A.Ömer
Türkeş
Kaynak:
http://kitap.radikal.com.tr/
Gecikmiş modernliğin aydınlara bıraktığı en ağır yük
‘ülkenin nasıl kurtulacağı’ meselesidir. Bu mesele Rus aydınlarıyla Osmanlı
aydınlarını birbirine yakınlaştırır. Sorunun çözümünü kimileri doğrudan Batıyı
model almakta görmüş kimileri ise kendi doğulu kimlikleri ile Batı arasında bir
sentez aramışlardır. Ancak her iki durum da gecikmişliğin gerilimlerini
barındırır. Halit Ziya’nın ya Dostovyevski’nin romanlarına gücünü veren bu
gerilimlerdir... Gecikmiş bir proje olarak ortaya çıkan gecikmiş modernliğin öteki
geç kalmış ülke edebiyatlarında da benzer gerilimler yarattığını, romanların
Avrupa kültürüne yönelik hem bir hayranlık hem bir hoşgörü, hem bir gıpta hem
bir korku barındırdığını tesbit edebiliyoruz. Modernizm öncesi ortaya çıkan bu
kahredici gerginlikler, aydınların anlam dünyasını altüst edecek; kurdukları
kimlikler, aradıkları sentezler, buldukları çareler kendi kazanımları olarak
değil, modernitenin bu gecikmiş ve çarpılmış biçimleri üzerinde yükselecektir.
Andrey Belıy, 1880 yılında, Rusya tarihinin en kaotik
döneminde dünyaya geldi. Üst sınıflara mensup ailesi sayesinde iyi bir eğitim
aldı, Batı kültürünü ve felsefesini öğrendi. Edebiyata, özellikle şiire
istidatlıydı. Ve ülkesinin akibeti hakkında her Rus aydını gibi elbette onun da
söyleyecekleri vardı. 1909’dan başlayarak Rusya tarihinin Doğu-Batı etrafında
düğümlenen felsefesi üzerine bir epik üçleme tasarlamıştı.
Sözünü ettiğim üçlemenin ilki olan Gümüş Güvercin işte
böyle bir arayışın romanıdır.
Hikâye, 1905 Burjuva Demokratik Devrimi sonrası bir dönemde, Rusya’nın bir köyünde geçer. Roman kahramanı Daryalski, Batı’yı ve antik kültürü özümsemiş, o kült öğretisiyle tanışmış, ama yeni bir gerçekliğin peşinde koşan tatminsiz genç bir aydın. Kenti terk edip bir köyde yazlık bir ev kiralar. Burada yaşayan soylu ve zengin bir ailenin kızı Katya ile, kızın büyükannesinin bütün itirazlarına rağmen nişanlanır. Bir yandan da halkla kaynaşmaya ve onların yaşam tarzlarının derinliklerine inmeye çalışır. Aslında ruhunu kurtarmaya çalışmaktadır genç adam. Köyde liderliğini yaşlı bir marangozun yaptığı ‘Güvercinler’ adlı mistik bir tarikat örgütlenmiştir. Arayış içerisindeki Daryalski, tarikatin tutukulu mistismininin çekimine kapılmaktan tereddüt etmez. Belki de çekimi yaratan marangozun karısına duyduğu aşktır. O aşkı yaratansa Katya ile olan ilişkisinde eksikliğini hissettiği şehvettir. Kadınla ilişkisinin tarikat bizzat marangoz- tarafından körüklendiğini, böylelikle tarikatın içine çekildiğini anlayamayan Daryalski, Rusya ruhunu temsil ettiğini sandığı tarikatın Doğu’nun karanlık yüzü olduğunu anladığında artık çok geçtir...
Hikâye, 1905 Burjuva Demokratik Devrimi sonrası bir dönemde, Rusya’nın bir köyünde geçer. Roman kahramanı Daryalski, Batı’yı ve antik kültürü özümsemiş, o kült öğretisiyle tanışmış, ama yeni bir gerçekliğin peşinde koşan tatminsiz genç bir aydın. Kenti terk edip bir köyde yazlık bir ev kiralar. Burada yaşayan soylu ve zengin bir ailenin kızı Katya ile, kızın büyükannesinin bütün itirazlarına rağmen nişanlanır. Bir yandan da halkla kaynaşmaya ve onların yaşam tarzlarının derinliklerine inmeye çalışır. Aslında ruhunu kurtarmaya çalışmaktadır genç adam. Köyde liderliğini yaşlı bir marangozun yaptığı ‘Güvercinler’ adlı mistik bir tarikat örgütlenmiştir. Arayış içerisindeki Daryalski, tarikatin tutukulu mistismininin çekimine kapılmaktan tereddüt etmez. Belki de çekimi yaratan marangozun karısına duyduğu aşktır. O aşkı yaratansa Katya ile olan ilişkisinde eksikliğini hissettiği şehvettir. Kadınla ilişkisinin tarikat bizzat marangoz- tarafından körüklendiğini, böylelikle tarikatın içine çekildiğini anlayamayan Daryalski, Rusya ruhunu temsil ettiğini sandığı tarikatın Doğu’nun karanlık yüzü olduğunu anladığında artık çok geçtir...
Belıy, tıpkı Petersburg romanındaki gibi Gümüş Güvercin’de
de 1900 yılı başlarındaki Rus hayatından pek çok insan tipini ve karakteristik
meseleleri, kavramları, olayları bir araya getirmiş. Rus hikâye ve roman
geleneğini yaslanarak, o geleneğin anlattığı insanları -taşra soylularını,
eğitimli küçük burjuvaları, zengin ve yoksul köylüleri- yeni bir biçimde
canlandırıyor. Böyle bir gelenek kuşkusuz Gogol’e götürecektir okuyucuyu. Bu
bilinçli bir gönderme; “Belıy, ruhu ve üslubuyla Gogol’ü hatırlatan romanında,
Gogol’e gizli, açık göndermelerle: ‘Rusya’nın kurtuluşu nerededir; Doğu’da mı,
Batı’da mı?’ geleneksel sorusuna yanıt vermeyi deniyor.”
İlk romanı olmasına rağmen yazarın dile ve kurguya
hakimiyetiyle ustalığını sergilediği Gümüş Güvercin, Doğu ve Batı karşıtlığına
sıkışmış Rus aydınının arayışlarına edebiyatın içerisinden verilmiş bir yanıt.
Alışılageldik ‘köye çekilen aydın’ temasını önce her biri simgesel karşılıklar
taşıyan motiflerle karmaşık bir hale sokuyor, ardından teker teker çözümleyip
kapsayıcı bir simgeye bağlıyor. Hıristiyan mistisizmin pek çok yönünün hikâye
kurgusuna yedirildiği, devrim öncesi Rusya atmosferinin görünür kılındığı
romanda Belıy’in Doğu-Batı tartışmasına ironiyle yaklaştığını görüyoruz. Her
iki yol da siste ve kaosta yitip giderken Beliy üçüncü bir yol arıyor. Devrimi
coşkuyla selamlayan yazarlar arasında yer alacak Beliy’in aradığı yol devrimim
yoludur. Bu yolu açacak olan yeni bir kuşaktır.
Düzyazıda
ritm ve lirizm
Matematikten ezoterik bilimlere dek geniş bir ilgi alanına sahip olan Andrey Belıy, Rus simgeciliğinin en önemli şair, yazar ve kuramcıları arasında sayıldığı halde Türkçeye çok geç neredeyse bir asırlık bir gecikmeyle çevrildi. Bu gecikmişliğin nedenleri başlı başına bir tartışma konusu. Belıy, müzik ve dil arasında bir bileşim denemesi olan Simfoniya (1902) adlı eseriyle ünlenmişti. 1900’ün başlarında art arda şiir kitapları yayımladıktan sonra ilk romanı Gümüş Güvercin’i yazdı. İkinci romanı Petersburg (1913) anlatımındaki yenilikler ve zengin olay örgüsüyle büyük yankı uyandırdı. Nikolay Berdyayev’in “Rus kübizminin edebiyat alanındaki bir örneği” olarak nitelediği bu romanı, Vladimir Nabokov, dünya edebiyatının en önemli dört romanı arasında sayacaktı. Bu roman klasik rus romanından yeni bir romana doğru açılımın habercisiydi. O dönem Rusya’sında edebiyat ve sanatın zenginliği dikkat çekicidir. Simgeciler, fütüristler, akmeistler, imgeciler, onların birbirinden ayrılan zaman zaman birleşen alt dalları devrim öncesi Rusya’sının düşünsel zenginliğini sergiler. Ekim devrimi sonrasında icat edilen Toplumcu Gerçekçilik akımının tek sesliliği nedeniyle bu zenginliğin kucaklanamaması sadece Rusya için değil sosyalist edebiyatın geneli için büyük bir kayıptır.
Rus edebiyatını sevenler Belıy’ın gelenekle yeni arasında
kurduğu organik birlikteliği hemen farkedecekler. Kişilerini Gogol,
Dostovtevski, Tolstoy gibi hem iç hem dış dünyalarıyla birlikte canlandırması,
güçlü mekan ve doğa tasvirleri, canlı ve anlatımı güçlü diyaloglar... Üsluba
geldiğimizde ise Puşkin etkisinden söz edeceğiz. “Lirizmiyle insanı büyüleyen
eşsiz doğa betimleri özellikle dikkat değer. Tekdüze, uçsuz bucaksız Rusya
ovaları, koşan yollar, çimen dalgaları, alevli günbatımları: bütün bunlar,
parlak resimsel diliyle Gümüş Güvercin’i Rus edebiyat hazinesinin zengin
yapıtlarından biri haline getiriyor.”
Glossa (dil) ve lasso (konuşma) sözleriyle oluşturulmuş
Glossolalia ismini taşıyan şiir kitabında ses üzerine bir düzyazı şiir yazmıştı
Belıy. Gümüş Guvercin’in pek çok bölümüde de sesin, sözün, renklerin sessel ve
imgesel anlamlarını yakalıyor.
Düzyazıda ritmi ilke kabul etmesi; dilsel ve sessel
kurallarda çok çeşitlilik ve farklılık; noktalama işaretlerinin, özellikle
‘ve’, noktalı virgül, iki nokta üst üste ve tirenin alışılmadık biçimde
kullanılması; çok karmaşık tümce kuruluşları; sözcüklerin geleneksel yapısını
değiştirme; ritim adına sözcükler üzerinde beklenmedik vurgu bölünmeleri; gramer
kurallarına aykırılık”, Belıy üslubunun kendine özgü özellikleri. Gerek
Petersburg’un gerekse de Gümüş Güvercin’in çevrimenlerinin başarısı bu üslubu
nüfüz etmemizi sağlıyor. Bu üslubu yansıtan bir alıntıyla bitiriyorum;
“Köyün tam ortasında geniş mi geniş bir çayırlık vardır; yemyeşil: orada
eğlenirler, dans ederler, genç kızlar içli şarkılarıyla gam çekerler; burada
akerdeona da yer bulunur, ancak kent eğlencesine benzemez: kentte ne
ayçekirdeği tükürülür, ne de ayaklar altında çimenler ezilir. Çember olup
şarkılı türkülü oyun başlayınca, ipek giysileri içinde saçları pomatlı genç
kızlar, boyunlarında boncuklar, vahşi çığlıklar atmaya başlarlar ve ayaklar da
dansa yürüyünce bir ot dalgası koşar, akşam rüzgârı kışkırtırcasına uğuldar;
acaip ve neşeli: burada neyin tuhaf, neyin neşeli olduğunu gerçekten
anlayamazsın... Dalgalar aralıksız koşar; yol boyunca korkuyla ilerler ve
kararsız bir sıçramayla dağılırlar; ve o zaman yol kenarında çalı kümeleri
hıçkırır ve karmakarışık bir toz direği yükselir göğe. Akşamları kulağını ypla
dayayınca otların büyüdüğünü ve Tselebeyevo üzerinde sarı kocaman bir dolunayın
yükseldiğini duyarsın; ve evine geç kalmış bir çiftçinin telaşı boğuk bir
gürültüyle geçer.”
GÜMÜŞ GÜVERCİN
Andrey Belıy
Çeviren: Kayhan Yükseler
Yapı Kredi Yayınları
2008, 357 sayfa
21 YTL.
GÜMÜŞ GÜVERCİN
Andrey Belıy
Çeviren: Kayhan Yükseler
Yapı Kredi Yayınları
2008, 357 sayfa
21 YTL.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder