Moskova

Moskova

9 Eylül 2018 Pazar

Ağız dolusu bir gülümseme: Zinaida Serebryakova







İnsanın bakmaya doyamadığı resimler var. “Nedir bu resmi bu kadar güzel yapan?” diye kendine sorduğunda kırık dökük birkaç kelime dışında tatminkar bir cevap verememek bile duyulan hazza gölge düşüremiyor. Aksine, resmi yapana karşı yakınlık hissini arttırıyor. Vrubel, Petrov-Vodkin benim için böyle sanatçılar ve bir de Serebryakova.

Rus resim sanatının ilk kadın yıldızı Zinaida Serebryakova’nın yapıtlarını bu kadar güzel yapan şeyi tarif etmek zor ama en azından hayat hikayesinin ana çizgilerini paylaşabilir, bazı resimleriyle tanışabiliriz.

1812’te Rusya’yı işgal eden Fransız ordusunun bu topraklarda esir bıraktığı bir subayın soyundan geliyor Serebryakova, kızlık soyadıyla Lansere. Bir başka büyük dedesi Fransız Devrimi’nden kaçıp St. Petersburg’a gelen bir pastacı, aynı zamanda yaptığı karakalem çizimlerin ünü saraya kadar ulaşmış amatör bir ressam.

“Bizde çocuklar ellerinde karakalemle doğar,” dermiş Serebryakova’nın dayısı. Gerçekten de bir sanatçı ailesinde doğuyor Zinaida, 1884 yılında Harkov yakınlarında Neskuşnoye’deki aile mülkünde. Babası ünlü bir heykeltıraş, annesi iyi bir çizer, dedesi ünlü bir mimar, dayısı yine ünlü bir ressam, bir kardeşi yine mimar, bir diğeri grafik sanatçısı…



Neskuşnoye’nin anlamı “sıkıcı olmayan”. Çocukluğu, gençliği hep burada geçmiş, en ünlü resimlerini burada boyamış. Gerçekten de bu resimlerde sıkıntıdan pek az eser var. Aksine huzur ve mutlulukla dolular.

Zinaida birlikte büyüdüğü kuzeni Boris Serebryakov ile evlenmiş 1905 yılında. Ancak bu hiç de kolay olmamış. Biri Katolik, diğeri Ortodoks iki yakın akrabanın evlilik kararına ayak direyen dini otoriteleri ikna etmek için evrensel bir yönteme başvurmak gerekmiş. Pastörlere 300 ruble rüşvet verince mesele hallolmuş.
  
Zinaida Serebryakova’ya ülke çapında şöhreti 1910’da katıldığı bir ortak sergi getirmiş. Burada sergilenen Tuvalet masasının başında tablosu pek çokları tarafından sanatçının en başarılı çalışması kabul ediliyor. Aynı sergide yapıtları sergilenen dayısı Aleksandr Benua bu resim için “ağız dolusu gülümseme” yakıştırmasında bulunmuş. Bu tablo bugün sergilendiği Tretyakov Galerisi’nin hakikaten en iyilerinden.

Serebryakova yıllar sonra bu resmi, bir iş seyahatindeki kocasının dönüşünü beklediği sırada tuvalet masasının başında kendini eğlendirirken yaptığını anlatacaktır.

Boris ve Zinaida’nın dört çocuğu olmuş. Serebryakova’nın en güzel resimlerinden bazıları işte bu çocukları betimliyor: Jenya, Şura, Tata ve Katya.

Serebryakova’nın Neskuşnoye’li köylülerle iyi bir ilişkisi olmuş. Birbirlerini karşılıklı sevmişler. Biraz sonra değineceğim Harkov’daki açlık ve felaket günlerinde köylülerin Serebryakova’ya desteği adeta ailenin hayatını kurtarmış.

Süt anne ve bebek, Hasat ve Ağartma gibi meşhur tablolarından bazıları tanıdığı, arkadaşlık ettiği bu insanların yaşamını konu ediyor.

Bir dönem “Doğu”ya merak salmış. Hint, Japon ve Türk kadınlarını resmetmiş.

1917’de patlayan devrim tüm Rusya’nın olduğu gibi Serebryakova’nın da yaşamını altüst etmiş. Neskuşnoye anarşistler tarafından soyulmuş ve yakılmış. (Onların başlattığı işi, İkinci Dünya Savaşı sırasında bölgeyi işgal eden Naziler kalan tek tük yapının ve aile mezarlarının icabına bakarak tamamlamış. Bugün Neskuşnoye’deki aile mülkünün yerinde yeller esiyor.)

Zinaida Serebryakova için asıl felaket 1919 yılında. İç savaşın tarumar ettiği bir Rusya. Açlık, salgınlar… Demiryolu mühendisi olan Boris bir askeri vagonda seyahat ederken tifüse yakalanmış. Neskuşnoye’den Harkov’a taşınan ailenin yanına nihayet gelebilmiş ama hastalığın pençesinden kurtulamamış. Serebryakova İskambil evadlı tablosunu bu trajedinin hemen ardından yapmış.

Kocasının ölümünden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamış Serebryakova için. 1922’de bir arkadaşına yazdığı mektupta şöyle ifade etmiş bu durumu: “Sevmek ve sevilmek, mutluluk budur işte, bana hep öyle geldi. Beni saran hayatın farkına varmadan hülyalar içinde gezdim hep. Zaman zaman hüzün ve gözyaşı da oldu ama mutluydum… O hayatın artık geride kaldığını, zamanın akıp gittiğini ve gelecekte yalnızlık, yaşlılık ve özlemden başka bir şeyin olmadığının farkına varmak o kadar acı ki, hem de insanın yüreği hala duygu ve sevecenlikle dopdoluyken.”

Yıllar sonra kızına yazdığı bir mektupta ise Boris’le ilgili şunları söylemiş: “Çeyrek asırdan uzun bir sürenin onsuz geçtiğine inanasım gelmiyor!”

Serebryakova 1920’de St. Petersburg’a taşınmış ve ailenin bütün geçim yükünü sırtına almış. Bu yıllarda yeni rejimden gelen dekorasyon siparişlerinin yanı sıra şahıslar için portreler çizmiş.

Kızlarından birinin bale okuluna yazılmasından sonra, en az Bolşoy kadar ünlü Mariinski Tiyatrosu’nun kulisleriyle tanışmış ressam ve burada dönemin en ünlü balerinlerinin portrelerini yapmış.

Ne var ki, Petersburg’un kültür sanat piyasası Serebryakova’nın geçim sıkıntısına çare olmamış. Amerika’da düzenlenen bir sergide bazı resimlerinin hızlıca alıcı bulması üzerine, yurtdışında daha rahat çalışabileceğine kanaat getirmiş ve 1924 sonbaharında, gençlik yıllarında bir yıl kaldığı Paris’in yolunu tutmuş. Bu sırada çocukları 11 ila 18 yaşları arasında.

Ancak Fransa yılları pek de ressamın umduğu gibi geçmemiş. Birkaç kesit hariç verimli çalışamamış. Geçim sıkıntısı burada da yakasında. Bir süre çalışıp dönerim diyerek gelmiş ülkeye. Ama işler beklediği gibi gitmeyip Rusya’ya dönme ihtimali azalınca, çocuklarından ikisini yanına aldırmış. Diğer ikisiyle ise ancak 36 yıl sonra görüşebilmiş.

Zinaida’nın Rusya’yı bir kere daha görüşü ancak 1966 yılında. Stalin’in ölümünün ardından Sovyetlerde pek çok politikanın yeniden gözden geçirilmesi Serebryakova gibi mülteci sanatçılar için memleketle yeniden canlı bir bağ kurma olanağı doğurmuş. O yıl Moskova, St.Petersburg ve Kiev’de ilk kez bir Serebryakova sergisi açılmış. Memleketinde unutulmadığını görecek kadar uzun yaşadıktan sonra 1967 yılında Paris’te hayata gözlerini yummuş Zinaida.

Rus mizahçı Sergey Dovlatov, edebiyatta “Turgenyev Kızı” olarak bilinen tiplemenin “insanda kendisiyle tanışmak arzusu dışında her türlü duyguyu uyandırdığını” yazar. Bu kızlar da Somov, Kramskoy ve Serov gibi ressamların eserlerine konu olmuş. Bakarsınız onları da bu sayfalarda konuk ederiz. O resimlerle Serebryakova’nın resimlerini yan yana koyunca Dovlatov’a tümüyle hak vermeseniz bile, neyi kastettiğini sezer gibi oluyorsunuz. Zira aradaki fark ancak asırlarla ölçülebilir. Elbette bir de ağız dolusu bir gülümsemeyle.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder