Moskova

Moskova

7 Aralık 2025 Pazar

Rusya'da yılın kelimesi seçildi: Tревожность


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusya'da "yılın kelimesi" projesinin halk oylaması sonuçlarına göre yılın kelimesi "тревожность" (trevojnost, kaygı) oldu.

İnternet kullanıcıları tarafından önerilen diğer adaylar arasında "вера" (vera, inanç), "договорнячок" (dogovornyaçok, gizli ayarlanmış anlaşma ima eden argo), "кринж" (krinj, cringe, utandırıcı durum) ve "мир" (mir, barış) yer aldı.

Oylama, Çitay Gorod kitap zincirinin sitesinde yapıldı ve sonuçlar RİA Novosti tarafından aktarıldı.

Kommersant'ın aktardi[i açıklamada, "тревожность" (trevojnost, kaygı) kelimesinin «Halkın Sözü» kategorisinde birinci olduğu belirtildi. Bu kategoride adaylar doğrudan internet kullanıcıları tarafından önerildi. Projenin organizatörleri arasında Lingva imprints, Mir i Obrazovaniye yayınevi ve Skvortsovskiye Okumaları filoloji projesi yer aldı.

Uzman gruplarının belirlediği diğer kategorilerde ise «Beşeri Alan» bölümünde "ИИ" (i-i, yapay zeka / YZ), «Teknosfer» bölümünde "Промпт" (prompt, komut / istem), «Argo» bölümünde ise "Окак" (okak, şaşkınlık veya sert tepki ifade eden argo) yılın kelimesi seçildi. Bu terimler, uzmanlara göre 2025 yılı dil kullanımındaki yeni eğilimleri yansıtıyor.

5 Aralık 2025 Cuma

Primakov ve Doktrini

 


M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

 

Vladimir İvanoviç, mutfak masasının üzerindeki Yevgeni Primakov’un “Rusların Gözüyle Ortadoğu” isimli kitabını gösterip okudun mu diye sordu.

Okumuştum. Ancak bugünlerde Ortadoğu coğrafyasında yaşanan kahredici olaylar, peş peşe gelen üzücü haberler ve bazen de iyimser anıma denk gelip acaba kalıcı bir barış sağlanabilir mi diye ümitlendiren küçücük gelişmeler nedeniyle bir kez daha, dikkatle okumaya karar vermiştim.

Açık söylemek gerekirse karamsar halim daha ağır basıyor; mevcut durumda ne yazık ki iyimser olmak çok zor.

Ancak ümidimi kaybetmeyi de kendime yakıştıramıyorum.

Yevgeniy Primakov, kitabında “Karamsar iyi bilgilendirilmiş iyimserdir, derler,” diye yazmış.

Vladimir İvanoviç, “Ne güzel ifade etmiş,” diyor.

Mutfakta kitap okuyup, çalışmayı seviyorum. Hem orası bizim aynı zamanda Vladimir İvanoviç’le muhabbet mekanımız. Kahvemiz ve çayımız da hemen yakınımızda.

Tesadüf bu ya, günlerden 29 Ekim idi ve milenyumun başında Rusya’nın en önde gelen devlet adamlarından ve siyasi figürlerinden olan kitabın yazarı Yevgeni Primakov’un doğum günüydü.

“Primakov, kitabın Türkçe baskısı için 14 Mayıs 2009’da yazdığı önsözde ‘Maalesef günümüz dünyasının meseleleri genelde hâlâ yeteri kadar karmaşıktır. Soğuk Savaş sona erdiğinde dünya çapında gelişmelere doğru buhransız bir hareket başlayacağı daha yakın zamanlara kadar düşünülmekteydi. Şimdilik bu umutlar gerçekleştirilememiştir,’ diye yazmış,” diyorum.

Vladimir İvanoviç, “Aradan geçen onca seneye rağmen maalesef değişen bir şey yok. Ve belki de durum daha da kötü,” diye cevap veriyor.

“Eski hamam, eski tas,” diyerek onaylıyorum.

***

Kitap, Primakov’un uzun, önemli görevleri sonrasında, emeklik dönemi diyebileceğimiz bir zamanda yazılmış.

Yaşam öyküsü çok etkileyici.

Önemli bir kısmı Sovyetler Birliği’nin dağılıp Rusya Federasyonu’nun kurulduğu 90’lı yıllara denk gelen uzun bir kariyeri var.

Hayatını Ortadoğu sorununa adamış, sayısız makaleler yazmış, bölgenin en ünlü simalarıyla defalarca görüşmelerde bulunmuş, diplomatik görevler üstlenmiş Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlığı görevlerinde bulunmuş önemli bir Ortadoğu uzmanı olan Yevgeni Primakov’un kitabı analizlerinin tümüne katılmayanlar için bile önemli bir referans kaynağı.

Bugün dünyanın en dramatik olaylarının yaşandığı bölgesinin sorunlarını kendi yaşamından edindiği bilgiler ve gözlemlerle açık ve samimi bir şekilde anlatıyor.

Önsözünde kitabı yazma gerekçesini şöyle yazıyor:

“Çoktan beri Ortadoğu ile ilgili bir kitap yazma düşüncem vardı. Pravda gazetesinde Muhabir, Genel Müdür Yardımcısı, SSCB Bilim Akademisi'ne bağlı Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Araştırma Enstitüsü ve Doğu Bilimleri Enstitüsü'nde Genel Müdür, Dış İstihbarat Daire Başkanı, Dışişleri Bakanı, Rusya Federasyonu Başbakanı, Rusya Devlet Duma Meclisi'nde Milletvekili görevlerinde bir gazeteci, bilim adamı ve siyasetçi olarak Ortadoğu ile yarım asırdır uğraşıyordum.

Gözümün önünden Ortadoğu'nun, çoğu iftiralardan oluşan bir dolu olayı geçti. Bazısı hiç bilinmiyor ya da unutulmuş. Oy­saki olanlar, bölgenin bugünkü değişik, çok renkli, karmaşık, tehdit edici derecede dik başlı, kimi zaman saf ve defalarca mağdur edilmiş oluşumunda büyük bir rol oynamıştı…

Bu kitap Arap ülkelerinde olanların kronolojik bir anlatımı ve de 20. yüzyılın ikinci yarısının tarihinin özeti değildir. Kitabın amacı sömürge sonrası Arap dünyasının ana süreçlerinin nitelendirilmesidir ve bizzat kendimin de katılmış olduğum bazı tarihî olayların anlatımıdır.”

***

Primakov, Rus dış politikası tarihinde önemli bir yer edinmiş.

Bazıları onun için Rusya’nın Kissinger’i demişti.

Bilgisi, birikimi ve devlet adamlığı ile parlamıştı.

Primakov'un dış politikası, çok yönlüydü. Bugünkü Rusya'nın mevcut politikasının temelinde onun fikirlerinin izleri var.

Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, onun düşüncelerini “Primakov Doktrini” diye kavramlaştırmış.

"Primakov doktrini" ve "Primakov politikası" terimleri diplomasi dünyasında çoktan günlük dile girmiş durumda.

Benim de 4 kez jüri üyeleri arasında yer aldığım Karlov Vakfı’nın geçen sene gerçekleştirilen yarışmalı etkinliklerinde de öğrencilerin yazdığı makalelerde işlenen konuların arasındaydı. Konuyla ilgili çalışmaları yapan genç öğrencilerin ilgisinden, bilgisinden çok etkilenmiş ve mutlu olmuştum.

***

Primakov'un biyografisindeki bilgiler onun ne kadar çalkantılı, ilginç ve olaylı bir dönemde yaşadığını gösteriyor.

Yaşamı ve kariyeri, kapsam ve etki alanıyla son derece etkileyici.

Yevgeni Maksimoviç Primakov’un kendisi de dahil olmak üzere pek çok kişi hayatı hakkında yazılar yazdı ve kuşkusuz daha da yazılmaya devam edilecek.

Sovyetler Birliği'nin dış mahallelerinde doğmuş ve büyümüştü.

1929’da Kiev'de doğmuş (-kızının iddiasına göre belgelerde öyle olmakla birlikte Moskova’da doğmuştu), Tiflis'te yaşamış, Bakü'de eğitim görmüştü. Çocukluğundan itibaren Ruslar, Ukraynalılar, Gürcüler, Ermeniler, Azeriler ve Yahudilerle çevrili bir ortamda yaşamıştı. Etnik gruplar arası meseleler ve Sovyet cumhuriyetlerinin gerçekleri hakkında birinci elden bilgiye sahip olmuştu.

Primakov, kariyerine Orta Doğu uzmanı olarak başladı ve 1953'te Moskova Doğu Araştırmaları Enstitüsü'nden mezun oldu. Arapça bilgisi sınırlı ve akademik olarak çok mükemmel olmasa da, üstün analitik becerileri bunu telafi ederek büyük beğeni toplamasını sağladı.

1960'larda Pravda'nın Orta Doğu muhabiri ve Arap ülkelerine yönelik dış yayınlarının genel yayın yönetmeni oldu.

Parlak kariyerinde iki ana damardan beslendi. Gazetecilik mesleği ona bazı kapılar, bilimsel akademik çalışmalarıysa başka kapılar açtı.

Gazetecilik ve bilimi dönüşümlü olarak, hatta çoğu zaman birleştirerek yürüttü.

Bilim, ona titiz düşünmeyi, teori üretme yeteneğini ve fikirleri açıkça ifade etmeyi öğretti.

Gazetecilik ise ayrıntılara dikkat etmeyi, akıcı bir üslup kullanmayı ve bilimin oluşturduğu teorik çerçeveyi test edip canlı içerikle doldurma yeteneğini geliştirdi.

Rusya’nın önde gelen stratejik araştırmalar merkezi olan ve artık kendi adını taşıyan Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nün (IMEMO) direktörü oldu.

Gerçek bir Ortadoğu uzmanıydı.

Primakov, Kremlin'deki üst düzey yetkililerin dikkatini hızla çekti ve bölgedeki önemli isimlerle müzakerelerde bulunarak Moskova'nın Orta Doğu özel temsilcisi oldu.

Dönemin Ortadoğu liderleriyle, Nasır, Yaser Arafat, Kaddafi, Saddam Hüseyin, Mesud Barzani ve diğerleriyle yakın ilişkileri oldu.

Edindiği beceriler ileride Dışişleri Bakanlığı’nda da çok faydalı oldu.

Primakov, 1980'lerin sonlarında üst düzey siyasette aktif olarak yer aldı. 1991'de Rus Dış İstihbarat Servisi'nin başına geçti ve 1996'da Dışişleri Bakanı oldu.

1991'den 1996'ya kadar Rus dış politikasını yöneten dönemin Rusya Dışişleri Bakanı Andrey Kozyrev, 9 Ocak 1996'da Devlet Başkanı Yeltsin'e istifasını sundu. Resmen, Devlet Duması milletvekili seçilmesi nedeniyle istifa etmişti. Aslında istifasının asıl sebebi, istifasının istenecek olmasıydı.

Kozyrev, olumsuz bir döneme imza atmıştı.

Yerine Primakov geçti.

Kelimenin tam anlamıyla yıkıntılardan yeni bir dış politika inşa etmek zorunda kaldı. Ve bunu oldukça zor koşullar altında yaptı.

Yeltsin ve çevresi, Primakov'un beceriksiz Kozyrev'in gelişmiş bir versiyonu olacağını umarak Batı'ya hala umutla bakıyordu.

Primakov, bunların hiçbirini yapmadı. Seçtiği yol başka olacaktı. Batı'nın gözüne girmeye ne devam etmek istiyordu ve ne de devam edebilirdi.

Bu yol, modern zamanlarda aşırı temkinli görünebilir, ancak onun doğru bulduğu uzlaşma ve çatışmalardan kaçınma yoluydu.

Sovyet sonrası alanda nüfuzunu güçlendirmek ve Rusya'nın öncü rol oynayacağı entegrasyon projelerini hayata geçirmek öncelikleri arasındaydı.

Bu yaklaşım, pragmatizm ve gerçekçiliğin Rus dış politikasının temel nitelikleri olması gerektiği anlamına geliyordu.

Rusya, mevcut haliyle kilit bir küresel oyuncu haline gelemiyordu; bu da ekonomisini yavaş ve istikrarlı bir şekilde toparlaması, kaynak biriktirmesi ve nihayetinde kendisini bir güç merkezi olarak yeniden kurabilmesi için bağlantılar kurması gerektiği anlamına geliyordu.

Bir bakıma Rusya'nın hedeflerine diğer ülkelerle, özellikle de yeni Asya’nın devleri Çin ve Hindistan ile iş birliği içinde ulaşması gerektiği anlamına geliyordu.

Rusya, uluslararası arenada çabaları koordine etmek ve çok kutuplu bir dünyaya doğru ilerlemeyi desteklemek için Yeni Delhi ve Pekin ile iş birliği yapmalıydı.

Bu, gerçekte Batı ile sert bir çatışmaya dönüş anlamına gelmiyordu. Mevcut koşullar altında Rusya, NATO'nun genişlemesini durdurmak için diplomatik yol seçeneğini zorlamalıydı.

Primakov, iki buçuk yıl Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı.

Daha sonra Smolenskaya Meydanı'ndaki görkemli Stalin tarzı yüksek binalarından birindeki Dışişleri Bakanlığı ofisinden Başbakanlık koltuğuna geçti ve ardından siyaset sahnesinden ayrıldı.

Ancak, ülkenin en yetkili ve saygın dış politika uzmanlarından biri olarak kaldı.

Zor zamanlardı.

Sosyal medya ortamlarında sıkça karşılaşılan bir anektod var. Vladimir İvanoviç anlatıyor:

Primakov bir gün Yeltsin'e gelir:
“Boris Nikolayeviç, sana iki haberim var! Hangisinden başlasam?”
“İyi olanından başlasan memnun olurum.”
“Hayır, ama ikisi de kötü.”

***

Primakov, 2000 yılındaki istifasının ardından da dahil olmak üzere Rus dış politikasının şekillenmesinde kilit rol oynadı. İstifasına rağmen etkili bir figür olarak kaldı.

Vladimir Putin'in ve 2004'te Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı'nın yeni bakanı olan Sergey Lavrov'un yakın arkadaşı oldu.

Primakov, Amerika Birleşik Devletleri'nin tek küresel güç merkezi olmadığı çok kutuplu bir dünya fikrini aktif olarak savundu. Görüşleri Rus dış politikası üzerinde önemli bir etkiye sahipti ve fikirleri günümüz uluslararası ilişkilerinde hala geçerliliğini koruyor.

Primakov'un iktidardaki yılları incelendiğinde oldukça şaşırtıcı bir sonuç gözlemlenebilir. Primakov'un girişim ve fikirlerinin çoğu görevde olduğu zamanda hayata geçirilemedi. Rusya-Hindistan-Çin (RIC) üçgeninin inşası başarısız oldu; NATO, kurduğu tüm diyalog mekanizmalarına rağmen, Yugoslavya'yı bombalamaya devam etti, nezaket kurallarını hiçe saydı ve BM onayı almaya bile tenezzül etmedi.

Primakov'un hayalini kurduğu Sovyet sonrası alanda "küresel toplumda layık bir yer edinebilecek ekonomik ve politik olarak bütünleşmiş bir devletler birliği"nin kurulması da gerçekleştirilemedi:

Ancak Yevgeny Primakov'un öngördüğü şeylerin pek çoğu, başbakanlık görevinden ayrıldıktan sonra gerçekleşti.

Rusya, küresel sahnede yeniden kilit bir oyuncu haline gelmek konusuna artık yeterince yoğunlaşmıştı.

***

Peki,1990'ların ikinci yarısında geliştirilen, Rus dış politikasının uzun vadeli stratejik hedeflere odaklanarak kökten, yeniden düşünülmesini temsil eden bir siyasi doktrin olan Primakov Doktrini ne anlama geliyordu? .

Esas olarak Rusya’nın sadece bir gücün kontrolü altındaki tek kutuplu dünya düzenine karşı önleyici rolü üzerine kurulmuştu.

Rusya'nın tek bir süper gücün egemenliğinde olmayan, çok kutuplu bir dünya yaratma arzusunu yansıtıyordu.

Primakov, Amerika Birleşik Devletleri'nin egemenliğindeki tek kutuplu bir dünyanın artık ne sürdürülebilir, ne de adil olduğunu ileri sürüyordu.

1815 Viyana Kongresi'nden sonra uluslararası sistemde ortaya konan ilkelere benzer şekilde, yeni bir güç dengesine ve Avrupalı ​​veya küresel bir diğer hegemon gücün ortaya çıkmasının önlenmesini sağlayacak yeni bir düzene ihtiyaç olunduğunu görmüştü.

Rusya'nın ulusal güvenliğinin süper güç statüsüne dayandığını ve bu nedenle Rusya'nın Amerika Birleşik Devletleri liderliğindeki tek kutuplu bir uluslararası düzenin oluşumuna izin veremeyeceğini varsayıyordu. 

Doktrin, Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından uluslararası arenada yaşanan değişimlere bir yanıt niteliğindeydi.

Primakov, Rusya'nın küresel meselelerde aktif rol alması ve Batı'ya yönelik münhasır bir yönelimi ima eden bir politikadan uzaklaşması gerektiğine de inanıyordu.

Rusya ve komşularının çıkarlarını gözetirken, bir ülke veya ülke grubunun iradesini dünyanın geri kalanına dayatmasını engellemenin gerekliliğini savundu. Bu, Rusya'nın küresel sorunların ve çatışmaların çözümüne aktif katılımını ve stratejik ortaklıklar ve ittifaklar geliştirmek de dahil olmak üzere uluslararası arenadaki etkisini güçlendirmesini gerektiriyordu.

Böylece Primakov Doktrini, Rus dış politikası için çok kutupluluk, stratejik denge ve devletlerin egemenliğine saygı ilkelerine dayanan yeni bir yol çizdi.

Bu doktrin, Rusya'nın sonraki on yıllarda uluslararası arenadaki eylemlerini anlamak için kilit öneme sahipti.

Genel olarak, yeni dönem, 2014'ten bu yana yeni bir dış politika stratejisi uygulayan mevcut Rus liderliğinin vizyonuyla tutarlıdır.

Yeniden özetlemek gerekirse; bu strateji, şu temel ilkelere dayanmakta:
-Rusya, bağımsız bir dış politika izleme çabasında olan, uluslararası anlaşmazlıklar karşısında dengeleyici güce sahip önemli bir ülkedir.

-NATO'nun genişleme teşebbüsleri dostane ve barışçı değildir, yıkıcıdır.
-Rusya, diğer büyük güçler arasındaki bir anlaşmayla yönetilen çok kutuplu bir dünyanın oluşturulmasının samimi destekçisidir.
-Rusya'nın dış politikasının temel vurgusu, Sovyetler Birliği sonrası ortaya çıkan gerçekler çerçevesinde Avrasya ülkelerinin siyasi-ekonomik bütünleşmesinin sağlanmasıdır.
-Çin ile ortaklık, Rusya'nın dış politikasının önemli bir fikridir.

 

Primakov Doktrini, formüle edildiğinden bu yana Rus dış politikası üzerinde önemli bir etkiye sahip olmuştur.

Bu doktrinin etkisi altında Rusya, küresel siyasette pasif bir gözlemci olmaktan çıkıp, uluslararası siyasette daha aktif bir rol üstlenmeye başlamıştır.

Böylece Primakov Doktrini, çağdaş Rus dış politikasının temelini oluşturmuş, Rusya'nın uluslararası alanda, özellikle çok kutuplu bir dünya hedefi ve tek bir süper gücün hegemonyasına karşı direniş bağlamında, etkin ve etkili bir rol oynama arzusunu ortaya koymuştur.

***

Primakov Doktrini, Rus dış politikasının yönünü ve uluslararası arenadaki etkisini belirleyen modern jeopolitikanın önemli bir unsuru olmaya devam ediyor. Çok kutupluluk, stratejik denge ve küresel meselelere aktif katılım ilkeleri bugün de geçerliliğini koruyor.

Yakınlarda Rusya'nın önemli düşünce kuruluşlarından Valday Uluslararası Tartışma Kulübü'nün 22. oturumu, Devlet Başkanı Putin'in katılımıyla gerçekleştirildi.

Putin, 'Çok Merkezli Dünya: Kullanım Kılavuzu' başlıklı oturumda, 2 Ekim 2025’te katılımcılara yaklaşık dört saat süreyle seslendi. 

Tarihi önemdeki konuşmasının ana teması yine bu yazının içeriğindeki konulardı.

Putin, konuşmasının bir bölümünde "Çok kutuplu dünya düzeni, Batı’nın dünyada hegemonyasını kurma ve koruma girişimlerinin doğrudan bir sonucu oldu," dedi.

"Uluslararası ilişkiler köklü bir dönüşümden geçiyor" diyen Putin, "Çok kutuplu sistem çok daha demokratiktir. Bu sistem, daha fazla sayıda siyasi ve ekonomik aktöre kapı açıyor ve fırsatlar sunuyor" vurgusunu yaptı.

***

Bazıları Rusya küresel satranç tahtasında yeniden önemli bir oyuncu haline geldiğine göre, "Primakov Doktrini" artık geçerliliğini yitirmiş olabilir mi, diye sorabilir.

Vladimir İvanoviç, “Bence tam tersi,” diyor. “Primakov bugün yaşasaydı ve Ortadoğu’da yaşananları, dünyanın her köşesindeki yangın yerine dönmüş hali görseydi çok üzülürdü mutlaka. Ancak katedilmesi gereken uzun, zorlu bir yol var daha.”

Başta belirttiğimiz gibi, Yevgeniy Primakov, kitabında “Karamsar iyi bilgilendirilmiş iyimserdir, derler. Ortadoğu hakkında iyi bilgilendirildiğimi düşünsem de bu tanıma girmek istemezdim,” diye yazmıştı.

Takip etmek, bilgilenmek, barış ve huzur içinde yaşanacak bir dünya için enseyi karartmadan umutlu ve duyarlı olmak, katkıda bulunmak gerekiyor.

Kızlar eskiden olgun erkeklerden hoşlanırdı.

 


Kaynak: https://dzen.ru/

 

Pyötr Skopin Moskviç Dergisi’nde yeni nesil ilişkilerin, aşkların hikayesini anlatmış:

 

Akranlarımla aram pek iyi değil. Aralarından biriyle, birbiri ardına, çeşitli sebeplerden dolayı ilişkilerim bitiyor: müzik ve film zevklerimden, evde çorap ve tişört bırakma şeklimden veya örneğin, altı haftalık flörtün ardından henüz evlenmeye hazır olmamam gibi nedenlerle.

Bazıları için "saat" o kadar hızlı akıyor ki neredeyse kör veya sağır edici.

Ateşli bir kızıl saçlı, birkaç günlük flörtün ardından eve döndüğünde bana aynen şunu söyledi: "Pasaportunu ve SNILS'ini getir, evliliğimizi Gosuslugi'ye kaydettireceğiz."

Reddetmek kolay değildi...

Konuşma, bir erkeğin en savunmasız olduğu ve sözleşmeli cinayetler ve saray darbeleri de dahil olmak üzere her şeyi kabul edebileceği, sıcak bir kadın bedeniyle temas ettikten hemen sonra gerçekleşti. Ama sonunda kendimi toparladım, pasaportumun işverenimin kasasında olduğu yalanını söyledim ve sırf tedbir olsun diye onu bir daha asla eve davet etmedim.

Ama dürüst olmak gerekirse, onlardan sıkıldım.

Y kuşağı her şeyin düzenli olmasını sever, sadece tür filmleri izler, sanat filmleri izlemez, köftelerini orta ateşte tam 10 dakika ısıtır, sürekli işlerinden, Dubai'deki havadan ve Elon Musk'tan bahseder ve söyledikleri her şeyi döviz kuruyla karşılaştırırlar.

Çaresizlik içinde bir çingene kadına gittim.

Tarot, poker ve solitaire kartları açıp sandal ağacı yaktıktan sonra bana şu talimatı verdi: "Sekizinci evdeki Venüs sana hükmetmeye çalışıyor. Ondan olabildiğince uzaklaş. Taze, genç bir vücuda ihtiyacın var; daha genç bir kadın ara."

Her şey tahmin ettiğim gibiydi. Tarif yazılmıştı, harekete geçme zamanı.

Konuşacak bir şeyi olan, genç ve güzel ama hemen evlenmeyi istemeyen bir kız olacaktı.

Esnek, nazik ve anlayışlı.

Sadece modern cringe değil, alternatif rock ve hatta Rolling Stones'u da seven biri, diye iç çektim, hayallerime dalmış bir şekilde. Yaş farkı en az on yaş olmalı, on beş daha da iyi.

Büyük bir şehirde aşkı barda değilse nerede arayabilirim?

İlk durağım, hafta sonları her zaman çok eğlenceli olan Zinziver'di.

Ucuz alkol, vintage rap ve beşeri bilimler öğrencileri ve genç sanatçılardan oluşan bir kalabalık. Barın atmosferi rahat sohbetlere elverişli. Sırtı açıkta, dar bir üst giymiş, yirmi üç yaşlarında sevimli bir kız, barın arkasında oturmuş, Mikhail Elizarov'un "Earth" kitabını okuyor. Adı Daşa ve ona katılmak istiyorum.

Ne yazık ki, hemen kritik bir hata yapıyorum: Daşa ile sohbet etmeye çalışırken, yazar Elizarov hakkındaki fikrimi dile getiriyorum. Hararetli bir tartışma başlıyor. Meğer edebiyat konusunda tamamen aynı fikirde değilmişiz: Sevgili Rubina'ma ve İliçevski'me tahammül edemiyormuş.

"Böyle şeyleri kim okuyabilir ki! Bunlar saf sızlanma ve propaganda. Kutsal olanı kirletiyorlar," diye bağırıyor.

Tartışmamız dikkat çekiyor. Barmen ve felsefe bölümünden birkaç saka kuşu bize bakıyor. Barmen onaylamayan bakışlarla, saka kuşları ise ilgiyle bakıyor.

Daşa çağdaş sanata gübre yeme dediğinde, performans sanatçılarını savunuyorum ve Warhol'un film ve tasarıma önemli katkılarda bulunduğunu ve eserlerinde genel olarak ikonografiden ilham aldığını belirtiyorum.

Daşa benden açıkça uzaklaşarak, aynı saka kuşlarıyla Coen kardeşlerin çalışmaları hakkında konuşmaya devam ediyor. Olan biteni anlayan saka kuşları, Daşa'ya sadece onaylarcasına başlarını sallıyorlar. Belki bugün içlerinden biri bir şey alır.

Şeytan beni onunla tartışmaya zorladı.

Artık bitti, o an geçti ve ben onun "halk düşmanı" oldum.

Zıplayanlara karşı bu kadar açık sözlü olamazsın. Onları kendine daha nazik bir şekilde tanıtman gerek. Ancak, özellikle üzülecek bir şey yok. Çitin zıt taraflarındayız - bu kaçınılmaz olarak daha sonra ortaya çıkardı.

"İlk krep fazla pişmiş," diyorum kendimi sakinleştirerek, Pokrovsky Bulvarı'ndaki hemen yanı başındaki Club Club'a girerken.

Club Club, her zaman gürültülü, girişte yüksek sesli itiş kakışlar ve hatta kavgalar çıkan, görev başında polislerin olduğu bir Zoomer Mekke'si.

İçeride ise deri ceketler, derin yakalar, piercingler ve boyalı saçlarla dolu, ter ve küstahlık kokusu, ucuz parfümlerin bunaltıcı aroması, uğultu, gökkuşağı renklerinde bir disko topu, tutkulu öpücükler, her iki sırt çantasında da laboubou, halka dansları ve mosh pit'lerle dolu, kaotik bir 1990'lar tarzı rave var. Gaspar Noé, Club Club'ı Cuma gecesi izleseydi, kesinlikle yeni filminde kullanmak isterdi.

Bu koşuşturmacanın içinde sanırım aradığım kişiyle karşılaşıyorum: On dokuz yaşlarında, Polonya fantezilerinden fırlamış gibi ateş kırmızısı örgülü bir kız.

Adı Rita, oyuncu, çok canlı ve etkileyici ve dokuzuncu sınıftaki aşkıma çok benziyor.

Zinziver'deki durumu göz önünde bulundurarak Rita ile entelektüel sohbetlere girmekten kaçınıyorum.

Özellikle de Kulüp'te sohbet etmek zor olduğundan - müzik stratosferik desibellere ulaşıyor. Oldukça fazla içiyoruz, üçer kokteyl. Rita'nın seyahat etmeyi sevdiğini öğrenince, gelecek hafta sonu bir yere, hatta Plyos'a gitmeyi öneriyorum: Set boyunca yürüyüp akşamları sanat filmleri izleyelim.

Fikrimi çok beğeniyor, sigara içmeye çıkacağını ve sonra seyahatin detaylarını konuşabileceğimizi söylüyor.

Ben sigara içmeyen biri olarak barda kalıyorum.

En sevdiğim Prodigy'nin remiksi çalıyor ve gerçekten çok eğleniyorum.

Hayat güzelleşiyor!

Sahneye doğru giderken biri bana sertçe çarpıyor, ama ben coşkuluyum ve buna hiç aldırış etmiyorum.

Beş dakika geçti, sonra on, sonra on beş - Rita geri dönmedi.

Dışarı çıktım ve kulübe girmek için uzun bir kuyruk olduğunu gördüm: Fedailer, on sekiz yaşından küçüklerin içeri girebileceğinden korkarak herkesin kimliğini göstermesini istiyordu.

Onlara Rita'yı sordum. Hatırlıyorlardı. "Ah, şu kırmızı örgülü çılgın mı? Şu psikopat mı? On dakika önce ara sokaktan aşağı indi..."

 

Meğer Rita kulübe geri alınmamış: güvenlik görevlileri sarhoş olduğunu düşünmüş. Gerçekten de epey içmiştik, bu yüzden biraz çakırkeyif olmuş olmalı. Ayrılmadan önce de Rita, kuyrukta küçük bir olay çıkarmış.

Ne yazık ki Rita'nın telefon numarasını almaya vaktim olmamıştı. Khokhlovsky Sokağı'nda yürüyorum ve onu göremiyorum. İvanovskaya Tepesi'ne varıyorum, orada neşeli genç kalabalıklar dolaşıyor ve içlerinden hiçbiri Rita'ya benzemiyor...

O noktada, yüksek sesli müzikten, bağırış çağırıştan ve neon ışıklarından oldukça sıkılmıştım. "Umutsuzluk bir erkeğin çıkış yolu değil," dedim kendi kendime. "Kişisel hayatım için savaşmaya devam etmeliyim."

Açıkçası, o zaman durmalıydım. Oradan sonra işler daha da kötüleşti.

Ertesi gün, Cumartesi, Yauza'daki, ünlü "Kult" ve "Dich" kulüplerinin bulunduğu yerde ortaya çıkan "Nevrotik" adlı bara gittim.

"Klub"un aksine, "Nevrotik" indie'yi avangart ve punk ile harmanlıyor. Mekan, bardaklarda yanan mumların bulunduğu masalarla donatılmış ve müzik sohbeti bastırmıyor, normal sohbetlere olanak sağlıyor.

"Nevrotik", zor zamanlarımızdaki "Project O.G.I." veya "Propaganda"yı anımsatıyor. Arkadaşlarım, barın "güçlü bir yaşam paradigmasına" sahip, Wes Anderson ile Paul Thomas Anderson ve Krymov ile Grymov arasındaki farkı da bilen entelektüel "Nevrotik"leri cezbettiğini söyledi.

Kulağa cazip geliyor.

Nevrotik'e iniyorum ama orada hiç kadın yok.

Çaresizce, Malaya Semenovskaya Caddesi'ndeki Zoomer kümesine doğru yola koyulmak üzereyim; birkaç ikonik mekanın -3 Numaralı Depo ve Motri- eski bir boya fabrikasında toplandığı yer burası. Tam o sırada iki tatlı kız Nevrotik'e giriyor. İkisi de yirmi yaşlarında, tıp öğrencisi, bol ceketler giymiş, gözleri animelerden fırlamış gibi ve gözle görülür şekilde çakırkeyif. Son iki saatlerini yakınlardaki 1929 barda geçirmişler; özel bir kampanya varmış: 500 ruble karşılığında her kız sınırsız kokteyl alabiliyormuş. "Bu fırsattan yararlanmamak günah olur," diye düşünüp çok eğlenmişler.

Şık gümüş kakülleri ve kedi gözü eyeliner'ıyla Vera'yı ve arkadaşını birkaç poza götürdüm. Daha da neşeli görünüyorlardı ve hoşça sohbet ettik, giderek kaynaştık ve ortak ilgi alanlarımızı keşfettik. Vera soyut resme olan ilgisinden bahsetti, ben de onu ve arkadaşını Nemukhin sergisi için Yeni Tretyakov Galerisi'ne davet ettim.

"Sanırım bu kadar. Vera benim kaderim," diye düşündüm.

Ama beklenti ve gerçeklik bir kez daha dramatik bir şekilde birbirinden ayrıldı. Sahnede barok tekno müzik çalmaya başladığında, Vera ve arkadaşını dansa davet ettim. Yaklaşık iki dakika sonra, kapüşonlu paltolu ufak tefek genç bir adamın yoğun bakışlarını fark ettim. İlk başta arkadaşıyla duvara yaslanıp tereddüt ettiler, ama sonra cesaretlerini toplayıp yanımıza geldiler. Sivilceli, gözlüklü Maksim adında bir adam hemen Vera'ya asılmaya başladı ve çok genç bir randevu seçtiğim için beni azarladı: "Neden küçük çocuklara asılıyorsun, ihtiyar keçi?"

Anlaşılan Maksim, Vera'ya 1929'da kur yapmış. Barmen, Vera'nın adamı reddetmesine yardım etmiş ama sonra onu takip etmeye devam etmiş.

Yapacak hiçbir şey yoktu: Kızı korumak zorundaydım, özellikle de ona göz koyduğum için.

Ona ısrarla defolup gitmesini söyledim.

İçinde derin bir kin besleyen adam, köşede oturup Vera'ya ve bana kaşlarını çatarak bakmaya devam etti.

Tuvalete gittiğimde durum patlak verdi. Orada sadece Maksim'le değil, üç arkadaşıyla da karşılaştım. Beni boş bir bölmede köşeye sıkıştırıp bana zorbalık etmeye başladılar. "Tomurcuklanarak mı ürüyorsun?" diye sordum, kurtulmaya çalışarak ama çocuklar ısrarla Vera'yı unutup akranlarıma odaklanmam konusunda ısrar ettiler.

Zoom'culardan böyle bir çeviklik beklemiyordum; o akşam sanki onları yeniden düşündüm: Cihazlara takıntılı inekler hakkındaki klişeler anında yerle bir oldu.

Çocuklar beni tam bir "chuspan"a dönüştürdüler.

Sonunda bardan ayrılmak zorunda kaldım: sağlığım yenilmez değil ve sağlık hizmetleri günümüzde pahalı. Zoomer deyimiyle, tam bir fiyaskoydu (ya da bizim deyimimizle, bir "başarısızlık").

Ertesi gün Vera'ya yazdım ama cevap vermedi.

Belki Maksim istediğini elde etti ya da daha muhtemel olarak Vera beni unutmuştu. Ya da belki de korkak olduğumu düşündü.

Ama o akşamdan sonra Zoomer'a gitmek istemiyorum. Y kuşağının işi daha basit, daha rahat; kimse sizi bir kulübeye kilitlemez veya kapı pervazına çarpmaz. Aynı kızdan hoşlansanız bile. Nirvana'nın müziği konusunda aynı fikirde olmasanız bile (!).

Ayrıca, bu çılgınlıkların tamamen faydasız olduğumu fark ettim.

Evet, elbette olgun erkekleri tercih eden kızlar var, ama bizimle çıkmaya kayıtsız ve yüzeysel yaklaşıyorlar. Etraflarında onlar için kelimenin tam anlamıyla kavga etmeye hazır onlarca genç varken, neden yaşlanan sana odaklansınlar ki?

Seni sevmeleri pek olası değil; ironik bir şekilde, "yaşlı" bir erkeği şımartmak için seni seçme olasılıkları daha yüksek. Ya da Aziz Patrick Günü'ndeki meme kızlarının dediği gibi, "100.000 dolara ve Dubai'de bir eve hazır ol; onun şeker babası ol."

İşte bu yüzden akranlarımın ısrarla benimle evlenme teklif etmeleri artık eskisi kadar beni korkutmuyor. Eğer sana o kadar ihtiyacı varsa ve dağınık çoraplarına ve yaratıcılığına tahammül edebiliyorsa ne kadar harika.

Görünüşe göre çingene kadın yanılmış.

Moskova'lıların tamamının komşuları konusunda pek şanslı olduğu söylenemez.



Kaynak: https://dzen.ru/

 

Alla Uçenikova Moskviç Dergisi’nde ev ve komşu ilişkilerinin hikayesini anlatmış:


Bir daire ararken, tecrübeli, bilgili kişiler tarafından derlenen listedeki neredeyse her maddeye dikkat ettim: Komşu tadilatları (devam ediyor olsun ya da olmasın), metroya yakınlık, yeni inşaat gürültüleri ve pisliklerinden uzaklık.

Daire sahiplerinin duyarlılığı (bu arada, gerçekten ev sahibi mi?), radyatörlerin türü, sayaçların yeni olup olmadığı, balkon olup olmadığı ve pencerelerin nereye baktığı...

Sadece bir maddeyi, tek bir noktayı göz ardı ettim, ancak bu tavsiye çok önemliydi: Seçtiğiniz evi günün farklı saatlerinde ziyaret edin (!) ve komşularınızın alışkanlıklarını dikkatlice inceleyin.

Eh, bu da artık biraz fazla, diye düşünmüştüm.

Bir komşu, Moskova'nın kuzeyindeki şirin bir yerleşim bölgesinde, pek de yeni olmayan ama yine de özel bir daireye sahip olma sevincimi gerçekten mahvedebilir miydi?

Daire tertemiz, yakınlarda yenilenmiş; içeride haşere, hatta tek bir sinek bile yok.

Tatlı ev sahibi (tamamen makul) bana güzel bir mutfak, ev aletleri, mobilyalar bıraktı; her şey yeni veya neredeyse yepyeni.

"Peki ya komşular?" diye sordum nihayet el sıkışmak üzereyken ev sahibine.

Biraz tereddüt etti, ama sonra cesaretini toplayarak şöyle dedi:

- Her yerde olduğu gibi!

Biraz hayat deneyimim olduğu için "Başka yerlerde durum nasıl?" diye merak edip sorabilirdim,

Lefortovo'da rahat bir binada yaşayan teyzemin hikâyesini hatırlamış olabilirim: Asansörden dairesinin kapısına kadar her yer, nörodiverjan bir komşunun yorulmadan topladığı yakındaki çöplükten gelen "sergilerle" doluydu.

Hüzünlü peluş hayvanlar, plastik çiçekler, Yuri Gagarin portreleri... Bunların hepsi herkesin eğlenmesi için düzenli olarak sergileniyordu ve ancak sakinler terk edilmiş eşyalara hayran kalmaktan yorulup polisten veya kamu hizmetlerinden yardım istediklerinde "sergi" kaldırılıyordu.

Ama en geç bir hafta sonra, yerine yeniden başka değersiz sergiler çıkıyordu: bebekler, kırık tabaklar ve eski takvimler.

Ostankino'da yaşayan bir meslektaşımın anlattığı bir hikâyeyi hatırladım:

Yeşil yılanın uzun süredir ve umutsuzca kölesi olan komşusu iki kez yangın çıkarmıştı (duman değil, ateş) ve meslektaşım pijamalarıyla, elinde pasaportuyla sokağa fırlamıştı.

Sebep olan sarhoş bir yere götürülüyordu, ama en fazla bir ay içinde, kapısının önünde ödenmemiş faturalarla ilgili bir notla evine geri dönüyor ve her şey eskisi gibi devam ediyordu.

Ama o zamanlar bunu düşünmemiştim, sıradan bir binada değil de iyi görünümlü bir binada yaşıyor olsanız bile, herhangi bir mahalledeki komşularınızla şanslı veya şanssız şeylerle karşılaşacak olabileceğinizi düşünüyordum.

Bu yüzden bu daireyi satın aldım; çok yakında tanışacağım bir düzine domuzumla birlikte. Kedilerimden bazılarının köpek, bazılarının domuz olduğu ortaya çıktı, ama daha önce fark etmemiştim.

Yaşadığım bina devasa, uzun, on iki katlı bir bina; düzenli, ama pek de yeni sayılmaz. 

Binada iki asansör var ve her biri kendi anladıkları bir sisteme göre çalışıyor. Taşındığımda her asansörde bir ayna vardı. Kabul ediyorum, bir asansördeki en önemli mobilya parçası olmayabilir, ama yine de işe yarıyor: Örneğin sekizinci kata çıkarken veya inerken şapkanızı düzeltebilirsiniz. Ya da zamanın uçsuz bucaksız doğasını düşünebilirsiniz... Ama uzun uzun düşünmeme gerek kalmadı: Taşındığımın ertesi günü ilk asansördeki ayna kayboldu, kısa bir süre sonra da ikinci asansördeki. Yerlerinde hâlâ hüzünlü dikdörtgenler var.

"Asansörde ayna olması kimin canını sıkar ki?" diye sordum arkadaşıma, o da şöyle dedi:

— Muhtemelen kendi yansımasına bakmaktan acı çekenler için. Ya da belki de sadece çalınmışlardır?

Binamızın önündeki avluda bank yoktu, bu yüzden mahalledeki yaşlı kadınlar grup toplantıları için komşu binaya giderlerdi; nedenini hemen anlayamadım. Bizim bina, "binanın çekirdeği" olan alkoliklere ev sahipliği yapıyordu; soğuk aylarda ikinci kattaki sahanlıkta içki içer, hava sıcakken de elma ağacının altındaki bankta toplanırlardı; ağaç (ağaç değil, bank) sonunda yıkıldı. Bu alkolikler çoğunlukla mavi yakalı işlerde çalışan orta yaşlı erkeklerdi; pek gürültücü değillerdi, ancak binanın girişinde çeşitli insan faaliyeti izleri bırakmışlardı:

- boş votka şişeleri (bir zamanlar konyak vardı ama Hennessy yoktu);

- bira kutuları;

— sigara izmaritleri;

- tükürük, balgam;

— artıkları (bu arada içki içenler oldukça ilham verici bir şekilde yemek yiyorlar ve Yandex Lavka'dan sipariş vermeyi seviyorlar).

Asansörde aynası olmayan bir yerde sürekli boş kavanozlar beliriyordu ve bir gün arkadaşım, dibinde şüpheli bir şekilde sarı bir şey sıçrayan üç litrelik bir kavanoz buldu.

"Bozulmuş, ama tamamen değil!" diye hayranlıkla baktı arkadaşım. "Hâlâ yere düşmemiş."

Posta kutularının yanındaki alt kat, reklam broşürleriyle doluydu; tabii ki çoğu dolandırıcılardan geliyordu, ama dolandırıcılar hakkında size başka bir zaman anlatırım.

Buraya taşındığımda buna benzer hiçbir şey yoktu. Belki de ev sahibi aşağı inip girişteki zemini sırf benim için yıkamıştır? Sonbaharın aksine, yaprak dökümü yılın geri kalanında devam etti: kış, ilkbahar, yaz, sonbahar ve yine kış, ayaklarınızın altında rengarenk yapraklardan bir halı gibi.

Asansörlerin keyfine göre merdivenlerden her indiğimde, komşularımın hayatlarını gözlemliyor, bolluklarına ve çeşitliliklerine hayran kalıyordum.

Üçüncü ve dördüncü katlar arasındaki merdivenlerde, çöp konteynerine taşınması zor görünen çöp torbaları vardı. Biraz daha yukarıda bir pizza kutusu ve ekmek kırıntıları (bu arada Dodo!) vardı.

Ekmek kırıntıları, nedense girişte tek başına dolaşan yarı evsiz bir husky'yi çok rahatsız ediyordu. Husky'nin aslında sahipleri vardı, ama aynı zamanda çok içiyorlardı, bunu birkaç hoş komşudan biri olan Pomeranian cinsi köpeği olan yaşlı bir kadın bana anlattı. Talihsiz canavar sabahtan akşama kadar girişte dolaşıyor, merdivenlerde kaçınılmaz su birikintileri ve yığınlar bırakıyor ve parlak mavi gözleriyle binanın diğer sakinlerinin yüzlerine umutla bakıyordu.

Bazen husky tasmasız, açıkça aç bir şekilde dışarıda beliriyordu. Çok daha az sıklıkla, tüm alkolikler gibi altmış yaşlarında çevik ve ince bir kadın olan sahibi tarafından dışarı çıkarılıyordu. Husky'siyle (bu sefer tasmalı) yanımdan öyle hızlı koşardı ki, köpeğin neden zamanının çoğunu yalnız ve girişte geçirdiğini sormaya fırsatım olmazdı. Bazı şefkatli sakinler, köpeğe insan yemeğinin kalıntılarını girişe getirir, pirzolaları birinin boşaltılmamış çöpünün yanındaki bir karton kutuya döker ve tehditkâr bir şekilde, "Lütfen burada çöp bırakmayın! Fareleri çeker!" diye bağırırlardı.

Köpeğe o kadar üzüldüm ki ağladım, neredeyse her gün girişteki su birikintilerine basan kendime de bir o kadar üzüldüm...

Köpekleri ve kedileri severim, hatta insanları da severim, gerçi insanları sevmek çok daha zordur!

Ancak, bir komşunun köpeğini uzaktan gördüğüm anda ondan saklandım; beni korkutan, oldukça iyi huylu, ama devasa olan köpeğin kendisi değil, sahibi, "öfkeli ihtiyar"dı. O da devasaydı, yavaş hareket eder ve yürürken gördüğü her şeye, ben de dahil, yüksek sesle yorum yapardı.

Kıyafetlerim, yüzüm ve vücudum hakkındaki fikrini bir kez dinledikten sonra, bir daha fark etmemeye karar verdim. Ve kısa süre sonra, zavallı Sibirya kurdunun başına gerçekten trajik bir hikaye geldi; anlatmadan önce, hassas okuyucuları uyarmak istiyorum: Bir sonraki paragrafı atlayın.

Merdivenlerden inerken, sahanlığımda bile vahşi bir uluma ve metalik sürtünme sesine benzeyen bir ses duydum. Birinci kata yaklaştıkça sesler yükseldi ve alt kattaki asansörün (bir değişiklik olsun diye çalışıyordu) sahanlığına ulaştığımda, yürek parçalayıcı bir manzarayla karşılaştım. Asansörde tavandan asılı duran bir husky, kulağı kabinde, tasması ve sahibiyle birlikte asılıydı ve köpek boğulmamak için kapıları tırmalıyor, mucizevi bir şekilde hatırı sayılır ağırlığını havada tutuyordu.

"İmdat!" diye bağırdım.

Kimse yardım etmedi ama neyse ki asansör düğmesine basacak kadar aklım başımdaydı.

Kapılar çarparak açıldı, köpek yere yığıldı ve tüm bu kaosa neden olan sahibi, "Merhaba," dedi.

Ondan sonra uzun süre bu durumu atlatamadım; havada asılı duran köpeğin görüntüsü hafızamdan silinmedi.

Pomeranian cinsi köpeği olan komşuma, köpeği bir köpek barınağına bildirmem gerekip gerekmediğini sordum; gerçekten bir şeyler yapılmalıydı. Bir hayvana (ve komşularına) nasıl böyle kötü davranabilirlerdi ki? Ama kadın, "Karışma," dedi. Evet, içiyorlar ama köpeği kendi tarzlarında seviyorlar ve besliyorlar.

Bunun üzerine sekizinci kata çekildim ve yanınızda oturanların dünyasını keşfetmenin aslında taşındıktan sonra değil, önce yapılması gerektiğini düşündüm.

Elbette komşular bir piyangodur ve bir de tren benzetmesini düşündüm: Bilet aldığınızda, kompartımanı kiminle paylaşacağınızı, ne kadar düzenli olduklarını, ne kadar konuşkan olduklarını, horlayıp horlamadıklarını vb. bilmezsiniz... Buradaki tek fark, herhangi bir yolculuğun -Vladivostok'a bile- er ya da geç sona ermesi, ancak komşular, diğer yolcuların aksine, sizinle yıllarca kalabilirler.

Ve bununla ne yapacağınız size kalmış - mücadele etmek mi yoksa pes etmek mi?

Ya da belki taşınmak mı?

Ama tüm bunlara rağmen dairemi seviyordum; orada kendimi iyi hissediyordum. Tabii ki komşularımla ilgili birkaç istisna dışında.

Benimkinin tipindeki Moskova evlerinin çoğunda sesin duyulmaması şaşırtıcıdır; birinin dinleme cihazı kurması gerekseydi, özel bir çabaya gerek kalmazdı.

"Puşkin'i oku!" diye bağırıyor alttaki kadın akşam saat onda, üstündeki adam ise hiç şefkat göstermeden cevap veriyor:

- Cehenneme git!

Adamın ona değil, başka bir kadına cevap verdiği açık, ama ben, aralarında sıkışıp kalmış bir halde, repliklerini bir diyaloğa dönüştürmekten kendimi alamıyorum.

Bazen üçüncü bir kişi de araya giriyor: oyunun zorlu kısımlarını acı içinde deneyimleyen bir kumar bağımlısı: "Aman Tanrım..." diye haykırıyor.

Pijamalarımın üzerine bir ceket giyip, sinirlerimi yatıştırmak için güzel balkonuma çıkıp bir sigara içerdim: Ah, yağmur mu yağıyor? Hayır, üst kattaki komşular güvercinleri beslemek için kırıntı ve artıklar atıyor!

Güvercinler elbette pencere pervazına uçup pencerelerime pisleyecekler.

Sanırım herkesin güvercinler hakkında, hatta komşular hakkında da söyleyecek bir şeyi vardır, en azından Moskova'da.

"Akıllı bir binada" yaşıyor olsanız bile, tadilatınızı görmek isteyen ve hemen izinsiz tadilat şikayetinde bulunan tatlı bir yaşlı kadından muzdarip olmayacağınızın garantisi yok.

Birisi sorabilir: "Peki ya sen?

Gerçekten günahsız mısın?"

Asansörden ayna çaldın mı, pencereden kırıntı attın mı ya da gece çocuğuna "Ödevinin ne?" diye bağırdın mı?

Gariptir ki, tüm bu soruların cevabı hayır.

Bir apartmanda büyüdüm ve yere sürtmemek için bir sandalye veya tabureyi nasıl kaldıracağımın, komşularımı nasıl selamlayacağımın ve yere şeker ambalajı atmamam gerektiğinin (annem "Yakınlarda çöp kutusu yoksa cebine at" derdi) nasıl öğretildiğini çok iyi hatırlıyorum.

Birinin yaşadığı yeri nasıl çöpe atabildiğini gerçekten anlayamıyordum ve Moskova'da bir daireye taşınana kadar herkesin aynı şekilde düşündüğünü sanıyordum.

Bu düşmanca komşuluk hikâyesinin en ilginç yanı, insanların evlerinden çıktıktan sonra nasıl değiştikleri.

Benimkinin yanındaki bina, bölgenin en iyi restoranlarından birine ev sahipliği yapıyor; gerçekten iyi, ama Bolşaya Nikitskaya'dan gurmelerin buraya gelmesi pek de iyi değil. Mantıksal olarak, bunlar bizim binada veya çevre binalarda yaşayanlar; sanırım her şey bizimkiyle hemen hemen aynı. Neden bu kadar sofistikeler, neden bez peçete ve balık bıçağı istiyorlar ve üç litrelik kavanozları nerede?!

Yine de dostlarım, umudum var; dallarına Pyateroçka'dan koparılan kaçınılmaz torbayı takmış genç bir ağaç kadar ürkek.

Üçüncü kattaki adamın binanın girişinden başkasının çöpünü çıkardığını gördüğümde (iğrenç bir ifadeyle yüzünü buruştursa da yine de çıkarıyor) bu umut daha da güçleniyor.

Ya da birinci kattaki komşunun ektiği dokunaklı çiçek tarhlarını gördüğümde.

Ya da Spitz'li yaşlı kadının sekizinci kata ulaştığını ve asansörü birinci kata indirdiğini gördüğümde.

Belki bir gün sadece geçici dostlar değil, iyi komşular olmayı da öğreniriz?

Ve bu cümleyi yazar yazmaz, üst kattaki komşu ciğerlerinin tüm gücüyle bağırdı:

— Cehenneme git! Bu yılbaşı değil!

3 Aralık 2025 Çarşamba

"Moskova üç yılda İstanbul'a benzedi: Ostambulitsya!"


Kaynak: https://turkrus.com/

  

Moskviçmag dergisinden Darya Tyukova, son üç yılda Moskova’nın gündelik yaşamının fark edilir biçimde “İstanbullaştığını” yazıyor (ostambulitsya). Siyasî gerilimler, göç hareketleri ve değişen tüketici alışkanlıkları derken, kentin hem gastronomi hem de perakende dokusu adeta İstanbul’dan kesitler taşımaya başladı. Bir zamanlar Avrupa modası ve zincir markalarla özdeşleşen Moskova sokaklarında bugün Türk mutfağı, Türk tekstili ve hatta Türk “yaşam tarzı” dikkat çekici biçimde görünür hâlde.

Bu dönüşümün ilk sinyalleri Arbat’ta belirmişti. Şehir sakinleri bu bölgeyi artık şakayla karışık “İstiklal” diye anıyor. Cihan ve Bosfor gibi iddialı restoranlardan 24 saat açık dönercilerine kadar uzanan uzun bir liste, İstanbul’un sokak lezzetlerini ve atmosferini Moskova’ya taşımış durumda. Simit, iskender, çorba, nar şerbetli salata derken, tabelalardan iç mekân süslemelerine kadar pek çok detay doğrudan Türkiye’den alınmış gibi.

Ancak “Türk etkisi” artık Arbat’la sınırlı değil. Tverskaya’dan Kamergerskiy’e, Afimall’den Zamoskvorechye’ye kadar kentin farklı noktalarında birbiri ardına yeni Türk restoranları, kebapçılar, tatlıcılar ve kahvaltıcılar açılıyor. Mini Turkish Spot gibi küçük mekânlar da büyük restoranlar kadar ilgi görüyor. Sadece mutfak değil, Türk çayı, ayranı ve meşhur kahvaltısı da Moskova’da günlük hayatın sıradan bir parçası haline gelmiş durumda.

Tatlı tarafında durum daha da belirgin. Lokum, baklava, helva ve diğer Türk pastaneleri bir anda Moskova’nın pazarlarında ve büyük food hall’larında çoğaldı. Artık İstanbul dönüşü valizleri lokumla doldurmak pek de gerekli görünmüyor. Aynı eğilim tekstil ve ev ürünlerinde de mevcut. Türkiye’nin Mavi, Koton, DeFacto gibi markaları, Rusya’dan çekilen Avrupalı markaların boşluğunu hızla doldururken, Karaca Home gibi ev tekstili markaları da Moskova’nın büyük alışveriş merkezlerinde güçlü bir yer edindi.

Bu yükselişin ardında sadece ticaret yok. Rusya’nın Avrupa’ya açılan kapılarının kapanmasıyla İstanbul, Moskova için hem seyahat hem de transit noktasında bir alternatif hâline geldi. Üstelik Türk mutfağı Rus damak tadına hem tanıdık hem de “konfor” arayanlara yakın. Birçok genç için ise çocukluk tatilleri Antalya otellerinde geçtiğinden, Türk yemekleri nostaljik bir his yaratıyor.

Sonuç olarak, Moskova ile İstanbul arasındaki yakınlaşma artık sadece turizmden ibaret değil; şehir yaşamının dokusuna kadar işlemiş durumda. Kentte açılan Türk restoranlarına yönelik tepkiler olsa da genel eğilim bunun kalıcı bir dönüşüm olduğuna işaret ediyor. Görünen o ki, Moskova sakinleri Türkiye'yi sadece tatil rotasında değil, günlük hayatlarının içinde de yeniden keşfediyor.