyeceksin, söz veriyorum...”                                                                     
       

“ Dikkat tsunami  ” filminin destansı güzel aktristi Tatyana İvanenko, o anda tiyatroyu, sinemayı ve Volodya’yı terk edip sır olur... Vsotsky’den doğan kızına babasının soyadını da vermeden, söz verdiği gibi adeta “ ölür ”, hayatın karnının altına çekilir... Vsotskiy’den doğan bebeğini ve kendisini bir daha gören duyan olmamış... Hala da neredeler bilen yok...                                                           
         

Ama Hinkeviç’in bu yazısı yayımlanınca, Tanya bunu okuyunca, onlarca yıl sonra sarılmış telefona ve Hinkeviç’i aramış...                                                        


Volodya’ya söz verdiğim gibi, kızım benden duymadan, babasıyla sen tanıştırdığın için, sana minnettarım” deyip kapamış telefonu...                  
          

Marina Vladi ise Volodya ile paylaşmadığı özel hayatını başka sevgililerle paylaşır... Vsotskiy, insan üstü bir aşkla kendisini besleyen Tanya’yı, kalan kısa ömrü boyunca kadehlerde ve eroinde aramaya devam eder...Ölene dek Tanya’nın yerini Oksana doldurur; başka bir oyuncu tiyatrodan... Oksana Yermokov... Oksana nın Volodya ile beraberliğini Marina Vladi, ancak Vsotskiy’nin ölümünden sonra öğrenir... Vsotskiy hep gizlemiştir...”                                                               
           

“ Hikayeyi çok beğendim... Çekilse büyük film olur...”                                    


Vera bunları içtenlikle söylüyordu ama hikaye benim kurgum değildi...On yıllardır süren araştırmalarımla ördüğüm gerçek hayat hikayeleriydi...                 
           

“ Vera, bunlar gerçek” diyebildim... Vera, saçlarımı diken diken eden sorusunu sordu...                                                                     
           

“Adile ile: Sonya İhmalyan ile tanışmışsınız, sana neler anlattılar ? Adile sana neler anlattı? ” Vera Tulyukova'nın bu sözlerinden sonra, benim her adımımdan haberi olduğundan şüphe duymamaya başladım ...                                                                           


“Adile bana hikayesini anlattı ve kendi yazdığı günlüklerini verdi...Bu hikayeyi azeri yazar Cengiz Hüseyünov ile de konuştum, Türkoloji Profösörü Tevfik Melikov da bu öyküyü biliyormuş...Adile, bana Nazım Hikmet’in kendisini kaldığı otele davet eden telgraflarının orjinallerini de verdi... Şairin şiirlerirnin azerice baskısına, el yazısı ile imzaladığı kitabı da... Adile, bana bir de Nazım’ın el yazısı ile ona yazdığı bir kağıt parçası verdi... “Nizami, Mehdi Guseyn...” Bir de daktilo var sayın Vera... İkimizin gözleri de, radyonun yanındaki yazı makinasına çevrildi... “kalibri” marka... Prag'dan alınmış... Adile kullansın diye Nazım ona vermiş...        
         

O daktilo eve dönene kadar kaç meydan savaşı yaşandı Vera ile Nazım arasında... Bunları Ekber Babyef biliyor... Vera Tulyukova da şu sözleriyle bunları teyit edecekti....“ O daktilo eve gelmeden ben de, bu eve dönmem” deyince, Nazım direnmeyi bıraktı ve Ekber'i yolladı o sokak şarkıcısına daktilo için...

Oysa Nazım Hikmet, ilerleyen günlerde, Prag'dan, aynı daktilodan bir adet daha getirtmiş ve sonradan, o daktiloyu Adile’ye vermişti... Vera'nın bundan da haberi yoktu... Adile Guseynovna bana verdiği günlüklerini bu daktiloda yazmıştı...Nazım Hikmet'den kalan, Vera'nın evindeki aynı marka daktiloda da, Vera Tulyukova kendi anılarını yazmıştı...                                                      

“ Mustafa, ben ağır hastayım... Tüm temennim kitabı bitirmek... Sizden de büyük ricam şudur ki: lütfen bunları ben sağ iken yayınlamayın... Edebiyat tarihi için sorumlulukla yaklaşacağınızdan hiç şüphe duymuyorum, bunları aktarmak ve yazmak hakkınız ama bunları ben hayatta iken yazmamanızı rica etmek de benim hakkım, bana söz veriniz...”                                                                        
         

“ Size söz veriyorum”                                                     
         

Bir süre sonra, türkolog Natalya beni telefonla aradı.                                               

“ Vera, Sverskaya’nin dosyasını çalışmanıza gerek olmadığını söyledi ve dosyayı iade etmenizi rica etti.” dedi.                                                  


Sverskaya’nın dosyası hala arşivimde, Adile’nin dosyası ile beraber ayni arşiv kutusunda… İade etmek için acele etme hakkını kendimde göremedim…                                  
          

Vera ile bundan sonra aramadık birbirimizi… Onu en son vedalaşma töreninde Sinema Akademisinde gördüm… Tabutun içinde uyuyordu… Kayıttaki kamera suratımı fokusluyordu, bana uzatılan mikrofona şunları söyledim;                                
         

“ Biz saman sarısını yitirdik, ulusal gelinimizi, aşık olacağımız sevgili idolunu kaybettik…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder