Moskova

Moskova

3 Kasım 2019 Pazar

TÜRKİYE-SOVYETLER BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ (1945-1950)


TÜRKİYE-SOVYETLER BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ (1945-1950)
TURKEY-SOVIET UNION RELATIONSHIP (1945-1950)

JÜLİDE TUNALI*

ÖZET
Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkiler çok eskilere dayanmasına rağmen bu çalışmada ilgilendiğimiz zaman dilimi Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıcından itibaren ortaya çıkan ilişkilerdir. İlk ilişkiler İstiklal Harbi’nin ardından imzalanan Lozan Antlaşması sonrasında 1925 yılı Dostluk Antlaşması ile başlamıştır. Savaş sonrası ilişkiler ise Dostluk Antlaşmasının 1945 yılında fesih edilmesiyle başlamıştır. İkinci Dünya Savaşının başlarına kadar iyi giden ilişkiler, Sovyetler Birliğinin saldırgan ve yayılmacı politikası yüzünden tek taraflı olarak bozulmuştur. Dostluk Antlaşmasının yirmi yılsonunda fesih edilmesi bunun önemli bir sonucudur. Bu tarihten itibaren ilişkiler sıcak olmasa bile çok kötü şekilde de ilerlememiştir. Yirmi birinci yüzyılda ise ilişkiler Uçak krizi ile gerilmiş fakat çok geçmeden olumlu yönde ilerlemeye devam etmiş ve günümüzde de bu şekilde devam etmektedir.
Anahtar kelime: Türkiye, Sovyetler Birliği, Rusya, Ankara, Stalin, İkinci Dünya Savaşı, Soğuk Savaş


ABSTRACK
Turkey and Russia between based on very old relations, although in this study we are interested relations have emerged since the beginning of time the Republic of Turkey. The first relations started with the Friendship Treaty of 1925 after the Treaty of Lausanne signed after the War of Independence. Post-war relations began with the annulment of the Friendship Treaty in 1945. Relations which went well until the beginning of the World War Two were unilaterally distorted by Soviet’s aggressive and expanding policy. The annulment of the Treaty of Friendship at the end of twenty years is an important consequence. Since this date, relations have not progressed in a very bad way, even if it is not hot. In the twenty-first century relations were strained by the Aircraft Crisis, but continued to progress in the positive direction and it continues today.
Key words: Turkey, Soviet Union, Russia, Ankara, Stalin, World War Two, Cold War

I. Giriş
Osmanlı İmparatorluğunun yerini Türkiye Cumhuriyetine bırakması ile uluslar arası platformda yanına bir müttefik arayan Türkiye Sovyetler Birliği ile yakınlaşmıştır. Zira aynı dönemlerde Rusya’da Çarlık rejimi yıkılmış, Bolşevikler devrim yapmış ve ülke yeniden ayaklanmaya çalışmaktadır. Her iki devlet de oluşum olarak yeni olduğundan, kendilerini dünya devletlerin tanıtmak ve kabul ettirmek istemektedirler. Bu nedenle 17 Aralık 1925 tarihinde imzalanan Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşması Sovyetler ile Türkiye arasında yakınlaşma sağlamıştır. İki devletinde batılı devletlere olan güvensizliği 1925 yılında başlayan bu dostane ilişkileri, Türkiye’nin İkinci Dünya savaşındaki tavrı, Sovyetlerin saldırgan politikası olumsuz yönde etkileyecektir. Dostluk Anlaşması 30lu yıllara kadar iki ülkeyi sadece siyasi yönden değil, ekonomik, askeri, sanatsal, kültürel kalkınma anlamında da birbirlerine yardımcı olmuşlardır. 1932 yılında Sovyetler İsmet İnönü’yü Moskova’ya davet etmişlerdir. Bu davetin nedenleri arasında özellikle Moskova ve Leningrad’daki kumaş, otomobil, silâh ve uçak fabrikaları ile güç gösterisi yaparak Türkiye’yi etkilemek, Batılı devletlerle de yakınlaşmaya başlayan Türkiye’yi kendi saflarına çekebilmektir. Bu amaçla, Moskova görüşmeleri sırasında Sovyetler tarafından Türkiye’ye 8 milyon dolarlık faizsiz geri ödemeli kredi verilmiştir. Kredi ile ilgili protokol 21 Ocak 1934 tarihinde Ankara’da imzalanmıştır. Türkiye’nin daha sonra uygulamaya koyduğu Beş Yıllık Kalkınma Programı Sovyetlerin ekonomik gücünü gördükten sonra ve kredi yardımıyla Rusya’nın seviyesine ulaşmak amacıyla yapılmıştır.[1]
Türkiye’nin 1932 yılında Birleşmiş Milletlere üye olması SSCB ile olan ilişkileri olumsuz etkilememesine rağmen, 1934 yılında Türkiye’nin önderliğinde oluşturulan Balkan Paktı ikili arasında ki ilk sorun olmuştur. Zira SSCB, pakt üyelerinden olan Romanya ve Bulgaristan ile ilgili güvenlik sorunları olduğu için Balkan paktına tepki göstermiştir. SSCB’nin Balkan Paktına tepkisi üzerine Türkiye Sovyetler Birliği’ne bir çekince mektubu göndererek Sovyetlerin endişeleri giderilmeye çalışılmıştır. Buna rağmen ilişkiler tamamen kopma noktasına gelmemesine rağmen soğumaya başlamıştır.[2] İkinci Dünya Savaşının ayak seslerinin geldiği sıralarda Türkiye, boğazlar konusunda kendini güvene alabilmek için Montrö’de bir konferans düzenlemiştir. İşte Montrö Boğazlar Konferansı ve sonrasında SSCB’nin asıl istekleri ortaya çıkmış ve ilişkiler iyice soğumaya başlamıştır. Konferans sırasında SSCB’nin Boğazlar ile ilgili kişisel istekleri Türkiye’yle olan ilişkileri tamamen koparma noktasına getirmiştir. Bu süre zarfından sonra Türkiye İngiltere ve Amerika saflarına yaklaşmaya başlamıştır. Zira Sovyetlerde bu süreçten sonra saldırgan bir tavır takınıp yayılmacı politikasını uygulamaya koymuştur. Türkiye bu dönemde Atlantik ittifakına yakınlaşmaya başlaması ve Kemalist fikirlerin yıkımı ile Sovyetler Birliği'nde de Kruşçev-Brejnevlerin sosyalizmden geri dönüş sürecine geçilmiştir.[3] II. Dünya Savaşı’nın başlamasından günler önce, 1939 yılında Sovyetler Birliği ile Almanya arasında bir saldırmazlık paktının imzalandığının duyurulmuştur. Fakat bu saldırmazlık paktından aylar önce Türkiye ile SSCB arasında ittifak görüşmeleri yapılmış ancak Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile görüşmelere yapmasına üzerine Sovyetler Birliği, Almanya ile saldırmazlık paktını imzalamıştır. 24 Ağustos 1939’da imzalanan Sovyet-Alman Saldırmazlık paktından sadece 6 gün sonra, yani 1 Eylül 1939 tarihinde, II. Dünya Savaşı başlamıştır. Bu zaman zarfında Türkiye ile Sovyetler arasında ittifak görüşmeleri yapılmaya devam edilmiş fakat Almanya ile oluşturulan SSCB ittifakı nedeniyle Türkiye’ye kabul edemeyeceği ağır şartlı anlaşmalar sunulmuştur. Böylece görüşmelerden bir sonuç alınamamış ve SSCB ile ilişkilerimiz savaş sonuna kadar soğuk ve uzak bir şekilde devam etmiştir. Sovyetler her ne kadar Almanlarla saldırmazlık paktı imzalamış olsalar bile, Hitler’in kendilerine saldıracağını düşündükleri için Türkiye ile ilişkileri kesin olarak koparmamışlardır. Savaşın başladığı ilk ay içinde Sovyetler Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’nu, ittifak görüşmesi yapmak için Moskova’ya davet etmişler ve 25 Eylül 1939’da Saraçoğlu daveti kabul ederek Moskova’ya gitmiştir. Bu süre içinde ise Türkiye İngiltere ve Fransa ile üçlü ittifak için hazırlanan anlaşmayı henüz imzalamamıştır zaten Saraçoğlu’nun Moskova’ya gitme amacı, imzaya hazır olan Türkiye-İngiltere ve Fransa arasındaki üçlü ittifak ile Türk-Rus dostluğu arasında bağlantı bulmaktır. Sovyetlerin davetteki hedefi ise Montrö Sözleşmesi’ni kendi çıkarlarına göre değiştirmenin yanında, üçlü ittifakın içeriğini tam olarak öğrenmek ve Türkiye’nin savaşta tarafsızlığını sağlamaktır. Stalin’in 1 Ekim’de bizzat katılımıyla devam eden görüşmelerde Montrö Boğazlar Sözleşmesinin değiştirilmesi, boğazların SSCB ile ortak savunulması talep edilmiştir.[4] Ayrıca İngiliz ve Fransızlarla imzalanacak olan ittifak anlaşmasının şartlarının Rusya’nın istediği şekilde değiştirilmesi teklif edilmiştir. Bütün bunlar göz önüne alındığında Rusya’nın sadece kendi çıkarlarını düşünerek Türkiye’yi kabul edilemez şartlarla zorladığı görünmektedir. 17 Ekim 1939 tarihinde, Şükrü Saraçoğlu ve heyeti Ankara’ya geri dönerken, 19 Ekim 1939’da Türk-İngiliz-Fransız Üçlü İttifak Antlaşması imzalandı. Bu tarihten sonra ise Türkiye açısından, Sovyet tehlikesi fazlasıyla kendini belli etmiş, Türkiye'nin Sovyetler Birliği'nin güvensizliğine dayalı yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştur.


II. İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye-Sovyet İlişkileri
1 Eylül 1939’da başlayan savaş, 1945 başlarında sona ermesine kadar ki süreçte Türkiye savaşın geldiğini anladığı andan itibaren, savaş dışında kalmaya çalışmış; tarafsız ve dengeye dayalı bir politika izlemeye çalışmıştır. 1943 yılından itibaren Müttefikler konferanslar aracılığıyla Türkiye’yi savaşa sokmaya çabaladılar. 14 Ocak 1943’de ilk olarak Casablanca’da bir araya gelen Müttefik devletler, Türkiye’nin nasıl savaşa girmeye ikna edileceğini görüşmüştür. Konferansa Sovyetler birliği katılmamıştır, bu sırada Stalin, Almanların ordusunu yok etme harekâtının dönüm noktasında olduklarını belirtmiştir. General Marshall, Türkiye’nin savaşa katılıp yeni bir cephe açılmasını, savaşın çok geniş bir alana yayılmasını doğru bulmamakla birlikte, İngiltere açısından, Sovyetlerin konferansa katılmaması Roosevelt’e Türkiye’yi savaşa sokma fikrini kabul ettirmeyi kolaylaştırmıştır.[5] Konferansa katılmamasına rağmen, Stalin Türkiye’nin savaşa girmesini istemektedir. Bu istek ise Türk-Sovyet ilişkilerinde gergin noktayı oluşturmaktadır. Çarlık Rusya’sından bu yana Rusların, Türkiye üzerindeki emellerinin değişmediğinin göstergesi olan bu istek iki ülke arasındaki ilişkileri fazlasıyla etkilemiştir. Stalin, Sovyet ordusunun yükünü hafifletip, yeni bir cephe açabilmek için Türkiye’nin bir an önce savaşa girmesini istemekte ve bu isteklerini Casablanca Konferansı İngiltere vasıtasıyla öne sürmektedir. Casablanca Konferansında alınan kararlar Türkiye’de hoş karşılanmamıştır. İngiltere’nin, Türkiye adına söz sahibi olması, Türklerin hamiliğini üstlenmesi Osmanlı Devleti’nin tek bir Avrupa Devleti’nin etkisi altında olduğu dönemleri hatırlatmış bu nedenle bir süreliğine İngiltere ve Türkiye arasında ilişkiler askıya alınmıştır.[6] 30–31 Ocak 1943 tarihindeki Adana Konferansında, Churchill ve İsmet İnönü arasında gerçekleşen görüşmelerde; İngiltere, Türkiye’yi savaşa sokmak için daha önceden belirttiği Rus kozunu tekrardan kullanmamış, aksine Türk tarafının Rus korkusunu gidermek için uğraşmıştır. Adana görüşmelerinin önemli noktası; Türkiye ile İngiltere arasındaki SSCB’nin savaş sonrası konumu üzerine görüş ayrılıkları açıkça ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin askeri açıdan güçlendirilmesi gerektiği ve Türkiye’nin savaşa katılmasa bile savaş şı durumunun Müttefiklerin yararına yorumlanması konusunda bir anlayış birliği oluştu. 11 Ağustos 1943’de başlayan Quebec Konferansında görüşmeler başta sadece Roosevelt, Churchill arasında yapılırken, SSCB’nin 19 Ağustosta katılmasıyla üçlü bir toplantı yapılmasına karar verilmiş ve bunun Moskova’da yapılması kararlaştırılmıştır. Konferansta İngiltere ve Amerika; Türkiye’nin savaşa katılma zamanının henüz gelmediğine, bununla birlikte Alman baskısına karşı koyabilmesi için kendisine silah ve malzeme verilmesine devam edilmesine karar verildi. Bu yardımlara karşılık olarak Türkiye’den Almanya’ya yapılan krom sevkiyatını durdurması ve Alman gemilerini Boğazlardan geçirmemesi talep edilmiştir. SSCB, konferans sırasında Türkiye’nin hemen savaşa girmesinde ısrarına devam etmiştir. Türkiye, Sovyetlerin savaşa girmeleri konusunda ısrarlarında şüpheci davranmış çünkü 1943’de zaten Almanya’yı durdurmuş olan Sovyetlerin, Türkiye’nin savaşa girmesi konusundaki ısrarının, savaş sürecinden çok savaş sonrası ile ilgili hesaplamalarından kaynaklanmakta olduğu açıktır. Quebec görüşmelerinden yaklaşık iki ay sonra 19 Ekim 1943 tarihinde Anthony Eden, Cordell Hull, Vyacheslav Molotov’un katılımıyla Moskova konferansı gerçekleştirilmiştir. SSCB, Türkiye’nin savaşa girmesi yönündeki isteklerini tekrar gündeme getirmiştir. Diğer iki ülkenin temsilcileri, SSCB’nin isteğine karşı gelmemekle birlikte; Anthony Eden Türkiye’yi savaşa zorlamak yerine kendi isteği ile savaşa girmesinin daha yararlı olacağını düşünmektedir. Molotov, Moskova görüşmelerinde Türkiye’nin savaşa girmesinin teklif edilmemesi gerektiğini bunun yerine emir verilmesi gerektiğini belirterek, Türkiye’nin savaş konusunda ki tarafsızlığı ile ilgili görüşünü açıkça belirtmiştir. Sovyetlerin, Türkiye’nin savaşa girmesini, savaşta faydalı olacağı için değil, savaş sonrasında karşısında işgal edilmiş ya da ordusu güçsüz kalmış bir Türkiye görmek istediği için talep etmiş olabileceği düşüncesine ulaşan Türk yönetimi, Sovyetler ile ilişkileri kopma noktasına gelmiştir. Zira Sovyetlerin istekleri gayet açık şekilde görülmekle birlikte, bağımsızlığını kazanmış bir Türkiye için ülkenin bütünlüğünü, bağımsızlığını tehdit eden görüşleri olan bir ülke ile iyi ilişkiler içinde olması söz konusu olamazdı. Churchill, Stalin ve Roosevelt, 28 Kasım-1 Aralık 1943 tarihlerinde Tahran’da tekrar bir araya geldiler. Konferansın ilk oturumunda İngiltere, Türkiye’nin savaşa dâhil edilmesinde ısrar etti. Churchill’e göre Türkiye’nin savaşa girmesinin Boğazlar üzerinden SSCB’ye yardım olanağı doğuracağı yönündeki düşüncesini öne sürdü. Roosevelt başından beri, Türkiye’nin savaşa girmek için diğer cephelerdeki harekâtları olumsuz etkileyecek miktarda yardım isteyeceğini, bu istekler doğrultusunda Fransa’ya yapılacak çıkartmanın gecikeceğini hatta olanaksız hale gelebileceğini düşünüyordu. Konferansın ikinci oturumunda Churchill, Türkiye’yi savaşa girmeye ikna etmek için izleyeceği stratejiyi açıklarken, gerekirse üç büyük devletin çağrısı doğrultusunda, Türkiye’yi boğazlar konusunda tehdit edebileceklerini açıkça ifade etmiştir.[7] Konferansın son gününde tarafların imzaladığı bildiriye göre, Türkiye’nin yılsonuna kadar Müttefikler tarafında savaşa girmesinin önemli olduğu açıklandı. Tahran Konferansı’nda alınan kararlar doğrultusunda, Churchill ve Roosevelt, 1 Aralık günü İsmet İnönü’yü Kahire’ye davet ettiler.
4 Aralık sabahı Adana’ya geçen İnönü, buradan Kahire’ye gitti.    Kahire’deki konferans 4-6 Aralık 1943 tarihinde yapıldı ve SSCB bu konferansa katılmadı.  Türkiye’nin savaşa katılması konusunda Müttefiklerin baskısı çok ağırdı. İnönü “prensip olarak” savaşa katılmayı kabul etti. Fakat Türkiye’nin savunma gücü için gerekli olan yardım tamamen verilmedikçe savaşa girmeyecekti. Bu noktada Müttefikler arasında anlaşmazlık başlamıştır ve bu anlaşmazlık SSCB’nin isteklerine uygun düşmüştür. Zira yalnız bir Türkiye, SSCB’nin çıkarlarına daha uygundur. Bu süreçte Müttefik güçlerle ilgili ilk olumsuz görüşler Kahire Konferansından sonra iyice ortaya çıkmıştır. Türk idareciler, İngiltere’nin Türkiye’yi SSCB istediği için savaşa sokmak istediğini düşünmeye başlamışlardır. Amerika ise Türkiye’nin savaşa girmesi konusunda İngiltere kadar ısrarcı değildi ve Türkiye’ye bu konuda daha anlayışlı davranıyordu.[8] Türkiye’nin ABD’ye yakınlaşmasında II. Dünya Savaşı sırasında sergilediği bu tavır örnek gösterilebilir. SSCB, artık Hitler’i tek başına yenebilecek güce ulaştığını düşündüğünden, Balkanlar’da Müttefik askeri görmek istemiyordu. SSCB, savaş sonrası Türkiye’yle yalnız kalmak ve taleplerini doğrudan iletmek istiyordu.


III. 1945 Yalta Ve Potsdam Konferansları ve Sonrası
1943 yılından itibaren, Türkiye SSCB ile ilişkileri düzeltebilmek için harekete geçmiş, savaşa katıldığını resmi olarak ilan etmemesine rağmen Alman gemilerinin Boğazlardan geçişini yasaklamış, Krom satışını durdurmuştur. Fakat bütün bunlar SSCB için artık yeterli değildi ve ilişkileri iyileştirme çabalarına olumlu yanıt vermediler. Bu dönemde Türkiye, Kırım Türklerini dahi ülkeye kabul etmeyerek SSCB ile arasını düzeltmeyi amaçlamış böylece kendi soydaşlarını dışlamıştır. Şubat 1945 yılında Yalta Konferansında Boğazlar konusu gündeme gelmiş ve Stalin; dünya koşullarının değiştiğini ifade ederek Montreux Boğazlar Sözleşmesinin beklentileri karşılamadığını, yenilenmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Yalta Konferansında asıl amaç Almanya’nın savaş sonrası durumunu görüşmek iken, olay Boğazların yönetimine kaymıştır. İngiltere ve ABD ise boğazlarla ilgili olarak Stalin’i desteklemişlerdir. Bunun yanı sıra Yalta Konferansı, San Francisco Konferansı’na katılabilmenin ön koşulu olarak 1 Mart 1945 gününe kadar Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmiş olmak ve Birleşmiş Milletler Beyannamesini imzalamış olmayı koşul olarak öne sürülmesiyle sonlanmıştır.[9] SSCB ise Birleşmiş Milletlerde Türkiye’yi istememekle birlikte, Türkiye’nin Müttefik devletlerin yanında savaşı kazanmış olarak yer almasını da istememektedir. Türkiye San Francisco’daki konferansa katılabilmek için 23 Şubat 1945 tarihinde Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmiştir. Bu süreçte SSCB ile ilişkilerin iyileşeceğini düşünen Türkiye, SSCB dış işleri bakanı Molotov’un 19 Mart 1945’te verdiği nota ile karşılaşmıştır. Türkiye ile SSCB arasında 1925’te imzalanan Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması, Molotov’un notası ile 19 Mart 1945 yılında kaldırdığını belirtmiştir. Türkiye, antlaşmanın yeni koşullarda yenilenmesi için çalışmalara başlamış ve 4 Nisan 1945’te yeni anlaşma için koşulları öğrenmek adına SSCB notasına cevap vermiştir.  Fakat Rusya antlaşma yapmamak için aylarca cevap vermeyi ertelemiş ve ancak 7 Haziran 1945 tarihinde, Molotov, Türkiye Büyükelçisi Selim Sarper’i makamına davet ederek Türkiye’den yerine getiremeyeceği isteklerde bulunmuştur. SSCB; Kars ve Ardahan’ın kendilerine verilmesini talep etmiştir yeni anlaşmanın şartları arasında. Buna gerekçe olarak da iki şehri Türkiye’ye teslim ederken ülkenin itiraz edemeyecek güçte olduğunu ve istemeyerek Kars ile Ardahan’ı Türkiye’ye teslim ettiğini şu an ise iki şehrin kendisine verilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.[10] Boğazlarda deniz ve ya toprak üssü talep etmişler, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını etkileyen imkânsız isteklerde bulunmuşlardır. SSCB ayrıca, Ermenileri kullanarak Türkiye’den Karadeniz kıyılarını Ermenilere vermesini de talep etmiştir. Ardından Ermeniler isteklerini San Francisco Konferansında dile getirmişler ve SSCB burada Ermenilerin hamiliğini üstlenmiş görünmektedir.[11] Bu süreçten sonra ise SSCB tehdidi Türkiye üzerinde ciddi şekilde hissedilir olmuştur. Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşmasının fesih edilmesinden itibaren Sovyetler Birliği, Türkiye’ye karşı ciddi bir savaş propagandası yürütmüş ve iki ülkenin sinirlerinin gerilmesine neden olmuştur. SSCB’nin bu tavrı ve istekleri Türkiye’nin dış politikasına yeni bir yön vermenin yanında, yayılmacı hali ABD ve İngiltere’yi korkutunca soğuk savaşın başlamasının öncüsü olmuştur. Nisan-Haziran 1945 zaman dilimi içinde San Francisco konferansında Sovyetler; boğazlar, sınır değişiklikleri, Karadeniz’den serbest geçiş hakkı, Türkiye’de yaşayan Ermenilerin SSCB’ye göçü gibi konularında ısrar etmiştir. Türkiye’yi tehdit eden isteklerine devam edip ikili bir politika izlemesi ise Türkiye’yi bu süreçte ABD’ye yaklaştırmıştır. Konferansın asıl amacı Birleşmiş Milletlerin amacını, yönetimini, işleyişini görüşmek iken ülkelerin çıkarları da işin içine girmiştir. Daha önce bahsettiğimiz gibi Sovyetler,  Türkiye’nin Birleşmiş Milletler dışında tutmaya çalışmıştır. Konferans sırasında ABD ile SSCB arasında Polonya’nın temsili konusunda anlaşmazlık çıkmış ve bu anlaşmazlık daha sonraki dönemlerde SSCB’ye karşı ABD’nin Türkiye’nin yanında yer almasında ilk adımlardan biri olmuştur. Zira konferans devam ederken Roosevelt'in 12 Nisan’da ölmesi üzerine yeni Başkan Harry Truman, Stalin'e sert bir mesaj göndermiş ve Amerikan Dışişleri Bakanı da, San Francisco'da Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Molotov'a, Amerika Birleşik Devletleri'nin Sovyetler Birliği'ne karşı yeni tavrını şu şekilde açıklamıştır:
"Bundan böyle Sovyetlere Amerikan yardımı, bütünüyle Amerikan milletinin düşüncesine ve duygusal durumuna bağlı olacaktır. Bu konferans, Rusya'nın, bizim yardımımıza liyakatine bir ölçü olacaktır. Roosevelt'in Rusya'yı yatıştırma politikası artık sona ermiştir. Bundan böyle ilişkilerimiz (ver, al) esası üzerinde yürüyecektir. Barış yararına hepimizin birlik halinde olmamız gerekiyor. Bu bakımdan (ver, fakat alma) sistemini bundan böyle kabul etmeyeceğiz". [12] Bu süreçten sonra ABD, San Francisco Konferansı sırasında, Sovyet Rusya'ya yapmakta olduğu yardımı, SSCB’nin Konferanstaki tutumunu da temel alarak keseceğini ve en önemlisi SSCB’ye karşı izlediği siyaseti değiştirdiğini açıkça belirtmiştir.[13] Bu gelişmelerden sonra 26 Haziran 1945’te konferansa katılan 51 ülke[14] Birleşmiş Milletler Antlaşmasını imzalamışlardır.  San Francisco Konferansı ve Birleşmiş Milletlerin kurulması ile birlikte, işlevini yitiren Milletler Cemiyeti 19 Nisan 1946 tarihinde ortadan kalkmış ve yetkilerini Birleşmiş Milletler Örgütüne devretmiştir. Birleşmiş Milletler Örgütü, II. Dünya Savaşının getirdiği acı yankıları ve yıkıntıları ortadan kaldırmak, barışı sağlamak, insan hayatını korumak amacıyla ortaya çıkmaktan ziyade daha önce var olan Milletler Cemiyeti’nin yerine gelmiştir. San Francisco konferansı sırasında -7 Mayıs 1945- Almanya teslim olmuş ve savaş sona ermiştir.
Her ne kadar Almanya’nın son durumunu kararlaştırmak için toplandığı düşünülse bile 17 Temmuz 1945 yılında toplanan Potsdam Konferansının ana gündemi SSCB’nin ortaya attığı Boğazlar konudur. Potsdam konferansında ABD, İngiltere ve SSCB arasında 22 Temmuz tarihine kadar Türkiye ya da Boğazlar ile ilgili bir görüşme yapılmamış olmasına rağmen, Üç Büyüklerin Liderlerinin kendi içlerinde görüşmeyi istedikleri tek konu Boğazlar olmuştur. SSCB, Montreux Boğazlar Sözleşmesinin iptalini ve Boğazlarda üs konusunu Türkiye ile kendi arasında çözmeyi teklif etmektedir. Bütün bunların yanında, Churchill’in “Türkiye’yi tehdit etmemeli, sınır değişikliği taleplerinden vazgeçmelisiniz” söylemlerine karşı olarak Molotov ve Stalin, bu isteklerin Türkiye’nin yeniden yapılması düşünülen Dostluk ve Tarafsızlık antlaşmasının talebine ithafen yapıldığını belirterek isteklerinden vazgeçmediklerini belirtmişlerdir.[15] Konferans sırasında SSCB eğer Boğazlar ve Karadeniz konusunda Türkiye ile anlaşma sağlanamazsa, Türklere karşı Karadeniz’i kullanan diğer ülkeler ile başka bir rejim oluşturmayı düşünebileceklerini belirterek açıkça sıcak denizlere inme isteklerini belirtmişlerdir. Karadeniz’i kullanan; Bulgaristan, Ukrayna, Gürcistan ve Romanya bu zaman dilimi altında, SSCB kontrolünde olduklarından Türkiye’ye karşı oluşturulacak bir anti rejim tamamen SSCB liderliğinde ve diğer dört ülke için formalite olmaktan öte bir rejim olmayacağı açıktır. 23 Temmuz günü konferansın gündeminde Türkiye, Polonya ile Almanya arasındaki Koenisberg’in durumu; Suriye; Lübnan ve İran bulunmaktaydı. Stalin, Türkiye üzerinde ki istekleri konusunda ısrarını koruyor ve gerekçeler sıralıyordu. Stalin’e göre; Kars Ermenilere; Ardahan Gürcülere aitti. Stalin ve Molotov, Ankara tarafından teklif edilen dostluk antlaşması için Kars ile Ardahan’ın Sovyetlere bırakılmasını şart koşuyordu ancak Boğazlar konusunda geri adım atılmayacaktı.[16] Ruslar, Kars ve Ardahan üzerindeki haklarından ancak Türkler ittifak antlaşmasından vazgeçerse vazgeçeceğini belirtmektedirler. Konferans sırasında ABD ve İngiltere olası bir Montreux Boğazlar Sözleşmesinin değiştirilmesi, Ruslara üs verilmesi gibi konularda Akdeniz’den Basra Körfezine kadar geniş bir alanı Sovyetleştirme hatta komünistleştirme olacağını düşündüklerinden, Boğazlar konusunda Türkiye’yi desteklemişler ve Rusların yayılmasını engellemeye çalışmışlardır. ABD, Montreux Sözleşmesinin değiştirilmesi gerektiğini konusunda Stalin’le hem fikir olduğunu belirtmiş, Boğazların üç ülkenin garantörlüğünde korunması gerektiğini dile getirmiştir. Böylece, ABD üstü kapalı olarak boğazlarda Ruslara üs verilmesi fikrine karşı çıktığını ortaya koymuştur. Bu süreçten sonra Amerika’nın Türkiye’ye destek vereceği, koruyacağı belli olmuştur. Amerika Dış İşleri Bakanı John Grew, Truman’a sunduğu bir raporda eğer “Ruslara Boğazlarda bir üs verilirse, Türkiye’nin Rus hâkimiyeti altına gireceği olasılığı olduğundan” bahsedilmiş ve ne İngiltere ne de Amerika böyle bir üs verilmesine sıcak bakmamışlardır. Zira İngiltere açısından bakıldığında Rusların olası bir üs kazanmaları durumunda, İngiltere’nin sömürgelerine giden yol üzerinde komünist bir ülkenin etkisi olacaktı ki İngiltere böyle bir şeyi kabul edemezdi. Amerika, Rusların Türkiye üzerinde ki isteklerinden haberdar olmasına rağmen, bunların gerçeklik taşımadığını sadece güç gösterisi olduğu kanaatindeydi fakat Rusya 24 Eylül 1946 yılında Türkiye’ye Boğazlar ile ilgili nota vermiştir. Bu nota ardından ABD, Rusların isteklerinde ciddi olduklarını ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit ettiğinin farkına varmıştır.[17] Konferans boyunca, Stalin isteklerinden vazgeçmemiş fakat bazı değişiklikler yaparak ABD ve İngiltere’ye kabul ettirmeye çalışmıştır. ABD’nin teklif ettiği, üç devlet tarafından korunması hususunu reddetmiştir, zira Stalin; ABD’nin boğazlara müdahale etmesini istememekte, bu durum kendisinin geleceğe dönük planlarına engel olmaktadır. Konferansın ilerleyen günlerinde, Stalin boğazların ortak olarak korunması konusunda önce İngiltere’yi saf dışı bırakmaya çalışmıştır. Süveyş Kanalını kontrol eden İngiltere’nin de kanaldan çekilmesini ve o bölgenin de ortak korunmasını teklif etmiş fakat bu istek kabul edilmemiştir.[18] Stalin sınırlarını zorlayarak, Boğazlar konusunda sonuna kadar direnmiş isteklerini elde edebilmek için uğraşmıştır. 1 Ağustos 1945 tarihinde yapılan son görüşmede, Stalin Montreux Sözleşmesinin değiştirilmesini değil tamamen iptal edilmesini ve Boğazların korunmasını Rusya ile Türkiye’ye bırakılması gerektiğini belirterek son teklifini yaptı. [19] Fakat bütün bu ısrarlara rağmen konferans bitiminde Türkiye ve Boğazlar meselesiyle ilgili herhangi bir karar alınmadı. Potsdam Konferansında Türkiye’yi ilgilendiren tek karar. Montreux Sözleşmesinin değiştirileceği ve bunun için İngiltere, SSCB ve ABD’nin ayrı ayrı Türkiye ile görüşmeler yapacakları konusundadır. Türkiye açısından iyi karşılanan bu durum aslında pek iç açıcı değildir. Zira bundan sonra Rusya istekleri konusunda daha tehditkâr olmuş ve isteklerini elde edebilmek için Türkiye’ye baskı yapmak için imkân bulmuştur.
            Konferans sonrasın üç ülke, Türkiye’ye boğazlar ile ilgili tekliflerde bulunmuşlardır. Sovyetlerin yaptığı ise bir teklif olmaktan çok nota vermektir. 1946 yılında önce 7 Ağustos’ta ardından 24 Eylül tarihlerinde Türkiye’ye nota vermiştir. Rusların son notasına Recep Peker, “Türkiye’nin bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün her şeyin üstünde tutulacağını” belirterek notalara cevap vermiştir.[20] Rusların 7 Ağustos 1946’da verdikleri nota temelde 5 noktadan oluşmuştur;
1. Boğazlar bütün ülkelerin ticaret gemilerinin ticaret gemilerinin geçişine her zaman açık olmalıdır.
2. Boğazlar, Karadeniz devletlerinin savaş gemilerinin geçişine her zaman açık olmalıdır.
3. Karadeniz’de sahili bulunmayan devletlere ait harp gemilerinin Boğazlardan geçmesi hususi surette derpiş edilen haller müstesna memnudur.
4. Karadeniz’e girmek ve Karadeniz’den çıkmak için tabii suyolu olan Boğazlara müteallik rejimin tesisi Türkiye’nin ve Karadeniz’e sahili bulunan diğer devletlerin salâhiyeti dâhilinde olmalıdır.
5. Boğazlarda ticari seyrüseferin serbestîsini ve Boğazların güvenliğini temin hususunda en fazla alakadar ve bunu icraya en kadir olmaları sıfatıyla Türkiye ve Sovyetler Birliği, iş bu Boğazların Karadeniz’de sahili bulunan devletler aleyhine diğer devletler tarafından kullanılmasının önüne geçmek için bunların müdafaasını müşterek vasıtalarıyla temin ederler.[21]
Bu notaya, Türkiye 22 Ağustos’ta cevap vermiş, ilk üç maddeyi kabul etmiştir fakat dördünce ve beşinci maddeleri Türkiye’nin bağımsızlığını etkilediğini düşünülerek kabul edilemez bulunduğunu Sovyetlere iletmişlerdir. Ruslar 24 Eylül’de tekrar nota vermişlerdir bunun üzerine Recep Peker’in yukarıda sözünü ettiğimiz şekilde cevap vererek istekleri reddetmiştir. Notalar savaşı bu şekilde devam ederken, ABD’de dördüncü ve beşinci maddelere karşı çıkan notasını Sovyetlere 15 Ağustos’ta bildirmiştir.[22] Sovyetlerin yayılmacı politikasının tehlikelerini gören ABD, Potsdam konferansından sonra soğuk savaşın ilk adımını atmış, Ruslara karşı politikasını değiştirmiştir. Bu sırada İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’a yapmış olduğu maddi yardımları devam ettiremeyeceğini belirtince 12 Mart 1947’de açıklanan Truman Doktrini ile Türkiye aktif bir şekilde ABD tarafından desteklenmeye başlandı.





IV. 1950’ye Kadar ki Süreçte Türkiye Sovyetler Birliği İlişkileri
            İkinci Dünya savaşı sürecinde gerilen Türkiye-Sovyetler Birliği ilişkileri, Yalta ve Potsdam konferansları sırasında iyice kötüye gitmiştir. Gerilimli ilişki Sovyetler Birliğinin Boğazlar ve Kars-Ardahan isteklerinde ısrarcı olmasıyla kurtarılamaz noktaya gelmiştir. Bu süre zarfında Boğazlar konusunda notalar alan Türkiye yardım için ABD’ye yönünü çevirmiştir. Zira 1947 yılında İngiltere artık Türkiye ve Yunanistan’a yaptığı yardımları yapamayacak noktaya gelmiştir. Bunun üzerine Truman yardımları devam ettirme amacıyla çalışmalara başlamıştır. 12 Mart 1947 yılında yapılan bir kongre sırasında Truman, Yunanistan ve Türkiye’nin bağımsızlıklarının ülke içinden ve dışından tehdit altında olduğunu ve ABD’nin bu ülkelere yardımcı olmaması durumunda Türkiye ve Yunanistan’da Komünist bir rejim oluşacağını ve insanların hürriyetlerini kaybedeceklerini belirtmiştir.[23] Bu kongre, Truman Doktrini ve Marshall yardımlarının ilk adımlarını oluşturmuştur. "Yunanistan ve Türkiye'ye Yardım Kanunu" tasarısı, 22 Nisan'da Senato'da, 9 Mayıs'ta Temsilciler Meclisi'nde kabul edildi. 22 Mayıs 1947'de de Başkan Truman tarafından onaylanarak yürürlüğe giren 75 numaralı genel yasa ile Truman Doktrini oluşturulmuştur. Böylece, Amerika Birleşik Devletleri, Yunanistan'a ve Türkiye'ye toplam 400 milyon dolarlık yardım yapılmasını kabul etmiş oldu. Truman Doktrini, bir yandan dünyanın iki bloğa ayrıldığını ve Sovyet-Amerikan mücadelesinin başladığını açıkça ortaya koymuş, diğer yandan “Soğuk Savaş”ın ilk adımlarını atmıştır.[24] Sovyet basınında Truman Doktrinine karşı kampanyalar başlatıldı, Marshall yardımlarına karşı tepki gösterildi.  12 Temmuz 1947 yılında Ankara’da ABD ve Türkiye arasında yapılacak yardımla ilgili antlaşma imzalandı. Bu tarihten sonra Sovyetler birliği ile olan ilişkiler askıya alınarak, Türkiye için yönünü Batı Bloğuna çevirme devri başlamıştır.
1947-49 yılları Türkiye için dönüm noktası oluşturmuş diyebiliriz. Bu zamana kadar Sovyetler ile daha yakın olabileceğini düşünen, Avrasya Paktı fikri oluşturmaya çalışan Türkiye Marshall yardımı ve Truman Doktrini ile önce Birleşmiş Milletlere üye olmuş, 1946’da çok partili hayata geçiş yaparak modernleşme ve demokratikleşme alanında ciddi bir adım atmış, 1949’da Avrupa Konseyi’ne katılmış ve aynı yıl kurulan Kuzey Atlantik Paktı üyeliğine doğru girişimlere başlamıştır.[25]Bütün bunlar ile hem modernleşme hem de batılılaşma alanında adımlar atması Sovyetlerin daha fazla rahatsız olmasına sebep olmuştur. Nitekim Sovyetler, yenileşen, dışa açılan, uluslar arası arenada kendini gösteren bir Türkiye yerine; daha çok içe kapanık, güçsüz, güvensiz bir Türkiye tercih ederlerdi. 1950 yılında Demokrat Partinin iktidara gelmesi, ABD ile olan yakınlaşmayı hızlandırmıştır. ABD yanlısı Türk siyasetçileri NATO’ya üye olmayı uygun bulmuşlardır. Bu dönemde Demokrat Partinin, Türk-Amerikan ilişkilerini geliştirmeyi bir devlet politikası haline geldiği görülmüştür. Aynı yıl Kore Savaşının başlaması ve Türkiye’nin Kore’ye birlik yollaması NATO üyeliği açısından olumlu karşılanmıştır. Bu gelişmeler SSCB tarafından tedirginlikle izlenmiş Marshall yardımlarına karşı Doğu Bloğuna yardımı ön gören COMECON oluşturulmuştur. Bununla birlikte, SSCB Türkiye’nin NATO’ya üyelik girişimlerini 1951 yılında bir notayla kınamıştır. [26] 18 Şubat 1952 yılında Türkiye’nin NATO üyeliğine kabulü ile ülke Sovyet tehdidi karşısında rahatlamıştır. Türkiye, Norveç ile birlikte SSCB’ye sınırı olan ikinci NATO üyesi olmuştur. Sovyetler açısından Türkiye’nin NATO’ya üye olması Ortadoğu Komutanlığı projesinde batılı ülkelerin yanında yer alması, Ortadoğu ve Akdeniz’deki güç dengelerinin SSCB’nin kontrolü dışında değişmesi demekti ve bu yüzden SSCB bu proje nedeniyle Türkiye’ye 24 Kasım 1951 ve 28 Ocak 1952 tarihlerinde nota verdi. Sovyetler, yayılmacı politikaları ve Türkiye üzerinde ki istekleriyle birlikte Türkiye’yi kendi elleriyle ABD’ye ve NATO’ya itmiş bulunmaktadır. Stalin’in ölümüne kadar (1953), SSCB Türkiye üzerindeki isteklerinden vazgeçmemiştir. Bu durum her iki ülkenin ilişkilerini 1946 yılından sonra sadece nota çerçevesinde gelişmesine neden olmuştur. Türkiye’nin NATO üyeliği ile birlikte Batılı devletler de Ortadoğu ve Akdeniz üzerinde önemli askeri ortak buldular. Türkiye açısından NATO’ya üyelik “ülke bütünlüğüne ve egemenliğine aykırı talepler karşısında” bir “güvence arayışı” biçiminde değerlendiriliyordu.[27] İkinci Dünya Savaşının bitmesinin ardından, Stalin’in ölümüne kadar ki süreçte Türkiye ile Sovyetler Birliğinin ilişkilerinin gergin hatta kopma noktasında olduğunu söylemek mümkündür. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ile birlikte, iç ve dış politikada tamamen komünizm karşıtı bir yol izlenmiş, ABD ile ilişkiler hızlandırılmıştır. Adnan Menderes dönemi özellikle Türkiye’nin batılılaşma, modernleşme sürecinde önemli rol oynar, Marshall yardımı bu modernleşmenin önemli bir noktasıdır.


V. Sonuç
Türkiye- Sovyetler Birliği ilişkilerini İkinci Dünya savaşının başından itibaren burada açıklamaya çalışmış bulunmaktayız. Fakat şunu belirtmek gerekir ki Türkiye ve SSCB ilişkileri tek başına değerlendirilmesi pek mümkün olmayan şekilde gelişmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan ve Çarlık Rusya’sının yıkılışından itibaren SSCB ile Türkiye arasında ilişkiler kurulmaya çalışılmıştır. Dünya siyasetinin getirileri nedeniyle ilişkiler iyi ya da kötü bir seyir içine girmiştir. Fakat komünist rejimin ortaya çıkması, SSCB’nin kurulması ile birlikte Rusların, Çarlık dönemi sınırlara ulaşma amacı ülkeler arası ilişkileri kopma noktasına getirmiştir. 1945 yılına kadar ilişkiler çıkarlar doğrultusunda iyi gider iken, savaşın patlak vermesi ve Türkiye’nin izlediği denge politikası SSCB ile ilişkilerin durumunu tamamen değiştirmiştir. Bu değişim sadece Türkiye’nin politikası nedeniyle değil Stalin’in yayılmacı düşüncelere, sıcak denizlere inme amacıyla da olmuştur. İlişkiler ancak 1953 yılından sonra düzene girmeye başlamış fakat o zamana kadar SSCB’nin Türkiye’den istekleri değişmemiştir. 1925 yılında imzalanan Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşmasının 1945 yılında feshinin ardından Türkiye, ilişkileri düzeltmek adına girişimlerde bulunmuş fakat SSCB’nin olumsuz tavrı nedeniyle başarılı olunamamıştır. Yalta ve Potsdam Konferansları ile SSCB’nin gerçek amacı ortaya çıkmış ve 1946 yılından sonra ilişkiler tamamen gergin devam etmiştir. SSCB tehdidi Türkiye’yi ABD’ye yakınlaştırmış ve böylece olası bir SSCB-Türkiye Avrasya Paktı o dönem içinde sonlanmıştır. Günümüzde Rusya-Türkiye Avrasya Paktının mümkün olabileceğini söyleyen araştırmacılar olsa da, iki ülke arasındaki ilişkileri etkileyen ABD ve Avrupa Birliği gibi faktörler bulunmaktadır. Daha önce belirttiğim gibi ülkeler arası ilişkiler sadece iki ülke arasında gerçekleşmemekte, iç-dış dinamikler, dünya politikası ve üçüncü ülkelerde bu ilişkileri etkilemektedir. Savaşın ardından değişen dünya dengesi, güç düzeni SSCB ile ABD arasında kurulmaya başlamış, çok kutuplu dünya düzenine karşı iki ülke tek lider olarak ortaya çıkmaya çalışmışlardır. Bu düzenin gelişimi içinde, SSCB ve ABD başarılı olmak için her yolu denemişlerdir. İşte bu süreçte SSCB’nin Çarlık Rusya’sı sınırlarına erişebilmek için yönünü Türkiye’ye ve sıcak denizlere çevirmesi SSCB ile Türkiye arasındaki ilişkileri fazlasıyla etkilemiştir. Savaşın ardından Batı’da gelişen serbest seçimlere ve çok partili hayata geçiş ile birlikte Doğu ve Batı bloğu arasında ki ayrım iyice ortaya çıkmıştır. Bu süre içinde SSCB ve Türkiye’nin savaşmaya varan ilişkileri, Türkiye’nin Batı bloğuna yanaşmasında etkili olmuştur. Türkiye’nin SSCB tehdidine karşı ABD’ye yanaşması ise, SSCB ile ilişkileri düzeltilemez bir noktaya gelmiştir. Türkiye ve SSCB ilişkilerini kısaca dönemlere ayıracak olursak eğer, 1919-1925 dönemi Yenileşme, Dostluk Dönemi; 1925-1940 Gerilme Dönemi; 1945-1953 Nota Dönemi’dir. Suat Bilge’ye göre “Türkiye’nin Batı’ya yakınlaşmasının temel sebebi SSCB’nin toprak istekleridir.”[28] Türkiye bu istek karşısında bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün tehdit edildiğini düşündüğü için kendini Batı tarafında bulmuştur. Zira 1920’de Türkiye Cumhuriyetinin kurulması, ardından gerçekleşen İstiklal Harbi ülkeyi hem maddi hem de manevi açıdan çöküntüye uğratmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında İsmet İnönü’nün denge politikası yürütmesinde bu çöküşün etkisi gözden çıkarılamaz. Nitekim yeni toparlanmaya başlayan bir ülkenin tekrar büyük ve masraflı bir savaşa dâhil olması söz konusu olamazdı. Bu yüzden Türk siyasetçiler 1940lı yıllarda yüzlerini batıya çevirmişlerdir. Geçmişten çıkarılan ders, ülkenin bir savaşı daha kaldıramayacağını göstermektedir. Suat Bilge’nin yorumuna benzer bir görüş de Kamuran Gürün’e aittir; kendisi “Eğer Rusya 1925 Antlaşmasını feshederek Türkiye’den toprak ve boğazlarda üs istemeseydi, Türkiye’nin NATO’ya bu kadar çabuk girmesi düşünülemezdi.”[29]
Özetlemek gerekir ise 1925 yılında Dostluk Antlaşması ile başlayan ilişkiler, 1930ların sonlarında İkinci Dünya Savaşının ayak sesleri ile birlikte yavaş yavaş gerilmeye başlamış, bazen ılımlı devam ederken bazen kötüye gitmiştir. Fakat Sovyetlerin 1945 yılında Dostluk antlaşmasını feshetmelerinin ardından ipler kopma noktasına gelmiştir. SSCB’nin Stalin’in ölümüne kadar toprak ve boğazlarda üs isteklerinden vazgeçmemeleri ilişkilerin en gergin geçtiği zamanları oluşturur. 1945 yılından 1953 yılına kadar iki ülkenin ilişkileri sadece birbirlerine verdikleri notalar ile olmuştur. Bu süreçte SSCB’nin uydu devletlerinde iyice güçlenmesi ve Türkiye’nin ABD’ye yaklaşması ise ilişkilerin düzelemeyeceği şeklinde yorumlanmış olsa dahi günümüzde ilişkiler gayet sıcak devam etmektedir.






KAYNAKÇA

“Türk-Rus İlişkileri”, TYB, Dil-Edebiyat Ve Sosyal Bilimler Dergisi, (Bu Sayının Editörü Prof. Dr. Salih YILMAZ), Yıl: 6, Sayı: 17, Ankara, 2016.

AKBIYIK, Yaşar , “Türk-Sovyet İlişkileri”, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi - II, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2016.

ARALOV, İ. Semyon, Bir Sovyet Diplomatın Türkiye Hatıraları, Burçak Yayınevi, İstanbul, 1995.

ARMAOĞLU, Fahir, 20'inci Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1995, Timaş Yayınları, İstanbul, 2017.

ASLAN, Yavuz, Mustafa Kemal - M. Frunze Görüşmeleri / Türk Sovyet İlişkilerinde Zirve, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2002.

BAŞARAN, Ali, “Siyasi İlişkiler Kredi İlişkileri Etkileşimi: Sovyetler Birliği-Rusya Federasyonu Türkiye Örneği (1930-2000)”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, XIV/54, 2017.

BAYUR, Y. Hikmet, Türkiye Devletinin Dış Siyasası, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1995.

BENHÜR, Çağatay, “1920’li Yıllarda Türk-Sovyet İlişkileri: Kronolojik Bir Çalışma”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 24, Konya, 2008.

BENHÜR, Çağatay, ”Stalin Dönemi Türk-Sovyet İlişkileri”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 15, Konya, 2004.

BİLGE, A. Suat, “An Analysıs Of Turkish-Russian Relations”, SAM, 1997.

BİLGE, A. Suat, Güç Komşuluk - Türkiye Sovyetler Birliği İlişkileri 1920-1964, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1992.

ÇOLAK, İhsan, “Moskova Antlaşmasına Giden Yol, Milli Mücadele Dönemi Tbmm Bolşevik İlişkileri”, http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-49/moskova-antlasmasina-giden-yol-milli mucadele-donemi-tbmm-bolsevik-iliskileri s.e.t:25.04.2018.
DAĞCI, T. Gül - DİYARBAKIRLIOĞLU Kaan, “Turkish Foreign Policy During Adnan Menderes Period”, Alternatıves Turkish Journal Of International Relations, Vol. 12, No. 1, 2013.

DERİNGİ, Selim, Denge Oyunu, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Dış Politikası, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1994.

DOKUYAN, Sabit, “İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den İstekleri”, Düzce Üniversitesi Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, Yıl.9, Sayı.18, 2013.

EDT. BIYIKLI, Mustafa, Türk Dış Politikası– Cumhuriyet Dönemi: 1, Bilimevi Basın Yayın, İstanbul, 2015.

EDT. ORAN, Baskın, Türk Dış Politikası Cilt 1: 1919-1980, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004.

ERDEN, Ömer, “Cumhuriyet Dönemi Türkiye-Sovyet Rusya İlişkileri Çerçevesinde Sovyet Hariciye Komiseri Litvinov’un Türkiye’yi Ziyareti”, Erzurum Atatürk Üniversitesi Atatürk Dergisi, Cilt:5, Sayı:4, Erzurum, 2007.

ERDEN, Ömer, “II. Dünya Savaşı Sonrası Sovyet Rusya’nın Boğazlarla İlgili Talepleri”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 7,Sayı: 34, Samsun, 2014.

ERKİN, Cemal, Feridun, Dışişlerinde 34 Yıl Anılar-Yorumlar, c. I., Türk Tarih Kurumu

ERKİN, Cemal, Feridun, Türk-Sovyet İlişkileri Ve Boğazlar Meselesi, Başnur Matbaası, Ankara, 1968.

ERTEM, Barış,İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri Ve Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri İle Yakınlaşmasına Etkileri”, Turkish Studies-International Periodical For The Languages, Literature And History Of Turkish Or Turkic, Vol.8/7, Ankara, 2013.
ERTEM, Barış, “Türkiye Üzerindeki Sovyet Talepleri Ve Türk-Sovyet İlişkileri (1939-1947)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Vol.3/11, 2010.
GÖNLÜBOL, Mehmet - SAR, Cem, 1919 - 1939 Yılları Arasında Türk Dış Politikası, Olaylarla Türk Dış Politikası, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1969.

GÖNLÜBOL, Mehmet - SAR, Cem, Atatürk Ve Türkiye'nin Dış Politikası (1919-1938), Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1997.

GÜRÜN, Kamuran, Türk-Sovyet İlişkileri (1920-1953), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1995.

HARRİS, George, “Cross Alliance Politics: Turkey And The Soviet Union”, Ankara University, The Turkish Yearbook of International Relationship, Vol:12, Ankara, 1972.
HASANLI, Cemil, Tarafsızlıktan Soğuk Savaşa Doğru Türk-Sovyet İlişkileri (1939-1953), Bilgi Yayınevi, Ankara, 2011.

İLYAS, Ahmet-TURAN, Orhan, “İnönü Dönemi Türk Dış Politikası”, Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri Ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Dergisi, 2012.

İNÖNÜ, İsmet, İsmet İnönü'nün Hatıraları, Yeni Gün Haber Ajansı Basın, İstanbul, 1998.

JAESCHKE, Gothard, “I. Ve II. Dünya Savaşlarında Türkiye'nin Dış Politikası”, Türkler, Cilt 16, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002.

KALYON, Levent, “Truman Doktrini Üzerine Bir Analiz”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, cilt 6, sayı 11, İstanbul, 2010.

KARPAT, Kemal, Türk Demokrasi Tarihi, İmge Kitabevi, Ankara, 2008.
KAYAOĞLU, Barın, “Strategic imperatives, Democratic rhetoric: The United States and Turkey, 1945–52”, Cold War History, 9:3, Virginia, 2009.

KAYGUSUZ, Cumhur - RIJOV, İgor, “Основные Причины Процесса Трансформации Турецко-Советских Дипломатических Отношений 1936-1946 Гг./ (1936-1946 Donemi Türk-Sovyet Diplomatik İlişkilerindeki Transformasyon Surecinin Temel Sebepleri)”, Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi, Vol. 2, Sayı/No. 2, 2017.

KOLESNİKOV, Aleksandr, Atatürk Dönemi Türk Sovyet İlişkileri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2010.
KORKMAZ, Telli, “Türk Sovyet İlişkilerinde G.V. Çiçerin Ve Ermeni Meselesi”, Belleten, Cilt LXXX, Sayı 288, Ankara, 2016.
KÖNİ, Hasan, “Türkiye'nin Batı İle İlişkileri, Atatürk'ün Dış Politikası Sempozyumu”, Türk Atlantik Antlaşması Derneği, Ankara, 1981.

KÖSE, İsmail, “Yalta ve Potsdam Konferansları: Sovyetler Birliği’nin Türk Boğazlarında Egemenlik Paylaşım Talepleri”, Karadeniz İncelemeleri Dergisi, 19, 2015.

KURBAN, Vefa, “1950-1960 Yıllarında Türkiye İle Sovyetler Birliği Arasındaki İlişkiler”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, XIV/28, 2014.

LIKA, Idlır, The Quest For Securıty: Sovıet Unıon’s Demands From Turkey, 1945-1946, Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2015.

ÖZTOPRAK, Gizem, Stalin’in Ölümünün Türk Basınındaki Yankıları, Ankara Üniversitesi, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2012.

PERİNÇEK, Mehmet, Atatürk’ün Sovyetlerle Görüşmeleri Sovyet Arşiv Belgeleriyle, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2014.

PERİNÇEK, Mehmet, Türk-Rus Diplomasisinden Gizli Sayfalar Siyaset-Askeriye-Ekonomi-Kültür-Bilim-Spor, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2016.

QASIMLI, Musa, Türkiye-Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği İlişkileri (1960-1980), (Çev. Alpertunga Altaylı), Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2013.
SEVER, Ayşegül, Soğuk Savaş Kuşatmasında Türkiye, Batı Ve Orta Doğu( 1945-1958), Boyut Matbaacılık, İstanbul, 1997.

SPECTOR, Ivar, The Soviet Union And The Muslim World, University Of Washington Press, Seattle, 1959.

ŞEKERKIRAN, Selami, Türk – Sovyet Sınırı (1919 – 1946), Ankara Üniversitesi, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Doktora Tezi, Ankara, 2008.

ŞEMSUTDİNOV, M. Abdula, Kurtuluş Savaşı Yıllarında Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri, (Çev. A. Hasanoğlu), Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık, Ağustos, 2000.
Tahran, Yalta ve Potsdam Konferansları: Gizli Belgeler, (Çev. Fahri YAZICI), Sinan Yayınları, İstanbul, 1972.

TELLAL, Erel, “SSCB’yle İlişkiler”, Türk Dış Politikası (Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar) 1919-1980, (Editör: Baskın Oran), İletişim Yayınları, İstanbul, 2001.

TELLAL, Erel, Uluslararası Ve Bölgesel Gelişmeler Çerçevesinde SSCB-Türkiye İlişkileri (1953-1964), Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Ankara, 2000.

TÜRKMAN, Sayim, ABD, Orta Doğu ve Türkiye, Nobel Yayınları, Ankara, 2007.

UÇAROL, Rıfat, Siyasi Tarih 1789-1994, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1995.
ULUNIAN, A. Artiom, “Soviet Cold War Perceptions of Turkey and Greece, 1945-58,” Cold War History, 3:2, 35-52, Published by Frank Cass, London, 2003.

UMAR, O. Ömer,  İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türk-Sovyet İlişkileri, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,  Cilt: XX/Sayı: 59, Ankara, 2004.

ÜNLÜSOY, Süleyman, İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Gerginleşen Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkilerinin Türk Kamuoyundaki Tepkileri (1945-1952), İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri Ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Atatürk İlkeleri Ve İnkılâp Tarihi Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2001.

WEISBAND, Edward, 2. Dünya Savası Ve Türkiye, Örgün Yay, İstanbul, 2002.

YAKUT, Kemal, “II. Dünya Savaşı’ndan Sonra Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye Yönelik Talepleri Ve Türk Basınının Tutumu”, Kebikeç İnsan Bilimleri İçin Araştırma Dergisi, s.35, Ankara, 2013.
Yayınları, Ankara, 1980.

YERASİMOS, Stefanos, Ekim Devrimi'nden Milli Mücadele'ye Türk-Sovyet İlişkileri, Gözlem Yayınları, İstanbul, 1979.

YILMAZ, Salih-BAHREVSKİY, Evgeniy, Rusya&Türkiye Avrasya Paktı Mümkün Mü?  SRT Yayınları, Ankara, 2017.
YILMAZ, Salih-BAYTAL, Yaşar,-TÜRKMAN, Sayim, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Nobel Yayınları, Ankara, 2014.
YILMAZ, Salih-YAKŞİ, Abdullah, “Osmanlı Devleti’nden Günümüze Türk-Rus İlişkileri”, TYB Dil-Edebiyat Ve Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:6, Sayı:17, Mayıs 2016.



*Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Tarih Bölümü, 1202041024, tunalijulide@gmail.com
[1] Barış ERTEM, “İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri ve Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri ile Yakınlaşmasına Etkileri”, Turkish Studies, Sayı 8/7, Ankara 2013, s. 160
[2] Çağatay BENHÜR, “Stalin Dönemi Türk-Sovyet İlişkileri”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı 15, Konya 2004, s. 328
[3] Mehmet PERİNÇEK, Türk-Rus Diplomasisinde Gizli Sayfalar, İnkılâp Yayınları, İstanbul 2016, s. 19
[4] Barış ERTEM, a.g.m. s. 163
[5] Edward WEISBAND, 2. Dünya Savası ve Türkiye, Örgün Yay, İstanbul, 2002, s. 107.
[6] Salih YILMAZ-Abdullah YAKŞİ, “Osmanlı Devleti’nden Günümüze Türk-Rus İlişkileri”, TYB, Dil-Edebiyat Ve Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl:6, Sayı:17, Mayıs 2016, s.25
[7] Tahran, Yalta ve Potsdam Konferansları: Gizli Belgeler, (Çev. Fahri YAZICI), Sinan Yayınları, İstanbul, 1972, s. 35
[8] Barış ERTEM, “Türkiye Üzerindeki Sovyet Talepleri ve Türk-Sovyet İlişkileri (1939-1947)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Volume 3/11 Bahar 2010, s.263
[9] Ahmet İLYAS – Orhan TURAN, “İnönü Dönemi Türk Dış Politikası”, Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri Ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Dergisi, 2012, s. 334
[10] George HARRİS, “Cross Alliance Politics: Turkey And The Soviet Union”, Ankara University, The Turkish Yearbook of International Relationship, Vol:12, Ankara, 1972, s.6
[11] Salih YILMAZ-Abdullah YAKŞİ, a.g.e., s. 27
[12] Feridun Cemal ERKİN, Dışişlerinde 34 Yıl, Anılar-Yorumlar. c. I., Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1980, s. 150.
[13] Rıfat UÇAROL, Siyasi Tarih 1789-1994, Filiz Kitapevi, İstanbul, 1995, s. 624
[14] Birleşmiş Milletler Antlaşmasını imzalayan devletler: Amerika Birleşik Devletleri, Birleşmiş Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Krallığı, Sovyetler Birliği, Çin, Fransa, Arjantin, Avustralya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Beyaz Rus Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti, Ukrayna Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti, Kanada, Şili, Kolombiya, Kostarika. Küba, Çekoslovakya. Danimarka, Haiti Serbest Devleti, Ekvador, Mısır, Salvador, Habeşistan, Yunanistan, Guatemala, Honduras, Hindistan, İran, Irak, Lübnan, Liberya, Lüksemburg, Meksika, Felemenk Krallığı. Yeni Zelanda, Nikaragua, Norveç, Panama, Paraguay, Peru, Filipinler, Polonya. Suudi Arabistan, Suriye, Türkiye, Güney Afrika Birliği, Uruguay, Venezüella, Yugoslavya.
[15] İsmail KÖSE, “Yalta ve Potsdam Konferansları: Sovyetler Birliği’nin Türk Boğazlarında Egemenlik Paylaşım Talepleri”, Karadeniz İncelemeleri Dergisi, 19, 2015, s.264

[16] İsmail KÖSE,  a.g.e., s. 265
[17] Ahmet İLYAS – Orhan TURAN, a.g.e., s. 336
[18] İsmail KÖSE, a.g.e., s. 267
[19] İsmail KÖSE, a.g.e., s. 268
[20] Ahmet İLYAS – Orhan TURAN, a.g.e., s. 336
[21] A. Suat Bilge, Güç Komşuluk, Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri (1920-1964), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,  Ankara, 1992, s. 313; Süleyman ÜNLÜSOY, “İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Gerginleşen Türkiye-
Sovyetler Birliği İlişkilerinin Türk Kamuoyundaki Tepkileri (1945-1952)”, İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri Ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Atatürk İlkeleri Ve İnkılâp Tarihi Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2001, s. 96
[22]  Kemal YAKUT, “II. Dünya Savaşı’ndan Sonra Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye Yönelik Talepleri ve Türk Basınının Tutumu”,  Kebikeç İnsan Bilimleri İçin Araştırma Dergisi, sayı 35, Ankara, 2013, s. 184
[23] Levent KALYON, “Truman Doktrini Üzerine Bir Analız”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, cilt 6, sayı 11, İstanbul, 2010, s. 10
[24] Rıfat UÇAROL, a.g.e., s. 667
[25] Ahmet İLYAS – Orhan TURAN, a.g.e., s. 338
[26] Erel TELLAL, Uluslararası Ve Bölgesel Gelişmeler Çerçevesinde SSCB-Türkiye İlişkileri (1953-1964), Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Ankara, 2000, s. 31

[27] Erel TELLAL, a.g.e, s. 35
[28] Erel TELLAL, a.g.e, s. 34
[29] Erel TELLAL, a.g.e, s. 34

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder