Moskova

Moskova

27 Şubat 2013 Çarşamba

Can ve Mutlu Moskova Neden Bizdendir?


Ahmet BÜKE
Platonov. Ben ona abi diyorum. John Berger ne diyor bilmiyorum. Ama o da seviyor Platonov’u. 
Biz onunla Beyoğlu’nda kitapçıda tanıştık. Çok yorgunduk. Dolmabahçe’den kalkan rüzgâr yaz sıcağını dindirmiyordu bir türlü. Kitabını uzattı: Can.
Uzaylı olduğuna dair laflar vardı ortada. Uzak gezegenlerden gelmiş. Sibirya’da indirmiş can kurtaran mekiğini. Köknar ormanına dalmış alet. Bir iki fidanı yıkmış. Yaban domuzu sürüsünü ürkütmüş. Kurt yuvasının yanına, gübre yığınının üzerine düşmüş. 
***
Tam o anda, Joaquin Phoenix, The Master’ın senaryosunu okuyordu ve tiner damlattığı içkisini yudumlarken radyoyu açtı.
***
Şiirci’de oturduk ve karşıda peruk satan dükkânların ışıkları yandı. Bana bunları anlattı. Uzaylı yalanını herkese inandırmış. Tam da “Abi, gerçekten ezan sesi duydun mu?” diye soracaktım. Yine de sordum. Omuz silkti. Sonra onun metinleri üzerine konuştuk. Ben daha önce hazırladığım ama kotumun arka cebindeyken annemin makineye attığı kâğıt tomarını çıkardım. İnandı bana garip. İrticalen konuştum artık.
“Platonov özellikle Can isimli romanında sonunda kadar Doğuludur. Ben onun garip bir şekilde Anadolu’dan su içtiğine inanıyorum. Karapınar’daki bir akasya ağacına son kez uğramış gibi. Adını unuttuğum –unutmak da Doğuya özgüdür- kahramanının iki büklüm annesinin bakışlarını buraya not düşerim. Çiçekli Neneler vardır bizde. Sazdan damında yaşar. Ayak bileklerine kadar acı ve huzura gömülüdür. İki büklüm kalkar. Elinde ibriği, bir çarşı camiine doğru yürür. Oğlu Kıbrıs’ta kalmış. Çiçekli Nenelerin bir kısmı zencidir. Söke’ye pamuk hasadı için getirilen artıklardan. Kalanı Kürt. Kürdün acısı ve öğünü tümden Doğudur.”

Adaçayı söyledi burada ve “Çok saçma ama devam et,” dedi.

“Bizden ve bize ait olduğunuza katılmıyor musunuz?” dedim.

Omuz silkti.

“Devam et, dedik ya koçum!”

“Bunu söyleyeceğini tahmin ediyordum abi. O halde Türkçe ’de son basılan Mutlu Moskova kitabından şu parçaya okuyayım sana.”

***
Okuduğum bölümdür:
“Anne, çok hastalanmıştım çok, şimdi kesecekler beni ama hiç de canım acımıyor!” dedi ve âciz, kendi kendine yabancı kaldı. Hayat içinden tekrar kopup gitmiş ve çocuk rüyalarından ırak, mahzun seyrine odaklanmıştı; nesneleri, izlenimlerinin toplamını görüyor, bu nesneler önünden son hızla akıp geçerken tanıyordu onları: İşte çok eskiden elinde tuttuğu çivi – şimdi paslanmış, eskimişti; işte küçük kara köpek-

***
Âciz ve kendine yabancı kalma hali bizim ilçe hastanelerinin bahçe kapısından itibaren büyüyen ve elle tutulan bir buluttur misal. Girişin hemen sağında sökülmüş teker başları üzerinde takoza alınmış Ford marka –markası yağmurda ve siste bakırlanmış- ambulans eskisi ağlar. Ford’a dayanmış iki anne ve halk bankası banklarında oturan onlarcası. Acilde kapıyı kapatıp bir hemşire ağlıyor. Çocuk hastalardan birisi –kuşpalazı- az önce öldü. Üzerine mermerşahi hastane bezini örttüler. Daha ufak olanı nesnelerle oynuyor. Çünkü yüksek ateş nesne ve insan –çocuk- arasındaki bağı inanılmaz güçlü örümcek ağlarıyla sağlamlaştırır: 

“Şimdi anne” diyor -41 derecede olan- “Bizim iğde ağacı geldi az önce. Elinde yaşlı sakalı ve portakallarla. Portakal seviyorum ben. Kar altında güneş topu onlar. Çok uzakta büyüyorlarmış. İğde dede söyledi. Dağ dağ ardında. Ovaları ve çayları geçince zenginlerin tarlaları varmış. Allah gökten ve yerden ısıtıyormuş oraları. Ekmeği de gökten atıyormuş onlara. Zenginler Allah’a şükretmek için portakal ağaçlarını sulamışlar. Meyveleri de buraya kadar gelmiş. İğde dede böyle anlattı bana anne…”

Sözümü kesti.
“Bir dakika! Sen Stalin’i tanımadığın için bu kadar naif görüyorsun her şeyi.”

“Abi,” dedim.

“Senin nasıl öldüğünü biliyorum. Oraya da geleceğim.”

“Hayır,” dedi. “Mevzu bu değil.”

Anladım ki daha fazla dinlemek istemiyor beni. Karaköy’e indik. Kadıköy vapuruna bindik.
Aslında gittiğimiz yön bile Platonov’un bizden ve dahi bizden daha Doğulu olduğunu gösteriyordu.
Ben Mutlu Moskova’yı okumaya devam ettim. Platonov Abi, simit yedi.
Susamlarını balıklara attı.

Andrey Platonov’un gizemli, poetik ve realistik romanı: ‘Can’

Pakize Barışta, Taraf

Pakize Barışta, Taraf gazetesinde, Rus yazar Andrey Platonov’un “gizemli, poetik ve realistik romanı: ‘Can’ı değerlendirdi. Barışta’ya göre, Can, okura “umudun ölümsüzlüğünü” hatırlatıyor.

İnsan ne için yaşar, edebiyatın ana sorusudur bence.
Hayat,umudunu göndererek bu soruyu cevaplaması için yardımcı olur edebiyata.
Bir bilge kişi olan yazar, bu asal soruyla yaşarken, insanlığı kelimenin en yalın haliyle altüst ederek, kesintisiz bir biçimde yeniden manalandırır.
Edebiyat, aslında bu çabasıylayaşamaya değer olanın, derin, gizli ve gizemli hallerini ortaya çıkarır.
Misyonu budur zaten.
Rus yazar Andrey Platonov, Can adlı romanında insanın ne için yaşadığını ve –hayatı sıfırdan yeniden kurarcasına ele alarak- umudun ölümsüzlüğünü hatırlatıyor okura.
Platonov’un umudu çok yönlü.
Yazar,yoksulun aklı denilen hayal gücüyle, kendi hayal gücünü mükemmel bir biçimde buluşturmuş Can’da.
Bu öyle bir yoksulluk ki, romanın başkahramanı Nazar Çagatayev’i hayatta kalabilmesi için daha çocukken, yaşadığı yerden –hatta ölümden kurtarmak için- adeta kovan annesi Gülçatay’ın ifadesiyle, “Annesinin karnındayken ölenlere ne mutlu” dedirtiyor.

Can, yeryüzündeki fukaraların en fukarası olan bir halkın adı. Bu küçük halk, kaçaklardan, yetimlerden, kovulmuş yaşlı kölelerden, kocalarını aldatan korkuya düşmüş kadınlardan, sevgilileri nişanlıları ölen ve artık evlenmeyi düşünmeyen kızlardan, tanrıtanımaz insanlardan, Sovyet kamplarından kaçan mahkûmlardan, körlerden, Orta Asya’nın ve civarının her millet insanından oluşuyor. Adına gelince: “Can. Ruh ya da tatlı hayat anlamında. O halkın, ruhundan ve kadınların, anaların ona bağışladığı tatlı hayatından başka hiçbir şeysi yoktu –halkı doğuran analardır çünkü.


Yok olanla yaşamanın, açlıktan midesini unutmuşlukla yaşamanın, dünya âleminde kesin bir unutulmuşlukla yaşamanın ve köleliğin yol açtığı acının kesintisizliği sonucu hissizleşen Can halkı, üyeleri bir bir ölürken, umudun devreye girmesiyle yok olmaktan kurtulur. Çok zor elde edilen, hatta beklenmeyen bir uyanıştır bu. Zira kölelik: “Sınıf mücadelesi kölenin içindeki ‘kutsal ruh’un alt edilmesiyle başlar; efendinin inandığı şeyin, onun ruhu ve tanrısının yerilmesi affedilecek şey değildir, kölenin ruhuysa yalanla, yıkıcı emekle törpülenir durur.

Can halkı, Sovyetler Birliği sınırları içinde bulunan Özbekistan’la Türkmenistan arasındaki unutulmuş, –coğrafyası çok sert- bir bölgede yaşayan göçebe halktır. Nazar Çagatayev de, Moskova’daki öğrenimini tamamladıktan sonra, bu halkı sosyalizmle buluşturmak için devlet tarafından görevlendirilmiştir. O halkın bir çocuğu olan Çagatayev, insanın okurken bile zor tahammül edebileceği olağanüstü bir mücadelede bulunur. Bu noktada umudun aslında çok güçlü bir arzu ve direnme sonucu ortaya çıktığını, ütopyaya da ancak böylesi bir azimle ulaşılabileceğini gösterir bize.

Andrey Platonov, Stalin rejimi tarafından haksızlığa uğratılmış bir yazardır. Ne var ki o, edebiyatıyla Stalin’in polis devletini eleştirirken, devrime karşı bir pozisyon almamış, bu romandan da çok iyi anlaşılacağı gibi Sovyet devriminin sınırlarını ve imkânlarını sorgulamıştır; sosyalizmle buluşturulmak istenen Can halkının sosyalizmin s’sinden bile haberi yoktur çünkü.

Can’da sergilenen, insanın havsalasının sınırlarını zorlayan hayat mücadelesinin güçlü felsefi yapısında, tasavvufla zerdüştlük hissediliyor. Bu haliyle romanın gizemli büyük bir poetik yapıya sahip olduğunu söyleyebiliriz; sembolleri çözüp yorumlamak için –bunlara yabancı olan okur açısından- özel bir çaba da gerekiyor zaman zaman.

Yazarın anlatımındaki masalsılık, derinliği olan anılar ve –aynı zamanda- realizm duygusu, romanı neredeyse destansı bir mertebeye yükseltmiş.
Ayrıca Platonov’un dünyasında insan da, hayvan da, doğanın diğer herhangi bir ögesi de aynı değerdeler. Yazarın şefkati, hepsine eşit olarak dağılıyor: “Deve eti almışlardı yanlarına ama Çagatayev pek iştahsız yiyor, kederli bir hayvanla beslenmek zoruna gidiyordu; deve de insanlığın bir ferdiymiş gibi geliyordu ona.
Andrey Platonov, Rus edebiyatının ön sıralarında yer alabilecek güçte bir yazar bana göre.

(Can, Andrey Platonov, Çeviren: Günay Çetao Kızılırmak, Metis Yayınları)



1 yorum:

  1. Bu tanıtımlara yer verdiğiniz için çok teşekkürler Hakkı Bey. En kısa sürede Can'ı da okumak isterim. Yazık ki, dünya Platonov'u yeni yeni tanımaya başlıyor. Yine de geç olsun, güç olmasın...

    YanıtlaSil