Moskova

Moskova

7 Aralık 2019 Cumartesi

Yüzyılın son treni



Samih Güven



Anatoliy Sergeyeviç sabah yedi sularında uyandı ve her zaman yaptığı gibi pencereye yöneldi. Yataktan sesini işittiği yağmur sandığından şiddetliydi. Kararmış bulutlar şehrin üzerine abanmıştı ve ortalık aydınlanmakta zorlanıyordu.

Saat on birdeki iş görüşmesine doğrudan evden gitmeye karar verdi. Hem metro biraz sakinlemiş olur diye düşünmüştü. Banyo ve kahvaltıdan sonra bilgisayarda oyalandı epey. Bir ara çalışma masasındaki dağınıklığa gözü takılınca bir düzen vermeye çalıştı. Evrakların arasında bulduğu, karısı ve kızına ait bir fotoğrafa baktı uzun uzun. Kızının minicik yüzünde gezdirdi elini.

Dalmıştı. Masanın başında dışarıyı dinledi. Yağmur, pervazları, pencere camlarını, diri bahar yapraklarını bir orkestranın enstrümanlarıymış gibi konuşturuyordu. Hüzün ve yalnızlık duyguları uyanmıştı. Onları çok özlüyordu.

Evden erken çıkmanın daha iyi olacağına kadar verdi. Yağmur durmuştu. Su birikintilerinden sakınarak Kievskaya istasyonuna yürüyordu. Yağmur serin bir bahar havası bırakmış, caddeler tenhalaşmıştı. Araçlar aceleyle ve zamanda bir boşluğa akıyormuş gibi kayıyordu asfaltta.

Yürüyen merdivenlerde ifadesiz, yine de gizli bir merak yüklü yüzleri inceliyordu inerken. Metroda yarım saatlik bir zaman geçecekti. Fazla uzun sayılmazdı. Telefona ya da bir kitaba dalmak yeter diye düşündü. İstasyona ilerlerken Stalin’in mutlu köylülerinin resmedildiği duvarın önünde, kalabalık bir turist grubun arasından zorlukla geçti.

Tren çabucak gelmiş ve kapılar açılmıştı. İnsanlar içeriden çıkanlara yer verecek şekilde kenarlara çekildi. Kalabalıkla birlikte içeri yöneldi o da. Kapının önünde durmuş birkaç kişi hareket alanını sınırlamıştı. Kapı tam kapanacakken arkasından birkaç turist binmeye çalıştı. Birinin ileri attığı çanta arada kalınca kapı kapanmadı. Saniyeliğine açıldı ama adam geri çekilmeyip tekrar girmeyi denedi. Adam ve makinist cebelleşiyordu. Kapının üçüncü açılışının ardından içerideydi. Anatoliy Sergeyeviç’in tam yanında duran yaşlı bir adam, “Yüzyılın son treni!” dedi soğuk bir ifadeyle.

O sırada koltuklardan kalkan biri olmuştu. Kimse meyletmeyince oturdu. Çantasından bir kitap çıkardı. Ayracı evde unuttuğunu fark edince ceplerinde işe yarar bir şey aradı. Bir telefon ödeme fişini kaldığı yerden daha ilerideki bir bölüme yerleştirdi.

Anatoliy Sergeyeviç’in hemen yanında beş-altı yaşlarında sevimli bir kız çocuğu oturuyordu. Kız ona doğru bakınca gülümsedi.
Sarı saçları ikili örük yapılmıştı. Çocuk elindeki resimli kitabı inceliyordu dikkatle. Anatoly Sergeyeviç tam kitabına başlayacakken çocuk bir ona bir de annesine bakarak “Anne yüzyılın son treni ne demek?” diye sordu. Kadın şaşırmıştı.
Gülümsedi Anatoliy Sergeyeviç’e. Yutkundu sonra.

“Ne anlatacağım?” der gibi bakıyordu.

Bir an için Anatoliy Sergeyeviç de düşünmeye koyuldu ama muhatap çocuğun annesiydi. Günün ilk cümlesini kurdu: “Çocuk bir hikaye istiyor, anlatın bir şeyler.”

Bunu duyan çocuk ona baktı ve “Asıl hikaye isteyen sensin!” diye çıkıştı tatlılıkla.

“Ama sen bir şeyi merak ettin ve bunun bir hikaye içinde anlatılması güzel olmaz mı?”, diye yanıtladı.

“Olur tabi, hem annem akşamları hikaye okur bana!”

“O zaman sorunun cevabını anlatacaktır şimdi.”

Çocuğun annesi, “Lütfen durumu daha da zorlaştırmayın”, der gibi bakıyordu.

O da eliyle “tamam” gibi bir işaret yaptı. Bu sırada sözü ortaya atan yaşlı adama bakındı ama göremedi.

Çocuk “Hadi anne lütfen!” diye üsteledi.

Kadın bir an için gözlerini yumdu ve söze başladı:

“Beyefendi doğru söylüyor. İnsan bildiği veya bilmediği şeyin gerisinde ve kendi varlığı için de bir hikaye arar, hikayesi olmayan şey zaten yoktur. Ama bu sözü söyleyen yaşlı adam trenin yüzyılın son treni olmadığını biliyordu. Sadece öyle olmadığını ima etmek istedi.”

“Büyüklere göre anlattın anne! Neyse ki ben akıllı bir çocuğum. Peki tersi nasıl olurdu?”

Mesela şöyle bir şey olabilirdi. İnsanlar havadan veya başka bir ulaşım sistemine geçmiş olabilirdi. Bu trenlere de gerek kalmazdı. Bu durumda son defa sefere çıkacak tren için önceden duyuru yapılmış olurdu. Yüzyılın son treni derlerdi adına.

Çocuk önce Anatoliy Sergeyeviç’e, sonra da annesine baktı.

“Anne bir tane daha anlat lütfen. İnsanlar neden binerdi böyle bir trene?”

Çocuk durumu karmaşık hale getirmek istiyordu sanki. Birkaç saniye düşündü kadın. Çocuk bu sırada Anatoliy Sergeyeviç’e dikkatle baktı. “Anne başka bir fikrim var!”, dedi.

“Öyle mi?”

“Bu amca hikayeleri seviyor galiba, bir tane de o anlatsın!”

Kadın gülümsedi. “Nasılmış gör işte” der gibi hali vardı.

Anatoliy Sergeyeviç hayır diyemezdi bu sevimli kıza. Hem kendi kızını hatırlatıyordu. Birkaç saniyeliğine gözlerini kapatıp açtı ve anlatmaya başladı.

Yüzyılın sonunda insanlar çok akıllı makineler yapıyordu. Karmaşık, özel amaçlar için robotlar, kendi kendine giden uçaklar, trenler ve daha birçoklarını… Ama bazı makineler insanlar gibi hayal kurmayı öğrenmişti.

Biraz kontrolden çıkan ve kendi özelliklerini geliştiren bir tren vardı işte. Neyse ki güzel hayaller kuruyordu. Bir gün aklına şöyle bir şey geldi. Belirlediği bir gün ve saatte trene binen yolcuların hayallerini anlamaya çalışacak ve birini gerçekleştirecekti. Bu sadece insanları bir yerden bir yere götürmekle ilgili olabilirdi tabi. Yani zamanlar arası dolaşacaktı. Tren yolcuları inceleyip durmuştu. Adamın biri trenin özel müziklerinden dinlemek üzere kulaklığı taktığında tren kendi geliştirdiği bir programla adamın düşüncelerini okudu. Seçtiği kişi de o oldu.

O adam bir sabah sıkıntısından bir yaşındaki kızıyla konuşmadan, onu öpmeden ayrılmıştı evden. Nasılsa görürüm diye düşünmüştü akşam.

Oysa küçük çocukların sezgileri kuvvetlidir. Ayrılıkları sezerler hemen. Bir şey demek isterler ama konuşamadıkları için yüzlerine yansır bu. İçlerine bir üzüntü yerleşir. Minicik elleri uzanıp durdurmak ister gidenleri. İşte böyle olmuştu. Adamın bir daha onu öpemeyeceğini anlamıştı çocuk. Minicik kolu havada asılı kalmış, dudaklarını büzüştürmüştü.

Şimdi zamanların birleştiği yerde olacaklardı tren sayesinde. Çocuk senin yaşında babası da benim yaşımda olacaktı. Burada uzaklara gitmeye gerek olmayacaktı artık. Bir trene de gerek olmayacaktı. Buna rağmen hayali gerçekleştirmişti tren.

“Peki neden yapmış bunu, yani kendi sonunu düşünmemiş tren?”, diye sordu çocuk.

“Çünkü makinalar insanlar gibi acı çekmez”, diye yanıtladı Anatoliy Sergeyeviç.

Bu sırada çocuğun annesi söze girdi ve “Peki adam kızını neden görememiş bir daha?” diye sordu.

Anatoliy Sergeyeviç böyle bir soru beklemiyormuş gibi yutkundu. Karar veremedi ne söyleyeceğine.

“Çünkü o gün annesiyle bir kazada…”, diyebildi sadece.

Başka bir şey söylemedi. Ayağa kalkmıştı. İnmesi gereken istasyon geldiğinden onları bırakıp ayrıldı. Ayrılırken bir daha görmeyeceğini düşündüğü bu insanlara el salladı.

Fakat yolcuların önünü kapattığı ve biraz önce göremediği o yaşlı adamla göz göze geldi. Konuşulanları duymuş gibi bir hali vardı. Merak, şaşkınlık ve belki de üzüntü yerleşmiş bir yüzle bakıyordu ona.

“İlginç bir hikaye ama bir hatanız var!” dedi yüzüne dikkatle bakarak.

Kapı açılmıştı ve Anatoliy Sergeyeviç inmek üzereydi. Hiçbir şey demedi ve bir iki saniye bekledi ne söyleyeceğini. Yaşlı adam devam etti.

“Hayal kuran her şey acı da çeker bence!”

Bu sırada çocuk annesine bakarak, “Neden böyle bir hikaye anlattı sence?” diye sordu. Annesi şaşkın ve üzgün bir ifadeyle adamın aceleden koltukta unuttuğu kitaba bakıyordu. Eli ayraca gitmişti. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder