Rusya'nın
Yükselişi
Avrupa'nın
geniş politika sahnesinin üstünde birdenbire patlayan esrarengiz Moskova İmparatorluğu'nun
hikayesi
Kaynak:
Gençler İçin Uygarlık Tarihi-- Hendrik Willem Van Loon, Say yayınları
Bildiğiniz gibi Kolomb 1492 yılında Amerika'yı keşfetti.
O yıl daha önceleri, Tirol Başpiskoposu adına bir keşif
kolunun lideri olan Schnups isimli bir gezgin, elindeki mükemmel tavsiye
mektuplarıyla efsanevi Moskova şehrine ulaşmaya çalışmıştı.
Başarılı olamadı.
Avrupa'nın en doğu ucunda var olduğu hayal meyal bilinen
uçsuz bucaksız Moskova Devleti'nin sınırlarına ulaştığında, kesin bir dille
geri çevrildi. Yabancı istenmiyordu. Schnups da dönüşde başpiskoposa
sunabilecek bir şeyleri olsun diye Istanbul'daki Türk'ü ziyarete gitti.
Bundan altmış bir yıl sonra, Doğu Hint Adaları'na giden bir
kuzeydoğu rotası bulmaya çalışırken kötü bir rüzgarla
Beyaz Deniz'e sürüklenen Richard Chancellor, Dvina Nehri'nin ağzına ulaştı ve
1584 yılında Arhangelsk’in kurulduğu yerden birkaç saat uzaklıktaki Moskova
köyü Kholmogory'yi buldu.
Bu defa yabancı ziyaretçilerden Moskova'ya giderek
kendilerini grandüke takdim etmeleri rica edildi. Gittiler.
Avrupa'ya dönüşlerinde yanlarında Rusya ile batı dünyası
arasında imzalanmış ilk ticari anlaşmayı taşıyorlardı.
Diğer ülkeler de kısa süre içinde aynı yolu izlediler ve bu
esrarengiz ülke hakkında bazı şeyler öğrenildi.
Coğrafi olarak Rusya uçsuz bucaksız bir ovadır.
Alçak Ural Dağları işgalcilere karşı bir engel oluşturmaz.
Nehirler geniş, ama genellikle sığ yataklıdır.
Göçebe kavimler için çok uygun bir bölgeydi.
Roma İmparatorluğu kurulur, güçlenir ve sonra da tarih
sahnesinden silinirken, Orta Asya'daki evlerini uzun bir süre önce terk etmiş
olan Slav kavimleri, Dinyeper ve Dinyester nehirleri arasındaki bölgede bulunan
ormanlarda ve ovalarda amaçsızca geziniyorlardı.
Yunanlılar zaman zaman bu Slavlarla karşılaşıyorlardı,
üçüncü ve dördüncü yüzyıllarda onlardan bahseden birkaç gezgin vardı, ama onun
dışında bu kabileler hakkındaki bilgiler, 1800'lü yıllarda Nevada
Kızılderilileri hakkında sahip olunan bilgiler kadar azdı.
Bu ilkel insanların ülkesinden, son derece kullanışlı bir
ticaret yolu geçiyordu ki, bu da onların huzuru açısından kötüydü.
Kuzey Avrupa'dan Konstantinapolis'e uzanan bu ana yol,
Neva'ya kadar Baltık Denizi kıyısından ilerliyor, Ladoga Gölü'nü geçtikten
sonra Volkov Nehri'ne kadar güneye iniyor, oradan da İlmen Gölü üzerinden ve
küçük Lovat Nehri'nden geçiyordu.
Buradan Dinyeper'e kadar kısa bir gemi nakli yolu vardı,
sonra da Dinyeper üstünden Karadeniz'e iniliyordu.
Vikingler bu yolu çok eski bir tarihten beri biliyorlardı.
Dokuzuncu yüzyılda, diğer Vikingler Almanya ve Fransa'da
bağımsız devletlerin temellerini attığı sırada, bazı Vikingler de Rusya'nın
kuzey bölgelerine yerleşmeye başladılar.
862 yılında üç Viking kardeş Baltık denizini aştı ve orada
üç küçük hanedan kurdu.
Bu üç kardeşten yalnızca biri, Rurik adını taşıyan, uzun
bir süre yaşadı ve kardeşlerinin topraklarını da ele geçirdi.
İlk Viking'in gelişinden yirmi yıl sonra başkenti Kiev olan
bir Slav devleti kurulmuştu.
Kiev ile Karadeniz arasında az bir mesafe bulunur.
Örgütlü bir Slav devleti kurulmuş olduğu haberi kısa süre
sonra Konstantinapolis'te duyuldu.
Hıristiyan inancının gayretkeş misyonerleri için yeni
topraklar demekti bu.
Bizanslı keşişler, Dinyeper boyunca kuzeye doğru çıkarak az
bir zamanda Rusya'nın merkezine ulaştılar ve oradaki halkın ormanlarda,
nehirlerde ve dağlardaki mağaralarda yaşadığı varsayılan acayip tanrılara
tapındığını gördüler.
Onlara İsa'nın hikayesini öğrettiler.
Romalı misyonerlerin rekabeti söz konusu değildi. Onlar,
dinsiz Tötonları eğitmekle o kadar meşguldüler ki, uzaktaki Slavlarla
uğraşacak vakitleri yoktu.
Böylece Rusya dinini, alfabesini ve sanatla mimariye
ilişkin ilk fikirlerini Bizanslı keşişlerden edindi.
Doğu Roma İmparatorluğu'nun bir kalıntısı olan Bizans İmparatorluğu
çok doğululaştığı ve Avrupalı özelliklerinin çoğunu yitirmiş olduğu için,
Ruslar bunun sonuçlarından zarar gördüler.
Büyük Rusya ovasının bu yeni devletleri siyasi açıdan pek
başarılı değillerdi.
Vikingler, miraslarını bütün oğulları arasında eşit olarak
paylaştırırlardı.
Küçük bir devletin kurulmasıyla, sekiz ya da dokuz varis
arasında bölünmesi bir oluyor, onlar da topraklarını sayıları her geçen gün
artan kendi mirasçılarına bölüştürüyorlardı.
Birbiriyle rekabet içinde olan bu küçük devletlerin
sürtüşmeleri kaçınılmazdı.
Ortama anarşi hakimdi.
Doğu ufkundaki kızıl bir ışıltı vahşi bir Asya kavminin
saldırısını haber verdiğinde, bu devletler böyle korkunç bir düşmana karşı
koyamayacak kadar parçalanmış ve güçsüz durumdaydılar.
İlk büyük Tatar işgali 1224 yılında gerçekleşti ve Çin'i,
Buhara'yı, Taşkent'i ve Türkistan'ı fethetmiş olan Cengiz Han'ın orduları batı
da sahneye çıktılar.
Slav orduları Kalchik Nehri yakınlarında yenilgiye uğradı
ve Rusya Moğolların insafına kaldı.
Ancak Moğollar, geldikleri gibi büyük bir hızla ortadan
kayboldular.
Ne var ki on üç yıl sonra, 1237 yılında geri döndüler.
Beş yıldan kısa bir sürede, uçsuz bucaksız Rusya ovalarının
her köşesini fethetmişlerdi.
1380 yılında Moskova Grandükü Dimitri Donskoy tarafından
Kulikova ovasında yenilgiye uğratılana kadar, Moğollar Rusya'nın efendisi
oldular.
Rusya'nın bu boyunduruktan kurtulması iki yüzyıl sürmüştü,
çünkü bu boyunduruk çok aşağılayıcı ve hoş olmayan biçimlerde uygulanmıştı.
Slav köylüleri, sefil köleler haline gelmişti.
Ellerinden her türlü onur ve bağımsızlık duygusu alınmış,
açlık, sefalet, kötü davranış ve eziyet insan varlığının normal bir unsuru
olmuştu. Sonunda ister köylü olsun, ister soylu, ortalama Ruslar çok dayak
yediği için hevesi kırılmış ve sahibinden izin almadan kuyruğunu bile sallamaya
cesaret edemeyen köpeklere dönmüşlerdi.
Kaçış yoktu. Tatar Hanı'nın atlıları hızlı ve acımasızdı.
Uçsuz bucaksız bozkırlar kimseye komşusunun güvenli topraklarına sığınma
fırsatı vermiyordu. Herkes çenesini tutup efendisinin emirlerini yerine
getirmeli veya ölüm riskini göze almalıydı.
Elbette Avrupa bu duruma müdahale edebilirdi, ama o da Papa
ile imparatorlar arasındaki kavgalarla, şunu bunu bastırmakla ve dinsizlere
haddini bildirmekle meşguldü.
Böylece Avrupa, Slavları kaderleriyle baş başa bırakıp
kendi başlarının çaresine bakmaya zorladı.
Rusya'nın nihai kurtarıcısı, eski Viking hükümdarların
zamanında kurulmuş küçük devletlerden biri oldu.
Rusya ovasının merkezinde yer alan bu devletin başkenti
Moskova, Moskova Nehri'nin kıyısındaki dik bir tepedeydi.
Bu küçük beylik, Tatarları gerektiğinde memnun ederek,
karşı çıkmak güvenli olduğunda da onlara kafa tutarak on dördüncü yüzyılın ortalarında
yeni bir ulusal yaşamın lideri olmayı başarmıştı.
Tatarların yapıcı politik yetenekten tamamen yoksun
olduklarını hatırlatmakta fayda var. Onlar yalnızca yakıp yıkmayı biliyorlardı.
Yeni yerler fethetmelerinin ana amacı, gelir elde etmekti.
Bu geliri vergi olarak toplamak için de, eski politik yapının belli
unsurlarının hayatta kalmasına izin vermeleri gerekiyordu.
Bu sebeple, vergi tahsildarlığı işlerini yapsınlar ve
Tatarlar adına komşularını soysunlar diye Büyük Han'ın lütfuyla yaşamını
sürdüren pek çok küçük şehir vardı.
Çevresindeki bölgeleri sömürerek genişleyen Moskova şehri,
sonunda efendisi Tatarlara karşı açık isyanı göze alabilecek kadar güçlendi.
İsyan başarılı oldu ve Rus bağımsızlık davasının lideri
olarak kazandığı ün, Moskova'yı Slav ırkı için iyi bir gelecek olduğuna hala
inanan herkes için doğal merkez haline getirdi.
1453 yılında Türkler Konstantinapolis'i fethettiler.
Bundan on yıl sonra, III. İvan'ın hüküm sürdüğü Moskova,
batı dünyasına Slav devleti olarak Bizans İmparatorluğu'nun dünyevi ve ruhani
mirasıyla, Konstantinapolis'te sürdürüldüğü biçimiyle Roma İmparatorluğu
geleneklerine sahip çıktıklarını ilan ettiler.
Bir kuşak sonra Korkunç İvan baştayken Moskova grandükleri
Sezar, yani Çar ünvanını alacak ve batı Avrupa'dan tanınma talep edecek kadar
güçlenmişlerdi artık.
1598 yılında, I. Fyodor döneminde, ilk Viking yerleşimlerinin
varisi Rurik hanedanı sona erdi.
Bundan sonraki yedi yıl boyunca ülkede Tatar melezi Boris
Godunov çar olarak hüküm sürdü.
Büyük Rus halk kitlelerinin kaderi, onun döneminde çizildi.
İmparatorluğun toprağı bol, parası azdı.
Ticaret yapılmıyordu, hiç fabrika yoktu.
Zaten birkaç tane olan şehirleri, pislik içinde sürünen
köylerdi.
Ülke, güçlü bir merkezi idareyle bitmek tükenmek bilmez
sayıda cahil köylüden oluşuyordu.
Slav, Viking, Bizanslı ve Tatarların çeşitli etkilerinin
bir karışımı olan bu hükümet, devletin çıkarı hariç hiçbir şeyi tanımıyordu.
Bu devleti korumak için bir ordu gerekliydi.
Askerlere ödeme yapmak için alınacak vergileri toplamak
üzere devlet memurları olmalıydı. Çok sayıdaki memura ödeme yapmak için de
toprak gerekliydi.
Doğuda ve batıda uzanan uçsuz bucaksız bozkırlarda bu
maldan bol bol bulunuyordu, ama tarlaları sürecek ve sığırlara bakacak işçiler
olmadan toprak bir işe yaramaz.
Bu nedenle, eski göçebe köylülerin hakları birer birer
ellerinden alındı, sonunda on yedinci yüzyılın ilk senesinde bu köylüler resmi
olarak üzerinde yaşadıkları toprağın parçası haline getirildiler.
Rus köylüleri artık özgür değildi.
Serf, yani köle olmuşlardı (köleden tek farkları,
satılamamalarıydı) ve 1861 'de kaderleri son derece korkunç bir hale gelip de
teker teker ölmeye başlayıncaya kadar öyle kaldılar.
On yedinci yüzyılda, hızla Sibirya'ya doğru yayılarak
büyüyen topraklarıyla bu yeni devlet, Avrupa'nın fark etmek zorunda kaldığı bir
güç haline gelmişti.
Boris Godunov'un ölümünden sonra, Rus soyluları 1613
yılında içlerinden birini çar olarak seçmişlerdi.
Kremlin1n hemen dışında küçük bir evde yaşayan Moskovalı
Romanov ailesinden gelen Fyodor'un oğlu Mihail'di bu.
1672 yılında Mihail'in büyük torunu ve bir başka Fyodor'un
oğlu olan Petro doğdu.
Çocuk on yaşına geldiğinde, Rus tahtına üvey kız kardeşi
Sofia çıktı.
Küçük Petro'ya, ulusal başkentin banIiyölerinde vakit geçirme
izni verilmişti, bu banliyöler de yabancılarla doluydu.
İskoç bar sahipleri, Hollandalı tüccarlar, İsviçreli
eczacılar, İtalyan berberler, Fransız dans hocaları ve Alman öğretmenlerle
çevrili olan genç prens, işlerin farklı yürüdüğü çok uzaktaki gizemli Avrupa
hakkındaki ilk ve alışılmadık bilgilerini bu sayede edindi.
Petro on yedi yaşındayken aniden kardeşi Sofia'yı tahttan
indirdi ve onun yerine Rusya hükümdarı oldu.
Yarı barbar ve yarı Asyalı bir halkın çarı olmaktan memnun
değildi. Uygar bir devletin başı olmak istiyordu.
Rusya'yı bir gecede bir Bizans-Tatar devletinden bir Avrupa
imparatorluğuna dönüştürmek kolay iş değildi.
Bunun için güçlü eller ve yetkin bir kafa gerekiyordu, Petro'da
ikisi de vardı.
Modern Avrupa'yı eski Rusya'ya nakletme ameliyatı, 1698'de
gerçekleştirildi.
Hasta ölmedi ama son beş yılın olaylarının çok açık bir
şekilde gösterdiği gibi, şoktan da hiçbir zaman çıkamadı.
Rusya
İsveç'e Karşı
Rusya
ile İsveç Kuzeydoğu Avrupa'nın lider gücünü belirlemek için savaşıyor
Çar Petro, 1698 yılında Batı Avrupa'ya ilk yolculuğunu
yaptı. Berlin'e gitti ve oradan Hollanda'yla İngiltere'ye geçti.
Çocukken, evde yaptığı bir kayıkla babasının çiftlik evinin
ördek havuzuna açılmaya kalkışmış, boğulmaktan zor kurtulmuştu. Suya duyduğu bu
tutku, hayatı boyunca devam etti ve kıyıları kapalı topraklarından denize doğru
ulaşma isteğinde kendini gösterdi.
Büyük
Petro Hollanda tersanesinde
Sevilmeyen ve sert davranışlı genç çarın uzakta olmasından
faydalanan Moskova'daki eski Rus tarzı taraftarları, onun bütün reformlarını
tersine çevirmek için çalışmaya koyuldular.
Muhafızları arasında, yani Streltsi Alayı'nda çıkan ani bir
isyan, Petro'yu apar topar ülkesine dönmek zorunda bıraktı.
Çar kendini baş infaz memuru olarak atadı, Streltsi
muhafızlarının tamamı asıldı.
Ayaklanmanın önderliğini yapmış olan üvey kız kardeş Sofia
bir hücreye kapatıldı ve Petro'nun iktidarı gerçekten başladı.
Aynı sahne, Petro 1716'da ikinci kez Avrupa seyahatine
çıktığında tekrarlandı.
Bu defa gericilerin Iiderliğini Petro'nun yarı deli oğlu
Aleksey yapıyordu.
Çar, bir kez daha büyük bir aceleyle eve döndü.
Aleksey hapishanedeki hücresinde dövülerek öldürüldü, eski
Bizans usullerini sevenler de Sibirya'daki kurşun madenlerine kadar yaya olarak
yapacakları binlerce kilometrelik yolculuklarına başladılar.
Bundan sonra genel hoşnutsuzluk kaynaklı ayaklanmalar
olmadı ve Petro ölene kadar reformlarını sürdürdü.
Yaptığı yeniliklerin tarihsel sıralamasını yapmak kolay bir
iş değil.
Çar çılgın bir hızla çalışıyor, belirli bir sistemi takip
etmiyordu.
Yasalarını o kadar süratli çıkarıyordu ki, bunların
çetelesini tutmak zor.
Petro, daha önce olmuş her şeyin yanlış olduğunu düşünüyordu.
O nedenle bütün Rusya mümkün olan en kısa sürede değişmeliydi.
Öldüğünde ardında iki yüz bin kişilik iyi eğitilmiş bir
ordu ve elli gemiden oluşan bir donanma bıraktı.
Eski hükümet yönteminden bir gecede vazgeçilmişti.
Duma, yani soylular meclisi feshedildi, çar onun yerine
Senato adı verilen ve devlet görevlilerinden oluşan bir danışmanlar kurulu
topladı.
Rusya sekiz büyük "hükümete': yani eyalete bölündü.
Yollar yapıldı. Şehirler kuruldu.
Hammadde olup olmadığına bakılmaksızın çarın hoşuna giden
yerlerde sanayi tesisleri yaratıldı.
Kanallar açıldı ve doğudaki dağlarda madenler kazıldı.
Bu okuma yazma bilmeyenler ülkesinde, okullar kuruldu,
yüksek öğrenim için üniversiteler açıldı, hastaneler ve özel okullar kuruldu.
Hollandalı denizcilik mühendisleri ve tüccarlarla, dünyanın dört bir tarafından
zanaatkarlar Rusya'ya gelmeye teşvik edildi. Matbaalar kuruldu, yalnız bütün
kitapların önce imparatorluk sansürcüleri tarafından okunması gerekiyordu.
Toplumun her sınıfının görevleri yeni bir kanunla dikkatle
belirlendi, medeni kanun ve ceza kanunu basılı ciltler halinde bir araya
toplandı.
Eski Rus kıyafetleri imparatorluk bildirgesiyle yasaklandı,
şehirlerarası yollarda ellerinde makasla bekleyen polisler uzun saçlı Rus
mujikleri aniden sinekkaydı tıraşlı batı Avrupalıların hoş benzerlerine
dönüştürdü.
Çar, dinsel konularda güç ayrılığına hiçbir şekilde hoşgörü
göstermedi.
Avrupa'da olduğu gibi Papa ile imparator arasında bir
çekişmeye meydan verilmemeliydi.
Petro, 1721 yılında kendini Rus kilisesinin başı ilan etti.
Moskova Patrikliği feshedildi ve Ruhani Meclis kilise
kurumunun her meselesi için en yüksek yetkili olarak sahneye çıktı.
Ne var ki eski Rus unsurları Moskova kentinde kendilerine
bir dayanak bulduğu sürece bu çok sayıdaki reformun başarılı olması mümkün
değildi.
Petro o yüzden hükümdarlığını yeni bir başkente taşımaya
karar verdi.
Çar, yeni şehrini Baltık Denizi'nin sağlıksız bataklıkları
arasında inşa etti. Arazinin düzeltilmesi işi, 1703 yılında başladı. Kırk bin köylü,
yeni imparatorluk şehrinin temellerini kurmak için yıllarca çalıştılar.
İsveçliler Petro'ya saldırarak şehrini yıkmaya çalıştılar,
hastalık ve sefalet on binlerce köylünün ölümüne yol açtı.
Yine de çalışmalar yaz kış demeden sürdürüldü ve ısmarlama
şehir kısa sürede ortaya çıkmaya başladı.
1712 yılında da resmen "imparatorluk konutu" ilan
edildi.
On iki yıl sonra nüfus yetmiş beş bine ulaşmıştı.
Şehir yılda iki defa Neva Nehri'nin suları altında
kalıyordu.
Çar'ın olağanüstü iradesiyle hendekler ve kanallar açıldı,
sellerden zarar gelmemeye başladı.
Petro 1725 yılında öldüğünde, Kuzey Avrupa'nın en büyük
şehrinin sahibiydi.
Büyük
Petro yeni başkentini inşa ediyor
Tabii bu kadar tehlikeli bir rakibin hızlı yükselişi bütün
komşuları için büyük bir endişe
kaynağıydı.
Petro da Baltık rakibi İsveç krallığının maceralarını büyük
bir ilgiyle takip ediyordu.
Otuz Yıl Savaşları'nın kahramanı Gustaf Adolf'un tek kızı
Kristina 1654 yılında tahttan çekilerek kalan günlerini sadık bir Katolik
olarak geçirmek üzere Roma'ya gitti.
Vasa hanedanının son kraliçesinin yerine, Gustaf Adolf'un
Protestan yeğenlerinden biri geçti.
Yeni hanedan, X. ve XI. Charles'ın hükümdarlıkları
sırasında İsveç'i gelişmişliğin en üst noktasına taşıdı.
Ne var ki XI. Charles 1697 yılında aniden öldü, yerine de on
beş yaşında bir çocuk olan XII. Charles geçti.
Kuzey devletlerinin çoğunun uzun süredir beklediği an
gelmişti.
On yedinci yüzyılın büyük din savaşları sırasında İsveç komşularının
zararına olacak biçimde büyümüştü. Komşular da artık hesapları denkleştirmenin
vaktinin geldiğine inanıyorlardı.
Bir tarafta Rusya, Polonya, Danimarka ve Saksonya'nın,
diğer tarafta da İsveç'in olduğu bir savaş patlak verdi.
Petro'nun eğitimsiz askerleri, 1700 yılının Kasım ayında
yapılan ünlü Narva Savaşı'nda Charles karşısında ağır bir yenilgiye uğradılar.
Sonra o yüzyılın en ilginç askeri dehalarından biri olan
Charles diğer düşmanlarına saldırdı ve dokuz yıl boyunca Polonya'nın,
Saksonya'nın, Danimarka'nın ve Baltık eyaletlerinin köy ve şehirlerini yakıp
yıktı.
Bu arada Petro da uzaklardaki Rusya'da çalışıyor,
askerlerini eğitiyordu.
Bunun sonucu olarak 1709 yılındaki Poltava Savaşı'nda
Moskovalılar İsveç'in yorgunluktan tükenmiş ordularını ezip geçtiler.
Charles gayet renkli bir figür ve harika bir romantik
kahraman olmayı sürdürdü ama intikam almaya yönelik boş çabası ülkesinin
mahvına neden oldu.
1718 yılında kazayla öldürüldü veya suikast sonucu öldü
(hangisi olduğunu bilmiyoruz).
1721 'de Nystad Barışı imzalandığında İsveç, Finlandiya
hariç elindeki bütün Baltık topraklarını kaybetmiş, Petro tarafından yaratılan
yeni Rus devleti Kuzey Avrupa'nın lider gücü olmuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder