Moskova

Moskova

22 Mayıs 2020 Cuma

SSCB ve Rusya’da bilimkurgu




Metin Uçar




Bilimkurgu denince aklınıza ne geliyor acaba?

İçinde Dünya dışı akıllı canlılar, başka dünyalar, uzay gemileri, robotlar olan gelecekten hikayeler değil mi?

Çoğunuz bilimkurgu denince konusu uzayda geçen filmleri ya da dizileri hatırlayacaktır. Bunların hepsi doğru. Yalnız bilimkurgu inanılmaz derecede farklı sanat dallarına sinmiş, kendini yazılı edebiyat, görsel eserler ve müzik aracılığıyla dile getiren çok ama çok geniş bir evrendir. İlk bakışta soğuk, rasyonel, diyalektik düşünceye sahip Sovyetler ülkesinde pek de gelişmiş olmasına ihtimal verilmeyecek bir alandır bilimkurgu. Diğer yandan Dünya edebiyatına Tolstoy, Dostoyevskiy, Gogol, Puşkin, Çehov gibi devleri kazandırmış bir ülkede bilimkurgu alanında da bir şeyler yapılmış olduğunu beklemek gayet normaldir. Özellikle de bilimkurgu sevenler tarafından. Bilimkurgunun SSCB ve Rusya’daki geçmişine şöyle bir bakacak olursak farklı, başta edebiyat ve sinema olmak üzere çeşitli sanat dalında Dünya klasiği olmuş eserlere rastlarız. Sözüm o ki SSCB’nin yetiştirdiği insanlar da diğer insanlar gibi hayal etmeyi sever, yıllar sonra nasıl bir dünyada yaşıyor olacağımızı ya da başka dünyalarda akıllı canlılar olup olmadığını merak ederlerdi. Bunlardan yazıya kabiliyeti olanlar bilimkurgunun saygı duyulan eserlerini yazmışlar, sinemacıları yine artık kült olmuş bilimkurgu filmleri çekmişlerdir. Bu yazıda hayallerini yazıya, ekrana aktarabilmiş insanlardan ve eserlerinden bahsedeceğiz.

SSCB’de bilimkurgunun babası olarak Konstantin Eduardoviç Tsiolkovskiy kabul edilir. Aslında uzay araştırmaları ve uzay araçları konusunda birçok öncü düşüncenin sahibi olan Tsiolkovskiy’in kaleminden çıkan ve 1918 yılında ‘Doğa ve insanlar’ dergisinde yayınlanan ‘Dünya dışında’ adlı öyküsünde reaktif bir roketin nasıl olması gerektiği anlatılır. Diğer yandan tam anlamıyla SSCB’nin ilk ‘kozmik’ kitabı 1922-1923 yıllarında yayınlanan Aleksey Tolstoy’un ‘Aelita’ adlı romanıdır. Bu roman ‘Kızıl Yenilik’ dergisinde ‘Mars’ın sonu’ adı altında yayınlanmıştı. Tolstoy bu romanını yurtdışında göçmen iken yazmıştı ve Edgar Rice Burrougs’un ‘Mars’ öykülerinden etkilendiği açıktır. Ancak romanının başkahramanı Gusev, güzel prenses Aelita’nın kalbini çalmakla kalmaz, hazır Mars’a kadar gitmişken gerçek bir komünist olarak bir de devrim gerçekleştirir.

1920’li yıllarda SSCB’de iki kitap daha çıkar. Her ikisinin de kahramanları uzaya yolculuk yaparlar. Komsomol Andrey ve bilim insanı Nikodim Ay’daki yerlileri örgütleyerek devrim yaparlar (‘Gezegenlerarası seyyah’ ve ‘Psihomaşina’ - 1924). Aleksandr Yaroslavkiy’in 1926 yılında yayınlanan ‘Evren’in Argonotları’ adlı romanında kahramanlar Mars’a giderler. Andrey Platonov’un 1926 yılında çıkan kitabı ‘Ay bombası’ ve 1928’de basılan Valeriy Yazvitskiy’in ‘Ay’a ve Mars’a seyahat’ adlı kitabında yakın uzayda yaşanan olaylara tanık oluruz. Graal Arelskiy’in 1925’te yayınlanan ‘Mars hikayeleri’ ve 1929’da yayınlanan S. Gorbatov’un ‘Ay Colomb’unun son seferi’ adlı kitaplarda dünya dışı zeka ile tanışırız. Nikolay Muhanov’un 1924 yılında yayınlanan ‘Yangın yeri derinlikler’ adlı eserinde SSCB bilimkurgusunda bir ilk olarak gezegenler arası savaşa tanık oluruz. Söz konusu savaş Dünya ve Mars orduları arasında yaşanır. Savaşta ışın silahının etkin bir şekilde kullanıldığını öğreniriz.

Görüleceği gibi SSCB’de bilimkurgunun şafağında çok sayıda eser ortaya çıkmıştır. Ancak bunlardan sadece Tolstoy’un Aelita’sı bir ilk olarak kabul edilir. Belki konusu etkileyici olmasa da Tolstoy’un kaleminin güçlü olması bu kitabı ilk sıraya yerleştirmiştir diyebiliriz (Bu arada bizim Lev Tolstoy ile karıştırmayınız!).

1930’lu yılların başına SSCB bilimkurgu kütüphanesine birkaç kitap daha katılır. Bunlar arasında 1930’da yayınlanan Abram Paley’in ‘KİM gezegeni’, 1931 yılında yayınlanan Yan Larri’nin ‘Mutlular ülkesi’ ve 1933’te yayınlanan Aleksandr Belyayev’in ‘Hiçliğe sıçrama’ sayılabilir.

Yan Larri’den biraz daha detaylı bahsetmemiz gerekir. Çünkü yazar Sovyet çocuk fantazyasının klasiği sayılan ‘Mutlular ülkesinde’ yakın zamandaki komünist toplumun nasıl olacağını yazmıştır. Bu konunun yanı sıra uzayın fethedilmesi gerekliliği de işlediği temalardan biridir. İş böyle olunca yazarın politik düzen ile ilgili kendi görüşlerini yazması gerekmiştir ki bu yüzden de uzun bir süre boyunca göz ardı edilmiştir. Bu sessizlik saf yazarı Yoldaş Stalin için bir fantastik roman yazmaya iter. Yazar romanında bir uzaylının anlattığı Sovyet sistemi ile ilgili eksiklerden dem vurur. Eserini imzasız olarak Stalin’e gönderir. Sonuçta 1941’de NKVD (KGB’nin öncülü) tarafından tutuklanır ve 10 yıl hapis cezası alır.

Aleksandr Belyayev’in ‘Hiçliğe sıçrama’ romanı Tsiolkovskiy tarafından da beğenilir. Romanda bir uzay gemisine binerek dünyadaki devrim süreçlerinin bitmesini beklemeye karar veren burjuvaların hikayesi anlatılır. ‘Ark’ adlı gemilerinin yolu Venüs’e düşer. Gemide burjuvalar ve hizmetçileri arasında kavga çıkar. Emekçiler bu kavgadan galip çıkarlar ve kendi yanlarına geçen burjuvalar ile Dünya’ya geri dönerler. Döndüklerinde komünist ütopyanın gerçek olduğunu görürler.

1934 yılında Sovyet Yazarları Kongresi düzenlenir. Ancak bu kongre bilimkurgu için hiç de hayırlı olmayacaktır. Kongre bilimkurguyu sadece yeni yetişmekte olan nesillere yazılı eserler üreten bir komitenin himayesine verir ve yapılacak çalışmanın genç nesillere bilimsel-teknik bilgi vermek olduğu tespitini yapar. İşte bu durumda karşımıza ‘yakın dönemi hedefleyen’ bir bilimkurgu akımı çıkar. O dönemin fantastik romanlarında genelde karşımıza çıkan tema şöyledir: Bir fabrikada ya da bilimsel araştırma enstitüsünde çalışan dahi bilim insanı, genç komünist (Komsomol) arkadaşları ile sosyalist ekonomiye hizmet edecek muhteşem bir teknoloji üzerinde çalışır. Hemen yanlarına kadar sızan bir ‘yabancı ajan’ ise düzen düşmanlarını kullanarak ortalığı bulandırır. Ancak sonuçta kahraman güvenlik teşkilatı çalışanlarıyla beraber tüm kötüler ‘zırhlı trenin’ darbesi ile darmadağın olurlar. 1939’da yayınlanan Grigoriy Adamov’un ‘İki okyanusun gizi’ adlı romanı bunlara güzel bir örnektir.

Ancak bu yukarıdan indirilen çerçeveye sığmak istemeyen yazarlar da vardı tabii. Onların yazdığı romanlardaki kahramanlar sürünmeyi değil uzayda yolculuğu arzulamaktaydılar. Aleksandr Belyayev’in 1936’da yayınlanan ‘KETS yıldızı’ adlı romanında olaylar bir yörünge istasyonunda geçer. 1937’e yayınlanan ‘Gökten gelen misafir’ adlı romanı ise yıldızlara seyahati konu edinmiştir. Vladimir Vladko ‘Evren Argonotları’ (1938) romanında kahramanları Venüs’e, Boris Anibal ise ‘Evren denizcileri’ romanında (1940) kahramanlarını Mars’a gönderir. A. Tarasov’un ‘Ay kraterleri üzerinde’ romanındaki kahramanlar ise (1941) Ay’a giderler. Bu kitaplar beklenen ilgiyi görmez, ardından savaş başlar.

Büyük kırılma

Savaşın zaferle sonuçlanmasından sonra da öyle sık bir şekilde bilimkurgu kitapların basılmadığını görürüz. Sergey Belyayev 1945’de savaş-macera konulu ‘Onuncu gezegen’ romanını yazar. 1947’de İvan Yefremov’un ‘Yıldız gemileri’ romanı çıkar. Yine bu dönemde çıkan Vladimir Obruçev’in ‘Gezegenlere seyahat’ adlı romanı daha çok bilgilendirme amaçlı bir eser gibidir. Boris Lyaponov ‘Evrenin derinliklerinden gelen’ romanında Tungusk meteorunu anlatır (1950). Bu dönemim bilimkurgusu ayağı Yer’e basan, yakın geleceği anlatan bir özelliği vardır. O dönemin bilimkurgu romanlarında birkaç yıl, en fazla on, onbeş yıl sonra yaşanacak bir gelecek ile tanışırız. Bilimkurgu yazarlarının çalışmalarında batıdaki meslektaşlarına benzemeye çalışıyor olabilecekleri riski de her zaman vardı. Ancak zaman ilerliyordu ve Sovyet bilimkurgu yazarlarının da günü gelecekti. 1954’te Aleksandr Dovjenko’nun sinemaya aktarılmak üzere yazılan ancak sonuçta rafta kalan ‘Kozmos’un derinliklerinde’ adlı romanını görürüz (1954). Bir yıl sonra ise Vladimir Savçenko’nun ‘Yıldızlara’ adlı öyküsü ‘Bilgi-Güçtür’ dergisinde yayınlanır. Bu romanda yıldızlara gidecek ilk uzay gemisi 1977’de fırlatılır. Ardından Georgiy Martonov’un 1955’te yayınlanan ‘Yıldız gemisinde 220 gün’ ve 1957’de yayınlanan ‘Gezegen misafiri’ adlı romanları gelir. Bunlar daha sonra seri haline gelecek ‘Yıdız seyyahları’ ve ‘Kallisto’ serilerinin başlangıcıdırlar. Bu romanlarda Güneş Sisteminin fethi, uzaylıların Dünya’ya ziyareti ve komünizmin inşa edilmiş olmasına tanık olmaları gibi temalar işlenir. 1957’de İvan Yefremov’un ‘Andromeda bulutsusu’ adlı romanı çıkar. Bu roman Sovyet bilimkurgusunun ikinci doğuşunu simgeler. O dönemde toplumda da ‘ılımlaşma’ yaşanmaktadır, bilimsel alanda çok önemli atılımlar yapılmaktadır. Yefremov’un romanındaki iyimserlik dönemin ruhuna tam olarak uymaktaydı. İnsanlar uzun yaşamanın sırrını bulmuşlar ve ‘Büyük ring’i kurmak üzere yıldızlara yolculuk yapabilmektedirler. Yefremov 1959’da yazdığı ‘Yılanın kalbi’ adlı romanında Dünya’lıların ‘yabancı’ ırkı uzaylılarla ilk temasını anlatır.

Sovyet bilimkurgusu açısından dönüm noktası 1959’da çıkan ‘Kızıl bulutlar ülkesi’ adlı romandır. Bu Arkadiy ve Boris Strugatskiy’lerin ilk romanıydı. Bu romanda yazarların bilimsel-teknolojinin ve macera temalarından ziyade insan karakteri çözümlemelerine girdiklerini görürüz. Strugatskiy’lerin kahramanları çok kez ahlaki tercih yapmak zorunda kalan kişilerdir. 1960’ta çıkan ‘Amalteya yolu’ ve 1962’de çıkan ‘Stajyerler’ romanlarının kahramanları Güneş Sistemi’ni fethetmeye çalışırlar. 1963’de en iyi romanlarından biri olan ‘Uzaktaki gökkuşağı’ yayınlanır. Bu arada 1960’ta çıkan İgor Zabelin’in ‘Hayat kemeri’ romanından da bahsetmek gerekir. Bu diğer gezegenlerde terraformasyon konulu ilk romandır. Yine uzayın fethi konulu romanlar arasında Genrih Altov’un 1961’de çıkan ‘Yıldız kaptanları hakkında efsaneler’ serisi, Valentina Juravlyova’nın 1963’te çıkan ‘Evren’e seyahat edenler’, 1965’te çıkan Georgiy Gureviç’in ‘Biz Güneş Sistemi’ndeniz’ romanı sayılabilir. O dönemde bilimkurgu roman ve öykü yazanlar arasında İgor Rosohovatskiy, Anatoliy Dneprov, Vladimir Mihaylov’u görürüz.

Yıldızlara dönüş

Çok gariptik ki Yuriy Gagarin’in uzaya çıkışı Sovyet bilimkurgusunda bir durgunluğa yol açar. Artık uzay büyük bir hayal olmaktan çıkmış, günlük bir iş haline gelmiştir. Ancak bilimkurgu sevenlerin sayısı da oldukça yüksek idi ve eskisi kadar sık olmasa da bu türde eserler çıkmaktaydı. Bu alanda en dikkat çekici eser, Sergey Snegov’un üç kitaptan oluşan ‘Tanrı gibi insanlar’ıdır. 1966’da çıkan ‘Galaktik keşif’, 1968’de çıkan ‘Perseus’a saldırı’ adlı ilk bölümlerin yayınlanmasından hemen sonra yazara karşı, batı esinli kozmik opera yaptığı ile suçlaması yapılır. Burada anlatılan galaktik ölçekteki savaş teması Sovyet okuyucuları için yabancı idi. Bu nedenle son bölüm ‘Geriye giden zaman ringi’ ancak 1977’de yayınlanmıştır.

Sovyet bilimkurgusu için alışılmadık, uzay temalı romantik hikaye ‘Aramis nöbeti’ 1967’de Olga Larionova’nın kaleminden çıkar. Larionova’nın bazı hikayelerinin Strugatskiy kardeşlerin seviyesinde olduğu söylenir. Strugatskiy kardeşler bu dönemde (1971) yazdıkları ‘Ufaklık’ adlı romanda insanlara çok yabancı bir uygarlık ile temasta ortaya çıkan ahlaki tercih konusunu masaya yatırırlar. Yevgeniy Voyskunskiy ve İsay Lukodyanov’un 1970’de çıkan ‘Yıldız denizlerinin sesi’ adlı romanın kahramanları Venüs’te terraformasyon ile uğraşırlar. Çalıştıkları ortam tam bir komünist ütopyadır. Sergey Jemaytis 1973’te yazdığı ‘Kızıl Gezegen’ adlı romanın kahramanları Mars’ta yıkılmış bir uygarlığın izine rastlarlar. Kir Bulıçev’in yine bu dönemde çıkan eserleri insan psikoloji üzerine çok doğru betimlemeler içerir.

1970’li yılların ortalarından itibaren 1980’li yıllar Sovyet bilimkurgusu için yine durgunluk dönemidir. Bunun nedeni yine aktifleşen politik ‘conta sıkıştırma’ ile ilgilidir. Ağırlaşan günlük hayat şartlarında uzayın fethedilmesi artık o kadar ilgi çekmemektedir. Amerikalılarla yapılan ‘Ay yarışı’ kaybedilmişti. Uzay mekiği programının gerçekleştirilmesinde de ciddi sıkıntılar yaşanmaktaydı. Sosyalist bloktan kozmonotlar sıra sıra uzay istasyonunda çalışma yapmaya gidip gelmekteydiler. Bu ortamda ‘Molodoya Gvadriya’ yayınevi kimsenin ilgisini çekmeyen bazı kitaplar basmaktaydı. Bunlar arasında kozmonotlar tarafından yazılmış bazı bilimkurgu Levon Haçaturyan’ın ve Yevgeniy Jrunov’un ‘Mars yolu’ (1979), ‘Asteroidde’ (1984), ‘Selam Fobos’, ‘Kara sessizlik’ gibi eserler de vardı! O dönemin kayda değer en önemli eseri 1978’de yayınlanan, Sergey Pavlov’un ‘Ay gökkuşağı’ adlı romanıdır. Bu romandaki kahramanlar eski istihbaratçı iken insanlıktan çıkıp, garip canlılar haline gelmektedirler. 1976’da yayınlan, Vladimir Mihaylov’un ‘Kardeşimin bekçisi’ ve 1983’te yayınlanan ‘Öyleyse gelin, hüküm verelim’ adlı eserlerinde Strugatskiy kardeşlerin son dönem eserlerindekine benzer sosyal-filosofik temaların net bir şekilde işlendiğini görürüz.

Sonucunda SSCB’nin dağılmasını getiren Perestroyka (yeninden yapılanma) döneminde bilimkurguya olan ilgi hemen hemen ortadan kalkar. Modern dönem bilimkurgu yazarlarının eserlerinin büyük çoğunluğu kozmik opera olarak kabul edilir. Bu dönemin belki de tek olumlu özelliği bir zamanlar batılı ideolojileri taşıdığı için Rus piyasasına pek giremeyen yabancı bilimkurgu eserlerinin kitlesel şekilde Rusça’ya kazandırılmasıdır. Bugün Rusça’ya çevrilmemiş bir bilimkurgu romanı yoktur diyebiliriz.

Sovyet bilimkurgusunun ilk 10 kitabı:

Aleksey Tolstoy «Аelita»
İvan Yefremov «Andromeda bulutsusu»
Arkadiy ve Boris Strugatskiy kardeşler «Kızıl bulutlar ülkesi», «Amalteya yolu», «Stajyerler»
Aleksandr Belyayev «Hiçliğe sıçrama»
Georgiy Martınov «Каllisto»
Yevgeniy Voykunskiy, İsay Lukodyanov «Yıldız denizlerinin sesi»
Sergey Snegov «Tanrılar gibi insanlar»
Georgiy Gureviç «Biz, Güneş Sistemi’ndeniz»
Sergey Jemaytis «Kızıl gezegen»
Sergey Pavlov «Ay gökkuşağı»

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder