Moskova

Moskova

18 Şubat 2013 Pazartesi

Meteor Tehdidi Altında Akşam Yemeği


M. Hakkı Yazıcı
Kaynak : http://www.turkrus.com/

İlker, geçen Cuma akşamı Lena’yla beni akşam yemeğine davet etti.
Aslında bütün gün koşturmaktan yorgun düşmüştüm, hiç halim yoktu; ancak davete icabet etmemek olmazdı.

İlker’in evinde Digitürk bağlantısı var. Hasta Galatasaraylı olduğumdan, önemli maçlarda beraber seyredelim diye sağolsun beni çağırır. 
O akşamki maç Didier Drogba’nın Galatasaray seyircisinin karşısına çıkacağı ilk maçtı. Çok merak ediyordum; yorgun bile olsam bu maçı seyretmem lazımdı. Diğer yeni flaş transfer Wesley Sneijder’le birlikte  bu maçta kimbilir ne harikalar yaratacaklardı.
İlker Galatasaraylı değil, Fenerbahçeli; ama olsun, kavgasız, gürültüsüz, birlikte maç seyredip, zevk alabiliyoruz.

İlker, Alex’i ve kız arkadaşı Anna’yı, Ersin’i ve karısı Natalya’yı da çağırmış.
Alex ve Ersin de İlker gibi hasta Fenerli. Bir yandan da eyvah, üç hasta Fener’li arasında bu akşam maç izlemek bana zehir zıkkım olacak diye düşünüyorum içimden.
Zaten bismillah, kapıdan ayağımı içeri atar atmaz, daha merhaba demeden Alex, “Biliyor musunuz meteroit bu akşam Manisa Stadı’na düşecekmiş,” dedi.
Hiç altta kalır mıyım; “Evet, Drogba’nın bir değil, birkaç meteroiti  Akhisar kalesine düşecek, Fenerliler kahrolacak,” dedim. 
Alex, can arkadaşım; bir Rus. Nasıl oluyor da Fenerli, diye soracaksınız. Rusya’da doğduğu şehirdeki bir Türk kolejinden mezun olmuş; sonrasında İstanbul’da Yıldız Teknik Üniversitesi’ni bitirmiş. Ortalama bir Türkten daha iyi Türkçe konuşup, okuyup, yazabiliyor. Fenerliliği de İstanbul’daki yıllarından yadigar. Onun hikayesi de ayrıca ilginç ve hoş.
İlker’in karısı Tanya, hamarat bir kız; daha biz gelmeden yemeklerin çoğunu yapmış bile.

İsmindeki ‘Tan’ı annesi Tanya’dan, ‘er’i babası İlker’den alan İlker’in oğlu minik Taner, etraftaki gürültüye, koşuşturmaya aldırmadan oturma odasındaki divana yatmış mışıl mışıl uyuyordu.
Ben de divanın bir köşesinde kendime yer bulup, hafifçe uzanıp kaykıldım.

Lena, hemen televizyon kumandasını kapıp, zaplayıp çeşitli kanallardaki haberleri izlemeye başladı.
Bütün kanallardaki ana haber konusu, önceki gün Rusya'nın Çelyabinsk kenti yakınlarına düşen meteordu.
Çelyabinsk Bölgesi semalarından geçen meteor, Çebarkul şehrinin 1 km uzağında bulunan bir su bendine düşmüştü. Atmosferin alt katmanlarından geçerken yanan göktaşı  parçalara dağılmıştı.
Rusya Acil Durumlar Bakanlığından yapılan açıklamaya göre gök cisminin parçaları Çelyabinsk bölgesindeki Satka şehrinin 80 kilometre uzaklığında bulunmuştu. Birkaç kilometrelik yükseklikte meydana gelen patlamayı Çelyabinsk, Tümen, Sverdlovsk ve komşu bölgelerin sakinleri görmüşlerdi.
Rusya İçişleri Bakanlığı Basın Merkezi’nden yapılan açıklamada, Çelyabinsk eyaletinde meteor parçalarının düşmesi sonucu 400 kişinin hastaneye başvurduğu açıklanmıştı.
Çelyabinsk Bölgesi’nde görülen bu meteor yağmurunun Dünya’ya yaklaşmakta olan 2012 DA14 asteroidinden kaynaklanmış olabileceği söyleniyordu.
15 Şubat’ta da, yani Cuma akşamı NASA Dünya’dan 27,7 bin kilometre yükseklikte yarım futbol sahası büyüklüğünde uçan bir asteroidin izleneceğini bildiriyordu..
Ve  Pulkovo Gözlemevi Başkanı Sekreteri Tatyana Borisoviç’e göre Cuma akşamı Moskova saati ile 23.25’te adı geçen asteroid 27 bin kilometre gibi minimum yakın bir mesafeden geçecekti.

Uyumakla, uyumamak arasında uzanmışken bu ve benzeri haberleri duyuyordum.
Ben maçın naklen yayınını seyretmek heyecanı içindeyken, Lena, Moskva 24 Kanalı’ndan naklen verilecek meteor haberinin heyecanı içindeydi.
Aramızda televizyonun uzaktan kumandasına sahip olma konusunda tartışma olmaz diye umuyorum.

Ersin, karısına okuyup Türkçesini ilerletsin diye bir kitap getirmiş. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç” isimli romanı.
Natalya, elinde kitap biraz okuyup, ikide bir anlayamadığı sözcükleri Ersin’e soruyor.

Natalya’ya “Günün anlam ve önemine uygun bir kitap okuyorsun,” diye takılıyorum.
Biliyorum bu kitabı; ortaokul, lise çağlarımda okumuştum. Romanı da, konusunu da hatırlıyorum. 1910 yılının Mayıs ayında Halley kuyruklu yıldızının dünyaya çarpacağı haberi İstanbul’da panik meydana getirir. Bir mahallede kadınların kendi aralarında Kuyrukluyıldız ile ilgili konuşmalarıyla başlayan romanın kahramanı İrfan Galip isimli bir gençti. Ünlü bir yazar olmak isteyen, kadınlara da kızan gazeteci İrfan Galip’in Halley kuyruklu yıldızıyla ilgili toplantılar dolayısıyla mektuplaştığı Feriha Davut isimli genç ve güzel hanımla evlenip mutlu olmasını anlatıyordu.
Ersin’in tevellüdü yeni, eski sözcüklerin anlamını o da bilemiyor, Natalya’ya gözünün ucuyla beni işaret edip, “Kafa kağıdı eskidir. Ona sor,” diyor.
Natalya elinde kitap geliyor. Bakıyorum:
“- Emine Hanım azıcık pencereye gel… Bak neler olacakmış neler … Merakımdan bir yerde duramıyorum…
- Ne var? Yine Sıtkı karısını mı boşadı?..,
- Ay yere batsın Sıtkı da, karısı da... Bu öyle karı boşamak filân keyfiyeti değil... İş fena...
- Ne olmuş canım?
- Ortalık çalkanıyor... Bursa'da sağır sultan duydu, se­nin hâlâ bir şeyden haberin yok... Ah ne felâket!... Dünyaya kuyruklu yıldız çarpacakmış...
Emine Hanım “tu! tu!” diye birkaç defa yakasına tükürerek def-i halecana (halecanını gidermeğe) uğraştıktan son­ra:
- Aman ben de korkacak bir şey zannettim. Ne kadar telâşesin kardeş... Çarparsa çarpsın.., Ne var? Kapımı ka­par, evceğizimde otururum, bir yere çıkamam, şimdi karılar, “Nasıl çarpacakmış bakalım” diye sürü sürü seyre giderler... A! gitmem, gitmem, it köpek arasında çiğnenmeye vaktim yok...
Bedriye Hanım asabî bir kahkaha ile:
- Emine kardeş, sen ne kadar aptallaşmışsın.. Hiç o koca “mefret” o saçaklı Raziye bu dünyaya çarpar da senin evin kalır mı ki kapıyı kapayıp da içinde oturacaksın?…Sen ne kayıtsız kadınsın, Vallahi korkudan bu gece gözlerime uyku girmedi.
- Korkma.. Hepsi yalan. Müneccim uydurması...Ne çarpacağı var, ne bir şey....”Küllii müneccimin kezzab...” (arapça bir cümle: bütün astronomlar yalancı). Hacı baban daima öyle söylemez mi? Geçenlerde de öyle dediler,... Yine bir kuyruklu görünmedi miydi? “Çarpacak” dediler, “Gök­ten ateş yağacak” dediler... bilmem daha ne haltlar ettiler. Hiçbirinin aslı çıktı mı? Hay söyleyenlerin kemikleri çarpıl­sın inşallah... O geçenki kuyruklu için bir ucu yerde bir ucu gökte dediler. Atiye Hanımın evinden gözüküyor imiş,. Bir gece akşam yemeğinden sonra oraya gittik. Şöyle Cerrahpaşa camisinin yanma doğru havada iri sorguç gibi bir şey gör­dük, işte o imiş. Bu kadar lâkırdı meğerse onun içinmiş....”

Natalya, bir iki şey sorduktan sonra, kitabını alıp gidiyor.

Bu arada Lena, elinde televizyonun uzaktan kumandası, yanıma gelip,
“Haberin var mı? Bak neler olacakmış neler?” diyor.
Her şeyi biliyorum, ama yine de dalgamı geçmek için soruyorum:
“Ne var? Yine Pavel karısını mı boşadı?..,”
“Ay yere batsın Pavel de, karısı da... Bu öyle karı boşamak filân gibi bir şey değil... İş kötü...”
“Ne olmuş canım?”
“Ortalık çalkalanıyor... Çukotya’daki Çukçalar bile duydu, se­nin hâlâ bir şeyden haberin yok... Ah ne felâket!.. Dünyaya yeni bir meteroit çarpacakmış…Moskva 24 Kanalı canlı haber verecekmiş.  Merakımdan yerimde duramıyorum…”
“Tu! tu! Tu! Allah korur inşallah. Aman ben de korkacak bir şey var zannettim. Ne kadar telâşesin Lena’cım... Çarparsa çarpsın.., Ne var? Buralara düşmez. Rusya, dünyanın en büyük ülkesi, Çelyabinsk de buraya çok uzak,” diyorum.
“Yahu, sen ne kayıtsız adamsın, Vallahi korkudan dün gece gözlerime uyku girmedi. Hiç öyle deme, yakın bir yerlere düşerse felaket. Bak Çelyabinsk’te neler oldu.”
“Korkma… Önemli bir şey olmaz. 12 Aralık’ta Kıyamet kopacak dediler de ne oldu?”

Hanımlar yardım için mutfağa girdiler. 
Çok zaman geçmeden mutfakta kaynatmaya, dedikoduya başlamışlardı bile
Gözlerimi kapatıyorum. Uyurla uyanık arasındayım. Arada dalıyorum. Rüyayla gerçek arası konuşmalar gelip, gidiyor.

Natalya, yine elinde kitap bir şeyler sormak için geliyor. Gösterdiği sayfaya bakıyorum:
“Üst taraftaki komşu Emeti Hanım bahçe duvarının önünde dibi yukarı, yani tersine vazedilmiş, bir eski küfenin üstüne çıkarak kınalı saçlarını gösterip:
- A çocuklar nedir telâşınız?,.. Vıcır vıcır orada ne ötüşüyorsunuz?
Bedriye Hanım: — Kuyrukluyu söyleşiyoruz. Emeti Ha­nımcığım...
Emeti Hanım: — Hangi kuyrukluyu?
Bedriye Hanım: — A! kaç tane var kadınım?,...
Emeti Hanım: — Kaç tane istersin?..., Sokak dolusu var.
Bedriye Hanım: — Biz o sokaktaki kuyrukluları söylemi­yoruz canım... Gökteki kuyrukluyu konuşuyoruz. Birkaç haf­taya kadar dünyaya çarpacakmış, diyorlar...
Emeti Hanım: — Siz gökteki kuyrukludan korkmayınız,. yerdekilerden korkunuz... Bu berikiler daha tehlikeli...
Bedriye Hanım istiğrabla (garipsiyerek): — Bu yerdekiler hangileri a kuzum?
Enıeti Hanım: — Hangileri olacak?... Guguruklarının te­pelerine yalancı pırlantadan birer iğne iliştirip çarşaflarının eteklerini birer arşın yerlerde sürüyerek sokaklarda gezen kuyruklular,...
Bedriye Hanım: — İlâhi Emeti Hanımcığım! kıyametler kopsa sen yine böyle gençlerle uğraşmaktan vazgeçmezsin... O zavallı hanımların kuyruklu olup da kime çarptıkları var?
Emeti Hanım hiddetle: — Nasıl? nasıl?,... onların sadmelerine (çarpmalarına) uğrayıp da az delikanlı mı hurda­haş olmadı?...
Emine Hanım hafif hafif gülerek: — Yıldız çarpıp da kı­yamet kopacak diyorlar da bak bu kadın hâlâ ne düşünüyor?
Emeti Hanım infial ile başını duvarın üzerinden biraz daha uzatarak:
- Düşünürüm zahir... Yeğenimin oğlu Behçet'e geçen­lerde böyle yapma pırlanta iğneli kuyruklunun biri çarpmış da oğlan ye'sinden kendini az kaldı bahçedeki dut ağacına asıyordu. Yazık değil mi? Yirmi ikisinde tosun gibi delikanlı...
Bedriye Hanım: — Şimdi öyle şeyler düşünülecek zaman değil... Bu yukarıki yıldız çarparsa hepimiz tuz ile buz olacakmışız...
Emeti Hamni: — Sus kız... içim fena oldu... Kim söylü­yor onu?...”

Natalya, bir şeyler sorup gidiyor.

Başım yine ağırlaşıp düşüyor. Arada gözümü açıp etrafa bakıyorum.

İlker, mutfak kapısının pervazına yaslanmış mutfaktakilere;
“Kızlar, orada bıcır bıcır ne ötüşüp, konuşuyorsunuz?” diye soruyor.
Tanya, “Meteroidi konuşuyoruz, İlker’cim,” diyor.
“Hangi meteroidi?”
“ A! kaç tane var İlker’cim?,...”
İlker:
“Kaç tane istersin?..., Sokak dolusu var.”
Lena:
“Biz o sokaktakileri söylemi­yoruz canım... Göktekileri konuşuyoruz. Bu gece yine dünyaya çarpacakmış, diyorlar...”
İlker
“Siz gökteki meteoritlerden korkmayın,. yerdekilerden korkun... Bunlar daha tehlikeli...”
Lena:
“Bu yerdekiler hangileri a kuzum?”
İlker:
“Hangileri olacak?... Bizim Türk erkeklerinin yüreğini hoplatan devuşkalar,..”.
Lena:
“İlâhi İlker’cim! Kıyametler kopsa sen yine böyle gençlerle uğraşmaktan vazgeçmezsin... O zavallı kızcağızların göktaşı olup da kime çarptıkları var?”
İlker:
“Nasıl? nasıl?,... onlara çarpılıp da, az mı delikanlı hurda­haş oldu?...”
Tanya:
“Yıldız çarpıp da kı­yamet kopacak diyorlar da, bak bu adam hâlâ ne düşünüyor? Şimdi öyle şeyler düşünülecek zaman değil... Bu meteroit çarparsa hepimiz tuz ile buz olacakmışız...”

İlker, mutfaktakileri kızdırmış olmaktan mutlu, kıkır kıkır gülerek, içeri dönüyor.

Yine dalmışım.
Bir şangırtı ile gözlerimi açıyorum. Doğrulup,“Ne oldu, meteor evin içine mi düştü?” diye soruyorum.
Natalya Vasilyeva,“Ersin, yardım edeceğim derken salata kasesini yere düşürüp, kırdı,” diyor gülerek.
“Aferin ona,” deyip, uyuklamaya devam ediyorum.

Maç başlıyor. Uykum açılıyor, keyfim yerine geliyor. Hep beraber yemeğe oturuyoruz.

Ve maç benim için mutlu sonla bitiyor. Tebrikleri kabul ediyorum.
Yemekteki muhabbet, sonrasında da devam ediyor. Meteor konusu maçın önüne geçiyor.

Alex, “Biliyor musunuz,” diyor, “Uyanık bir pizzacı ‘Çelyabinsk’te meteroit bütün pizza restoranlarını hasara uğrattı, Allahtan biz Moskova’dayız, bizim restorana bekleriz’ diye reklam vermiş.”

Konuyla ilgili matrak haberler birbiri ardına konuşuluyor.
İlginç açıklamalarıyla ünlü politikacı Rusya Liberal Demokrat Partisi lideri Vladimir Jirinovski’ye göre Ural’a bir göktaşı parçaları düşmemiş, Amerikalılar silah denemesi yapmışlardı.
“Valla helal olsun, şaşılacak bir hayal gücü varmış,” diyorum.
30 Haziran 1908’de Rusya’da Tunguska Bölgesi’nde düşen gök cisminin sırrı hala araştırılıyordu.
225 milyon yıl önce amfibilerin neredeyse tamamı yok olmuştu. 70 milyon yıl önceyse yine benzer bir olayda tüm canlıların yüzde sekseni yok olmuştu.
İnternette yer alan bir karikatürde soyları meteor yağmuru nedeniyle tükendiği söylenen bir dinazor, “Bu aptal taşlar yüzünden kardeşlerimi kaybettim,” diye yakınıyormuş.
Ersin, bana doğru göz kırpıp “Dinazorlar düşünsün,” diyor.
“Haklısın,” diyorum.
Kızmıyorum, kızmam da.

Hülasası güzel bir akşamdı. Ve şükürler olsun ki kırk yedi metre çapında dev bir göktaşı Dünyamızı teğet geçip, gitmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder