Moskova

Moskova

7 Aralık 2016 Çarşamba

Bir Rus Yazar Olarak Prometheus'un Portresi


Ahmet Ümit


Ne zaman Tolstoy üzerine düşünecek olsam Prometheus’u hatırlarım. Oysa bu büyük yazar, bir mitoloji kahramanıyla değil, yeryüzündeki ilk destanlardan olan İlyada ve Odysseia’nın anlatıcısı Homeros’la kıyaslanır. Ki Tolstoy’un destansı anlatım tarzı göz önüne alındığında bu yaklaşım doğrudur, zaten bana Prometheus’u çağrıştıran da Tolstoy’un yapıtları değil, hayatıdır.

Yazarların yapıtları ile yaşadıkları arasında her zaman uyum olması gerekmez. Nasıl ki Dostoyevski, çarın zindanlarında yaşadığı onca kötülüğe, sürgünde çektiği onca çileye rağmen Pan-Slavizmi savunmuşsa, aristokrat bir aileden gelen Tolstoy da politik olarak ilericilere yakın durmuştur. Yanlış anlaşılmak istemem, elbette yazarların kişisel tarihleri onların üslubunu belirleyen temel etkendir ama bu son derece karmaşık ve ilginç şekilde gerçekleşir. Örneğin Tolstoy’un ömrünün büyük bölümünü kırlar içinde bir malikânede geçirmiş olması, onun romanlarındaki pastoral zenginliğin asıl nedeni sayılabilir. Rus aristokrasisinin içinden geliyor olması, yaşadığı çağda siyaset, sanat, din, ama hepsinden önemlisi üst sınıf arasındaki ilişkiyi en iyi biçimde anlatmasının nedenidir de denebilir. Ama Tolstoy’un kişisel tarihi aynı zamanda bir çelişkiler tarihidir. Bir Rus aristokratı olmasına rağmen hayatının sonuna kadar böyle bir hayat sürmenin utancını da yaşamıştır. Rusya’da ve dünyada onca yoksulluk ve zulüm varken, hem bir toprak sahibi hem de bir yazar olarak son derece elverişli koşullarda yaşıyor olmayı kendisine yedirememiştir. Bence Prometheus’la benzerliği de bu durumundan kaynaklanır.

Bilindiği üzere Prometheus, Iapetos adında bir titanın oğludur. Bilge ve zekidir, kâhin değildir ama olayların nasıl gelişebileceğini öngörmek gibi bir yeteneği vardır. Kendisi insan soyundan gelmediğinden aslında insan denen canlı türüne yardım etmesi için hiçbir neden yoktur. Ama tuhaftır, insan soyuna tehlikeli bir yakınlık besler. Tehlikeli diyorum, çünkü insanlara duyduğu bu tutku, tanrıların yasalarıyla çelişecek, o devirde kimsenin bulaşmak istemeyeceği Zeus’u zıvanadan çıkaracaktır.

Tolstoy, elbette Prometheus gibi insanüstü bir varlık değildi ama zengindi, hem de çok zengin. Rusya gibi toprak köleliğinin yaygın olduğu bir ülkede yarı tanrı olmak gibi bir ayrıcalıktı bu. Gençlik döneminde yaşadığı serserilik hayatının ardından, özellikle de yazmaya başladıktan sonra insan üzerine düşünmeye başlar Tolstoy. Kendi topraklarındakiler de dahil Rusya’da köy emekçileri korkunç koşullarda yaşamaktadır. Toprak sahibi olmadıkları gibi, toprakla birlikte satılmaları da normal karşılanmaktadır. Sadece Rusya’da değil, yeryüzünde yoksulluk ve zulüm hüküm sürmektedir. İnsan insanı sömürmekte, hor görmekte ve acımasızca öldürmektedir. Bu durum Tolstoy’u derinden etkiler. Belki de kendini bir tür kurtarıcı olarak görmeye başlar. Yoksulluk, cehalet, zalimlik ve topyekûn hayat üzerine düşünmeye, yazmaya, dahası eyleme geçmeye başlar.

Prometheus’un Zeus’u kızdıran ilk eylemi, kurban edilen bir boğanın etlerinin en iyi kısmını insanlara, kötü kısmını ise tanrılara ayırmasıdır. Prometheus bu işi öyle kurnazca yapar ki, belki de Zeus, etin insanlara dağıtılmasını değil de aldatılmış olmayı kendisine yediremediği için büyük bir cezayla karşılık verir. İşin ilginç tarafı, cezalandırılan Prometheus değil, insanlardır. Evet, Zeus ateşi insanlara yasaklar. Aslında gizliymiş gibi görünen mesaj açıktır: 

Bu, Prometheus’a verilen bir gözdağıdır. Ama Prometheus pek aldırmaz. Aksine öfkelenir ama belli etmez. Planını yapar ve harekete geçer. Athena’nın da yardımıyla Olimpos’a gizlice girer, güneşin hiç sönmeyen alevinden bir meşale tutuşturarak yeryüzüne iner, ateşi insanlara yeniden armağan eder.

Hiç kuşkusuz ateş bir imgedir. Prometheus aslında bilgiyi/aydınlanmayı çalmıştır tanrılardan. Çünkü insanı tanrıların zulmünden kurtaracak olan bilgiden başkası değildi. Aynı eylemi Tolstoy da yapacaktır. Evet, o da kendi yoksul köylüleri ve bütün umutsuz insanlar için birçok riski göze alacak, yeryüzünün daha güzel bir yer olması için, insanın daha iyi olabilmesi için cesurca ve fedakârca çabalayacaktır. Hayır, yine sadece yazdığı romanlardan bahsetmiyorum, ki o metinler devrim öncesi Rusya’nın halini olağanüstü bir gerçekçilikle sergiler. Zengin bir dille anlatılan doğa ve insan hakikati… Hem savaş, hem aşk bölümlerinde destansı bir anlatı sunan yazar, bu güzellikler içinde özellikle insanın hazin macerasına vurgu yapar. Ölümlerin, ayrılıkların, toplumsal yıkımların âdeta senfonik bir bestesini seslerle değil sözcüklerin marifetiyle bize işittirir. Ama bütün o kötü gidişatın, bu berbat talihin, o umutsuzluk çağının içinde bile tarihin değiştirilebileceğine olan inancını sürekli hissettirir. Slav hüznüyle birazcık gölgelenmiş olsa bile geleceğe duyulan umut o kadar büyük, o kadar etkileyicidir ki, Lenin onun yazdıkları için, “Rus devriminin aynası” deyimini kullanacaktır. Gerçekten de Tolstoy bir ara, 1905 Devrimi sırasında Marksist düşüncelere yakınlaşır, ama bu çok sürmez. Devrimcilerin iktidarı ele geçirmesi halinde zulmün ortadan kalkmayacağını, sadece tiranların değişeceğini söyleyerek kendi bağımsız düşüncesine döner. Çünkü o da tıpkı Dostoyevski gibi Slav dininin etkisinden kendisini kurtaramamaktadır. Dahası, hümanist bir dinin tek kurtarıcı olabileceğine yürekten inanmaktadır. Üstelik bu düşünce, Avrupa’da tanıştığı aydınlanmacı fikirlerle de hiç çelişmemektedir. Voltaire’in dediği gibi, “Tanrı olmasaydı bile onu icat etmek zorunda kalırdık.” Elbette Tolstoy’un dini, Rus Ortadoksluğu değildir. Yepyeni, bambaşka bir inanç biçimidir ki bu nedenle kilise tarafından aforoz edilir. Çünkü ona göre, “Tanrı’nın krallığı kilisede değil, insanın kalbindedir.”

Prometheus, insanı sevdiği, insana inandığı, insanı umut olarak gördüğü için yasayı çiğnemiştir. Olimpos’un kutsallığını lekelemiş, Zeus’un kurallarına karşı gelmiştir. Bu yüzden cezası korkunç olacaktır. Kafkaslarda bir dağın zirvesine zincirlenecek, her gün devasa bir kartal gelip onun karaciğerini yiyecek ama bununla da bitmeyecek, her gece organı yeniden tamamlanacak, ertesi gün kartal yine Prometheus’un bedenini parçalamayı sürdürecektir. Prometheus’un bu korkunç yazgısı ancak Herakles’in müdahalesiyle değişir.

Elbette Tolstoy’un ciğerlerini yiyen bir akbaba yoktur ama belki de daha acı verici bir duygu vardır: vicdan. Evet, doğduğundan beri onu rahat bırakmayan, hem dini, hem çarlığı, hem de insanlığı sorgulamasını sağlayan vicdan. Resmi Rus dininden kurtulması onu bir miktar özgürleştirmişse de, tarlada ölen köylüsünü gördüğünden bu yana ruhunda kanlı bir çıban gibi sızlayıp duran toprak mülkiyetinden kurtulmadan gerçek huzura kavuşamayacaktır. Bunu yapar da, seksen küsur yaşında olmasına rağmen, sonunda sahip olduğu toprakları köylülerine bırakarak, bizim çileci dervişler gibi, bir hırka bir lokma felsefesiyle yollara düşecektir. Bu tavrıyla karısı başta olmak üzere neredeyse tüm akrabalarını kendisine düşman etmeyi de başarmıştır. Çünkü tıpkı Prometheus gibi kendi sınıfına ihanet etmiştir. Ancak başka çaresi de yoktur: Mutluluk, ancak başkalarının yarasına merhem olduğunda gülümseyen bir armağandır. Muhtemelen Prometheus da aynı bencil gerekçeyle, yani mutlu olmak, hayatını daha anlamlı kılmak için insan denen o iki ayaklı mahluka yardım etmeyi seçmiştir. Ne var ki çiftliğini terk eden Tolstoy, ne Prometheus gibi gençtir ne de ölümsüz bir titandır. Evinden ayrıldıktan kısa süre sonra yorgun ve yaşlı bedeni Astapovo Tren İstasyonu’nda ölü bulunacaktır.


Prometheus ölümsüz bir varlık olarak hayata başlamıştı, Zeus onun parmağına bir ceza halkası geçirse de sonsuza kadar yaşamayı sürdürecektir. Lev Tolstoy ise Prometheus’un kurtarmaya azmettiği o insan denen canlılardan biridir. Ne tanrısal bir niteliği vardır ne de ölümsüzdür. Ama Prometheus’un yolunu seçmiştir. Nedeni, o tanrısal varlık gibi ölümsüz biri olmak mıdır bilmiyoruz. Gerçi yazınsal dehasıyla, yaratılmış olanı yeniden yaratma yolunu seçtiğine göre tanrılara karşı bir tür özenme içinde olduğundan söz edilebilir. Hatta yazmakla kalmayıp kendine özgü bir din yaratmaya kalkmış olması da ilahi bir seçeneğin peşinde olduğu görüşünü destekleyebilir. Fakat hiçbir yazısında bu isteğinden bahsetmediğine göre bu tezi ileri sürmek pek gerçekçi olmaz. Ama tanrı olmak istememiş olsa bile, gerek yaşam öyküsüyle, gerek eserleriyle, tıpkı Prometheus’un onu etkilediği gibi, öteki insanları etkilemeyi hâlâ sürdürmektedir. İşte sanatsal etkidir ki, yeryüzünün güzel bir yer olabilme ihtimalini hâlâ mümkün kılabilmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder