Moskova

Moskova

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Moskova’ya “derin dalış” rehberi

mos_copy_copy_copy_copy
Sanat ve mimari turundan “edebi Moskova”ya,  kulaklarınızda müzikten gözlerinizde estetiğe…
Kaynak: http://moskovalife.com/

Sanat ve mimari turundan “edebi Moskova”ya,  kulaklarınızda müzikten gözlerinizde estetiğe… Moskova’da yıllarımız, ömrümüz geçiyor ama çoğumuz Moskova’nın güzelliklerinin önünden geçip gidiyoruz… Bir soluk alın. Üç gün de olsa kendinizi “turist” mertebesine çıkarın. Ve sanatla, edebiyatla, müzikle, mimariyle içli dışlı üç Moskova günü yaşayın!


Havalar umulduğu kadar ısınmasa da, Moskova yılın en güzel günlerini yaşıyor. Çünkü 1 Mayıs ile 9 Mayıs'daki Zafer Bayramı arasında uzun tatilde başkent "olağandışı" günler yaşıyor. Çoğunluk tatile çıktığı için kent boş, trafik sorunu yok. İki önemli bayram kutlandığı için şehir pırıl pırıl. Bahara ilk adım atılırken başkent parklarıyla bir başka güzel... İşte bu tatil günleri için, Kompas-Pusula dergisimize yayınlanan "3 günde Moskova’ya “derin dalış” rehberi"ni sizlerle paylaşıyoruz:
“Unutulmaz bir deneyim; kültür ve keyif iç içe geçmiş.  Metro yolculuğu bile sanat ve tarihte bir yolculuk. Özellikle kiliselere bayıldım; yuvarlak hatlar, tepeden tırnağa rengarenk işlemeler, resimler ve altınla bezeli hepsi. Nehrin şehrin içinden süzülüp gidişi ve tabii o güzelim parklar. Tolstoy'un evi, resim galerileri ve saraylar... hepsi bir tarih ve sanat yapbozunun parçaları gibi yerli yerinde. Biz Batılıların çoğunun bilmediği, ama mutlaka çözmesi gereken bir yapbozu andırıyor Moskova.”
Rusya'ya ilk kez seyahat eden Penelope Vogler, Moskova'da geçirdiği beş günü böyle özetliyor:
İşte size Vogler'in izlenimleriyle Moskova'da kültürün keyfini çıkarabileceğiniz üç gün için üç güzergah:

1. Gün: Sanat ve mimari turu
Hintli gezgin Gitanjali Chaturvedi demiş ki, “Moskova'nın  ayrılmaz bir parçası varsa o da sanattır. Sanat Moskova'da her köşe başında.” Sanatsever turistlerin çoğu Moskova'da soluğu Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi'nin önünde alır. Hakikaten de müzedeki Batı Avrupa işi empresyonist koleksiyon muhteşemdir.
Peki ya Rus sanatının kalbine bir yolculuğa ne dersiniz? O zaman sizi Treyatkov Galerisi'ne alalım.  Zamoskvoreçye semtindeki bu müze hızlandırılmış bir tarih ve kültür kursu adeta. İkonalardan saray tablolarına, Rus kırsallarından mazinin destansı yansımalarına...
Chaturvedi diyor ki: “Tüm öğleden sonramı Tretyakov'da geçirdim. Çıktığımda tepeden tırnağa sanata batmıştım. Repin'in, Korkunç İvan'ı ölüm döşeğindeki oğlunun başucunda resmeden tablosu, fırtınalı denizlerden göz alabildiğine geniş kırlara, bahara durmuş çiçeklere, yeşilliklere uzanan manzara tasvirleri görülmeye değer.”  Bu arada “Klassika” adlı restoran ise sanat kokan dekoruyla öğle yemeği için eşsiz bir fırsat. (Lavruşinski Pereulok No 10/1. Metro Tretyakovskaya).
Mihail Nesterov'un ruhani eserlerini özgün ortamında görmek isterseniz Martha ve Mary Manastırı hemen köşe başında. Art nouveau tarzındaki zarif katedral, Lenin Mozolesi'nin de mimarı Aleksey Şçusev'in elinden çıkma. 20'nci yüzyıl sanatının meraklıları için mutlaka uğramak gereken adres ise Yeni Treyatkov Galerisi. Modernist deneyimler ve Sovyet kahramanlarına adanmış heykellerle dolu bahçe kaçırılmamalı.
Mimari demişken, Moskova'daki başyapıtlardan biri kısa bir metro seyahati ötedeki Kolomenskoye Park'tadır. Öğleden sonra atlayın bir metroya, yeşil hattaki Kolomenskaya istasyonunda inin. Tepedeki elma ağaçlarının arasında, Moskova Nehri’nin kıyısında, UNESCO listesindeki Göğe Yükseliş Kilisesi’ni göreceksiniz.  Prens 3’üncü Vasili’nin 1534’te oğlu İvan’ın (büyüyünce ‘Korkunç’ olacaktır) doğumunu kutlamak için  yaptırdığı ahşap yerine taş kullnılarak inşa edilen ilk mabetlerden.
Parkta ayrıca Taş Devri köylerinden kalıntılar ve yeniden inşa edilmiş 17'nci yüzyıl imparatorluk sarayı da var.  İdari binadaki müzede eklektik bir koleksiyon sergileniyor. Sibiryalı sanatçı Mihail Vrubel'in imzasını taşıyan yaldızlı kilise kapıları ve seramik sobalar görülmeye değer. Deli Petro'nun kütük evi de burada. Ayrıca at arabası ya da tekne gezintisi yapabilir ve ahşap kafelerde ızgara tavuk ve bal likörünün tadına varabilirsiniz. Hele hafta sonuna denk geldiyseniz nehir kıyısında bir yürüyüş, park içindeki “şaşlık” mekanlarına atıştırmalar tavsiye edilir.

2. Gün: Edebi Moskova

Yeni açılan Dostoyevskaya metro istasyonunun duvarları, üstadın romanlarından sahnelerin göz kamaştıran parlaklıkta siyah-beyaz mermerlerle canlandırılmış. İstasyonun yanı başında Dostoyevski'nin dünyaya geldiği Mariinski Hastanesi var.
İki durak sonra Çehovskaya'da inip bulvar boyunca yürüyün,  şair Sergey Yesenin heykelini geçince Maksim Gorki’nin evi karşınıza çıkacak. Art nouveau tarzındaki bir malikane içinde yer alan bu ücretsiz müzenin hemen karşısında ise Aleksander Puşkin’in evlendiği kilise var.  Denizanası şeklindeki vitraylı avizenin altındaki kıvrımlı mermer merdivenden yusufçuk biçimindeki bronz kapı kollarına kadar dekor baştan sona mimar Fyodor Şehtel tarafından tasarlanmış. Sokağın öbür ucunda ise Anton Çehov’un pembe ‘malikâne’si yer alıyor.
Mihail Bulgakov’un sürreal romanı ‘Efendi ve Margarita’ adlı romanının başlangıç bölümünde geçen gölet de (Patriyarşi Prudı) bir taş atımı mesafede. Buradaki Cafe Margarita öğle yemeği için ideal. Bir kadeh şarap eşliğinde vişneli tart damağınızı okşayacak. Eğer akşam yemeğine denk gelirseniz, konservatuvar öğrencilerinin  piyanolu, ya da gitarlı müzik şöleniyle coşabilirsiniz.  Bulgakov'un müzeye dönüştürülmüş evi de hemen köşeyi dönünce, Sadovoya Kaltso üzerinde.  Avludaki kültür merkezinde sevimli bir kafe var. Patriyarşı Prudı semtini, tramvaydan bozma bir otobüsle ya da tramvay restoran “Anyuşka” ile gezmek de mümkün.
Sovyet dönemin yazarlarının izini öğleden sonra Vladimir Mayakovski’nin apartmanına adım atarak sürebilirsiniz. Yakınlardaki Lubyanka metrosundan çıkıp, KGB binasının karşısında bulabilirsiniz. Bina şimdi dört katlı bir enstalasyon. Atmosfer sembolik bir biçimde yazarın avant-garde fikirlerinin yansıtıyor. Mayakovski'nin yaşadığı çatı katındaki küçük oda 20'nci yüzyıl başı Rus tarihinin umut ve hayal kırıklıklarını ortaya döken devrimci bir yolculuğun çıkış noktası gibi.
Dört metro durağı sonra, Park Kulturı'de Leo Tolstoy’un müze olan ahşap evi var. Buradaki atmosfer bambaşka.  Bir köşesinde piyano, girişinde ayı postundan kilimin durduğu salonda yazarı kendi sesinden  dinlemek mümkün. Çalışma odasının girişinde ise  meşhur bisiklet duruyor. Sıra yeöeğe gelirse,  arabayla sadece beş dakika mesafede, Nazım Hikmet’in mezarının da olduğu Novodeviçi Manastırı’nın yanındaki Gürcü restoranı “Pirosmani”  sanat ortamında yemek molası için ideal bir mekan. Hele de cumbada manzaralı bir masaya oturup göle bakarsanız.

3. Gün: Kulaklarınızda müzik

Müzik yolculuğuna Teatralnaya metro istasyonundan başlamanızda yarar var derim. Tavan da balalayka ve flüt çalıp dans eden beyaz ve altın sarısı seramikten insan figürleri var. Yenilenmiş Bolşoy Tiyatrosu'nun karşısından metrodan çıktıktan sonra araç trafiğine kapalı, kafelerle dolu Kamergersky Pereulok boyunca yürüyün. Besteci Sergey Prokofiyev bu sokakta oturmuş.
Tverskaya Sokağı'nın altından geçince karşınıza Konservatuvar çıkacak. Moskova'da müziğin kalbi burası. Piyotr Çaykovski'nin 1866'den itibaren öğrenci yetiştirdiği, Kuğu Gölü'nü bestelediği yer aynı zamandı. Çaykovski heykelini çevreleyen trabzanlara bestecinin altı eserinden notalar kazınmış.
Şimdi istikamet Briusov Pereulok'taki 7 numaralı ev. Burada o kadar çok dansçı ve müzisyen yaşamış ki duvardan çok plak var nerdeyse.  Az ileride müzisyen heykelleri ve Besteciler Evi duruyor. Tepedeki Strasnoy Bulvarı'nda iki müzisyen heykeli daha var. Rahmaninov bir zamanlar oturduğu evin hemen yanında. Arkasında ise sırtına gitarını asmış, aşk, savaş, siyaset, delilik ve ve sarhoşluk şarkılarıyla nam salmış ozan Vladimir Vysotski duruyor.
Sola dönünce Hermitage Bahçeleri ve Novaya Opera'yı göreceksiniz. Karda başka baharda başka bir güzelliğe bürünüyor bu bahçe. Paten de kayılıyor, caz konseri de düzenleniyor. Bir bardak çay için “Çayhana” kafeyi öneririm. Orta asya mutfağı lezzetleri de tadılabilir burada. Glinka Müzik Aletleri Müzesi hemen yakınlarda. 13'üncü yüzyıldan kalma lirlerden ilk elektronik  cihazlara kadar ne ararsanız var. Besteci Mihail Glinka'nın sözünü kulağınıza küpe edin: “Müziği halk yaratır, biz  sanatçılar o müziği besteleriz sadece.”
Akşam vakti, Rus usulü bir “Moulin Rouge” ortamında hem güzel Rus kızlarının sanatın zirvesine çıkan yerel-evrensel danslarını izlemek, hem tarihi bir salonda (müzeye gitmiş kadar olacaksınız) geleneksel Rus yemeklerini tatmak isterseniz, Leningradski Şose tarafına dönüp, “Yar Restoran”a gitmenizi öneririz. Fiyatlar yüksek olsa da, Moskova’da bir kez muhakkak gidilmesi gereken bir mekandır “Yar”…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder