Ömer Faruk
Toprak - Kaleminden Portreler,
Haz-Füruzan Toprak - Kül.B.Yay-1994
Moskova'da büyük bir mezarlık. Kapısında güller satılıyor.
Ekber Babayef ile birer demet gül alıyoruz oradan. Kapıdan içeriye girince,
rengârenk çiçeklerle donatılmış bir parka girdik sandım. Çam ağaçları, ardıç
ağaçları ve çiçekler çiçekler.
Babayef: "Çehov'la Gogol da burada yatıyor" dedi,
bana. İkisinin de mezarının üzerinde birer büstü var. Gogol ince alaycı
bakışlarla düşünüyor. Onun parlak tunçtaki yüzünü seyrederken "Ölü
Canlar'ın 258. nci sayfasında söylediği sözleri anımsıyorum: "Tanrının
emri ile şu tuhaf kahramanlarımla, sürüklenip giden şu koca hayatı, herkesin
görebileceği alay ile ve kimsenin göremeyeceği gözyaşlarıyla daha ne kadar
seyredeceğim?" sözlerini, Gogol okurları belleklerinde tutmalıdırlar.
Bu kitapta okuyacağınız. Kaput, Burun, Fayton hikâyeleri,
Gogol'ün Petersburg Hikâyeleri içinde, onun gözyaşlarıyla gülmek diye
tanımladığı hayatı en iyi anlatan üç parçadır.
Gogol'ün Kaput hikâyesi, konu ve taşlama açısından hemen en önemli üç hikâyesinden biri denebilir. Yazar burada, Çarlık Rusya'sının ilkelliğine, eşitsizliğine karşı duyduğu hıncını göstermektedir. Akakiy Akakiyeviç'in acılardan acı hayatı, on dokuzuncu yüzyılda, Rusya'da küçük insanların çektiklerinin bir parçasıdır sadece. Ünlü eleştirmen Belinski, Gogol'ü şöyle tanımlamıştır: "Hayatımızın şairi" Gogol'ün yakın arkadaşlarından Annenkov. yazarın bu hikâyeyi nasıl yazdığını şöyle anlatıyor: "Bir gün Gogol'ün yanında ava çok meraklı küçük bir memurun başından geçen olay anlatıldı. Bu küçük memur, yıllarca sabırla biriktirdiği 200 ruble ile güzel bir av tüfeği alır. Yeni tüfeği ile ava çıktığı gün sandala biner. Ama nasılsa tüfek suya düşer. Memur evine hastalanarak döner. Yüksek ateşle günlerce yatar. Ancak arkadaşları para toplayarak ona bir tüfek alırlar, memur o zaman iyileşir. Bu hikâye anlatılırken herkes kahkahalarla güldü. Yalnız Gogol gülemedi. Uzun süre düşünceli kaldı. Kaput'un konusu böylece doğdu. Bu hikâye 1834'te anlatılmıştı. Bu hikâyeyi sekiz yıl sonra ortaya çıkardı. 1842'de ilk yayınladığı zaman soylu kişiler. Hikâyeyi iyi karşılamadılar. Kont Strogov'un Kaput üzerine şöyle konuştuğu söylentisi vardır:
Şu Gogol'ün Kaput'u ne korkunç hikâye. Kalikin köprüsündeki
hayalet, hepimizin kaputlarımızı sırtı mızdan çıkarır. Bu hikâyeyi okurken ne
duruma geldi ğimi siz düşünün." Bunlar belki söylenmiştir ama. Yenilikçi
Rus hikâyesinin ilk örneği, hem de en güzel örneği Kaput'tur diyenler
yanılmıyorlar herhalde... Çünkü Gogol. özellikle bu hikâyesi ile Tolstoy.
Dostoyevski. Çehov üzerinde etkili olmuştur. Çağdaşları bunu açık açık
söylüyorlar.
Gogol, 1833'te Burun'u yazmaya başlamıştır. 1835'te
bitirerek, Moskovski Nabludalet Dergisi'ne gönderdi. Fakat derginin yazı işleri
müdürü, hikâyeyi beğenmediği için geri verdi. Bu hikâyenin taşlama değerini,
anlatma tekniğini Puşkin görebildi ve 1836 yılında yönetimi altında bulunan
Saremennik Dergisi'nde yayınladı. Altına şöyle bir not koydu: "Gogol, uzun
süre bu taşlamanın yayınlanmasını istemedi, ama biz bu hikâyeyi o kadar
şaşırtıcı, öyle akla sığmaz, öyle neşeli bulduk ki, bu zevki okurlarla
paylaşmak için, onu yayınlama konusunda Gogol'ü güçlükle ikna edebildik."
Fayton'un 1835'te yazıldığı biliniyor. Buradaki olaya
şuradan gelmiş Gogol: Viergorski adında dalgınlığı ile ünlü bir arkadaşı
varmış. Bir gün. Başkentteki bütün politikacıları yemeğe çağırmış, ama o gün
yemeği unutarak, başka bir yere gitmiş, geç vakit eve döndüğü zaman yemeği
anımsamış. Ertesi gün özür dilemek için bir gün önce resmi giysilerle evine
gelmiş olan konuklarını birer birer dolaşarak, bağışlamalarını sağlamış. Herkes
onu sevdiği ve dalgınlığını bildiği için kendisini gülerek karşılamışlar.
Puşkin, Fayton'u okuduktan sonra, arkadaşı Pletnev'e yazdığı mektupta "Gogol'e
hikâyesi için çok teşekkür ettiğimi kendisine iletiverin." demiştir. İlk
kez 1836'da Saremennik dergisinde yayınlanmıştır. Bu hikâyeye de büyük değer
veren, ünlü eleştirmen Belinski: "Fayton ustaca yazılmış ince bir alaydır.
Gogol, Çarlık Rusya'sının bütün özelliklerini en küçük ayrıntılarına kadar
nasıl bildiğini gösteriyor. Bu gibi özellikleri her insan, her dakika, yanında
görür, ama bunları ancak bir Gogol yazabilmiştir."
Baştaki büyük hikâye, "Mirgorod Hikâyeleri"nden
en ünlü olanıdır. İki soylu kişinin, İvan İvanoviç ile, İvan Nikiforoviç'in
birbirlerine nasıl küstüklerini anlatır. Bu uzun hikâye üzerine yine
Belinski'nin düşüncelerini okutalım sizlere: "Bu hikâyede anlamsız gibi
görünen hareketleri, alışkanlıkları ve avarelikleriyle birbirine sıkı sıkıya
bağlı iki arkadaş vardır. Okuyunca göreceksiniz, bu iki yakın dost, sanki
birden bire, birbirlerinin amansız düşmanları olurlar. Adeta ömürlerini,
birbirleri aleyhine açtıkları davalarla eskitirler. Fakat, niçin bu iki eski
arkadaş, birdenbire düşman olurlar birbirlerine?... Bu düşmanlık,
kişiliklerindeki bazı özelliklerden meydana gelmiştir. Yazarın ustalığı burada
görülür. Bu noktayı çok ince bir biçimde, sayfalardan bize duyurmaktadır. İvan
İvanoviç, ağır başlı, çok ince ruhlu, güzel konuşmayı seven, zenginliği ve
çiftliği ile onur duyan bir kişidir. Birçok boş, anlamsız huyları ve
alışkanlıkları olan güzel görünmesini seven ve kendisine çok önem veren bir
insandır. Hayatında en çok sevdiği şey kavun yemektir. Ama onu bile rasgele
yemez. Öğle yemeklerinden sonra yer ve çekirdeklerini ayırdığı özel kağıdın
üzerine hangi tarihte yediğini, o sırada yanında kimin bulunduğunu yazar.
Enfiye ikram etmek için, kibarca bir formülü vardır. İvan Nikiforoviç ise
birçok özellikleri İvan İvanoviç'ten ayrı olmakla beraber o da bir takım
alışkanlıklar, kaprisler içinde yaşar. Hikâyede, bu iki dost tipi, bize birçok
soylu kişiyi anımsatır. Burada yazarın tip yaratm aktaki eşsiz yeteneğini övmek
gerekir. O dönemin Rus toplumu içinde Gogol'ün kahramanları gerçekten yaşamaktadır.
Bu uzun hikâyeyi okurken, o dönemin bü tün yaşayışı, yönetim tarzı, Rus
mahkemeleri, yargıçlar, üyeler, katipler, odacılar gözlerimizin önünde canlı
canlı dururlar. Örneğin Mirgorod kenti mahkemesindeki katip, bütün Ukrayna
mahkemelerindeki katiplerden biridir. Yazarın öbür eserlerinde olduğu gibi, bu
hikâyesinde de o sıralardaki Rus toplumsal hayatını ve Rus tarihini bellekte
tutarak okumak gerekir. O zaman, olanlar bitenler sizi hiç yadırgatmayacaktır.
Bu hikâyede, Gogol'ün özellikle "Gözyaşlarıyla
gülmek" olarak tanımladığı birtakım insanları gözünüzün önüne getirerek
güleceksiniz. Gogol, okuru sonuna kadar eğlendirici bir biçimde getirir, ama
sonunda hüzün başlar. Artık gözlerimizde canlanan güzel Ukrayna ve oradaki
insanlar yoktur. Gogol, böylece hikâyesine "Baylar, bu Dünya
üzüntülüdür" sözleriyle son verir.
Gogol'da derin bir slâv mistisizmi vardır. Bu mistik ruh
bunalımı hemen her hikâyesinde açık seçik görülür. Bu ruh halinin analizini,
ünlü yazarlar şöyle açıklıyorlar: "Gogol, çocukluğundan beri hep
hastalarla boğuşmuştur. 43 yıl süren ömrünün son zamanlarında sağlığı iyice
bozuldu. Büyük yazar. Kendisinde çeşitli hastalıklar olduğunu sanıyor, bir
doktordan öbür doktora koşuyordu. Bu ruh haline bağlı olarak, morali de iyice
bozulmuştur, mistisizme böylece kolaylıkla kaymıştır. En büyük direnme gücünü
dinde görmeye başladı. Gezdiği dolaştığı Avrupa'da, içinde yaşadığı dar ve
kapalı çevre, etrafını saran dindar insanlar, Gogol'ün moralini büsbütün
bozmuştu. Gogol, öyle bir noktaya geldi ki, o zamana kadar yazdığı eserleri baş
tan başa günah dolu isyankâr bir edebiyat çalışması olarak görmeye başladı.
Gogol, hastalığı kökünden geçirmek ve o tarihe kadar
yaptığı günahkar edebiyat çalışmasını bağışlatmak için. (Arkadaşlarıma yazdığım
mektuplardan parçalar) adlı kitabını yayınladı. Gogol, bu kitabında büyük bir
pişmanlıkla, yurttaşlarına sabır ve her şeyi tanrıya bırakmalarını, tanrıya
inanmalarını salık veriyor, toprak köleliğinin tanrının yapısı olduğuna onları
inandırmaya çalışıyor.
Bu eserin çıkışı üzerine, o dönemin hemen bütün edebiyat
eleştirmenleri Gogol'a din çığırtkanı, cehaletin peygamberi sözleriyle hücum
ettiler. Gogol, bu saldırılara pek gücendi, kendisini savunmak istedi, bunu
olanaksız olduğunu anlayarak, kusurlarını kabul etti.
Gogol, artık bunalımlar ve kararsızlıklar içinde boğuluyordu.
Bu nedenle Ölü Canlar'ın ikinci kitabını yazmakta kuşkuya düştü. Gerçi Gogol,
Ölü Canlar'ın ikinci kitabını daha 1840 yılında yazmaya başlamış. 1842 yılında
bitirmişti. Tam bu sırada geçirdiği şiddetli bir ruhsal bunalım sonucunu,
eserin taslağını yaktı.
Kısa bir süre sonra yaptığına pişman oldu ve eseri yeniden
yazmaya koyuldu. Hastalıklı bünyesi yüzünden istediği gibi çalışamıyordu.
Rusya'dan uzakta idi. Rusya gerçeklerinden kopmuştu. Rusya'ya dönmek istedi,
fakat yıllardır hayal ettiği Kudüs yolculuğunu öne almayı yeğ tuttu. Hiçbir
yerde bulamadığı ruh huzurunu Kudüs'te de bulamadı. Geçirdiği bunalımlarla
yıkılmıştı artık. Böyle perişan bir moralle 1848'de Rusya'ya döndü. Biraz
toparlanıp Ölü Canlar'ın ikinci kitabını yeniden yazmaya başladı. İşte tam bu
sırada Matvey Konstantinovski adlı bir papazla tanıştı. Burada ip, tekrar
incelmeye doğru aşağıya sarkıyordu. Hastalıklarla bitkin olduğu halde,
perhizlere, oruçlara tekrar girdi. Ölü Canlar'ın ikinci yazılışı bu sırada
bitti. Eserini, dini açıdan sansür ettirmek için metropolit Filaret'e
göndermeyi tasarlıyordu. Metropolit'le bağlantı kuramadı, gelen yeni bir
bunalım, onu eserini ateşte yakmaya kadar götürdü. Büyük çelişkiler içinde 4
Mart 1852 yılında öldü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder