M.
Hakkı Yazıcı
mhyazici@yandex.ru
Vladimir İvanoviç, mutfak masasının üzerindeki Yevgeni
Primakov’un “Rusların Gözüyle Ortadoğu” isimli kitabını gösterip okudun mu diye
sordu.
Okumuştum. Ancak bugünlerde Ortadoğu coğrafyasında yaşanan kahredici
olaylar, peş peşe gelen üzücü haberler ve bazen de iyimser anıma denk gelip
acaba kalıcı bir barış sağlanabilir mi diye ümitlendiren küçücük gelişmeler nedeniyle
bir kez daha, dikkatle okumaya karar vermiştim.
Açık söylemek gerekirse karamsar halim daha ağır basıyor; mevcut
durumda ne yazık ki iyimser olmak çok zor.
Ancak ümidimi kaybetmeyi de kendime yakıştıramıyorum.
Yevgeniy Primakov, kitabında “Karamsar iyi bilgilendirilmiş iyimserdir, derler,” diye yazmış.
Vladimir İvanoviç, “Ne güzel ifade etmiş,” diyor.
Mutfakta kitap okuyup, çalışmayı seviyorum. Hem orası bizim
aynı zamanda Vladimir İvanoviç’le muhabbet mekanımız. Kahvemiz ve çayımız da
hemen yakınımızda.
Tesadüf bu ya, günlerden 29 Ekim idi ve milenyumun başında
Rusya’nın en önde gelen devlet adamlarından ve siyasi figürlerinden olan
kitabın yazarı Yevgeni Primakov’un doğum günüydü.
“Primakov, kitabın Türkçe baskısı için 14 Mayıs 2009’da yazdığı
önsözde ‘Maalesef günümüz dünyasının
meseleleri genelde hâlâ yeteri kadar karmaşıktır. Soğuk Savaş sona erdiğinde
dünya çapında gelişmelere doğru buhransız bir hareket başlayacağı daha yakın
zamanlara kadar düşünülmekteydi. Şimdilik bu umutlar gerçekleştirilememiştir,’
diye yazmış,” diyorum.
Vladimir İvanoviç, “Aradan geçen onca seneye rağmen
maalesef değişen bir şey yok. Ve belki de durum daha da kötü,” diye cevap
veriyor.
“Eski hamam, eski tas,” diyerek onaylıyorum.
***
Kitap, Primakov’un uzun, önemli görevleri sonrasında,
emeklik dönemi diyebileceğimiz bir zamanda yazılmış.
Yaşam öyküsü çok etkileyici.
Önemli bir kısmı Sovyetler Birliği’nin dağılıp Rusya
Federasyonu’nun kurulduğu 90’lı yıllara denk gelen uzun bir kariyeri var.
Hayatını Ortadoğu sorununa adamış, sayısız makaleler yazmış,
bölgenin en ünlü simalarıyla defalarca görüşmelerde bulunmuş, diplomatik
görevler üstlenmiş Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlığı görevlerinde
bulunmuş önemli bir Ortadoğu uzmanı olan Yevgeni Primakov’un kitabı analizlerinin
tümüne katılmayanlar için bile önemli bir referans kaynağı.
Bugün dünyanın en dramatik olaylarının yaşandığı bölgesinin
sorunlarını kendi yaşamından edindiği bilgiler ve gözlemlerle açık ve samimi
bir şekilde anlatıyor.
Önsözünde kitabı yazma gerekçesini şöyle yazıyor:
“Çoktan
beri Ortadoğu ile ilgili bir kitap yazma düşüncem vardı. Pravda gazetesinde
Muhabir, Genel Müdür Yardımcısı, SSCB Bilim Akademisi'ne bağlı Dünya Ekonomisi
ve Uluslararası İlişkiler Araştırma Enstitüsü ve Doğu Bilimleri Enstitüsü'nde
Genel Müdür, Dış İstihbarat Daire Başkanı, Dışişleri Bakanı, Rusya Federasyonu
Başbakanı, Rusya Devlet Duma Meclisi'nde Milletvekili görevlerinde bir
gazeteci, bilim adamı ve siyasetçi olarak Ortadoğu ile yarım asırdır
uğraşıyordum.
Gözümün
önünden Ortadoğu'nun, çoğu iftiralardan oluşan bir dolu olayı geçti. Bazısı hiç
bilinmiyor ya da unutulmuş. Oysaki olanlar, bölgenin bugünkü değişik, çok
renkli, karmaşık, tehdit edici derecede dik başlı, kimi zaman saf ve defalarca
mağdur edilmiş oluşumunda büyük bir rol oynamıştı…
Bu
kitap Arap ülkelerinde olanların kronolojik bir anlatımı ve de 20. yüzyılın
ikinci yarısının tarihinin özeti değildir. Kitabın amacı sömürge sonrası Arap
dünyasının ana süreçlerinin nitelendirilmesidir ve bizzat kendimin de katılmış
olduğum bazı tarihî olayların anlatımıdır.”
***
Primakov, Rus dış politikası tarihinde önemli bir yer
edinmiş.
Bazıları onun için Rusya’nın Kissinger’i demişti.
Bilgisi, birikimi ve devlet adamlığı ile parlamıştı.
Primakov'un dış politikası, çok yönlüydü. Bugünkü Rusya'nın
mevcut politikasının temelinde onun fikirlerinin izleri var.
Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, onun
düşüncelerini “Primakov Doktrini” diye kavramlaştırmış.
"Primakov doktrini" ve "Primakov
politikası" terimleri diplomasi dünyasında çoktan günlük dile girmiş
durumda.
Benim de 4 kez jüri üyeleri arasında yer aldığım Karlov
Vakfı’nın geçen sene gerçekleştirilen yarışmalı etkinliklerinde de öğrencilerin
yazdığı makalelerde işlenen konuların arasındaydı. Konuyla ilgili çalışmaları
yapan genç öğrencilerin ilgisinden, bilgisinden çok etkilenmiş ve mutlu
olmuştum.
***
Primakov'un biyografisindeki bilgiler onun ne kadar
çalkantılı, ilginç ve olaylı bir dönemde yaşadığını gösteriyor.
Yaşamı ve kariyeri, kapsam ve etki alanıyla son derece etkileyici.
Yevgeni Maksimoviç Primakov’un kendisi de dahil olmak üzere
pek çok kişi hayatı hakkında yazılar yazdı ve kuşkusuz daha da yazılmaya devam
edilecek.
Sovyetler Birliği'nin dış mahallelerinde doğmuş ve
büyümüştü.
1929’da Kiev'de doğmuş (-kızının iddiasına göre belgelerde
öyle olmakla birlikte Moskova’da doğmuştu), Tiflis'te yaşamış, Bakü'de eğitim
görmüştü. Çocukluğundan itibaren Ruslar, Ukraynalılar, Gürcüler, Ermeniler,
Azeriler ve Yahudilerle çevrili bir ortamda yaşamıştı. Etnik gruplar arası
meseleler ve Sovyet cumhuriyetlerinin gerçekleri hakkında birinci elden bilgiye
sahip olmuştu.
Primakov, kariyerine Orta Doğu uzmanı olarak başladı ve
1953'te Moskova Doğu Araştırmaları Enstitüsü'nden mezun oldu. Arapça bilgisi
sınırlı ve akademik olarak çok mükemmel olmasa da, üstün analitik becerileri bunu
telafi ederek büyük beğeni toplamasını sağladı.
1960'larda Pravda'nın Orta Doğu muhabiri ve Arap ülkelerine
yönelik dış yayınlarının genel yayın yönetmeni oldu.
Parlak kariyerinde iki ana damardan beslendi. Gazetecilik
mesleği ona bazı kapılar, bilimsel akademik çalışmalarıysa başka kapılar açtı.
Gazetecilik ve bilimi dönüşümlü olarak, hatta çoğu zaman
birleştirerek yürüttü.
Bilim, ona titiz düşünmeyi, teori üretme yeteneğini ve
fikirleri açıkça ifade etmeyi öğretti.
Gazetecilik ise ayrıntılara dikkat etmeyi, akıcı bir üslup
kullanmayı ve bilimin oluşturduğu teorik çerçeveyi test edip canlı içerikle
doldurma yeteneğini geliştirdi.
Rusya’nın önde gelen stratejik araştırmalar merkezi olan ve
artık kendi adını taşıyan Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler
Enstitüsü'nün (IMEMO) direktörü oldu.
Gerçek bir Ortadoğu uzmanıydı.
Primakov, Kremlin'deki üst düzey yetkililerin dikkatini
hızla çekti ve bölgedeki önemli isimlerle müzakerelerde bulunarak Moskova'nın
Orta Doğu özel temsilcisi oldu.
Dönemin Ortadoğu liderleriyle, Nasır, Yaser Arafat,
Kaddafi, Saddam Hüseyin, Mesud Barzani ve diğerleriyle yakın ilişkileri oldu.
Edindiği beceriler ileride Dışişleri Bakanlığı’nda da çok
faydalı oldu.
Primakov, 1980'lerin sonlarında üst düzey siyasette aktif
olarak yer aldı. 1991'de Rus Dış İstihbarat Servisi'nin başına geçti ve 1996'da
Dışişleri Bakanı oldu.
1991'den 1996'ya kadar Rus dış politikasını yöneten dönemin
Rusya Dışişleri Bakanı Andrey Kozyrev, 9 Ocak 1996'da Devlet Başkanı Yeltsin'e
istifasını sundu. Resmen, Devlet Duması milletvekili seçilmesi nedeniyle istifa
etmişti. Aslında istifasının asıl sebebi, istifasının istenecek olmasıydı.
Kozyrev, olumsuz bir döneme imza atmıştı.
Yerine Primakov geçti.
Kelimenin tam anlamıyla yıkıntılardan yeni bir dış politika
inşa etmek zorunda kaldı. Ve bunu oldukça zor koşullar altında yaptı.
Yeltsin ve çevresi, Primakov'un beceriksiz Kozyrev'in
gelişmiş bir versiyonu olacağını umarak Batı'ya hala umutla bakıyordu.
Primakov, bunların hiçbirini yapmadı. Seçtiği yol başka
olacaktı. Batı'nın gözüne girmeye ne devam etmek istiyordu ve ne de devam edebilirdi.
Bu yol, modern zamanlarda aşırı temkinli görünebilir, ancak
onun doğru bulduğu uzlaşma ve çatışmalardan kaçınma yoluydu.
Sovyet sonrası alanda nüfuzunu güçlendirmek ve Rusya'nın
öncü rol oynayacağı entegrasyon projelerini hayata geçirmek öncelikleri
arasındaydı.
Bu yaklaşım, pragmatizm ve gerçekçiliğin Rus dış politikasının
temel nitelikleri olması gerektiği anlamına geliyordu.
Rusya, mevcut haliyle kilit bir küresel oyuncu haline
gelemiyordu; bu da ekonomisini yavaş ve istikrarlı bir şekilde toparlaması,
kaynak biriktirmesi ve nihayetinde kendisini bir güç merkezi olarak yeniden
kurabilmesi için bağlantılar kurması gerektiği anlamına geliyordu.
Bir bakıma Rusya'nın hedeflerine diğer ülkelerle, özellikle
de yeni Asya’nın devleri Çin ve Hindistan ile iş birliği içinde ulaşması
gerektiği anlamına geliyordu.
Rusya, uluslararası arenada çabaları koordine etmek ve çok
kutuplu bir dünyaya doğru ilerlemeyi desteklemek için Yeni Delhi ve Pekin ile
iş birliği yapmalıydı.
Bu, gerçekte Batı ile sert bir çatışmaya dönüş anlamına
gelmiyordu. Mevcut koşullar altında Rusya, NATO'nun genişlemesini
durdurmak için diplomatik yol seçeneğini zorlamalıydı.
Primakov, iki buçuk yıl Dışişleri Bakanı olarak görev
yaptı.
Daha sonra Smolenskaya Meydanı'ndaki görkemli Stalin tarzı
yüksek binalarından birindeki Dışişleri Bakanlığı ofisinden Başbakanlık
koltuğuna geçti ve ardından siyaset sahnesinden ayrıldı.
Ancak, ülkenin en yetkili ve saygın dış politika
uzmanlarından biri olarak kaldı.
Zor zamanlardı.
Sosyal medya ortamlarında sıkça karşılaşılan bir anektod
var. Vladimir İvanoviç anlatıyor:
Primakov bir gün Yeltsin'e gelir:
“Boris Nikolayeviç, sana iki haberim var! Hangisinden başlasam?”
“İyi olanından başlasan memnun olurum.”
“Hayır, ama ikisi de kötü.”
***
Primakov, 2000 yılındaki istifasının ardından da dahil
olmak üzere Rus dış politikasının şekillenmesinde kilit rol oynadı. İstifasına
rağmen etkili bir figür olarak kaldı.
Vladimir Putin'in ve 2004'te Rusya Federasyonu Dışişleri
Bakanlığı'nın yeni bakanı olan Sergey Lavrov'un yakın arkadaşı oldu.
Primakov, Amerika Birleşik Devletleri'nin tek küresel güç
merkezi olmadığı çok kutuplu bir dünya fikrini aktif olarak savundu. Görüşleri
Rus dış politikası üzerinde önemli bir etkiye sahipti ve fikirleri günümüz
uluslararası ilişkilerinde hala geçerliliğini koruyor.
Primakov'un iktidardaki yılları incelendiğinde oldukça
şaşırtıcı bir sonuç gözlemlenebilir. Primakov'un girişim ve fikirlerinin çoğu görevde
olduğu zamanda hayata geçirilemedi. Rusya-Hindistan-Çin (RIC) üçgeninin inşası
başarısız oldu; NATO, kurduğu tüm diyalog mekanizmalarına rağmen, Yugoslavya'yı
bombalamaya devam etti, nezaket kurallarını hiçe saydı ve BM onayı almaya bile
tenezzül etmedi.
Primakov'un hayalini kurduğu Sovyet sonrası alanda
"küresel toplumda layık bir yer edinebilecek ekonomik ve politik olarak
bütünleşmiş bir devletler birliği"nin kurulması da gerçekleştirilemedi:
Ancak Yevgeny Primakov'un öngördüğü şeylerin pek çoğu,
başbakanlık görevinden ayrıldıktan sonra gerçekleşti.
Rusya, küresel sahnede yeniden kilit bir oyuncu haline
gelmek konusuna artık yeterince yoğunlaşmıştı.
***
Peki,1990'ların ikinci yarısında geliştirilen, Rus dış
politikasının uzun vadeli stratejik hedeflere odaklanarak kökten, yeniden
düşünülmesini temsil eden bir siyasi doktrin olan Primakov Doktrini ne
anlama geliyordu? .
Esas olarak Rusya’nın sadece bir gücün kontrolü altındaki
tek kutuplu dünya düzenine karşı önleyici rolü üzerine kurulmuştu.
Rusya'nın tek bir süper gücün egemenliğinde olmayan, çok
kutuplu bir dünya yaratma arzusunu yansıtıyordu.
Primakov, Amerika Birleşik Devletleri'nin egemenliğindeki
tek kutuplu bir dünyanın artık ne sürdürülebilir, ne de adil olduğunu ileri
sürüyordu.
1815 Viyana Kongresi'nden sonra uluslararası sistemde
ortaya konan ilkelere benzer şekilde, yeni bir güç dengesine ve Avrupalı veya
küresel bir diğer hegemon gücün ortaya çıkmasının önlenmesini sağlayacak yeni
bir düzene ihtiyaç olunduğunu görmüştü.
Rusya'nın ulusal güvenliğinin süper güç statüsüne
dayandığını ve bu nedenle Rusya'nın Amerika Birleşik Devletleri
liderliğindeki tek kutuplu bir uluslararası düzenin oluşumuna izin
veremeyeceğini varsayıyordu.
Doktrin, Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından
uluslararası arenada yaşanan değişimlere bir yanıt niteliğindeydi.
Primakov, Rusya'nın küresel meselelerde aktif rol alması ve
Batı'ya yönelik münhasır bir yönelimi ima eden bir politikadan uzaklaşması
gerektiğine de inanıyordu.
Rusya ve komşularının çıkarlarını gözetirken, bir ülke veya
ülke grubunun iradesini dünyanın geri kalanına dayatmasını engellemenin
gerekliliğini savundu. Bu, Rusya'nın küresel sorunların ve çatışmaların
çözümüne aktif katılımını ve stratejik ortaklıklar ve ittifaklar geliştirmek de
dahil olmak üzere uluslararası arenadaki etkisini güçlendirmesini
gerektiriyordu.
Böylece Primakov Doktrini, Rus dış politikası için çok
kutupluluk, stratejik denge ve devletlerin egemenliğine saygı ilkelerine
dayanan yeni bir yol çizdi.
Bu doktrin, Rusya'nın sonraki on yıllarda uluslararası
arenadaki eylemlerini anlamak için kilit öneme sahipti.
Genel olarak, yeni dönem, 2014'ten bu yana yeni bir dış
politika stratejisi uygulayan mevcut Rus liderliğinin vizyonuyla tutarlıdır.
Yeniden
özetlemek gerekirse; bu strateji, şu temel ilkelere dayanmakta:
-Rusya, bağımsız bir dış politika izleme çabasında olan, uluslararası anlaşmazlıklar
karşısında dengeleyici güce sahip önemli bir ülkedir.
-NATO'nun
genişleme teşebbüsleri dostane ve barışçı değildir, yıkıcıdır.
-Rusya, diğer büyük güçler arasındaki bir anlaşmayla yönetilen çok kutuplu bir
dünyanın oluşturulmasının samimi destekçisidir.
-Rusya'nın dış politikasının temel vurgusu, Sovyetler Birliği sonrası ortaya
çıkan gerçekler çerçevesinde Avrasya ülkelerinin siyasi-ekonomik
bütünleşmesinin sağlanmasıdır.
-Çin ile ortaklık, Rusya'nın dış politikasının önemli bir fikridir.
Primakov Doktrini, formüle edildiğinden bu yana Rus dış
politikası üzerinde önemli bir etkiye sahip olmuştur.
Bu doktrinin etkisi altında Rusya, küresel siyasette pasif
bir gözlemci olmaktan çıkıp, uluslararası siyasette daha aktif bir rol
üstlenmeye başlamıştır.
Böylece Primakov Doktrini, çağdaş Rus dış politikasının
temelini oluşturmuş, Rusya'nın uluslararası alanda, özellikle çok kutuplu bir
dünya hedefi ve tek bir süper gücün hegemonyasına karşı direniş bağlamında,
etkin ve etkili bir rol oynama arzusunu ortaya koymuştur.
***
Primakov Doktrini, Rus dış politikasının yönünü ve
uluslararası arenadaki etkisini belirleyen modern jeopolitikanın önemli bir
unsuru olmaya devam ediyor. Çok kutupluluk, stratejik denge ve küresel
meselelere aktif katılım ilkeleri bugün de geçerliliğini koruyor.
Yakınlarda Rusya'nın önemli düşünce kuruluşlarından Valday
Uluslararası Tartışma Kulübü'nün 22. oturumu, Devlet Başkanı Putin'in
katılımıyla gerçekleştirildi.
Putin, 'Çok Merkezli Dünya: Kullanım Kılavuzu' başlıklı
oturumda, 2 Ekim 2025’te katılımcılara yaklaşık dört saat süreyle
seslendi.
Tarihi önemdeki konuşmasının ana teması yine bu yazının
içeriğindeki konulardı.
Putin, konuşmasının bir bölümünde "Çok kutuplu dünya
düzeni, Batı’nın dünyada hegemonyasını kurma ve koruma girişimlerinin doğrudan
bir sonucu oldu," dedi.
"Uluslararası ilişkiler köklü bir dönüşümden
geçiyor" diyen Putin, "Çok kutuplu sistem çok daha demokratiktir. Bu
sistem, daha fazla sayıda siyasi ve ekonomik aktöre kapı açıyor ve fırsatlar
sunuyor" vurgusunu yaptı.
***
Bazıları Rusya küresel satranç tahtasında yeniden önemli
bir oyuncu haline geldiğine göre, "Primakov Doktrini" artık geçerliliğini
yitirmiş olabilir mi, diye sorabilir.
Vladimir İvanoviç, “Bence tam tersi,” diyor. “Primakov
bugün yaşasaydı ve Ortadoğu’da yaşananları, dünyanın her köşesindeki yangın
yerine dönmüş hali görseydi çok üzülürdü mutlaka. Ancak katedilmesi gereken
uzun, zorlu bir yol var daha.”
Başta belirttiğimiz gibi, Yevgeniy Primakov, kitabında “Karamsar iyi bilgilendirilmiş iyimserdir, derler.
Ortadoğu hakkında iyi bilgilendirildiğimi düşünsem de bu tanıma girmek
istemezdim,” diye yazmıştı.
Takip etmek, bilgilenmek, barış ve huzur içinde yaşanacak
bir dünya için enseyi karartmadan umutlu ve duyarlı olmak, katkıda bulunmak
gerekiyor.