Moskova

Moskova

18 Ağustos 2016 Perşembe

Moskova İmparatorluğu'nun hikayesi

Rusya'nın Yükselişi
Avrupa'nın geniş politika sahnesinin üstünde birdenbire patlayan esrarengiz Moskova İmparatorluğu'nun hikayesi

Kaynak: Gençler İçin Uygarlık Tarihi-- Hendrik Willem Van Loon, Say yayınları

Bildiğiniz gibi Kolomb 1492 yılında Amerika'yı keşfetti.
O yıl daha önceleri, Tirol Başpiskoposu adına bir keşif kolunun lideri olan Schnups isimli bir gezgin, elindeki mükemmel tavsiye mektuplarıyla efsanevi Moskova şehrine ulaşmaya çalışmıştı.
Başarılı olamadı.
Avrupa'nın en doğu ucunda var olduğu hayal meyal bilinen uçsuz bucaksız Moskova Devleti'nin sınırlarına ulaştığında, kesin bir dille geri çevrildi. Yabancı istenmiyordu. Schnups da dönüş­de başpiskoposa sunabilecek bir şeyleri olsun diye Istanbul'daki Türk'ü ziyarete gitti.
Bundan altmış bir yıl sonra, Doğu Hint Adaları'na giden bir kuzeydoğu rotası bulmaya çalışırken kötü bir rüzgarla Beyaz Deniz'e sürüklenen Richard Chancellor, Dvina Nehri'nin ağzına ulaştı ve 1584 yılında Arhangelsk’in kurulduğu yerden birkaç saat uzaklıktaki Moskova köyü Kholmogory'yi buldu.
Bu defa yabancı ziyaret­çilerden Moskova'ya giderek kendilerini grandüke takdim etmeleri rica edildi. Gittiler.
Avrupa'ya dönüşlerinde yanlarında Rusya ile batı dünyası arasında imzalanmış ilk ticari anlaşmayı taşıyorlardı.
Diğer ülkeler de kısa süre içinde aynı yolu izlediler ve bu esrarengiz ülke hakkında bazı şeyler öğrenildi.
Coğrafi olarak Rusya uçsuz bucaksız bir ovadır.
Alçak Ural Dağları işgalcilere karşı bir engel oluşturmaz.
Nehirler geniş, ama genellikle sığ yataklıdır.
Göçebe kavimler için çok uygun bir bölgeydi.
Roma İmparatorluğu kurulur, güçlenir ve sonra da tarih sahnesinden silinirken, Orta Asya'daki evlerini uzun bir süre önce terk etmiş olan Slav kavimleri, Dinyeper ve Dinyester nehirleri arasındaki bölgede bulunan ormanlarda ve ovalarda amaçsızca geziniyorlardı.
Yunanlılar zaman zaman bu Slavlarla karşılaşıyorlardı, üçüncü ve dördüncü yüzyıllarda onlardan bahseden birkaç gezgin vardı, ama onun dışında bu kabileler hakkındaki bilgiler, 1800'lü yıllarda Nevada Kızılderilileri hakkında sahip olunan bilgiler kadar azdı.
Bu ilkel insanların ülkesinden, son derece kullanışlı bir ticaret yolu geçiyordu ki, bu da onların huzuru açısından kötüydü.
Kuzey Avrupa'dan Konstantinapolis'e uzanan bu ana yol, Neva'ya kadar Baltık Denizi kıyısından ilerliyor, Ladoga Gölü'nü geçtikten sonra Volkov Nehri'ne kadar güneye iniyor, oradan da İlmen Gölü üzerinden ve küçük Lovat Nehri'nden geçiyordu.
Buradan Dinyeper'e kadar kısa bir gemi nakli yolu vardı, sonra da Dinyeper üstünden Karadeniz'e iniliyordu.
Vikingler bu yolu çok eski bir tarihten beri biliyorlardı.
Dokuzuncu yüzyılda, diğer Vikingler Almanya ve Fransa'da bağımsız devletlerin temellerini attığı sırada, bazı Vikingler de Rusya'nın kuzey bölgelerine yerleşmeye başladılar.
862 yılında üç Viking kardeş Baltık denizini aştı ve orada üç küçük hanedan kurdu.
Bu üç kardeşten yalnızca biri, Rurik adını taşıyan, uzun bir süre yaşadı ve kardeşlerinin topraklarını da ele geçirdi.
İlk Viking'in gelişinden yirmi yıl sonra başkenti Kiev olan bir Slav devleti kurulmuştu.
Kiev ile Karadeniz arasında az bir mesafe bulunur.
Örgütlü bir Slav devleti kurulmuş olduğu haberi kısa süre sonra Konstantinapolis'te duyuldu.
Hıristiyan inancının gayretkeş misyonerleri için yeni topraklar demekti bu.
Bizanslı keşişler, Dinyeper boyunca kuzeye doğru çıkarak az bir zamanda Rusya'nın merkezine ulaş­tılar ve oradaki halkın ormanlarda, nehirlerde ve dağlardaki mağaralarda yaşadığı varsayılan acayip tanrılara tapındığını gördüler.
Onlara İsa'nın hikayesini öğrettiler.
Romalı misyonerlerin rekabeti söz konusu değildi. Onlar, dinsiz Tötonları eğitmekle o kadar meş­guldüler ki, uzaktaki Slavlarla uğraşacak vakitleri yoktu.
Böylece Rusya dinini, alfabesini ve sanatla mimariye ilişkin ilk fikirlerini Bizanslı keşişlerden edindi.
Doğu Roma İmparatorluğu'nun bir kalıntısı olan Bizans İmparatorluğu çok doğululaştığı ve Avrupalı özelliklerinin çoğunu yitirmiş olduğu için, Ruslar bunun sonuçlarından zarar gördüler.
Büyük Rusya ovasının bu yeni devletleri siyasi açıdan pek ba­şarılı değillerdi.
Vikingler, miraslarını bütün oğulları arasında eşit olarak paylaştırırlardı.
Küçük bir devletin kurulmasıyla, sekiz ya da dokuz varis arasında bölünmesi bir oluyor, onlar da topraklarını sayıları her geçen gün artan kendi mirasçılarına bölüştürüyorlardı.
Birbiriyle rekabet içinde olan bu küçük devletlerin sürtüşmeleri kaçınılmazdı.
Ortama anarşi hakimdi.
Doğu ufkundaki kızıl bir ışıltı vahşi bir Asya kavminin saldırısını haber verdiğinde, bu devletler böyle korkunç bir düşmana karşı koyamayacak kadar parçalanmış ve güçsüz durumdaydılar.
İlk büyük Tatar işgali 1224 yılında gerçekleşti ve Çin'i, Buhara'yı, Taşkent'i ve Türkistan'ı fethetmiş olan Cengiz Han'ın orduları batı­ da sahneye çıktılar.
Slav orduları Kalchik Nehri yakınlarında yenilgiye uğradı ve Rusya Moğolların insafına kaldı.
Ancak Moğollar, geldikleri gibi büyük bir hızla ortadan kayboldular.
Ne var ki on üç yıl sonra, 1237 yılında geri döndüler.
Beş yıldan kısa bir sürede, uçsuz bucaksız Rusya ovalarının her köşesini fethetmişlerdi.
1380 yılında Moskova Grandükü Dimitri Donskoy tarafından Kulikova ovasında yenilgiye uğratılana kadar, Moğollar Rusya'nın efendisi oldular.
Rusya'nın bu boyunduruktan kurtulması iki yüzyıl sürmüştü, çünkü bu boyunduruk çok aşağılayıcı ve hoş olmayan biçimlerde uygulanmıştı.
Slav köylüleri, sefil köleler haline gelmişti.
Ellerinden her türlü onur ve bağımsızlık duygusu alınmış, açlık, sefalet, kötü davranış ve eziyet insan varlığının normal bir unsuru olmuştu. Sonunda ister köylü olsun, ister soylu, ortalama Ruslar çok dayak yediği için hevesi kırılmış ve sahibinden izin almadan kuyruğunu bile sallamaya cesaret edemeyen köpeklere dönmüşlerdi.
Kaçış yoktu. Tatar Hanı'nın atlıları hızlı ve acımasızdı. Uçsuz bucaksız bozkırlar kimseye komşusunun güvenli topraklarına sığınma fırsatı vermiyordu. Herkes çenesini tutup efendisinin emirlerini yerine getirmeli veya ölüm riskini göze almalıydı.
Elbette Avrupa bu duruma müdahale edebilirdi, ama o da Papa ile imparatorlar arasındaki kavgalarla, şunu bunu bastırmakla ve dinsizlere haddini bildirmekle meşguldü.
Böylece Avrupa, Slavları kaderleriyle baş başa bırakıp kendi başlarının çaresine bakmaya zorladı.
Rusya'nın nihai kurtarıcısı, eski Viking hükümdarların zamanında kurulmuş küçük devletlerden biri oldu.
Rusya ovasının merkezinde yer alan bu devletin başkenti Moskova, Moskova Nehri'nin kıyısındaki dik bir tepedeydi.
Bu küçük beylik, Tatarları gerektiğinde memnun ederek, karşı çıkmak güvenli olduğunda da onlara kafa tutarak on dördüncü yüzyılın ortalarında yeni bir ulusal yaşamın lideri olmayı başarmıştı.
Tatarların yapıcı politik yetenekten tamamen yoksun olduklarını hatırlatmakta fayda var. Onlar yalnızca yakıp yıkmayı biliyorlardı.
Yeni yerler fethetmelerinin ana amacı, gelir elde etmekti. Bu geliri vergi olarak toplamak için de, eski politik yapının belli unsurlarının hayatta kalmasına izin vermeleri gerekiyordu.
Bu sebeple, vergi tahsildarlığı işlerini yapsınlar ve Tatarlar adına komşularını soysunlar diye Büyük Han'ın lütfuyla yaşamını sürdüren pek çok küçük şehir vardı.
Çevresindeki bölgeleri sömürerek genişleyen Moskova şehri, sonunda efendisi Tatarlara karşı açık isyanı göze alabilecek kadar güçlendi.
İsyan başarılı oldu ve Rus bağımsızlık davasının lideri olarak kazandığı ün, Moskova'yı Slav ırkı için iyi bir gelecek oldu­ğuna hala inanan herkes için doğal merkez haline getirdi.
1453 yılında Türkler Konstantinapolis'i fethettiler.
Bundan on yıl sonra, III. İvan'ın hüküm sürdüğü Moskova, batı dünyasına Slav devleti olarak Bizans İmparatorluğu'nun dünyevi ve ruhani mirasıyla, Konstantinapolis'te sürdürüldüğü biçimiyle Roma İmparatorluğu geleneklerine sahip çıktıklarını ilan ettiler.
Bir kuşak sonra Korkunç İvan baştayken Moskova grandükleri Sezar, yani Çar ünvanını alacak ve batı Avrupa'dan tanınma talep edecek kadar güçlenmişlerdi artık.
1598 yılında, I. Fyodor döneminde, ilk Viking yerleşimlerinin varisi Rurik hanedanı sona erdi.
Bundan sonraki yedi yıl boyunca ülkede Tatar melezi Boris Godunov çar olarak hüküm sürdü.
Büyük Rus halk kitlelerinin kaderi, onun döneminde çizildi.
İmparatorlu­ğun toprağı bol, parası azdı.
Ticaret yapılmıyordu, hiç fabrika yoktu.
Zaten birkaç tane olan şehirleri, pislik içinde sürünen köylerdi.
Ülke, güçlü bir merkezi idareyle bitmek tükenmek bilmez sayıda cahil köylüden oluşuyordu.
Slav, Viking, Bizanslı ve Tatarların çe­şitli etkilerinin bir karışımı olan bu hükümet, devletin çıkarı hariç hiçbir şeyi tanımıyordu.
Bu devleti korumak için bir ordu gerekliydi.
Askerlere ödeme yapmak için alınacak vergileri toplamak üzere devlet memurları olmalıydı. Çok sayıdaki memura ödeme yapmak için de toprak gerekliydi.
Doğuda ve batıda uzanan uçsuz bucaksız bozkırlarda bu maldan bol bol bulunuyordu, ama tarlaları sü­recek ve sığırlara bakacak işçiler olmadan toprak bir işe yaramaz.
Bu nedenle, eski göçebe köylülerin hakları birer birer ellerinden alındı, sonunda on yedinci yüzyılın ilk senesinde bu köylüler resmi olarak üzerinde yaşadıkları toprağın parçası haline getirildiler.
Rus köylüleri artık özgür değildi.
Serf, yani köle olmuşlardı (köleden tek farkları, satılamamalarıydı) ve 1861 'de kaderleri son derece korkunç bir hale gelip de teker teker ölmeye başlayıncaya kadar öyle kaldılar.
On yedinci yüzyılda, hızla Sibirya'ya doğru yayılarak büyüyen topraklarıyla bu yeni devlet, Avrupa'nın fark etmek zorunda kaldığı bir güç haline gelmişti.
Boris Godunov'un ölümünden sonra, Rus soyluları 1613 yılında içlerinden birini çar olarak seçmişlerdi.
Kremlin1n hemen dışında küçük bir evde yaşayan Moskovalı Romanov ailesinden gelen Fyodor'un oğlu Mihail'di bu.
1672 yılında Mihail'in büyük torunu ve bir başka Fyodor'un oğlu olan Petro doğdu.
Çocuk on yaşına geldiğinde, Rus tahtına üvey kız kardeşi Sofia çıktı.
Küçük Petro'ya, ulusal başkentin banIiyölerinde vakit geçirme izni verilmişti, bu banliyöler de yabancılarla doluydu.
İskoç bar sahipleri, Hollandalı tüccarlar, İsviçreli eczacılar, İtalyan berberler, Fransız dans hocaları ve Alman öğretmenlerle çevrili olan genç prens, işlerin farklı yürüdüğü çok uzaktaki gizemli Avrupa hakkındaki ilk ve alışılmadık bilgilerini bu sayede edindi.
Petro on yedi yaşındayken aniden kardeşi Sofia'yı tahttan indirdi ve onun yerine Rusya hükümdarı oldu.
Yarı barbar ve yarı Asyalı bir halkın çarı olmaktan memnun değildi. Uygar bir devletin başı olmak istiyordu.
Rusya'yı bir gecede bir Bizans-Tatar devletinden bir Avrupa imparatorluğuna dönüştürmek kolay iş değildi.
Bunun için güçlü eller ve yetkin bir kafa gerekiyordu, Petro'da ikisi de vardı.
Modern Avrupa'yı eski Rusya'ya nakletme ameliyatı, 1698'de gerçekleştirildi.
Hasta ölmedi ama son beş yılın olaylarının çok açık bir şekilde gösterdiği gibi, şoktan da hiçbir zaman çıkamadı.

Rusya İsveç'e Karşı
Rusya ile İsveç Kuzeydoğu Avrupa'nın lider gücünü belirlemek için savaşıyor

Çar Petro, 1698 yılında Batı Avrupa'ya ilk yolculuğunu yaptı. Berlin'e gitti ve oradan Hollanda'yla İngiltere'ye geçti.
Çocukken, evde yaptığı bir kayıkla babasının çiftlik evinin ördek havuzuna açılmaya kalkışmış, boğulmaktan zor kurtulmuştu. Suya duyduğu bu tutku, hayatı boyunca devam etti ve kıyıları kapalı topraklarından denize doğru ulaşma isteğinde kendini gösterdi.

Büyük Petro Hollanda tersanesinde

Sevilmeyen ve sert davranışlı genç çarın uzakta olmasından faydalanan Moskova'daki eski Rus tarzı taraftarları, onun bütün reformlarını tersine çevirmek için çalışmaya koyuldular.
Muhafızları arasında, yani Streltsi Alayı'nda çıkan ani bir isyan, Petro'yu apar topar ülkesine dönmek zorunda bıraktı.
Çar kendini baş infaz memuru olarak atadı, Streltsi muhafızlarının tamamı asıldı.
Ayaklanmanın önderliğini yapmış olan üvey kız kardeş Sofia bir hücreye kapatıldı ve Petro'nun iktidarı gerçekten başladı.
Aynı sahne, Petro 1716'da ikinci kez Avrupa seyahatine çıktığında tekrarlandı.
Bu defa gericilerin Iiderliğini Petro'nun yarı deli oğlu Aleksey yapıyordu.
Çar, bir kez daha büyük bir aceleyle eve döndü.
Aleksey hapishanedeki hücresinde dövülerek öldürüldü, eski Bizans usullerini sevenler de Sibirya'daki kurşun madenlerine kadar yaya olarak yapacakları binlerce kilometrelik yolculuklarına başladılar.
Bundan sonra genel hoşnutsuzluk kaynaklı ayaklanmalar olmadı ve Petro ölene kadar reformlarını sürdürdü.
Yaptığı yeniliklerin tarihsel sıralamasını yapmak kolay bir iş de­ğil.
Çar çılgın bir hızla çalışıyor, belirli bir sistemi takip etmiyordu.
Yasalarını o kadar süratli çıkarıyordu ki, bunların çetelesini tutmak zor.
Petro, daha önce olmuş her şeyin yanlış olduğunu düşünü­yordu. O nedenle bütün Rusya mümkün olan en kısa sürede de­ğişmeliydi.
Öldüğünde ardında iki yüz bin kişilik iyi eğitilmiş bir ordu ve elli gemiden oluşan bir donanma bıraktı.
Eski hükümet yönteminden bir gecede vazgeçilmişti.
Duma, yani soylular meclisi feshedildi, çar onun yerine Senato adı verilen ve devlet görevlilerinden oluşan bir danışmanlar kurulu topladı.
Rusya sekiz büyük "hükümete': yani eyalete bölündü.
Yollar yapıldı. Şehirler kuruldu.
Hammadde olup olmadığına bakılmaksızın çarın hoşuna giden yerlerde sanayi tesisleri yaratıldı.
Kanallar açıldı ve doğudaki dağlarda madenler kazıldı.
Bu okuma yazma bilmeyenler ülkesinde, okullar kuruldu, yüksek öğrenim için üniversiteler açıldı, hastaneler ve özel okullar kuruldu. Hollandalı denizcilik mühendisleri ve tüccarlarla, dünyanın dört bir tarafından zanaatkarlar Rusya'ya gelmeye teşvik edildi. Matbaalar kuruldu, yalnız bütün kitapların önce imparatorluk sansürcüleri tarafından okunması gerekiyordu.
Toplumun her sınıfının görevleri yeni bir kanunla dikkatle belirlendi, medeni kanun ve ceza kanunu basılı ciltler halinde bir araya toplandı.
Eski Rus kıyafetleri imparatorluk bildirgesiyle yasaklandı, şehirlerarası yollarda ellerinde makasla bekleyen polisler uzun saçlı Rus mujikleri aniden sinekkaydı tıraşlı batı Avrupalıların hoş benzerlerine dönüştürdü.
Çar, dinsel konularda güç ayrılığına hiçbir şekilde hoşgörü göstermedi.
Avrupa'da olduğu gibi Papa ile imparator arasında bir çekişmeye meydan verilmemeliydi.
Petro, 1721 yılında kendini Rus kilisesinin başı ilan etti.
Moskova Patrikliği feshedildi ve Ruhani Meclis kilise kurumunun her meselesi için en yüksek yetkili olarak sahneye çıktı.
Ne var ki eski Rus unsurları Moskova kentinde kendilerine bir dayanak bulduğu sürece bu çok sayıdaki reformun başarılı olması mümkün değildi.
Petro o yüzden hükümdarlığını yeni bir başkente taşımaya karar verdi.
Çar, yeni şehrini Baltık Denizi'nin sağlıksız bataklıkları arasında inşa etti. Arazinin düzeltilmesi işi, 1703 yılında başladı. Kırk bin köylü, yeni imparatorluk şehrinin temellerini kurmak için yıllarca çalıştılar.
İsveçliler Petro'ya saldırarak şehrini yıkmaya çalıştılar, hastalık ve sefalet on binlerce köylünün ölü­müne yol açtı.
Yine de çalışmalar yaz kış demeden sürdürüldü ve ısmarlama şehir kısa sürede ortaya çıkmaya başladı.
1712 yılında da resmen "imparatorluk konutu" ilan edildi.
On iki yıl sonra nüfus yetmiş beş bine ulaşmıştı.
Şehir yılda iki defa Neva Nehri'nin suları altında kalıyordu.
Çar'ın olağanüstü iradesiyle hendekler ve kanallar açıldı, sellerden zarar gelmemeye başladı.
Petro 1725 yılında öldüğünde, Kuzey Avrupa'nın en büyük şehrinin sahibiydi.

Büyük Petro yeni başkentini inşa ediyor

Tabii bu kadar tehlikeli bir rakibin hızlı yükselişi bütün kom­şuları için büyük bir endişe 
kaynağıydı.
Petro da Baltık rakibi İsveç krallığının maceralarını büyük bir ilgiyle takip ediyordu.
Otuz Yıl Savaşları'nın kahramanı Gustaf Adolf'un tek kızı Kristina 1654 yılında tahttan çekilerek kalan günlerini sadık bir Katolik olarak geçirmek üzere Roma'ya gitti.
Vasa hanedanının son kraliçesinin yerine, Gustaf Adolf'un Protestan yeğenlerinden biri geçti.
Yeni hanedan, X. ve XI. Charles'ın hükümdarlıkları sırasında İsveç'i gelişmişliğin en üst noktasına taşıdı.
Ne var ki XI. Charles 1697 yılında aniden öldü, yerine de on beş yaşında bir çocuk olan XII. Charles geçti.
Kuzey devletlerinin çoğunun uzun süredir beklediği an gelmişti.
On yedinci yüzyılın büyük din savaşları sırasında İsveç kom­şularının zararına olacak biçimde büyümüştü. Komşular da artık hesapları denkleştirmenin vaktinin geldiğine inanıyorlardı.
Bir tarafta Rusya, Polonya, Danimarka ve Saksonya'nın, diğer tarafta da İsveç'in olduğu bir savaş patlak verdi.
Petro'nun eğitimsiz askerleri, 1700 yılının Kasım ayında yapılan ünlü Narva Savaşı'nda Charles karşısında ağır bir yenilgiye uğradılar.
Sonra o yüzyılın en ilginç askeri dehalarından biri olan Charles diğer düşmanlarına saldırdı ve dokuz yıl boyunca Polonya'nın, Saksonya'nın, Danimarka'nın ve Baltık eyaletlerinin köy ve şehirlerini yakıp yıktı.
Bu arada Petro da uzaklardaki Rusya'da çalışıyor, askerlerini eğitiyordu.
Bunun sonucu olarak 1709 yılındaki Poltava Savaşı'nda Moskovalılar İsveç'in yorgunluktan tükenmiş ordularını ezip geçtiler.
Charles gayet renkli bir figür ve harika bir romantik kahraman olmayı sürdürdü ama intikam almaya yönelik boş çabası ülkesinin mahvına neden oldu.
1718 yılında kazayla öldürüldü veya suikast sonucu öldü (hangisi olduğunu bilmiyoruz).

1721 'de Nystad Barışı imzalandığında İsveç, Finlandiya hariç elindeki bütün Baltık topraklarını kaybetmiş, Petro tarafından yaratılan yeni Rus devleti Kuzey Avrupa'nın lider gücü olmuştu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder