Moskova

Moskova

31 Mart 2012 Cumartesi

Rus Edebiyatı buluşmaları


Türk Rus Kültür Vakfı Başkanı Fatih Baltacı, Marmara Üniversitesi Sultanahmet Rektörlük binasında gerçekleştirilen etkinlikte yaptığı konuşmada, Aleksandr Sergeyeviç Puşkin’in Rus edebiyatının en parlak meşalesini tutturmuş bir şair olduğunu belirterek, “Ünlü Türk şairi Yahya Kemal Beyatlı’nın dediği gibi, bir milletin şiiri, çağlar boyunca elde ele gezen bir meşaledir. Puşkin, ölümünden 175 yıl sonra böyle bir dinleyici kitlesini kendine çekebilmektedir” dedi.

Türk Rus Kültür Vakfı’nın en büyük gayelerinden birinin Rus ve Türk toplumları arasında evrensel bir dil olan sanat aracılığıyla kültür köprüleri kurmak olduğunu söyleyen Fatih Baltacı, “Sanat aracılığı ile iki ülke arasında daha büyük dostluklar inşa edeceğiz” dedi.

Tüm Rusya Puşkin Müzesi Müdürü Prof. Dr. Sergey Nekrasov da konuşmasına, ”Puşkin olmasaydı Rus edebiyatı ve dili olamazdı” diye başladı. Puşkin’in yetenekleriyle tüm dünya halklarının kalbine girdiğini vurgulayan Nekrasov, 1837′de hayatını kaybeden Puşkin için 1879′da faaliyete geçen müzenin Rusya için çok önemli olduğunu kaydetti.

”Puşkin Ödülü” sahibi şair Ataol Behramoğlu ise yaptığı konuşmada kendisi için Puşkin’in hürriyetin sesi olduğunu şu sözlerle ifade etti: “Puşkin benim için hürriyetin sesidir. Kişisel ve toplumsal hürriyetin sesiydi” Behramoğlu, önce akıcı Rusçası ile ardından da Türkçe, Puşkin’in şiirlerini okudu. Etkinliğe, İstanbul Vali Yardımcısı Kazım Tekin ile Türk ve Rus davetliler katıldı.

Rus sanatçı Vitali Romanov’un da Puşkin şiirleri okudu. Moskova Tchaikovsky Devlet Konservatuarı Opera Tiyatrosu solisti soprano Evgeniya Dushina ve bariton Nikaloy Efremov birbirinden etkileyici romanslarla etkinliğe renk kattılar.

Kaynak : haberler.com (29 Mart 2012)

30 Mart 2012 Cuma

Bu da “mini etek” anketi!

















Kaynak: http://www.moskovalife.com/

Henüz bahar kendini göstermedi, ama Moskovalı genç kızlar yavaş yavaş paltolarının altına mini eteklerini giymeye başladı. Komsomolskaya Pravda gazetesi muhabirlerini sokağa göndermiş ve belki de şimdiye kadar kimsenin aklına gelmeyen bir anket düzenlemiş: Mini etek anketi. Gazetenin muhabirleri Moskova’nın değişik yerlerine giderek mini eteklerin boyunu ölçmüş!

Teatralyana Ploşad’da ölçüm yapılan ilk genç kızın eteğinin boyu 47 santimetre çıkmış. KIzıl Meydan’da etek boyu 45 santime inmiş. K. Pravda muhabirlerinin Kızıl Meydan’la ilgili bir de notu var: Buradaki kızların bacakları Umma Turman gibi!...

Manej Meydanı’ndaki ankette mini etek boyu 35 santime kadar azalıyor.

Tabii anket sadece “Moskovalı genç kızların mini etek boyu” ile ilgili değil. K.Pravda muhabirleri psikologlarla konuşmuş. Psikologların görüşü, mini etek giymekle sosyal durum arasında bir bağlantı olabileceği yönünde. Ayrıca, güvenlik sorunu bulunmayan kentlerde mini etek giyenlerin sayısının daha fazla olduğu söyleniyor. Psikologların bir başka tespiti ise, taşrada sadece evinde mini etek giyebilen genç kızların büyük kente gelince sokakta kısa etek giyebilmesi.

Ünlü Rus modacı Valentin Yudaşkin, çok kısa eteğin moda olmadığını, genelde dizin iki parmak üstü boydaki eteğin populer olduğunu söylüyor.

Rus köylülerin bahar dansı ve şarkısı internette rekor kırıyor


Kaynak:Fuad Seferov, Moskova, Cihan

Rusya'da uzun süren kış aylarının ardından ilkbaharın gelişi en çok köylüleri sevindirdi. Lyeha Lyahov’un çektiği Rus köylülerin sevinci ve ilginç dansları eşliğinde şarkı söyledikleri klip internette rekor kırıyor.

Sıradan bir Rus köyünü anlatan klipte Vova Slışkin isimli bir ihtiyar ile yeğeni evlerinden çıkarak son kış günlerini uğurladı, ilkbaharın gelmesinin tadını çıkardı.

Klipte Rus müzisyen İgor Rasteryaev'in bestelediği şarkıyı söyleyen Ruslar, "Elele vererek dolaşmaya çıktık, arazi boyunca, ah Nisan seli sen çok hoşuma gidiyorsun.” diyor.

Şarkının devamında, “Güneş, kir, serçeler..Kedi garajda bağırıyor, ben ise ıslak sokaklarda dolaşıyorum ilkbahar cesaretiyle. Bir kaç ay sürgün hayatı gibi, onlar sadece Nisan için sabırsızlandı” ifadeleri yer alıyor.

İşte şarkının linki:

http://www.haberrus.com/video-gallery/2012/03/28/rus-koylulerin-bahar-dansi-ve-sarkisi-internette-rekor-kiriyor.html

Herkes aynı soruyu soruyor: Bahar ne zaman gelecek?



Kaynak:http://www.moskovalife.com/

Son yılların en soğuk ve sert kışını yaşadığımız konusunda herkes aynı görüşte. “Klasik Rus kışı” ile dolu günler geçirdiğimizi herkes biliyor ama bilinmeyen baharın ne zaman Moskova’nın kapısını çalacağı…Uzmanlar şu anda havanın mevsim normallerinin 3-5 derece altında bulunduğunu söylüyor.

Yine uzmanlar, baharın gelişinin bir hafta kadar gecikebileceğini tahmin ediyor. Bu durumun sorumlusu olarak ise, Grönland’dan gelen soğuk hava dalgası gösteriliyor. Bu hafta boyunca Moskova’da kar ya da karla karışık yağmur devam edecek. Büyük olasılıkla en geç önümüzdeki haftanın ortasında nihayet baharla kucaklaşacağız.

27 Mart 2012 Salı

Kardan Kadın yapmak













M.Hakkı Yazıcı
mhyazici@yandex.ru
Kaynak:http://www.turkrus.com/


Sabah bizim evin önündeki sokağı temizlemekle görevli Tacik “duvornik”in kar kürerken çıkardığı gürültüyle erkenden uyandım.

Çıkmadan önce pencereden dışarı baktım; sanki hiç sona ermeyecekçesine kar yağmaya devam ediyordu.

Bu arada Selçuk, telefon etti; neredeyse gelenekselleşen okul arkadaşları toplantısına, İzmir Urla’ya davet ediyordu. Bahar çiçekleri boy göstermeye başlamış, gelmezseniz bu görsel şöleni kaçırırsınız, pişman olursunuz, diyor.

Selçuk karısıyla Urla’ya yerleşti. Güzel bir emeklilik hayatı yaşıyor. Yalnız o mu? Bizim arkadaş çevresinden birkaç kişiyi daha oralara aldı. Onları kıskanmamak mümkün değil.

***
Türkiye’den bazı dostlar hava durumu haberlerini görüp hal hatır soruyorlar. “Hava çok mu soğuk, üşüyor musun?” diyorlar.

Bu soğuk havalarda “Yandık…Yandık ki ne yandık!...” diyebilmek komik bir mecazi ifade kuşkusuz.

Oralardan buraları anlamak zor.

Moskova’da havalar bildiğiniz gibi…Yani yeni bir şey yok… Kar, buz, sasulka…Kış mevsiminin en soğuk günleri geldi, geçiyor.


Rusların kışın neşeli bir şekilde uğurlanması, güneşin doğması, baharın sevinçle karşılanması ve hayatın yeniden başlaması anlamına gelen Maslenitsa(Масленица) Bayramı’nın 20 Şubat’ta kutlanmasının üzerinden çok geçti; ancak kış hala bütün haşmetiyle devam ediyor.
Moskova’da yaşayıp da hava durumu haberlerine ilgisiz kalmak mümkün değil. Neyse ki ben artık alışanlar sınıfına girdim. Bahara az kaldı diye avunuyorum. Benim kriterim Moskova’da fıskiyelerin açılması… Bu sene de büyük bir ihtimalle,her sene olduğu gibi Nisan sonunda açılacaktır.

Neyse fıskiyelerin açıldığı, parkların bahçelerin çiçeklerle donandığı günlere az kaldı. Biraz daha sabır…

Ve baharla birlikte hayat yeniden canlanacak.

***


Dışarı çıktım. Bir iş görüşmem var. Bu havada İstanbul’unkine bile rahmet okutan meşhur Moskova trafiğinin doruğuna çıkacağı aşikar. Gideceğim yere Metro’yla ulaşmak en akıllıcası… Ancak yine de uzun bir yürüme mesafesi var.
Deli kar taneleri yüzümü, göğsümü dövüyor,

Üşüyorum!..

Soğuktan yılınca insanın bazen kendi kendine yahu ne işin vardı da güzelim memleketini bırakıp geldin buralara diyesi geliyor.

Bu sene Türkiye’de de yoğun kar yağışı olunca gazetelerin “İstanbul Moskova’ya benzedi!..” benzeri manşetler atması aklıma geliyor. Başkaca neler vardı gazetelerde hatırlamaya çalışıyorum.

İstanbul’da yoğun kar yağışı sonunda kent bir anda Moskova’yı anımsatan beyaz bir örtüyle kaplanmıştı. Kar yağışının beklenmesi, yani sürpriz olmamasına karşın İstanbul’da yine bildik manzaralar yaşanmıştı.

Metrobüs otobüsleri Zincirlikuyu’daki yokuşu çıkamayınca ve Boğaz Köprüsü bir süre trafiğe kapatılmış, vatandaşlar “yürüyerek” başlarının çaresine bakmak zorunda kalmış ve aslında yaya trafiğine kapılan olan Boğaz Köprüsü evlerine varmaya çalışanların akınına uğramıştı. Arabalarındaki İstanbulluların evlerine ulaşması ise saatler almıştı. Neyse ki kar yağışı daha fazla devam etmemiş ve facianın eşiğinden dönülmüştü!

Bir başka memleket haberi ise şöyleydi;

Düzce'nin Akçakoca İlçesi'nde 3 günlük etkili kar yağışı sonunda ilçe merkezindeki kar kalınlığı 40 santime ulaşmıştı. Kar yağışı altında eğlenen Düzce Üniversitesi Akçakoca Meslek Yüksek Okulu öğrencileri Osmaniye Mahallesi'nde kaldıkları evin yanında kardan adam yapmak yerine kardan kadın yapmıştılar. Öğrenciler, "Herkes kardan adam yapıyor. Biz değişik bir şey yapmak istedik," demişlerdi.

Yurdum insanı "kardan kadın" yapmıştı.

Bu gençler, Rusların kardan adama “adam” demediklerini bilmiyorlardı tabii … İlginç, Ruslar, İngilizce’de bile kardan adam (snowman) denilen şeye, bizim “kardan adam” dediğimize “kardan kadın” (snejnaya baba- СНЕЖНАЯ БАБА) diyorlar. Bu, kadınların toplumsal yaşamda çok ağırlıklı bir yerinin olmasının ve farklı bir kültürün olumlu bir göstergesi bence.

***
Ve bana en ilginç gelen haberlerden biri de İzmir’e 21 sene sonra kar yağmasıydı. Karın keyfini yaşamak isteyen İzmirliler, meydanlarda ve parklarda kartopu oynamışlardı.

Gülüyorum…

İnternette dolaşan bir İzmirlinin Günlüğü başlıklı ileti aklıma geliyor. Aynen şöyleydi:

Kanada'ya Taşınan Bir İzmirli'nin Günlüğü... :))))

Sevgili Günlük,

12 Ağustos
Göçmenlik başvurum kabul edildikten sonra Kanada'daki yeni evime taşındım. Çok
heyecanlıyım. Burası çok güzel. Dağların manzarası muhteşem. Onların karlarla kaplı halini görebilmek için sabrımı zorluyorum.

14 Ekim
Kanada dünyanın en güzel yeri. Yapraklar kırmızı ve turuncunun tonlarına dönmeye başladı. Bir atla kir gezintisi yaptım ve bir kaç geyik gördüm.. Çok güzeldiler. Muhtemelen yeryüzündeki en harika hayvanlar.. Burası cennet olmalı. Burayı çok seviyorum.

11 Kasım
Geyik avlama sezonu kısa bir sure sonra başlıyor. Böyle harika hayvanları öldürmeyi nasıl olur da isterler anlamıyorum. Umarım yakında kar yağısı başlar. Burayı seviyorum.

2 Aralık
Dün gece kar yağdı. Her yerin beyaz bir örtü ile kaplanışını seyretmek için gece kalktım. Tıpkı kartpostal gibi. Meğer yıllarca İzmir'de yaşayarak kendime haksızlık etmişim. Dışarı çıktık merdivenlerdeki ve garajın önündeki karları kürekle temizledik. Kartopu oynadık (ben kazandım:)) Kar temizleme makinesi (belediye'nin) gelince, garajın önündeki karları tekrar temizlemek zorunda kaldık. Harika bir yer. Kanada’yı çok ama çok seviyorum.

12 Aralık
Dün gece biraz daha kar yağdı. Kürekle garajın önündeki karları tekrar temizledik. Burayı seviyorum.

19 Aralık
Dün gece biraz daha kar yağdı. İşe gitmek için garajdan çıkamadım. Burası çok güzel bir yer fakat kürekle kar temizlemekten yoruldum. Kar temizleme makinesine Lanet olsun ! Sanki beni bekliyor ve sonra yoldan geçerek karları garaj kapıma yığıyor.

22 Aralık
Bu beyaz boktan dün gece biraz daha yağdı. Kürekle kar atmaktan ellerim su topladı ve belim ağrımaya başladı. Kar temizleme makinesini ben garajın önünü kürekle temizleyene kadar yolun köşesinde gizlendiğini düşünüyorum pezevengin...

25 Aralık
Sıçtığımın karı, yine yağdı. Eğer kar temizleme makinesini kullanan pezevengi bir elime geçirirsem yemin ederim o puştu gebertecem. Yollardaki lanet buzları eritmek için neden daha fazla tuz kullanmadığını anlamıyorum.

27 Aralık
Allahın belası, dün gece yine kar yağdı. Kar temizleme makinesinin en son gelişinden beri 3 gündür karları kürekle atamadığım için eve hapsoldum. Hiç bir yere gidemiyorum. Hava durumunu sunan spiker bu gece 5 santim daha yağacağını söyledi. 25 cm. karın kaç kürek edeceğini sizler biliyor musunuz ?

28 Aralık
Kuş beyinli spiker yanılmış, tam 83 cm. daha kar yağdı. Bu gidişle karlar yazdan önce erimez. Kar temizleme aracı kara saplandı ve hıyar oğlu hıyar sürücü benden küreğimi ödünç istedi. Karları temizlerken tam altı kürek kırdığımı ve sonuncusunu da onun kalın kafasında kırmaktan zevk duyacağımı söyledim.

4 Ocak
Nihayet evden çıkabildim. Markete gittim ve yiyecek aldım. Dönüşte lanet geyiğin biri arabamın önüne atladı. Arabamda yaklaşık 3000 dolarlık hasar var. Bu hayvanların hepsini gebertmek lazım. Lanet çirkin yaratıklar her yerde varlar. Umarım avcılar hepsinin kökünü kurutur.

3 Mayıs
Arabayı şehirde bir tamirciye götürdüm. Yollara dökülen baş belası tuzlar yüzünden arabamın kaportası çürümüş.

10 Mayıs
Türkiye’ye kesin dönüş yaptım ve İzmir’ime bir daha ayrılmamak üzere yerleştim.
Suratına s…yım Kanada'nın da, karın da, geyiklerin de...




***
Bu hikaye biraz içimi ısıtıyor, ancak yine de üşüyorum. 

Dişlerim takırdıyor soğuktan.
Ne mutlu; demek ki yaşıyorum!

Ruhum dilim dilim.
Ağlamak istiyorum, ağlayamıyorum.

Biliyorum ki gözyaşlarım daha yanaklarıma süzülmeden minik buz taneleri olarak ayaklarımın dibine düşecek.

Anılarımı da peşim sıra sürükleyip getirmişim gurbet ellere.

Kuyuya atılmış bir taş gibiyim.

Bir varmış, bir yokmuş; bir zeytin ağacı varmış, deniz kıyısında…

Bir metro deliği bulabilsem ne mutlu olacağım.

Rus kızları güzel…miş. Hem de çok güzel…miş.

Kar taneleri yüzümde şaklayan buzdan bir kamçı gibi.

Bir varmış, bir yokmuş; bir zeytin ağacı varmış, deniz kıyısında güneşi kucaklayan…

Şu köşeyi dönünce metro deliğine ulaşabilsem ne mutlu olacağım.

Kızlar çok güzel…miş, bacakları sütun gibi…imiş.

Kar tanelerinin arasından İki yüz metre ilerideki metro tabelasını seçiyor gözüm.

Bir varmış, bir yokmuş; deniz kenarında kumların üzerinde güneşlenen bir kız varmış,. Güneşten kararmış yüzünü süsleyen bir gülüşü varmış. Kız, güneş, deniz, zeytin ağacı çok yakışırmış birbirlerine.

Metronun girişine ulaşıyorum. Kar taneleri dövemeyecek artık beni. Metro deliğinden içeri süzülüyorum. Sıcak bir hava karşılıyor beni içeride.

Mutluyum!



25 Mart 2012 Pazar

Buranovalı “komünist” nineler


Kaynak:Cenk Başlamış/Gazete Port

Belki duymuşsunuzdur, haber gerçekten ilginç: Bu yıl Bakü’de yapılacak Eurovision Şarkı Yarışması’nda Rusya’yı bir grup “babuşka” temsil edecek!

Haklı olarak “babuşka ne” diye soracaksınız... “Babuşka”yı (çoğulu babuşki) Türkçe’ye kestirmeden “nine” diye çevirebiliriz. Grubun adı “Buronavskiye Babuşki”, yani “Buranovalı Nineler. Bu “yaşını başını almış” şarkıcılar çoğumuzun herhalde adını bile bilmediği Rusya’ya bağlı Udmurt Özerk Cumhuriyeti’ndeki Buranova köyünde yaşıyor. Udmurtya, Moskova’nın güneyinde kendi halinde bir yer. Bir milyonluk nüfusun çoğunluğunu Ruslar oluşturuyor, kalanlar Udmurt ve Tatar.

Grubun yaş ortalaması 70, en yaşlı “şarkıcı” ise tam 85 yaşında. İngilizce adı “Party for Everyone” (Herkes İçin Parti) olan şarkıda altı nine herkesi bol bol dansa davet ediyor.

Hepsi her daim mutlu, çünkü gündelik hayatta bile, yani yemek yaparken, bulaşık yıkarken, dikiş dikerken kendi ninelerinden öğrendikleri gibi durmadan şarkı söylüyorlar. İşin ilginç yanı “nineler”in söylediği Rusya elemelerini kazanan şarkının kısmen İngilizce, yani Rusya’nın taşrasında yaşayan yaşlı kadınların tek kelimesini bile bilmediği bir dilde olması. Gerçi, belli ki İngilizce’ye yatkınlıkları da var, çünkü daha önce Beatles’ın şarkılarını-kötü bir aksanla da olsa- seslendirerek Udmurtya’da bayağı bir ün yapmışlar. Grup aslında 2010 yılında da Eurovision elemelerine katılmış, başarılı olamamış. Ama Udmurt dilinde söyledikleri şarkılar gençler arasında telefon melodisi yapacak kadar popülerite kazanmış. “Nineler” şimdi harıl harıl mayıs ayı başında Bakü’de yapılacak yarışmaya hazırlanıyor; bir yandan İngilizce aksanlarını mükemmelleştirmeye, diğer yandan da evsahiplerinin gönlünü çalmak için bir kaç Azerice kelime öğrenmeye çalışıyorlar.

Hazır söz “Rus nineler”den açılmışken devam edelim; “babuşka”ların Rus toplumunda çok özel bir yeri vardır. Onlardan bazen daha da sempatik şekilde, “babulya”, “babusya”, “babulenka” ya da “babuleçka” diye söz edilir. Klasik bir “babuşka”yı gözünüzde şöyle canlandırabilirsiniz:

En az 60-65 yaşlarındadır. Pamuk tenli kırış kırış yüzünde hayatın derin izlerini taşır, masmavi gözlüdür, beyaz saçlarını eşarba ya da şapkasina hapseder, sağlık durumuna göre kimi zaman bastonla yürür, minik bir alışveriş için, mesela siyah ekmekle sütünü koyacağı bez ya da naylon bir torbaya sıkı sıkıya yapışır, gerekirse herhangi bir kuyrukta saatlerce bekleyecek kadar sabırlı ve inatçıdır, zaman zaman çevresine tehditkar bakışlar atmaktan çekinmez ama yine de sevimliliğinden bir şey kaybetmez...

Yüzündeki derin çizgiler mücadeyle dolu geçen yıllarla oluşmuştur; zaten şu anda “babuşka” yaşında olanların tamamı Sovyet dönemini görmüştür ve çoğu tutkulu birer komünisttir. Ama onlar “komünizm”den kesinlikle ideolojiyi anlamaz, onlar için “komünizm” Batı’nın kuşatması altında bir ülkenin hayatta kalma savaşına destek vermektir. Ülkesi ona hangi görevi veriyorsa, öğretmenlik, doktorluk, askerlik ya da temizlikçilik, onu yapmak, yani vatanı seven vatandaş olmaktır.

Hayatını adadığı ülke artık yaşamadığı için olsa gerek çoğu zaman yüzünde bir hüzün vardır. Bazen hüznü aksi bir yüz ifadesiyle gizlemeye çalışır.

“Babuşka” nın aile içinde özel bir misyonu vardır; eğer çok yaşlı değilse evi çekip çevirir, küçük çocuklara bakar, onları okula götürür.

Klasik bir “babuşka”nın en önemli özelliklerinden biri çok konuşmasıdır! Çok konuşur, her şeye karışır, her şeyi bilir, bol bol da söylenir! En sevdiği mekan, apartmanların avlularındaki banklardır. Eğer hava iyiyse diğer ninelerle toplanıp hem muhabbet eder hem de yabancı birinin ortalarda dolaşıp dolaşmadığına bakar. “Hafiye” gibidir, birisini gözü tutmazsa ayak üstü sorguya çeker, kuşkuları artarsa polise haber verir.

Yaş ilerleyince en küçük rahatsızlıkta hastane kapısını aşındırmaya başlar. Özellikle semt poliklinikleri onlarla doludur; bu yüzden uzun kuyruklarda beklemek zorunda kalan sabırsız gençler ara sıra öfkeli bakışlar fırlatsa da “nine”ye saygıda kusur etmezler. Çünkü zaman zaman kaprisli ve aksi olsalar da “babuşka”ları herkes çok sever.

İşte, Eurovision’da Rusya’yı temsil edecek yaşlı kadınların öyküsü. Gerçi Buranova köyünden gelen son haber biraz tatsız, şarkıcılardan Natalya Pugaçeva’nın başı kocasıyla dertteymiş. Öfkeli koca, “Sen bu şarkıcılık işine kendini fazla kaptırdın, ev işlerini iyice boşladın” diyerek karısını eve kilitlemiş, provalara göndermiyormuş! Ama bilen bilir, bir “babuşka” asla teslim olmaz...

Yarışmada Türkiye adına yarışacak Can Bonomo da Rus nineleri dinlediğini, çok beğendiğini söylüyor ve “Benim favorim diyebilirim. Çok güzel bir iş çıkarmışlar…" diyor.

Belli mi olur, belki de Eurovision tarihinin en büyük sürprizine imza atar sevimli yaşlılar…

İstanbul’un ilk Rusları

Mustafa ALTUNTAŞ /VATAN

1917’de ülkelerini terk etmek zorunda kalan Ruslar’ın İstanbul macerası kitap oldu. “Esir Şehrin Misafirleri Beyaz Ruslar” kitabında Rus kadınlar İstanbullu erkeklerin başını döndürüyor, Türk kadınlar buna isyan ediyor.

Kızıl Ordu’ya muhalif olan ve kendilerine Beyaz Rus denilen mülteciler, savaş sonrası 1919 ve 1920 yıllarında kitleler halinde İstanbul’a göç etti. 150 bin Beyaz Rus, Fransız ve İngilizler tarafından İstanbul’un çeşitli semtlerine yerleştirildi. Bakırköy, Yeşilköy, Adalar başta olmak üzere İstanbul’un farklı mekanlarına yerleştirilen Ruslar kısa sürede günlük yaşama karıştı.

Boşanmalar arttı

Barlarda, lokantalarda çalışan Rus kadınları İstanbul’da bulunan erkeklerin ilgisini çekti. Cebindeki son kuruşu bu kadınlara harcamaktan çekinmeyen Türk erkekleri yasak aşka yöneldi. Boşanmalar patladı.

Rus başı modası başladı

Rus kadınları karantina bölgelerinde hastalık kapmamak için saçlarını kesip başlarına eşarp sarıyordu. Türk kadınları da Rus kadınlarına özenince, İstanbul’da Rusbaşı adlı bir saç modeli akım haline geldi. İstanbul halkına pasta zevkini de aşılayan bu Ruslar oldu. Osmanlı’nın geleneksel muhallebicilerinin yerini bu pastaneler aldı. Pastaneler artık yeni kaçmak yeriydi.

İstanbullular denizle girmek için deniz hamamlarını kullanıyordu. Deniz hamamlarından çıkmak kadınlar için yasaktı. Osmanlı İstanbul’unda yüzme bilen kadın da yoktu. Rus kadınların mayo ve üzerindeki kıyafetlerle denize girip çıkmaları İstanbul’da deprem etkisi yarattı. Dönemin basınında bu durum “Deccal Florya kıyılarından çıkacak” şekilde yorumlandı. Türk kadını denize girmeye başladı.

Kadınlar taşladı

Bu kadınların rahat hareketleri bazı ailelerde huzursuzluk meydana getirdi. Türk kadını birlik olup bazı yerlerde Rus kadınlarını taşlamaya başladı. Türk kadınının Ruslarla ilgili şikayeti 1923 yılı Ağustos ayında yetkili makamlara yapılan başvuruyla resmiyet kazandı. Çok sayıda İstanbullunun imzaladığı şikayet dilekçesinde Rus kadınlarının İstanbul’dan çıkarılması istendi. Türk kadınlarının eşleriyle gezmek istedikleri ancak Türk erkeklerinin tek başına sahile gittikleri öne sürüldü.

Atatürk’ün vatandaşlık talimatı

Cumhuriyet döneminde Ruslar’ın bir kısmı Avrupa ve Güney Amerika’ya giderken, bazıları Türk vatandaşlığına geçip Türkiye’de kalmak istedi. Ruslar mağdur olmasın diye Türkiye Cumhuriyeti bu istekleri mümkün olduğunca geri çevirmedi. 23 Kasım 1923’te Ankara’dan gelen talimatla yüz Rus’un vatandaşlık işlemleri gerçekleştirildi.

Oblomov zamanı

Türkiye'de üç yayınevi birbirine yakın tarihlerde İvan Aleksandroviç Gonçarov imzalı Oblomov romanını yayımladı.

Rus edebiyatının hiçbir kahramanı, ne Raskolnikov (Suç ve Ceza), ne Mişkin (Budala) ne de Prens Andrey (Savaş ve Barış), eski Rus insanını, hatta bütün Doğuluları Oblomov kadar açıklıkla, en özlü yanıyla temsil eder. Doğu, belki de ilk defa olarak Gonçarov’un bu büyük eserinde kendi kendini tanımaya, Batı’dan farkını anlamaya başlamıştır. Oblomov, çiftliği, köleleri olan bir derebeyidir. Köylülerin hazırlayacağı ekmeği yemek için büyütülmüştür. Bu yüzden, ekmeğini kendi kazanan insanlar arasında ne yapacağını şaşırır, böyle bir hayata hazır olmayan iradesi söner, ölüme benzeyen uyuşukluğa gömülür. Ancak Gonçarov, büyük romancılarda görülen “dram karşısında gülümseme”sini hiç eksik etmez; okurunu da gülümsetmeyi başarır.

İvan Aleksandroviç Gonçarov, Oblomov’u otuz iki-otuz üç yaşlarında, orta boylu, hoş görünümlü, koyu gri gözlü ama yüz hatlarında herhangi bir fikir, herhangi bir yoğunluk görünmeyen, odacığında oturan silik bir kahraman olarak yarattığında, aslında roman tarihinin en ünlü kişilerinden birine can veriyordu. 19. yüzyıl başlarında, çalışkan modern insan idealinden önce, Rusya’nın köle sahibi kırsal soylu sınıfı tarafından aylaklık hâlâ makul ve değerli bir amaç olarak görülürken Oblomov vardı. Miskin, dikkatsiz, meraksız, düş kurma ve oyalanmaya düşkün Oblomov.

Gançarov’un bu romanı daha önce Türkçeye çevrilmişti. Son bir yılda önce Everest Yayınları (Çeviren: Sabri Gürses ), ardından İletişim( Çeviren: Engin Altay) ve Timaş Yayınları (Çeviren: Leyla Şener) bu romanı yeniden yayımladı. Tabii İletişim’n önce yazarın Yamaç romanını da yayımladığını hatırlatalım.

Selim İleri’nin hırs karşısında kalkan olarak gördüğü Oblomov’u Ali Ayçil şöyle tanımlıyor “Gonçarov’un, Oblomov’un tembelliği üzerinden bir ulusun içinde bulunduğu hali mizahi bir dille anlattığı bu roman her okuyana biraz “Oblomov” olduğunu fark ettirir. Oblomov ve ondan daha tembel uşağı Zahar, Rusya’yı; Oblomov’un her durumda yardıma koşan dostu Ştoltz disipliniyle Avrupa’yı temsil etmektedir.”

Oblomov’u en iyi anlatan metinlerden birini Ahmet Özcan’ın Yarın dergisinde yayımladığını da belirtelim. Bu yazı daha sonra Açık Mektuplar kitabına dahil etmişti Özcan.

Oblomov çevirilerinin niteliği kadar yayımlandıkları zaman dilimi üzerinde de durulabilir sanırım.

Kunara’nın Masal Evi görenleri hayrete düşürüyor


Kaynak:Fuad Seferov
http://www.haberrus.com/


Rusya'nın Ural bölgesinde yaşayan 78 yaşındaki Lidiya Haritonova "Masal Evini" basına tanıttı. Rus figürleri ve renkleri ile süslenen "Masal Ev"de Haritonova, eşinin vefatının ardından tek başına yaşıyor. Kabiliyetli demirci Sergey Kirillov’un evi Kunara kasabasına uğrayanların dikkatini çekiyor.

1951’de eşi Lidiya ile birlikte dedelerinden kalan ahşap eve taşınan Kirillov’un hobisi eski evi tamir düşüncesi ile başlıyor. Sonrasında dekorasyonlarla süslenen Masal Ev çalışması tam bir hobiye dönüşüyor.

Evini gazetecilere tanıtan Rus nine, “Burayı kendi ellerimizle yaptık” anlatıyor. Rus basınına göre, evin inşa edilmesinin ilginç öyküsü var. Lidiya ninenin anlattığına göre, eşi Sergey mükemmel bir demirci idi ve dolayısıyla hayatının önemli bir bölümünü masal evi inşa etmeye ayırdı. Lidiya, “Eve gelir gelmez inşa işiyle uğraşıyordu. Her gün evin dekoratifiyle ilgili yeni şeyler icat ediyordu” diyerek eski yılları hatırlattı.

Masal evde eski Sovyet simgeleri de az değil. Evin köşe bucağı ve çatısında 1917 Bolşevik Devrimi, Komünist Partisi gençlik kolları Komsomol ve Piyoner üyelerin ahşap maketleri ve başka sosyalist simgeler yer alıyor. Evin çatısındaki bir çocuk maketinin elinde Sovyet döneminin barış şarkısı olan “Hemişe Güneş Hemişe Sema Olsun!” yazıları hemen göze çarpıyor. Evin içi ise tıpkı Rus masal dünyası gibi.

Kasaba sakinleri, yoldan geçen çoğu şoförün evi görür görmez araçlarını frenleyerek durdurduğunu iddia ediyor. Vatandaşlar, hatta asfalttaki çok sayıda teker izini de kanıt olarak gösteriyor.

Kirillov ailesinin masal evi, yurtdışında da üne kavuşunca 1999 yılında Rusya Ahşap Sanat Eseleri Yarışması’nın galibi oldu. Eşi Sergey 2003’te vefat etmesinin ardından Lidiya nine masal evi göz bebeği gibi koruyor.

22 Mart 2012 Perşembe

Rusya Pazarında Zeytin-Zeytinyağı

M.Hakkı Yazıcı
mhyazici@yandex.ru




Rusya Türkiye için her geçen gün önemi daha da artan bir pazar

Soğuk savaş dönemi sonrasında Türkiye ve Rusya birbirleri için eskisinden daha önemli birer pazar haline geldiler.
Türkiye’nin turizm gelirlerinin en önemli bölümünü de artık Rus turistlerin bıraktıkları dövizler oluşturuyor.

Peki Ruslar zeytini, zeytinyağını biliyorlar mı?

Hikaye bu ya; beryoza ağacı gibi uzun boylu, narin, güzeller güzeli bir Rus turist genç kız Antalya’da tatil yaptığı otelin salonunda kahvaltı yapıyormuş. Zeytinsiz, zeytinyağsız kahvaltı olur mu? Olmaz tabii!...
Kızcağız çatalını zeytine batırmaya çalışıyor, ama beceremiyormuş. Her seferinde zeytin, çatalın altından kayıp, kurtuluyormuş. Güzel Rus turistin etrafında servis bahanesiyle fır dönen, durumunu gören karayağız Türk delikanlısı garson, kızcağızın yardımına koşmuş, çatalı batırıp zeytini uzatmış.
Genç kız, mahcup bir şekilde, teşekkür mü etse bilemeden zeytini ağzına atmış; sonra pişkinliğe vurup garsona:
“Ben yormasaydım, sen onu zor yakalardın,” demiş.
Bu işin hikaye tarafı…Yukarıda havayı dağıtmak için anlattığım hikayeye inanıp,Rusların zeytini, zeytinyağını bilmediklerini zannetmeyin.
Gerçekte Ruslar, zeytini ve zeytinyağını biliyorlar ve tüketiyorlar.
Bizim tarafımızdan pek bilinmeyen şey ise Rusya’nın önemli bir Pazar olduğu…

Rusya’da zeytin-zeytinyağı var mı?

Bir süredir Moskova'da yaşıyorum ve utanarak yazıyorum; ben de evimde ne yazık ki markette bulabildiğim İspanyol, İtalyan, Yunan zeytin ve zeytinyağlarını yiyorum.

Zeytin ve zeytinyağı ticareti ile ilgimi de bunun ülkemizde emek verenler için kazançlı bir noktaya geldiğine inandığım zamana kadar askıya aldım; ilgimi daha çok yazmak ve araştırmak düzeyinde sürdürüyorum.

Hemen dudak bükmeyin; geçen sene devam ettiğim iki aşamalı zeytinyağı tadımı eğitiminin deneyimiyle tattığım Rusya’daki marketlerden satın aldığım bu zeytinyağları hiç de fena değil; ancak yine de burada bulabildiklerim bizim Körfez zeytinyağlarının ve sofralık Gemlik zeytinimizin yerini tutamaz. Galiba memleket hasreti bende en çok bu konuda kendisini gösteriyor.

Keşke bizim güzelim ürünlerimiz de raflarda hak ettiği yeri alabilse.

Bu beni üzüyor, ancak bu duyguyu herkesin paylaştığını da sanmıyorum.

Görebildiğim kadarıyla bizim dünya pazarlarını anlayıp, iş yapabilmemiz için daha bir kaç fırın ekmek yememiz gerekecek. -Keşke onca ekmeği zeytinyağına banarak yesek ve hiç olmazsa iç tüketimi arttırsak.

Bütün Rusya için konuşamasak bile Moskova çok zengin bir şehir. Dünyanın en görgüsüz ve ölçüsüz zenginleri burada… Zeytinyağı da burada çok prestijli bir ürün ve tanınıyor. Rusya'da da bütün dünyada olduğu gibi margarin, sabun, güzellik müstahzarları gibi bazı ürünler, zeytinyağı imajı ile pazarlanıyor. Rusların çok tükettikleri mayonez üretimi yapan bir firmanın ambalajlarında bunun zeytinyağı kullanılarak imal edildiğini anlatan zeytin resimleri var.

Hemen her markette zeytin ve zeytinyağı var; bazen promosyonu bile yapılıyor.
Yılbaşı arifesinde gezinirken Kremlin’de Lenin’in Mozolesinin hemen karşısında bulunan GUM Alışveriş Merkezi’nin içindeki gurme marketi Gastronom’un orta yerinde kurulmuş muhteşem zeytinyağı standını inceledim. Gözlerim boşu boşuna aradı; ancak ne yazık ki bir tek şişe bile Türk zeytinyağı yoktu.

Kimse kusura bakıp alınıp kızmasın, benim şahsi düşüncem Moskovalıların zeytinyağını Erzurumlulardan, Konyalılardan, Kayserililerden, Trabzonlulardan daha fazla tanıdıkları ve tükettikleri… Ancak ne yazık ki Türklerin kurdukları Ramstore’larda bile Türk ürünü yok. Hem de Rusya burnumuzun dibinde olmasına ve navlun avantajımız bulunmasına rağmen.

Bu, tamamen dünya fiyatları ile piyasaya güçlü bir şekilde girememekle ilgili.

İşte böyle...
Ne yazık ki biz hala iç kavgalarla uğraşıp burnumuzu dışarı çıkaramıyoruz.

Rusya perakende pazarı

Rusya pazarını küçümsemek safdillik olur. Özellikle 90’lı yıllardan sonra hızla büyüyen ve gelişen bir Rusya’dan bahsediyoruz.

Gelgitlerle dolu kriz zamanlarında kesin rakamlardan söz etmek çok doğru olmasa da yaklaşık bazı göstergelerle Rusya pazarına bakacak olursak ne kadar önemli olduğunu anlarız.

Economist Intelligence Unit tarafından hazırlanan rapora göre Rusya şu anda dünyanın en büyük on ikinci büyük perakende pazarı konumunda. Bu araştırmaya göre 2002 yılında 112 milyar ABD doları seviyesinde olan perakende pazarı sektörü hacmı 2004 yılında 190 milyar ABD dolarına yükselmiştir.

2010 yılında 450 milyar ABD dolarlık perakende pazarına sahip olması öngörülen, şu anda 270 milyar ABD dolarlık pazara sahip Rusya`da benim yaşadığım Moskova, sadece 68 milyar ABD doları ile önemli bir paya sahip.

Financial Times gazetesinin yaptırdığı araştırmaya göreyse Rusya’nın 2020 yılında Almanya’yı bile geçerek, Avrupa’nın en büyük perakende pazarına sahip olacağı, 2004 yılında 224 milyar ABD doları olan gıda, giyim ve dayanıksız tüketim mallarını kapsayan “grocery” sektöründe 2020 yılında 637 milyar ABD dolarlık bir büyüklüğe ulaşacağı açıklanmıştır.

Rusya perakende pazarı, 2000 yılından beri yılda yaklaşık % 11 oranında büyüyerek gelişmektedir.

Renaissance Capital tarafından yapılan “Future of Russia’s Consumer Sector” araştırmasına göre, Rusya’da 2010 yılında satın alma gücü paritesine göre kişi başına harcanabilir gelir düzeyinin 10.550 ABD dolarına ulaşacağı beklenmektedir.

Rusya perakende pazarında Alman Metro (Metro, Cash&Carry, Real), Fransız Auchan önemli bir mağaza ve pazar payına ulaşmıştır. 1997 yılında, Moskova’da ilk Ramstore mağazasını açarak süpermarket-hipermarket sektöründe yabancı sermayeli girişimciliğin öncülüğünü yapan Türk Ramenka ise bu mağazaların önemli bir kısmını Fransız Auchan’a satarak sektörün liderliğini ne yazık ki yitirmiştir.

En son umut ölür...

Türkiye’nin son üç dört senedir trajik bir şekilde gerileyen zeytin-zeytinyağı ihracatında toparlanıp atak yapabilmesi için hedef pazarlarını iyi belirlemesi gerekmektedir.
Süregelen koşullarda, AB ülkelerine ihracat yapabilmek için, zeytin üreticisi hemen her ülkeye verilen kotalardan her ne hal ise yoksun olan; zeytin üreticisi AB ülkeleri ve kotaya sahip AB üyesi olmayan diğer ülkelerle adil olmayan bir rekabete zorlanan Türkiye’nin ancak olağan dışı iklim koşulları sonrasında, kıtlık senelerinde malının talep edilir olacağını bilmek için biraz gerçekçi olmak yeterli...O da markalı-ambalajlı değil, dökmeci olarak…Bu gidişle çok yakın bir gelecekte ihracatta ancak Tunus’un dökme zeytinyağı tedarikçisi olabilirsek kimse şaşırmasın.
AB’den kota edinme mücadelesini bırakmadan, kararlı bir şekilde verirken alternatif pazarlarda yer edinmek çabası da sürdürülmelidir. AB ile vakit kaybetmek yerine ABD, Kanada, Çin, Japonya ve Rusya gibi pazarlara gereken önem verilmelidir.
142 milyon nüfusu bulunan, kişi başına düşen milli geliri ortalama 5 bin 260 dolar olan Rusya`da kişi başına düşen zeytinyağı tüketiminin de eğitim ve refah seviyesinin yükselmesine paralel olarak her geçen gün artması bekleniyor.
Rusya’da tüketilen zeytinyağları arasında yüzde 78 ile İspanyol yağları birinci sırada yer alıyor. Pazarda İtalya, Yunanistan, Tunus ve Suriye zeytinyağları da hatırı sayılır oranda bulunuyor.
Rusya, Uluslararası Zeytin-Zeytinyağı Konseyi (IOOC) verilerine göre son yıllardaki zeytinyağı ithalatı 14 bin ton, sofralık zeytin ithalatı ise 90 bin ton civarında olmasına ve bu miktar 142 milyonluk bir ülke için henüz çok az olmasına rağmen önemsenmesi ve stratejik bir pazar hedefi olarak değerlendirilmesi gereken bir ülke.
Umudum sanıldığından çok daha zengin ve kaliteli ürünlerin talebinin olduğu Rusya'da bizim ürünlerimizin de pazarda en az diğerleri kadar yer bulması.
Rusların çok sevdiğim bir atasözü var:
“Umut, en son ölür.”

15 Mart 2012 Perşembe

Türkiye, Babuşkaları Sevdi, Can Bonomo Destek Verdi



Kaynak:http://www.gazetem.ru/

Türkiye’nin Eurovison temsilcisi Can Bonomo, Babuşkaları favori görüyor

Rusya’yı Eurovision şarkı yarışmasında temsil edecek “Fırtına Nineler’’ Türkiye’de de sevildi.

Eurovision Şarkı Yarışması'nda Türkiye'yi temsil edecek sanatçı Can Bonomo'yu Avrupa Birliği (AB) Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ile bir araya geldi.

Görüşmede Can Bonomo bir gazetecinin "Yarışmada dişli rakipler de var. Örneğin Rusya'dan da çok enteresan rakipler var. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?" şeklindeki sorusuna , "Rusya'yı gördüm. İnanılmaz sempatik buldum. Hakikaten tamamen Eurovision'un ruhunu çok güzel yansıtabilecek, enteresan bir iş çıkarmışlar. Benim favorim diyebilirim" cevabını verdi.

Bonomo'nun Türkiye'yi Eurovision'da temsil edeceği "Love Me Back" isimli şarkıyı çok beğendiğini belirten Bağış, bir gazetecinin "Ermenistan, yarışmaya katılmayacağını açıkladı. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?" şeklindeki sorusuna, "Biz Ermenistan'ın Eurovision'dan değil, Karabağ'dan çekilmesini tercih ederdik. Bence bu fikirlerini bir kez daha gözden geçirmelerinde fayda var" diye karşılık verdi.

Eurovision’da Rusya’yı temsil edecek Buranovolu nineler köylerinde coşku ile karşılandı

Kaynak:http://www.haberrus.com/

Azerbaycan’da 22-26 Mayıs’ta yapılacak Eurovision şarkı yarışmasında Rusya’yı temsil edecek Buranovskiye Babuşki (Buranovolu nineler) adlı grup köylerine döndü. Tren istasyonunda köy sakinleri tarafından coşku ile karşılanan grup, çalışmalarına başladı.

Moskova’da yapılan elemeleri kazanarak Rusya’yı Eurovision’da temsil etmeye hak kazanan grup, 10 gün Moskova çalışmalarının ardından köylerine ulaştı. Tren istasyonunda kendilerini karşılamaya gelenlere küçük bir konser veren yaşlı teyzeler Rusya’nın kazanacağından umutlu. Grup üyelerinden biri, “Gösterilerde salon çok iyi hazırlanmıştı. Büyük bir coşku vardı. Kazandığımız için ağladım” dedi.

Grubun yapımcısı Ksenya Rubtsova da yaptığı değerlendirmede çalışmaların Moskova yerine Buranovo köyünde gerçekleşeceğini söyledi. Grup şarkı sözlerinin yanı sıra yerel dansları için de çalışacak.

Ria Novosti’ye değerlendirmede bulunan Rubtsova, “Evlerinde çalışmaları daha kolay ve daha uygun. On gün Moskova’da kaldılar. Yakınları ve aileleri onları bekledi. Orada daha iyi konsantre olabilirler” dedi.

Buranovolu ninelerin köy yaşamlarını çekmek için Rossiya TV’den bir ekip de köye ulaştı.

Babuşkalar diğer 24 rakibini geride bırakarak jüri ve TV izleyicilerini etkilemeyi başarmıştı. Babuşkaların “Party for Everybody” adlı parçaları internette rekor kırıyor. İngilizce bilmeyen Babuşkaların Eurovision için değişen şarkı sözlerine de iyi çalışmaları gerekecek.

Rengarenk yerel kıyafetleri ve 70’in üzerinde yaşlarına rağmen folk tarzı müzikleri ile sempati toplayan Babuşka’ların Bakü’den zaferle dönmesi bekleniyor.

Buranovskiye Babuşki isimlerini kasabaları Buranovo’dan aldı. 2010’da da 70’lik ninelerden oluşan grup Eurovizyon için yarışmış, ancak Rusya’yı temsil etmeye hak kazanamamıştı.

Azerabaycan’a yaşlı bir grup gönderen tek ülke Rusya değil. İngiltere de şarkıları 40 yıl önce hit olmuş 76 yaşındaki ünlü Engelbert Humperdinck’i gönderiyor.

Ermenistan’ın katılmayacağını açıkladığı 2012 Eurovision şarkı yarışması Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de yapılacak.

Moskova’daki dilenciler işlerine mizahi boyut katıyor.



Kaynak:http://www.gazetem.ru/

Moskova’daki dilenciler halkın artık klasik dilencilere pek para vermemesi nedeniyle imaj değiştirmeye başladı.

Moskovskiye Novosti’de yer alan habere göre, imaj değiştiren dilenciler daha çok banka yakınlarında ve yeraltı geçitlerinde boy gösterirken, bu dilenciler insanlara kattıkları acıma duygusunun yanına aynı zamanda mizahı da kullanarak çeşitli kılıklara girerek insanları güldürmeye başladılar. Birçoğu komik ve ilginç yazılar yazarak okuyanları da güldürmeye, aynı zamanda normalden daha fazla para toplamaya başladılar.

İnsanları güldüren yazıların arasında;

“-Arkadaşlarımla çok içtim, karım eve sokmuyor, çiçek almak için para topluyorum. Lütfen bana yardım edin.”

“-Memleketime dönmem için bilet parası topluyorum. Lütfen evime dönmeme yardımcı olun.”

gibi yardım istekleri bulunuyor.Ayrıca, halkın bu şekilde mizahi yaklaşım sergileyen dilencilere daha çok para verdiklerine de dikkat çekiliyor.

Gereksiz çocuklarınızı (s)atın!..

Hakan Aksay
Kaynak:http://www.rusya.ru/


İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler’de 600-700 bin kadar kimsesiz çocuk vardı. Şimdi bazı iddialara göre ise 1,5 milyonu aşkın.

Kadın koşar adım ilerliyordu. Elinden tuttuğu çocuk, ona yetişmekte zorlanıyordu. Ara sıra tökezleyen çocuk, yavaş gitmesi için kadına bir şeyler diyecek oldu:

- Anne…

- Anne deme bana!

Çocuğu pasaport kontrolüne kadar getirdi kadın. Sonra sert bir ifadeyle sordu:

- Söylediklerimi unutmadın, değil mi?

- Unutmadım, anne.

- Anne deme bana!

Ve çocuk nasıl olduysa, yolun devamını tek başına getirdi ve dev gibi uçağın içinde bir nokta gibi ilerleyerek koltuğuna oturdu.

Bir an çevresine bakındı. Tek başınaydı. Yanında tanımadığı birçok yetişkin insan vardı. O ise küçücüktü. Daha yedi yaşındaydı. Ve koca uçakta, daha doğrusu koskoca dünyada yapayalnızdı.

Washington’dan kalkan uçak, saatler sonra Moskova’ya vardı. Çocuk ürkek adımlarla kalabalığı izledi ve pasaport kontrolüne kadar ulaştı. Polis şaşırarak sordu:

- Kimle birliktesin sen? Yalnız mısın yoksa?

Çocuk cevap vermedi. Kendisi gibi küçücük olan sırt çantasından bir kâğıt çıkarttı ve polise uzattı. Polis kâğıdı evirdi çevirdi, anlamadı. Sonra İngilizce bilen bir meslektaşını çağırdı. Çocuğun verdiği kâğıtta şöyle yazıyordu:

- Rusya Eğitim Bakanlığı’na. Ben ABD vatandaşı Torry Hansen. 18 Eylül 2009’da evlatlık edindiğim 16 Nisan 2002 doğumlu Artem Savelyev’i size iade ediyorum. Çünkü o, davranış bozuklukları olan, dengesiz ve acımasız bir çocuk. Böylelikle evlat edinme işlemini de iptal ettiğimi duyururum. 8 Nisan 2010.

Artem’in gerçek annesi yoktu. Yani vardı da, yoktu... Elinden “annelik hakları” alınmıştı. Belki alkol veya uyuşturucu bağımlısıydı, belki hapishaneye düşmüştü. Çocuk bakım evlerinde geçen birkaç yıldan sonra, aracı şirket onu bulup Amerikalı bir kadına önermişti. Fiyatta anlaşmış, gerekli yasal işlemleri de yapmışlardı. Sonrası… Sonrasını boş verin artık…

Artem yaklaşık iki yıldır Moskova yakınlarında bir çocuk bakım evinde. Ondan başka beş çocuğu daha olan bir Rus ailesine katılmak üzere.

Dört gün önce ABD’nin Tennessee Eyaleti’ne bağlı Lynchburg kentinde, yargıç Lee Russel, hemşirelik yapan Torry Hansen’a bu çocuğa her ay maaşının yüzde 27’sini gönderme cezası verdi. Ve evlat edinme pratiğinde bu olayın tehlikeli bir örnek oluşturabileceği görüşünden hareketle, çocuğu geri göndermenin evlatlıktan reddetmenin yasal olarak gerçekleştirilmesi anlamına gelmediğini saptadı.

Şimdi Rusya bu olayı tartışıyor. Biz de tartışmaya biraz katılalım. Ama bu olayın sınırlarını genişleterek.

* * *

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği’nde 600-700 bin kadar kimsesiz çocuk olduğu söyleniyor. Bugün bu sayı, resmî verilere göre bile 700 binin üzerinde, bazı iddialara göre ise 1,5 milyonu aşkın. Bunların çoğu Rus; Müslüman cumhuriyetlerde ve Kafkasya’da sahipsiz çocuk sayısı oldukça az.

Devlet kaynaklarına bakılırsa, Rusya’da her yüz çocuktan biri (bazı resmî kaynaklara göre ise yüzde 1,5’i) çocuk bakım evlerinde kalıyor. Bunların çoğunun anne ve babası sağ. Sadece geçen yıl 7500’ün üzerinde Rusya yurttaşının ebeveynlik hakları sınırlandı, 64 bini aşkını ise bu haklardan tümüyle mahrum bırakıldı (bunların önemli bölümü ya alkol veya uyuşturucu bağımlısı, ya da hükümlü).

Ülkede 2 binden fazla bebek koruma ve bakım evi, 1500 kadar çocuk yardım merkezi, yaklaşık 1400 kimsesiz çocuk okulu var. Araştırma ve anketlere göre, buralardan çıkan çocukların en az yüzde 70’i toplumsal hayatta ciddi sorunlar yaşıyor; suç işliyor, uyuşturucu ve alkol bağımlısı oluyor.

Kısacası kimsesiz, ya da fiilen kimsesiz çocuklarla ilgili tablo hiç parlak değil. Bunların en şanslıları evlat edinilenler arasında çıkıyor. İlginçtir, kayıtlara göre, çocukları evlat edinenlerin üçte ikisi Rusya yurttaşı, üçte biri ise yabancı ülkelerden. Yabancı ülkeler arasında ABD lider. Sonra İspanya, İtalya, Fransa ve Almanya geliyor.

Genel olarak dünyada en çok yabancı evlat edinen ülke ABD. Amerikalılar, en çok Çin, Etiyopya ve Rusya’dan çocuk alıyor. Geçen yıl toplam 9320 yabancı çocuk ABD yurttaşlarınca evlat edinildi; bunların 1016’sı Rusya’dandı.

Bir önceki cümlede “çocuk alıyor” demem, pek iyi bir anlatım olmadı galiba. Ama örneğin, Rusya’dan evlat edinmenin Amerikalılara 30-60 bin dolara mal olduğu söyleniyor. Aslan payı aracı (“satıcı”) şirketlere gidiyor tabii. Genel olarak yabancı bir çocuğun “ortalama maliyetinin” 30-35 bin dolar olduğundan söz ediliyor.

Yaklaşık 20 yılda Rusya’dan ABD’ye 50-60 bin kadar çocuğun gönderildiği iddia ediliyor. Her ne kadar kimileri Rus çocukları için “genleri bozuk, aileleri sarhoş, potansiyel suçlu, fahişe, intihara yatkın vs.” dese de, onlar genelde - güzel ve sempatik olmalarının da yardımıyla - sık sık tercih ediliyorlar.

ABD başta olmak üzere bir dizi ülkede evlatlık edinilen Rus çocukların kötü davranışlarla karşılaştığı, dayak ve işkenceye maruz bırakıldığı, hatta öldürüldüğü haberlerine son yıllarda sıkça rastlanıyor. Sonunda bu işe el atma ihtiyacı hisseden devlet, İtalya, ABD ve Fransa ile anlaşmalar imzaladı. Şimdi de İspanya, İngiltere, İrlanda ve İsrail ile anlaşma sürecinde.

Ayrıca son 1-2 yılda ülke içinde evlat edinmeye özendirilmesi, çocuk evlerine yardımın arttırılması ve çok çocuklu ailelere verilen sosyal desteğin genişletilmesi gibi çeşitli haberlere daha sık rastlanıyor. Ama bütün bunların henüz çok yetersiz kaldığı besbelli. Hâlâ yüz binlerce çocuk faydası kuşkulu kurumlarda, belki daha da fazlası sokaklarda…

Sonuçta çocuklarına sahip çıkamayan bir toplum var ortada. Ve devlet... “Büyük devlet” olma iddiasındaki bir devlet… Nüfusun artması için çağrı üzerine çağrı yapan devlet…

Çocuklarına sahip çıkabilmek, hem bir anne ve baba için, hem de toplum ve devlet için ahlaki sorumluluğun ve gelecek umudunun en önemli unsuru değil midir?

12 Mart 2012 Pazartesi

Hediye Almanın Zorluğu



M.Hakkı Yazıcı
mhyazici@yandex.ru


Kaynak:
http://www.turkrus.com/

Sabah geldiğimde hemen fark edememiştim. Yulia’nın bilgisayar ekranına sabitlenmiş gözleri buğuluydu. Gözleri bilgisayar ekranındaydı, ama belli ki aklı başka yerlerdeydi.

Meraklandım İgor’a sordum. Omuzlarını silkip, “Ben de bilmiyorum,” dedi.

Halbuki bir önceki gün Yulia’nın doğum günüydü ve mesai bitiminden önce pasta kesip, şampanya patlatıp kutlamıştık. 

Bir gün önce mutlu olan birisinin bu kadar üzülmesi için önemli bir şey olmalıydı.

Yanına gidip sordum: “Bir aksilik mi var?” diye.

Bir anda buğulu gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. Yanaklarından süzülen gözyaşları siyah göz boyalarını da beraberinde sürükleyip pembe yanaklarında izler yaptı. Onun o güzel yeşil gözlerinden akan yaşları görünce ben de şaşırdım; elim ayağıma dolaştı, sorup soracağıma pişman oldum.

Sonunda dayanamadı olanı biteni ağlayarak anlatmaya başladı:

Erkek arkadaşıyla birlikte Yulia’nın doğum gününü bir restoranda kutlamaya karar vermişlerdi. Arkadaşı kan ter içinde bir demet kırmızı gülle gelmiş, elindeki çiçekleri uzatıp, öpmüştü.
Buraya kadar her şey normaldi.

Kadınların biz erkeklerin kolay anlayamadığı garip dünyaları, huyları var. Yulia, kaşla göz arasında, niyeyse çiçekleri saymış ve çiftli sayıda olduklarını fark etmişti. Fark etmekle de kalmayıp erkek arkadaşını fena halde haşlamıştı. Zira çift sayılı çiçekler Rusya’da geleneklere göre sadece ölüm olaylarında cenazelerde verilir.

Aslında delikanlı kuşkusuz bu kuralı biliyordu, ancak aksilik bu ya Metro’nun en kalabalık olduğu bir zamanda gelirken kapılar aniden kapanmış, elindeki çiçeklerden biri kapıya sıkışıp kopmuş, dışarıya düşmüştü.

Neyse, ..bu kadarla kalsa iyi; yemeğin ortasında hediyesini vermişti. Yulia, çantasından hediyeyi çıkarıp gösterdi: Metro istasyonlarının çevresindeki kiosklarda en fazla 300-400 rubleye satılan, en ucuzlarından, özelliği olmayan bir matruşka…

“Evlenmeyi hayal ettiğim adamın kız arkadaşına doğum günü hediyesi olarak layık gördüğü şeye bakar mısın!?” dedi.

Yemekte bu hediyeyi alan Yulia, hışımla masadan kalkıp, şaşkın bakışlarla onu izleyen erkek arkadaşını orada bırakarak restorandan çıkıp eve dönmüştü.

“Hiç olmazsa içine bir baksaydın,” diye arkasından seslenen arkadaşını duymamıştı bile.

Bu arada biz Yulia ile konuşurken erkek arkadaşı messenger’dan onu özür bombardımanına tutuyordu. Matruşkayı dikkatli incelemesini istiyordu.

“Bu sıradan matruşkanın nesini inceleyeceğim ki?”

“Haklısın,” dedim. “Söyleyecek bir şey yok.”

***

Yulia, biraz sakinleşip, kendine geldikten sonra içeriye işimin başına gittim.
İgor’a olan biteni anlattım; dertleşmeye başladık.

Şu sıralarda Rusya’da hediye seçiminde becerikli olmayan erkekler için zor günler yaşanıyor. 14 Şubat “Sevgililer Günü”nün üzerinden çok geçmeden 8 Mart “Kadınlar Günü” geliyor.

Yulia’nın erkek arkadaşının durumu daha da zordu. Araya bir de kız arkadaşının doğum günü girmişti.

Bütün bu günlerin kutlanmasına ve hediye alınmasına Ruslar çok önem veriyorlar.

***

“Ah, İgor, ahh!” dedim. “Sizin bu adet ve inanışlarınız bizimkileri de geçiyor.”

Hiçbir müzik aletini çalamam, eskiden sevdiğim melodileri ıslıkla çalmaktan hoşlanırdım; İgor, “Sen şirkette para işlerine bakıyorsun, daha dikkatli olmalısın, ıslık çalarsan para kaçar,” dedi; bu keyfimden de oldum. İgor’a asla ve asla kapı eşiğinde tokalaşmadığını, bir şey alıp vermediğini hatırlattım. Gülmeye başladık.

Daha neler var, neler…Ben de eskiden batıl inançlar bir tek bizim toplumumuzda var diye bilirdim; meğer öyle değilmiş.

İçimden İgor’a takılmak geldi, “Sizin evde domovoy (ev-ruhu) var mı?” diye sordum.

Domovoy, Rusların inançlarına göre bir mekan ruhu…Köylülerin en güvende oldukları yerlerde, izba(köy evi) ve bitişik çiftlik binalarında yaşadıklarına inanılır. Domovoy, görünüş olarak insana ya da bazen bir hayvana benzeyebilir; özünde diğer kirli ruhlardan farklı olduğuna inanılır; varlığından korkulmaz, aksine hoş karşılanır. İnananlara göre, Domovoy’un temel işlevi, evi, aileyi, malları korumaktır.

İgor, beklemediği anda sorduğum bu garip soru karşısında biraz düşündü:

“Naverna (galiba),” diye cevap verdi.

“Benim evde de var herhalde,” dedim.

Gözlerini hayretle açıp, “Sahi mi!? Nerden anladın?” diye sordu.

“Geçen akşam evde yalnızdım, yemekten sonra ağırlık çöktü; sofrayı toplamadan divana uzandım. Bir ara uyandım. Uykulu gözlerle bir baktım, saçı başı birbirine karışmış, sakallı, ufak tefek bir adam masaya oturmuş yemek yiyor. Rüya görüyorum diye aldırmadım, uyumaya devam ettim. Sabah kalktığımda bir baktım ki masada bıraktığım bütün yiyecekler bitmişti. Bizim evin domovoy’u her şeyi silip süpürmüştü.”

İgor, dikkatle beni dinliyordu. Susup tepkisini ölçtüm. Sonra dayanamayıp kahkahayı bastım.
Kızdı, “Yahu seninle de başa çıkılmaz,” dedi.

***

Ertesi günü işyerine geldiğimde bu sefer de başka bir manzara ile karşılaştım. Yulia’nın yüzünde güller açıyordu.

Bu değişikliğe yine şaşırmamak elde değildi.

Meğer akşam eve gidince erkek arkadaşının hediyesi matruşkayı sinirle mıncıklarken, iç içe geçmiş bebekleri teker teker açıp, çıkarmış, en sonuncusunun içinde harikulade taşlı, pahalı bir yüzük bulmuş. Asıl hediye buymuş.

“Vay canına,” dedim. “Bu çocuk, çok iyi bir çocuk. Sakın kaçırma!”