Moskova

Moskova

2 Nisan 2020 Perşembe

Korona günlerinde muhabbet



M. Hakkı Yazıcı

Uyanıp, gözlerimi açtığımda gece boyunca gördüğüm kabuslardan kurtulmanın mutluluğu sardı içimi.
Evde değildim, peki ama neredeydim?
Yattığım yerden doğruldum.
Biraz uyku sersemliğim geçince hatırladım.
Gece muhabbetin ucunu kaçırınca İbrahim, “Şu geç saatte eve gitmenin alemi yok. Bu divana kıvrıl yat, uyu; sabah gidersin,” demişti.
***
İbrahim, çoktan kalkmış mutfakta bir anne şevkatiyle kahvaltı hazırlıyordu.
Ocağın üzerindeki çaydanlık buharını salmaya başlamıştı bile. Küçük bir kapta haşlanan iki yumurta birbirine çarparak sanki dans ediyorlardı.
“Yahu, zahmet etmeseydin. Benim hemen gitmem lazım; yapılacak işlerim var,” dedim.
“Biraz zor gidersin,” diye güldü.
Farkında değildik, gece Moskova’da sokağa çıkma yasağı uygulaması ilan edilmişti.
Özel çalışma izni olmak, market ya da eczaneye gitmek, köpeğini gezdirmek gibi istisnai durumlar hariç sokağa çıkma yasağı vardı.
Kabuslarımı hatırladım.
Ne kadar gayret etsek de ekonomik sorunlar, koronavirüs konularının dışına bir türlü çıkamadan bol bol konuşmuştuk İbrahim’le.
Bunları konuşup güzel rüyalar görmek mümkün değildi.
Virüse yakalanıp ölen insan sayısı, belirlenen vak'a sayısı, hastalığın ne kadar yayılıp, yayılmayacağını konusunda tahmin yürüten uzmanların görüşleri…
Şu ülkede böyle, bu ülkede şöyle…
Yakasını krizlerden bir türlü kurtaramayan kapitalizm virüs belasını nasıl atlatacak? Bu da merak konularından.
Ne olacak? Bu sıkıntılar ne zaman bitecek?
Hayattaki en kötü duygu belirsizlik duygusu olmalı.
Uzun süre evde kalma insanların psikolojisini çok kötü etkiliyor. Umutsuzluk diz boyu.
Dönüp dönüp aynı şeyleri düşünüyorum. Küresel kriz, ekonomik sorunlar ve şimdi de koronavirüs salgını… Birbirinin peşi sıra peydahlanan dertler. İnsanın “Ulan, delikanlıysanız tek tek gelin! “ diye haykırası geliyor.
Daha üç hafta önce önlemlerin bu kadar ciddi olmadığı, hastalığın da henüz bu denli ciddiye alınmadığı bir gün birkaç arkadaşımızla önceden sözleştiğimiz gibi buluşacaktık. Arkadaşlarımızdan biri gelemeyeceğini kendisini gönüllü karantinaya aldığını söylemişti. Evde yüksek risk grubunda olan yaşlı kayınvalidesi ile birlikte yaşıyorlardı ve dikkat etmeleri gerekiyordu.
Gülümsemiştik.
Ertesi gün arkadaşımız sosyal medya hesabından “Koronavirüs salgınında Rusya’da ilk ölüm” başlığı altında bir paylaşımda bulundu.
Önce “Aman, nedir?!” diye telaşla devamını okuduk.
“Üç gündür eşi ve onun yaşlı annesi ile birlikte, evden hiç dışarı çıkmadan karantinada yaşayan bir adam, bunalıma girerek kayınvalidesini öldürdü,” diye yazmıştı.
Güldük. Şakaydı.
Pencereden dışarı baktım. Sokak ıssızdı.
Ortalıkta devriye gezen birkaç polis otosunun dışında hareket halinde hiçbir şey görülmüyordu.
Tamam, sokağa çıkma yasağı vardı, ama bu süre içinde burada kalamazdım. Bir şekilde dışarı çıkıp, yakalanmadan eve kapağı atıp, karantina süresini orada geçirmem lazımdı.
Ama nasıl?
***
Kahvaltıdan sonra pencereden yine dışarı baktım.
Hemen bir taksi bulup, binmem lazımdı.
Aksilik bu ya, daha önce hiç ihtiyacım olmadığı için akıllı telefonuma bir taksi uygulaması yüklememiştim. İbrahim’e sordum onda da yoktu.
Lanet olsun, geçen tek tük taksiler de hep doluydu.
Birden yüz metre ileride sokağın içinde park etmiş bir taksiyi fark ettim. Güneşte sarı sarı ışıldıyordu. Meğer bu rengi ne çok severmişim.
Oraya kadar görünmeden gidebilirsem, şansım da yaver giderse yakalanmadan eve gidebilirdim.
İbrahim’e “Ben şansımı denemek istiyorum,” dedim.
Boynunu büktü.
***
Apartman çıkış kapısından korkarak kafamı dışarı uzattım.
Ortalık sessizdi.
Bir kez daha kontrol edip çıktım.
Koşa koşa taksinin yanına gittim.
Camdan içeri baktım. Şoför, koltuğunda geriye kaykılmış uyuyordu.
Camı tıklattım.
Oralı olmuyordu.
Adam derin uykulara dalmış. Kimbilir, belki rüya bile görüyordu.
Daha sert bir şekilde cama vurdum.
Bu benim son şansım, sokakta başka taksi yok.
Adamda hareket yok. Bir daha ve bu defa daha da sert cama vurdum.
Neden sonra gözlerini araladı. Şaşkın bakışlarla bana baktı.
Camı aç diye işaret ettim.
Ne istiyorsun, dercesine beni süzdü.
“Aç camı,” diye bağırdım.
Adamın yüzünde “Çattık deliye” ifadesi belirdi.
Camı açtı.
“Boş musun, müsait misin?"
“Boşum, ama çalışmıyorum,” dedi.
“Eve gitmem lazım. Taksimetrenin yazdığından fazlasını veririm.”
“Yok, olmaz!”
“Öyle uzağa falan gidecek değilim. Eve gideceğim. Yakın.”
“Yok! Üzgünüm, ama çalışmıyorum.”
“Lütfen dedim, ama. Sokakta başka taksi yok. Çok önemli. Yoksa böyle yalvarmam.”
Adam suratıma baktı:
“Ehliyetin var mı?”
“Var, ne olacak?”
“Anlamadın mı arkadaş, alkollüyüm; araba kullanamam. Yoksa senin ricanı kırar mıydım?”
Her zaman yanımda taşıdığım Türk ehliyetim ve noter tasdikli tercümesi cebimde, ama bu taksi kullanmam için yeterli değil; “putyovka”m, “putyevoy list”im, yani “taksi kullanma yol izni”m yok.
Polis durdursa, “Dokumentı pajaluysta!” dese, evraklarımı sorsa ne yapacaktım?
Biraz tereddüt ettikten sonra riski göze alarak şoför mahalline geçtim. Şoför de yer değiştirip yanıma oturdu.
Bereket iyi araba kullanırdım.

Çaresiz taksiyi ben kullandım.
***
Bizim şoför oturduğu koltukta iyice kaykıldı. Arada sohbet de ettik.
Bir ara şoförden yana baktım. Uyumuştu.
Çok önceleri, 8 yıl önce, 6 Mart 2013’te yazdığım, turkrus.com ’da yayımlanan bir yazım, “Okumadan yazan taksici Çukça” başlıklı yazı aklıma geldi.
Tesadüfe bakın ki o zaman da İbrahim’le derin muhabbete dalıp, taksiyle eve dönmek durumunda kalmıştım.
Yazıya şöyle başlamıştım:
İbrahim’in sohbetine doyulmuyor. Saatin kaç olduğunu unutup, daldan dala atlayıp, eskilerden yenilerden durmaksızın konuşuyoruz. Sohbete doyulamayınca da onu her ziyaretim sonrasında, gecenin bir saatinde eve nasıl ulaşırım derdi başlıyor.
Vedalaşıp soğuğun suratımı yine bıçak gibi kestiği Moskova sokaklarına adımımı attığımda Metro çoktan kapanmıştı.
İbrahim’in oturduğu binayı, Titanik’i arkama alıp yürümeye başlıyorum. Bu binaya iri cüssesi nedeniyle halk arasında Titanik diyorlar, Tulskaya’da Moskova’nın en bilinir mimari garabetlerinden, ince uzun, dev bir beton yığını… 
Beni eve götürecek bir taksi bulmam lazım. İbrahim’in evinin önünde müşteri bekleyen taksiler olduğunu biliyorum.

Bizim eski Murat 124’ler tipinde, eski püskü jiguliler, gurbetçi Azerilerin, Özbeklerin, Kırgızların sermayesi, ekmek teknesi taksiler...
Malum Moskova’da resmi taksi uygulaması yeni yeni oturtulmaya çalışılıyor ve henüz etkin bir şekilde hayata geçirilememiş durumda. Bizim Türkiye’de alıştığımız sarı renkli, taksimetreli taksilerle dolu taksi durakları yok burada.

Telefonla evden taksi çağırma lüksü nadir, sokakta her yüz metrede taksi çağırma zilleri de haliyle yok. Caddenin kenarında durup elini yola doğru uzatıyorsunuz; artık kısmetinize bağlı, bazen son derece lüks bir araba, bazen külüstür bir jiguli duruyor; gideceğiniz yeri anlatıyorsunuz, pazarlığınızı yapıp, anlaşırsanız biniyorsunuz: O, sizi istediğiniz yere götürecek taksidir.  
Moskova’ya ziyarete gelip de kaybolmaktan korkan bütün Türk arkadaşlarıma hep aynı şeyi söylüyorum; yol kenarlarında park edip bekleşen jigulilerin kapısını açıp şoför mahallinde oturan adamın suratına bir bakın, esmer, doğulu suratlı birisiyse “selamünaleyküm” diye lafa girin, muhtemelen korsan taksicilik yapan bizim Türki kardeşlerimizden biridir, az da olsa Türkçe anlarlar; anlaşır, konuşursunuz, istediğiniz yere sizi güven içinde götürürler diyorum. 
Ben de arkadaşlarıma önerdiğim gibi yapıyorum. Arabanın kapısını açıp, tılsımlı sözcüğü söylüyorum, “selamünaleyküm” diyorum. Ancak şoför mahallindeki adam suratıma anlamaz bir ifadeyle bakıp, sırıtıyor. Karanlıkta yüzünü de pek seçemiyorum, bu defa Rusça, “Özbek misin?” diye soruyorum. “Hayır, Çukçayım,” diyor. Bu defa şaşırma sırası bende.
İlk kez Moskova’da bir Çukça taksiciyle karşılaşıyorum. Gerçi geçen sene Gorki Park’ta bir etkinlik için kurulmuş çadırda Çukçaları, Çukotka’dan getirdikleri geyiklerini görmüştüm. Ancak ilk kez burada yaşayan, çalışan bir Çukçayı görüyordum.
Rusya, bir ucu Avrupa’nın, diğer ucu da Asya’nın kuzeydoğusunda olan dünyanın en büyük toprak parçasına sahip devasa bir ülke; tıpkı bizim ülkemiz gibi bir kısmı Avrupa’da, bir kısmı Asya’da olan bir Avrasya ülkesi. Kaliningrad’a Rusya’nın Edirne’si dersek Çukotka’da Rusya Federasyonu’nun Ardahan’ı… Sibirya’nın kuzeydoğusunda özerk bir cumhuriyet. Kuzey Kutup Dairesi’nin altında, Alaska’nın karşısında. 
Ben, aslında Kuzey Amerika yerlilerinin atalarının bir zamanlar Bering Boğazı’ndan geçen Asya’lılar olduğunun bir efsaneden öte gerçek olduğuna inananlardanım.
Rusya'nın Lazları olarak bilinen Çukçalara ilişkin bizim Laz fıkraları gibi anlatılan çok sayıda fıkra var. Yolculuğumuzun eğlenceli geçeceği başından belliydi; hiç düşünmeden arabaya bindim. Biraz konuştuktan sonra zaten muhabbetimiz ilerledi.
Çukçaların basit, sade hayatlarının olduğunu, avlanma dışında ekonomilerinin olmadığını, eğitim seviyelerinin de düşük olduğunu bildiğimden söz ettim. Alındı ve şiddetle itiraz etti.
“Olur mu?!” dedi, “Bizim de şairlerimiz, yazarlarımız var, bak mesela,” dedi ve benim tarafımdaki torpido gözüne uzanıp, açtı; bir kitap çıkardı. 
“Bu kitabı ben yazdım,” dedi.
Biraz sayfaları karıştırdım. Karanlıkta ne yazdığını pek okuyabilecek durumda değildim.
“Bu kitabı yazdığına göre çokça okumuş olmalısın; sana ne ilham verdi en çok, mesela Puşkin’i, Gogol’u, Tolstoy’u, Dosto’yu okumuş olmalısın?” diye sordum.
Bir gözü yolda, küçümser bir ifadeyle bana baktı.
“Çukça ni çitatel, on pisatel (Çukça okur değil, yazar )!” dedi.
Ses çıkaramadım; okumadan, ustalardan etkilenmeden, birikime ihtiyaç duymadan yazabilenler de olabiliyormuş meğer diye düşündüm. Ne demeli!”

***
Böyle başlayıp devam etmiştim.
Yazı ne kadar eskimiş değil mi?
Rusya’daki taksi uygulamalarını bilenler bugünkü durumla eskinin ne kadar farklı olduğunu biliyordur.
Koronavirüs nedeniyle yaşadığım ve anlattığım olay istisnai bir durum. Şimdi artık Rusya’da pek çok ülkede olmayan çağdaş, ucuz ve teknolojik bir taksi sistemi var.
Darısı Türkiye’nin başına…
Beni şaşırtan benzeri başka örnekler de var. Bazen arkadaşlarımla paylaştığım gibi, ilginç bir şekilde Rusya bazı konularda gerilerden gelip, sıçrama yapıyor ve öne geçiyor.
Umarım virüs belası başta olmak üzere şu anda yaşadığımız sorunlar kısa zamanda çözülecek, sıkıntılar geride kalacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder