Moskova

Moskova

13 Şubat 2017 Pazartesi

FAHİŞE İNSAN, SERSERİ AŞK!


Şair Sergey Yesenin ve İsadora Duncan'ın efsanevi aşkları

Halim Şafak

İsadora Duncan, hey
Yalın ayak ve çorapsız dans ediyor!
lsadora Duncan, hey Bacaklarını ta yukarı kaldırıyor!
(Wibkc Bruhns)

İsadora Duncan-Sergey Yesenin aşkı her ikisinin geçmişleriyle birlikte anlamlıdır. Geçmiş kişisel ayrılıkları ve farklılıkları oldukça çok ve uçlarda gezinen iki insanı dünyanın bir yerinde buluşturur. İşte orası insanın fahişe aşkın serseri olduğu yerdir.

Uçlarda olmak kurulacak her türlü ilişkinin aşk dahil sorunlu olması da demektir. Buradaki uçluğu marjinal ama büyük ölçüde ortalıkla yaşanan bir hayal biçimi olarak da kabul etmek mümkündür. Söz konusu olan aynı zamanda gizliliği tartışmalı bir hayattır. Marjinallik kendi içinde bir radikalizmi de barındırır.

Ne var ki uçta olmak ünün ikisinin arasında dolaşıp durmasını engelleyememiş aralarındaki şiddetli çatışmanın nedenlerinden biri de olmuştur. Özellikle Sergey Yesenin’in üne yüklediği anlam ve ünlenme arzusu sonuç çıkarmaya yetmiştir.

Ekim devrimi de sanatsal beklentilerine tam karşılık gelmediği için aralarındaki tartışmaları şiddetlendirmiştir. Çünkü Ekim devrimi sonrasındaki hayat her anlamda arzuladıklarına denk düşmemiştir. Dansı kitleler içinde yaygınlaştırma imkânı bulamayan İsadora ve endüstrileşmeye bağlı olarak organik hayattan uzaklaşmak zorunda kalan Yesenin için Ekim devrimi düş kırıklığıdır.

Her ikisinin dünyası düzenli ve modem dünya karşısında tam bir düzensizlik olarak kendim somutlaştırır. Hem batının modernizmi hem de Ekim Devrimi her ikisinin geride bıraktığı aşk ya da değil türlü ilişkiler burada sorundur. İsadora’nın ölen iki çocuğu, Yesenin’in ailesi, kardeşleri ve etrafıyla kurduğu ilişki ikisinin arasındaki şiddetin bağlı olarak aşklarının belirleyenlerindendir. Hayat içinde İsadora Yesenin’in annesi olurken bir zaman soma Yesenin de onun çocuğu olacaktır!

İsadora Duncan’dan başlayalım. İsadora 26 Mayıs 1877 tarihinde San Francisco’da dünyaya geldi. Küçük bir kız çocuğu iken “Ben dansçı olacağını.” dediğinde bunun özgürlük arzusu anlamına geleceğim ve dansın onun hayatında tam bir özgürlüğe yol açacağım ve ileride bunun aşkı kendine dahil edeceğim düşündüğünü sanmıyoruz. Ama bunu çocukluğun o müthiş özgürlüğü ve karşı konulmaz arzularıyla söylediğine kuşku yoktur.

O yıllarda babası ve onun yazdığı şiir üstünden sanatla, sanatçıyla kurduğu ilişkiyi zihninin bir yerlerinde tutması gelecekte sanat kadar sanatçıların da hayatında yer alacağım öngörmemizi kolaylaştırır. Özellikle şair ve şiir zihninde farklı bir yerde durur. Şair imgesini zihninde daha soma yalnızca Yesenin temsil eder.

İsadora’ nın sanatı ve sanatçıyı özgürlük olarak algılaması ve hayatım bu özgürlükle yaşamak istemesi çocukluğuna kadar gider. Şiir ve şaire dönük ilgisini de ancak özgürlükle açıklayabiliriz. Öyleyse sanatın özgürlüğü aynı zamanda sanatçının özgürlüğüdür diyebiliriz.

Özgürlüğü arzuladığım istediği gibi yaşama olarak anlamak mümkündür. Farklılık ve arzu hayatı boyunca düzensizliğin, kuralsızlığın ve mutluluğun kaynağı olarak kalır. Aşk da ancak böyle bir düzensizlikle, kuralsızlıkla yaşanabilir. Bu başlangıçta aşkın yapısıyla uyumlu olmakla birlikte süreç içinde aşkı imha eden bir olgu durumuna gelir. Bu bizi “bitmemiş aşk yoktur!” gibi bir önyargıya götürür ama olsun!

Bunun yıllar boyunca böyle kalmasını sağlayan Duncan ailesinin düzensizliğidir. “Duncan Çetesi” dayatmaların ve kalıpların dışında bir hayatı yaşamak konusunda her zaman arzulu olmuştur. Disiplinsizlik, düzensizliğe duyulan tutku ve serüvencilik hayat karşısında nerdeyse ortak tavırlarıdır.

Bu özellikleri onların kadınlarının ve kendi özgürlükleri için mücadele etmelerini de sağlar. Büyük ölçüde feminist duygulara sahiptirler. İsadora, daha da ileri giderek kadın haklarını savunduğu kadar onları ilk önce kendisi için isteyip yaşamaya çalışır. İsadora’yı devrimci yapan da bu yaşama arzusudur. İsadora’nın hayatının burjuva hayat biçimini bozmaya her zaman eğilimli olduğunun altı ayrıca çizilmelidir.

İsadora’nın güzelin normalin dışında olacağına dair bilinci hayatında da belirleyicidir. Bu hem hayatına hem de dansa yönelik şiddetli bir düzensizliğin temel nedenidir. Güzelin kötücül yanlarım da gösterir. Güzelin kötücül olanla kurduğu ilişkiyi anlamamızı kolaylaştırır. Dünyanın normalliği karşısında anormallik insanı güzelle buluşturur ve güzel olanı bütün kötücüllüğüyle yaşatır.

Isadora’ nın hayatında öne çıkan asıl şey dans etmeye yönelik tutkusudur. Burada üstünde durulması gereken hiçbir zaman dansa yönelik bir yönteminin olmaması ve oluşmasına izin vermemesidir. Bu yöntemsizlik aynı zamanda Isadora’nın hayatı boyunca yine hayata dönük arzusu ve yaşadığıdır.

Dans insan bedenini özgürleştirdiğinde anlamlıdır. Bunun gerçeklik kazanacağı yer ise okul ya da bir kurum değil doğadır. Bedenin sanata dönük özgürlüğü kendi arzusunu yaşamanın da imkânım oluşturur. İnsan bedeni ne kadar insanın asıl gerçeğiyse dans da insanın doğanın ritmine dönmesidir.

New York’a gelmesiyle birlikte hızlanan dans serüveni aynı zamanda Isadora için aşkların başlangıcıdır. Yirmi yaşına kadar hiç yaşamadan aşkı düşleyen Isadora aslında on dört yaşında eczacı kalfası Vernon’a çılgınca tutulmuştur. Günlüğüne “ölene kadar” seveceğini yazdığı Vernon iki yıl geçmeden Oakland’lı burjuva bir ailenin kızıyla evlenmiş, Polonya asıllı genç bir piyanist olan İvan Mirovski’ye yönelik aşkı ise bir balat süresi kadar ancak devam etmiştir! İvan Mirovski’nin üç yıllık evli olduğunu öğrenmesi için de uzun bir zaman geçmesi gerekmemiştir. Bir zaman sonra Doglas Ainslie adında eğitimli bir genç İsadora’ya âşık olur. Isadora’nın bu aşktan anladığı ise yalnızca sevgidir.

İlk ilişkileri ne yazık ki Isadora’yı hiç mutlu etmemiş yaşamak istediğini yaşayamamıştır. Isadora bundan acı duyar. Dansta kat ettiği yol bu acıyı ortadan kaldırmaya yetmez. Çünkü dansa yüklediği derin anlamlara rağmen aslolan yaşanandır. Düşlenen ne varsa arzuyla ve edepsizce yaşanmalıdır.

1900’lerin başında Isadora Paris’e geldiğinde Jacques Beaugnies hemen hayatına girmiştir. İlk kez otel odasında onunla birlikte olduğunda ise ellerin bedeninde her dolanışında tüm duyularının harekete geçtiğini, arzunun bedenine yaptığını duyup yaşayacaktır.

Bu aynı zamanda Isadora’nın önce Jacques Beaugnies’in sonra erkeklerin gözünde büyümesini sağlar. İsadora’ya dokunmak hatta onunla sevişmek zordur, çünkü o bir tanrıçadır. Bu erkekler kadar kadınların da cinsel olarak İsadora’ya ilgi duyması için yeterlidir. O ise bütün bunların karşısında sürekli herhangi bir kadın olduğunda diretir, bunun mücadelesini verir. Başka bir sevmenin insanı olarak bunun bedelinin ödetilmesine itiraz etmez hayata ve tabulara daha da saldırır.

Çünkü yaşamak istemektedir.

Arzu ancak yaşandığında arzudur.

Dansın oluşturduğu büyü bir biçimde erkeklerle arasına bir uzaklığın girmesini sağlamıştır. Oysa o herhangi bir insan gibi arzularını özgürce yaşamak istemektedir. Bu yüzden bir gün dayanamayıp Aşkın benden esirgediği sevinçleri dansta arayacağım artık diye yazacaktır. 

Eugene Carriere’nin yazdıkları da bu noktada oldukça açıklayıcıdır. “Kendi doğasını olanca güzelliğiyle ortaya dökerken, aslında bizlerin içini de çağrıştırmıştır.” Isadora’nın dans ederken kendi bedeniyle kurduğu yakınlığın arka planında arzuladığı bir erkeğin bedeni vardır. Bundandır ki sahnedeyken bedeni, izleyiciye de kendi bedenini hatırlatır.

Isadora ruhunun ve bedeninin çekiciliğim dansla dünyanın ortasına bırakırken insanın kendini hatırlamasını, kendine bakınasım da sağlar. Ruhu ve bedeni üstünden insanın kendi ruhu ve bedeniyle karşılaşmasının imkânıdır. Bu da insanların kadın ya da erkek Isadora karşısında büyülenmeleri ve çekinerek de olsa onu arzulamaları için yeterlidir.

Isadora 1902’nin Nisan’ından itibaren artık Budapeşte’dedir. Oscar adlı bir genç ilk oyunlarında ve daha sonra hayatında yer alır. İlk günden kendini Isadora’ya dönük bir arzunun içinde bulur. Oscar bir zaman sonra yeni oyunla birlikte Marko's Antonius olacaktır. Hangi erkeğe âşık olsa o erkek eninde sonunda kaçmakta ya da onu terk etmektedir. Oscar arkasında onu depresyona götüren bir ayrılık bırakıp gittiğinde, Isadora kendini çoktan arzusunun mezarına gömmüştür.

Münih yeniden hayattan zevk almanın yolunu açan şehirdir. Arkasından Viyana ve ruhuna hâkim olan, içini ölme arzusuyla dolduran Heinrich Thode gelir. Bulgar Kralı Ferdinand’la geçirdiği ateşli geceleri de bir kenara yazmak gerekir. Hatta kral, Isadora için; karanlıkta yolunu kaybetmiş, zevk düşkünü, korkudan ölmemek için küfreden küçük bir çocuktur. İsadora hiçbir şey duymadan kralın istediğini yaşamasına izin vermiş, kendi bedeninde olan çoğu şeyi bastırarak dışarı çıkmasına engel olmuştur.

St.Petersburg... Stanislavski... Berlin... Craig... Burada Craig’i de ayrıca anmak gerekiyor. Çünkü Craig (Ted) için Isadora’yla kurduğu ilişki ayrıcalıklı ve çağrışımlara açıktır. Craig bir yerde “Sen benim kız kardeşimsin. Ben kız kardeşimle yatıyorum!”, “Kendimi yakınımla zina yapmış hissediyorum,” diyecektir.

Aslına bakılırsa Craig’nin dediği Isadora’mn büyüsüyle ve insanlarda oluşturduğuyla yakından ilgilidir. Craig’e yakınlığı ve ikisinin hayatının sonuçları aralarındaki aşk ilişkisini en azından ruhsal olarak ensestle birlikte konu edilmesini sağlayabilir.

Bütün bunları yaşarken Isadora evliliğe hep uzak durmuş ve reddetmiştir. Ona göre dünyanın en küçültücü ve en anlamsız kuramlarından biri evliliktir. Ama bu çocuklan olması arzusuna engel değildir. Bu yüzden Ted’i sanatıyla baş başa bırakıp çocuğunu doğurmaya hazırlanır. Deirdre! İlk çocuğunun, kızının adı bu olacaktır.

Lohengrin (Singer) Isadora için hayatı henüz tanımayan bir çocuktur. Onun ölüm karşısında duyduğu korku ve hayata dönük sıkıntısı Isadora’ran etkilenmesi için yeterlidir. Hayatı taramaya çalışan birinin acemiliğinin insanda yol açacakları ihtimal devasa şeylerdir. Hele buna ölüm korkusu da eklenince hayata dönük olanın sıkıntıdan kurtulmak için yaşamak anlamına geleceği söylenebilir. Ölümün varlığım bilmenin insan hayatında yol açacağı şeyleri düşünmek insanın etkilenmesi için yeterlidir. Ölümün her şeyi ortadan kaldırmasını beklemeden arzuladığını yaşamak, ağır olduğu kadar büyülü bir şey olmalıdır. Ölüm korkusu ya da başka bir şey, yaşamaya yol açtığı sürece, insan zihninde niye durmasın!

Lohengrin’nin bunlar sayesinde evliliği öne sürmesi ise Isadora’nın baştaki ısrarından vazgeçirmeye yetmez. “Artık küçük bir kız değilim. Otuz üç yaşındayım ve karşılaşacağım riskleri tartıp biçebiliyorum. Anlayacağınız, düşüncelerime ‘hâlâ bağlıyım. Bir gün gelip bundan acı çekecek de olsam, bu böyle işte!” Bütün bu dedikleri ise ikinci çocuğu ve ille oğlu Patrick’in babasının Lohengrin olmasını engellemez.

Lohengrin’in gitmesi Isadora için bir yol ayrımıdır. En azından hayatım değerlendirme imkânıdır. Geçmişten daha farklı ama istediği bir hayatı yaşama arzusunun arkasından hiçbir şeye aldırmadan gitme zamanı gelmiştir. Sanatla ilişkilendirmekte zorluk çektiği aşkın zevklerinden artık onları yaşayarak intikamını alacaktır. Ne utanç, ne de ürkme aşkını sevdiği erkeğe vermesini engellemeyecektir. Bedenini ve ruhunu sonuna kadar sunmanın zamanı gelmiştir.

Bu yaşının otuzu geçmesiyle de yakından ilgilidir. İnsan olgunluk döneminde ölümü hep aklında tuttuğundan yaşamak için acele eder. Ertelemekten çok geciktiklerine yetişmeye çalışır. Aşktan uzakta geçen her gün ancak kaybedilen bir zaman olabilir. Varlığının derinliklerindeki arzunun su gibi akıp gitmesinin tam zamanıdır.

Her iki çocuğunun trajik ölümü ise akıntıyı acıyla bir çağlayana dönüştürür. Bu Isadora için acıya yenik düşmek değildir ama bu “ölümden başka bir beklentim yok!” demesini de engellemez.

İyice kötüleştiği bir zamanda karşısına çıkan yabancı erkekten isteyeceği tek şey vardır. “Kurtarın beni. Hayatımı kurtarın. Düşüncelerimden kurtarın. Bana bir evlat verin.” İlk karşılaştığı biriyle çocuk doğurmak için aynı yatağa girmek az bir şey sayılmaz. Çünkü yaşamasının anlamlarından olan iki çocuğunu birden kaybetmiştir. Böylesi bir kayıp karşısında, ancak yeni bir çocuk, yaşamaya yetecek bir anlam olabilir belki. Bu noktada başından beri evliliğe karşı birinin ilk önüne gelenle cinsel ilişkiye girerek hamile kalınası yine başta sözünü ettiğimiz marjinallikle açıklanabilir. Bu Isadora’nm düzensizliğinin boyutlarım ve verili olan karşısındaki devrimci tavrım da gösterir. Duygusal olarak etkilenmediği herhangi biriyle yatmayı yüklediği anlama bakarak tartışmanın dışında tutabiliriz. Ne var ki çocuğu doğduktan hemen sonra ölecektir. Bu da ikinci ve ağır bir yıkımdır.

Kırk yaşındadır. Bedensel ve ruhsal değişim artık engellenemez ve saklanamaz boyutlara gelmiştir. Yüzünün incelikli yuvarlaklığı ortadan kalkmış boynunda bir gerdan oluşmaya başlamıştır. Göğüsleri gerginliğini kaybetmiş ama hâlâ dolgundur. Kamı ise baştaki düzlüğüne uzak olduğu gibi önünde gizlenemeyen bir çıkıntı oluşturmuştur.

Bunların ortadan kaldıramadığı, geriletemediği tek şey ise aşk ve yol açtığı cinsel dürtülerdir. Bu yüzden kendini her geçen gün erkekleri daha da sevmesini sağlayacak dünyaya dönük bir ayna olarak kabul eder. Bu herkesi, her şeyi etkisine alan, etkileyen bir aynadır. Yanında bir erkek olmadan yaşamak düşünülebilir bir şey değildir. Daha etkileyici olansa bu erkeklerin büyük çoğunluğunun genç erkekler olmasıdır.

Ekim Devrimi’nin Isadora’yı götürecek olduğu yer Rusya’dır. Devrime duyduğu sevgi ve inancı karşısında Rusya’da dans etmek dışında başka bir arzusu yoktur. Yıllardır gittiği her yere götürdüğü okul artık devrimin çocuklarına dansı öğretmeli, sevdirmelidir. Ne var ki devrim sonrasının zorlukları ve ekonomik sorunlar her şeyi gerçekleştirmesine izin vermez. Bu Rusya ve başka ülkeler arasında gidip gelmesinin başlangıcıdır. İşte bu gidip, gelmelerin içinde bir yerde Yesenin’le karşılaşır.

Ukraynalı bir köylünün oğlu olan Sergey Aleksandroviç Yesenin kendini şöyle tanıtır. “ 1895 yılı 21 Eylülünde doğdum. Ryazan ili, Kuzminskaya kasabası, Konstantinov köyünde. Babam köylü Aleksandr Nikitiç Yesenin, annem Tatyana Fyodoma”dır. Yesenin’in 1915 yılında Moskova’ya gelmesiyle bütün hayatı değişmiştir. Bundan sonrasında doğduğu köyü ancak özleyerek yaşayacaktır.

Şehir ve şiir Yesenin için parlak bir bohem bayatının da başlangıcıdır. Aynı hayat, sorunlu kişiliğinin tamamıyla ortaya çıkması da demektir. Alkole aşın düşkünlüğü, sara krizleri, serseri gibi yaşama arzusu, saflığı da bünyesinde bulunduran küstahlığı, çocuksu ve zorba tavırları, edepsizliği, öfkeli halleri Rusya’daki sanayileşme karşısında acı duymasını engellememiştir. Hatta bu yazdıklarında; yazmayı, ki kutsamaya vardırırken uygarlığa dikkatle yaklaşmasını da getirecektir. Yesenin tam anlamıyla bir endüstri düşmanıdır. Bu bağlamda dünyaya uzaklığının acısını fahişelerle düşüp kalkarak, onlara şiir yazarak gidermeye çalışır.

İlk aşkı Anna, ardından Maria, 19 yaşında ona ilk çocuğu Yuri’yi doğuran Anna, metresi Lidia, şair Malvina.. 1917 sonbaharında Zinaida.

Raikh’le olan evliliğini ve ondan Tatiana ve Constantin adında iki çocuğunun olduğunu belirtip geçelim.

Tabii ona ilgi duyan, şiirler adayan Rurik İvnev’i, kendisine aşk mektupları yazan Sergey Gorodetski’yi, eşcinsel şair Nikolay Aleksiyeviç Kiluyev’i de anmalıyız. Isadora’mn bir gün Yesenin’i ayna karşısında makyaj yaparken bulması da en azından çevresindeki kadın ve erkeklerin içine düştükleri ikilemin bir sonucu olarak kabul edilebilir. Erkek güzeli birinin hem kadınları hem de hemcinslerini etkilemesi doğaldır. Bu noktada Yesenin’in gizli biseksüelliğinden söz edilse de asıl ilgi duyduğunun kadınlar olduğu açıktır.

Genç yaşında bu kadar kadının hayatının farklı dönemlerinde olmasının tabii ki bir açıklaması vardır.

“Ben bir kadını iliklerine kadar içime çekmeyi seviyorum, en son damlasına kadar içmeyi. Sonra da çekip gitmeyi. ”

Tanıştıklarında lsadora kırk dört Yesenin ise yirmi altı yaşındadır. Isadora bu ilişkinin kendisi için bir uçurum olacağının baştan farkına varmıştır. Ne var ki baş döndürücü duygulara dönük arzusunun onu Yesenin’e götüreceği bellidir. Yesenin’in tazeliği ve bedeninden davranışlarına kadar her şeyine sinen çocuksuluğu, Isadora’nın etkilenmesi için yeterlidir. En yüksek ruhun en özgür bedende bulunabileceğini baştan kabul eden İsadora için kendi bedeni ve ruhu kadar Yesenin’in bedeni ve ruhu da özgürlüğüdür.

Suç ve utançtan ve çoğu bağdan kurtulmuş iki insan için karşılıklı etkileşimin yaşamaya mı yoksa yok olmaya mı yol açacağı belirsizdir. Isadora’mn bu tutkusu ve düşkünlüğü Yesenin’in tadım çıkartacağı bir durumdur. Üstelik kadınları erkeklerden aşağı gördüğü için Yesenin’in bundan haz alacağı da bellidir. Hatta sevgilisine farklı farklı hallerde görünerek onu daha da kışkırtacak, tahrik edecektir. Bunun karşısında ise İsadora hem melek hem de zorba olan Yesenin’e daha çok bağlanacak ve tapacaktır.

Bir yerde İsadora Yesenin’le tanışmasına dönük anlattıkları ruh ve bedene yüklediği anlamı daha da açıklaştırır:

“Ben mistik bir insanını. Bir gece uyurken ruhum bedenimi terk etti ve ruhlar evrenine yükseldi. Orada Sergey'in ruhuyla karşılaştı. Birbirimize hemen vurulduk. Buna muktedirler çünkü. Sonra bedenlerimiz karşılaştığında birbirimize yeniden âşık olduk, evlendik. Bu sadece bir aşk evliliği değil. Aynı zamanda Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri 'nin beraberliğidir. ”

İsadora başka bir yerde ise Yeşertin için şunları söyler:

“Bu beklediğim yegâne kişidir. Bu, yaşam mutluluğumun son dirilişini borçlu olacağım büyük aşkımdır. ”

Yesenin ise Kara Adam adlı şiirinde şunları yazar; 

“Bu adam bir macerasever/ Ama pek yüksek/ Ve en âlâsı/.../ İnce, sevecen, /Ve üstelik şair/ Çok az da olsa /Çevik, atılgan güçlü,/Kırkını geçkin bir kadını/Alımsız bir kız sayar/ Ve sevgilisi ”

Sergey Yesenin Ekim Devriminin Isadora’ya en büyük armağanıdır, İsadora’ya her tokat attığında saatlerce ağlayan serseri, vahşi, melek ama en çok kötülük meleği Sergey Yesenin! 

“Dinleyin beni! Büyük şair Sergey Yesenin bir serseridir! Bolşevizmin sözcüsü, şiir sanatının tanrısı, modem sanatın bu genç dahisi bir domuzdur! Bir hayvandır! Bir sarhoştur! Bir sarhoş!”

İkisinin arasındaki şiddet bir bakıma yakınlıklarının öne çıkan yanıdır, İsadora bunu birbirine benzemekle ve erkeğin böyle olması gerektiğiyle açıklar. En çok etkilendiği şey de zaten Yesenin’in zorbalığıdır. Karşılıklı saldın yaşamak istediğini bütün şiddetiyle yaşama düşüncesinin gündelik hayattaki sonuçlarındandır. Bir bakıma bütün sorunlarından kurtulmuş bir ilişkinin ya da aşkın söz konusu bile olmayacağım gösterir.

Arzularının sözünden çıkmayan ve hiç doyuma ermeyecekmiş gibi duran iki insanın itaatsizliği de kişilikleriyle ilgilidir. Isadora’nın dansı öğrenmesi, Yesenin’n şiir yazması da ancak bununla açıklanabilir.

Yesenin’in öfkesi ve şiddeti hiçbir biçimde Isadora’nın ona dönük sevgisini azaltmaz. Özellikle oğlu Patrick’le Yesenin arasında kurduğu ilişki dikkate değerdir. “Mary, o kadar san ki saçlan! Aynı benim küçük Patrick’inkiler gibi. Aradaki bu bağı anlayamıyor musun? Oysa ben anlayabiliyorum. Bir gün gelecek, Patrick muhakkak ki ona benzeyecekti. Ve ben, onun saçının teline bile dokunulmasına dayanamazdım.” Bunlardan dolayı Isadora Yesenin’e hem annelik yapmayı hem de onu şımartmayı arzuyla istemektedir.

Yesenin ise ilişkilerde hükmeden olmaktan yanadır. Aşk büyük ölçüde onun için sahip olma arzusu, güvensizlik ve kıskançlık demektir. Her ilişkide bir kaybeden bir kazanan, bir hükmeden bir hükmedilen vardır. Bu yüzden ilişkileri son derece eşitsizdir. Eşitsizlik şiddetin kaynaklarından biridir.

O düzensizliğin içinde özellikle Isadora’mn davranıştan Yesenin için çok rahatsız edicidir. Isadora’nın yemek yemesinden içmesine kadar her şeyinden nerdeyse iğrenir. Bunu düzensiz olmalarına rağmen, iki ayrı dünyanın, iki ayrı hayatın çarpışması olarak da kabul etmek mümkündür. Benzer bir ayrılık düşüncelerinde de vardır. Isadora içinde yaşadıkları dünyanın yerine antik çağı Yesenin ise kırsal hayatı koyar. Bu bağlamda Isadora şehirlidir, Yesenin ise mujiktir.

3 Mayıs 1922’de Moskova’da İsadora ile Yesenin evlendiler. Ne var ki bu evlilik hiçbir biçimde İsadora’nın evliliğe karşılığını ortadan kaldıramadı. Evliliklerindeki asıl sorun Yesenin’in sinir sistemindeki zayıflama ve içine düştüğü depresyon oldu. Yesenin her geçen gün daha fazla içine kapandı. Doğduğu yerlere, köye geri dönmek dışında hiçbir arzusu kalmadı.

Bundan dolayı şiirlerinde doğa çok fazla yer kaplar. Hatta bu özlemi onu tamamıyla bir kır şairi yapar. Bu yalnızca bir geçmiş duygusu ve geçmişi özleme değildir. Uygarlık başka bir deyişle sanayi karşısında bir tercihtir. Modem dünya onun yaşamak istediği dünya değildir. Ama arkasında bıraktığı ve yaşamak istediği dünya da yeterince değişmiştir. Ormanlar yakılıp yok edilirken, topraklar çelik ve asfalt altında çoktan ezilmiş, kırlar sanayileştirilmiştir. Bir bakıma gidecek bir dünya yoktur. O yüzden genelevlerin olduğu Moskova’da kalmak ve orada yaşamak, fahişelere şiir yazmak onun için daha iyidir.

Sonunda doktorların önerisi doğrultusunda tedavi amaçlı yolculuklar başlar ve ilk durakları Berlin’dir. Ne var ki Berlin’deki hayatları Moskova’dakinden pek farklı olmaz. Şiddetle sevecenlik iç içedir. Kucaklaşma ile vurup kırma aynı anda yaşanmaktadır. Aşk, nefret ve gözyaşı aynı anda hayatlarında yer bulmaktadır.

Bütün bunların tek açıklaması ise alkolizmleri ya da sorunlu kişilikleri değildir. Burada asıl sorun olan dünyanın kendisidir. Bu dünyada yaşıyor olmak insan ilişkilerinin baş düşmanıdır. Hoyratça yaşanan hayatın aşkın sonucu olduğu da söylenebilir. Değerleri yadsıdıklarını düşünerek bu karşılıklı aşağılamayı da ilişkinin bir yerinde tutabiliriz. Tam bir taşkınlıkla sergilenen arzuların böylesi bir şiddeti ve aşağılanmayı içinde bulundurması da beklenebilir. 

Özellikle Yesenin’in melankolisi şiddeti açığa çıkaran durumlardan biri olarak görülebilir.
Barbardırlar, vahşidirler. Kendilerini böyle tanımlamaları bir bakıma yine kendilerini rahatlatan, aynı hayatı yaşamaya ikna eden bir özellik kazanır. Dünyanın kurtuluşu saldırganlıklarındadır. Belki onların istilası dünyayı yaşanır hale getirebilir.

Yesenin doktorun önerisiyle sonunda alkolü bırakır. Buysa onu daha da bunaltmaktan başka bir şeye yaramaz. Öfkesi durdurulamaz hale gelir daha da saldırganlaşır. Avrupa’dan ayrılıp Rusya’ya dönme arzusu dayanılır bir şey olmaktan çıkar. Avrupa’da Isadora ile birlikte olmak, kendisine sürekli olarak özgür olup olmadığım sormak zorunda bırakır. Üstelik onun özgürlük anlayışının içinde kadınlar oldukça geniş bir yer kaplar.

İsadora’ya iletmesi için Lola’ya söyledikleri bu noktada yeterince açıklayıcıdır: “ Ona deyin ki, kendimi tümüyle özgür hissetmek istiyorum. Hatta canım isterse eğer, başka kadınlar da olabilir. Yine de bir tutsak gibi bu otelde kapalı kalmayacağım! İstediklerimi yapmazsam çeker giderim.” Bu aynı zamanda Yesenin’in yemden alkole başlamasının gerekçesidir.
Isadora ve Yesenin için aşkları mutluluk olduğu kadar bir cehennem hayatıdır. Yesenin’in “Isadora’yı çılgınca sevdim, ama o kadar alkolikti ki, daha fazla kalamadım onunla.” demesi bir yana kendini saldırıya uğramış gibi hissettiğim bile söyleyecektir. Bunun acımasız bir yaklaşım olduğu iddia edilebilir. Öyledir de. Aralarındaki ilişki de her ikisi için zalimce ve iroiliktir.

Moskova’ya dönen Sergey Yesenin 27 Aralık 1925 Pazar günü Isadora’yla daha önce birlikte kaldıkları Angleterre Oteli’nin 5 numaralı odasında kalemi olmadığından bir damarım keserek son şiirini yazdı. Şiirinin sonunu “Ölmek yeni bir şey değil dünyada,/Ama yaşamak da daha yeni değil kuşkusuz” diye getirdi. Ertesi günün sabahında Sergey Yesenin’i valizinin kayışıyla merkezi ısıtıcının borusuna asılmış olarak buldular.

Yesenin’in intiharı karşısında Isadora Mary’ye şunları yazdı: “Zavallı küçük Sergey. O kadar çok ağladım ki, gözlerimde artık yaş kalmadı. Şu anda benim için her şey o kadar berbat ki, bazen içimden onun gibi yapmak 612 Dâhiler ve Aşkları ve kendimi denizin sularına bırakmak istiyorum.”

Isadora’ya tutkuyla bağlanan Victor Serov, Isadora’mn hem son âşığı hem de hayatla kurduğu son bağı olacaktır. Bu onu canlandırdığı kadar yepyeni tatlar almaşım da sağlar. Fiziki yapısı, bedenin geçirdiği dönüşümler ve yaşlılığı ruhunun tamamıyla uzağındadır. Kendine dönük hiçbir şeyi sorun etmeden yaşamaktadır.

Maurice Lever bu durumu şöyle değerlendirir:

“Narsist olmaktan çok, estetik düşünceye sahip olan lsadora için genç bir varlığın bedeninde ifade bulmuş ölümsüz güzellik düşü yeterliydi. Tattığı bu zevk bir annenin ya da bir sanatçının erişilmez sevinç duygularını anımsatıyordu. Doyum bulmuş zevklerin de ötesinde, bir bütünlük içinde güzellik duygusunu dile getirmek istiyordu. Dünyaya bir çocuk getirir gibi, bir sanat eseri yaratır gibi sevişiyordu sanki. Bu yeni locaste bünyesinde anne ve metres kavramları birbirine karışmıştı. Âşıklarının annesi. Çocuklarının metresi. ”

lsadora’ya göre aşk hiçbir sınır, hiçbir yasak tanımaz. Cinsiyet kadar, yaş da ölçü olamaz. Onun bir sürü erkekle yaşadığı aşklar da ancak bu dediğiyle açıklanabilir. Maıy’e şu dedikleri ise onu anlamak konusunda önemlidir. 

“Ted, Lohengrin, Arkanj ve Sergey... Hepsi önümde toplanmış. Hangisini seçebilirim? Onların her birini sevdim ben ve hâlâ da seviyorum. Belki de ben bir benlikte birkaç kişiyimdir.”

lsadora 14 Eylül 1927 Çarşamba akşamı dokuzda deneme sürüşü için arabaya bindi ve Maıy’ye el sallayarak

“Elveda dostlar. Zirveye gidiyorum ben.. ” diye bağırdı. “Yüz metre ötede ise, şalın saçakları tekerleğin poyrasıyla kelebek arasında sıkışıp kalmıştı. Arabanın ileri atılmasıyla Mary de bir hamle yaptı. lsadora ’nın başı arkaya devrilip arabanın saç kaplamasına dayandı. Ensesi bükülüp kırılmıştı. Kırmızı şalıyla sıkılmıştı boynu. Tek bir darbede, bir çırpıda... ”

lsadora ile Yesenin’in ölümlerine kadar yaşadıkları hem insanın hem aşkın kötücüllüğünü gösterir. Bu ikisinin kötücüllüğü de insanın arzularıyla ilgilidir. lsadora ile Yesenin verili insanların tersine arzularının kendini belirlemesine izin vermişlerdir. Bu noktada ruhları çoktan bedenlerini ele geçirmiş, bedenleri arzuların yaşandığı asıl düzlem olmuştur. 

Isadora’mn dansı ve Yesenin’in lirizmi ancak bunları besleyen olgular olabilir. Yesenin’in geçmişine, yani kıra dönük yoğun ilgisini de unutmamak gerekir.

Her ikisinin düzensizliğinin ortak ya da değil hayatlarında oluşturduğu da burada önemli durur. Utanma duygusuna uzaklıkları, edepsizliklerini daha da belirginleştirir. Hatta edepsizlik orda hep yaşanacak gibi duran bir biçimsizlik haline gelir. Çünkü edepsizlik ve ona bağlı olarak bayağılık insana yalnızca bedeni hatırlatır. Böylelikle edepsizlik ruhsal ve bedensel arzulan uyandıran, harekete geçiren asıl olgu haline gelir.

Yesenin’in Isadora’ya dönük şiddeti de benzer bir biçimde arzuları harekete geçirme noktasında en azından Isadora’yı etkisine alabilir. Kaldı ki acının da ruhun ve bedenin hazzıyla yakından ilgisi vardır. Acı da bir haz durumu olarak kabul edilebilir, acı da haz verir denebilir.

Ne var ki her ikisinin ruhsal yapısı -özellikle Yesenin’in- böylesi bir hayatın ancak gidip gelmeyle yaşanmasına izin verebilir. Kaldı ki aynı gidip gelme ikisinin arasındaki şiddetin ve saldırganlığın açıklamalarından biridir. Alkolizmleri çoğu zaman zaaflarını dayanılır, katlanılır hale getirirken düzenli algı bunların hatırlanmasına yarar. Bu da özellikle Yesenin’in Isadora’dan nefret etmesi ve iğrenmesi için yeterlidir. Böylelikle Isadora’nın içtikçe kızaran yüzü, yemek yiyişi gibi şeyler Yesenin’in tiksindiği şeylerin başına geçer.

Yanı sıra çevrelerinin aradaki yaş farkına ilişkin yargılan da Yesenin’i etkileyen başka bir olgudur. Buysa Yesenin’i acımasızlaştırır, saldırganlaştırır hatta Isadora’ya şiddet uygulamaya vardırır. Söz konusu şiddeti ve saldırganlığı ise Isadora başka türlü algılar ve Yesenin’i sevmesinin ve birlikte olmasının önünde bir engel olarak görünmez. Yesenin’in şiddetinden çok başka yanlarının, şiirinin gücünü öne çıkarır, olumlar.

Hayatlarında asıl eksik bıraktıkları ise özen, hoşgörü ve birbirine özgürlük tanımadır. 

Tutkunun zedelendiği yerde hiçbir zaman arkadaş olmamışlardır. Yesenin için Isadora sevdiği iki kadından biriyken ve Isadora’nın Yesenin’den anladığı belliyken bunun hayatta karşılığı olmamıştır. Burada biri olmasaydı öbürü mutlu olur muydu sorusunu yanıtlamak zordur.

İnsandan bağımsız düzenlenmiş bir dünyada insan arzularım ne kadar yaşayabilir? Uygarlık insanın arzularıyla yaşamasına ne kadar izin verir? İnsanın arzulan kadar hayatının da düzensizliği istediği gibi yaşamasına yeter mi? Bütün bu sorulara Isadora ile Yesenin’in ilişkilerine bakarak vereceğimiz yanıt büyük ölçüde olumsuzdur.

Uygarlaşma ile birlikte hiçbir şeyin tam anlamıyla yaşanmasının mümkün olup olmadığı tartışmalıdır. Aynı dünyanın insanlar arasında en azından aşk ilişkisinde eşitliğe izin verip vermeyeceği de kuşkuyla yaklaşılması gereken bir durumdur. Isadora Duncan’la Sergey Yesenin’in aşkından illa bir şey çıkarmamız gerekirse o da gündelik hayat ve uygarlık karşısında aşkın kendisini imha etmeye her zaman hazır olduğudur.

Uygarlaşmış bir dünyada neyi ne kadar yaşarsak yaşayalım azı çok saymak dışında başka bir seçeneğimizin kaldığım sanmıyoruz.


KAYNAKÇA:

-Isadora Dunean /Dansın Tanrıçası, Unutulmayan Kadınlar, Maurice Lever, Everest Yay., Türkçesi: İlkay Kurdak, 2003 İstanbul
-lsadora Duncan&Sergey Yesenin, Aşklar ve Çiftler, Carola Stem, Türkçesi: Atilla Dirim, İletişim Yay., 2000, İstanbul
-Lirikler, Sergey Yesenin, Türkçesi: Azer Yaran, Ayça Yay., Mart 1982, Ankara
-Sönüyor Al Kanatları Günbatımının, Sergey Yesenin, Türkçesi: Azer Yaran, Adam Yay., 1992, İstanbul

-Bir Çift Kuğudur Yarin Elleri, Sergey Yesenin, Türkçesi: Kanşaubiy Miziev/Ahmet Necdet, Dünya Yay., 2003, İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder