Moskova

Moskova

17 Kasım 2013 Pazar

Erdoğan, Tolstoy ve Anna Karenina

 

Hakan Aksay / T24
Geçen hafta Anna Karenina filmini izlerken Başbakan Tayyip Erdoğan'ı hatırladım. Ne ilgisi var, demeyin hemen.
Anna Karenina, dünyanın en etkili romanlarından biri. Geçen yaz "Bütün zamanların en iyi yazarları ve eserleri" sıralamasında, büyük Rus yazarı Lev Tolstoy ilk sırada yer alıyordu; eserler arasında ise 19. Yüzyıl'ı temsilen Anna Karenina ve 20. Yüzyıl'dan Lolita (bir başka Rus yazar Vladimir Nabokov'un romanı) önde geliyordu. ("The Top Ten: Writers Pick Their Favorite Books", yani "En İyi On: Yazarlar Favori Kitaplarını Seçiyor" anketi.)
Tolstoy'un 1873-1877 yıllarında yazdığı romanın kahramanı olan Anna Karenina, Rus aristokrasisine mensup genç ve güzel bir kadındır. Baron Aleksey Karenin ile sıradan ve sıkıcı bir evlilik sürdürmektedir. Çapkın subay Aleksey Vronski'ye aşık olur. Aşkını her şeyin üzerinde tutarak evliliğinden vazgeçer, toplumsal kurallara karşı çıkar. İçinde türlü sahtekârlıkları barındıran toplum Anna'yı kınar ve dışlar. Yaşadığı acılar ve hayal kırıklıkları, sonunda genç kadını intihara götürür.
*    *   *
Kitabı uzun yıllar önce okumuştum. Kitap temelinde çekilen aynı adlı birkaç filmi de izlemiştim. Bir yıl kadar önce piyasaya çıkan İngiliz yapımı filmi ise (yönetmeni Joe Wright, başrolde Keira Knightley) geçen haftaya kadar görme fırsatım olmamıştı.
Geçen hafta... Malum... Zihinlerimiz, "kızlı-erkekli evler ve yurtlar" ile başlayan tartışmalardan iktidarın özel hayata ve cinsel özgürlüklere yönelik yasaklama sevdasına kadar bir sürü haber ve yorumla bulandı.
Eh, sen misin (ben miyim?) böyle bir ortamda Anna Karenina'yı izleyen... Eserin sanatsal ve edebi değerini algılamak yerine, her sahnede hop oturup hop kalktım!..
Başbakan görse ne der? Bu sahnelerin çoğunu yasaklatmaz mı?
Ne sahnesi, filmin bütününü "İslam ahlakına ve muhafazakâr örflerle adetlere aykırı" bulur! Velhasıl, kitabın kendisini - yasaklatmak ister mi, bilemem ama - "zararlı" bulabilir pekâlâ.
"Bütün zamanların en iyi yazarı ve kitabıymış", ne yapalım yani! Bizim "dindar nesil yetiştirme" amacımıza uymuyorsa, Tolstoy'un falan gözünün yaşına bakmayız!..
*    *   *
Sahi, Başbakanımız Anna Karenina'yı okumuş ve/veya izlemiş midir acaba?
Ee, "dünya lideri" olunca dünya edebiyatından ve sanatından da haberdar olmak gerekir herhalde, değil mi?
Yetişkin genç kızların ve delikanlıların aynı evi paylaşmasına hoşgörü göstermeyeceğini ortaya koyan, hatta yasal sınırları zorlayarak özel hayatlara müdahale edebileceğinin sinyallerini veren Erdoğan, nikahlı eşi Aleksey Karenin ve oğlu Sergey dururken, Anna'nın Aleksey Vronski'yle kaçmasını, bir de ondan çocuk doğurmasını nasıl karşılardı acaba?
Efendim? Erdoğan ve AKP karşıtlığı yapmak için bahane mi arıyorum sizce? Hayır, inanın öyle bir amacım yok. Sadece 11 yıldır ülkeyi yöneten ve son zamanlarda yetkilerini özel hayatlarımızın sınırlarına kadar genişletme eğiliminde olan devlet yöneticilerinin, sanat ve edebiyata karşı tutumlarını merak ediyorum.
Sanat ve edebiyat, bildiğiniz gibi, hayattır. Yani hayatımızdır; duygularımız, hatalarımız, zaaflarımız, hayallerimiz ve özlemlerimizdir.
Bir heykeli "ucube" diyerek kaldırtan iktidar, 50'yi aşkın ülkede gösterimde olan en popüler Türk dizisi Muhteşem Yüzyıl'ı "içinde fazlaca harem ve cinsellik var" diye eleştiren iktidar, dünyanın en seçkin eserlerine karşı nasıl bir tutum alır?
Aşktan ve ilişkilerden hoşgörüyü, özgür seçimi, duygusal gelgitleri çıkarıp her şeyi tektipleştirmek isteyenler hayatımızı nereye taşımak ister?
Bunu merak ediyorum.
*    *   * 
Anna Karenina, sadece bir örnekti. ("20. Yüzyıl'ın en iyi kitabı" olan Lolita'nın neden bahsettiğine ve içindeki sahnelere hiç girmeyelim...)
Onun yerine Gustave Flaubert’in Madame Bovary'sinden veya Halit Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu'sundan da söz edebilirdik; çünkü Emma ve Bihter'in kaderleri Anna'dan çok da farklı sayılmaz.
Vadideki Zambak (Honore dé Balzac), Huzur (Ahmet Hamdi Tanpınar), Kırmızı ve Siyah (Marie-Henri Beyle Stendhal), Kürk Mantolu Madonna (Sabahattin Ali), Venedik’te Ölüm (Thomas Mann), Aylak Adam (Yusuf Atılgan) veya Doktor Jivago (Boris Pasternak) da örnek olarak ele alınabilirdi.
Ya da Melike İlgün'ün Bir Başvekil Sevdim isimli kitabının da gözler önüne serdiği hayatıyla Başbakan Adnan Menderes... 
*    *   *
Demem o ki, hayat çok karışık. Sanat ve edebiyat, bu karmaşayı göstermeyi başardığı ölçüde içimize işliyor.
Nice akıllı, ahlaklı, deneyimli insan bile hayatın karmaşık yollarında kaybolabiliyor. Sonra bazıları bir yol buluyor. Doğru olan yolu mu, yanlış olanı mı? Kim bilir... Doğrular ve yanlışlar o kadar çeşitli ve o kadar renkli ki...
İnsanın kendisinin yönetmekte zorlandığı özel hayatını, onun yerine dışardan birilerinin, hele hele siyasal, ideolojik, dinsel misyonlarla davranan ve "toplum mühendisliğine soyunan" güçlerin düzenlemeye çalışması olacak şey değil.
Elbette Anna Karenina, Aleksey Vronski'yi reddedebilir, aşksız ve tektüze hayatına devam etmeyi seçebilirdi. Hatta manastıra da kapanabilirdi. Ama o zaman o, Lev Tolstoy'un Anna Karenina'sı olmazdı.
Oysa bugün yazarın da, eserinin de, "özel hayatları yönetmek isteyen" her türlü siyasi liderden ve partiden daha etkili ve daha uzun ömürlü olduğunu biliyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder