M. Hakkı Yazıcı
mhyazici@yandex.ru
Kaynak: http://www.turkrus.com/
http://www.medyagunlugu.com/
Üst kat komşum Vladimir İvanoviç, merdiven sahanlığında
beni görünce iki basamak birden atlayıp bana sarıldı. Adamcağız düşüp bir
yerini kıracak diye ödüm koptu.
“Hiç dönmeyeceksin, ya da dönemeyeceksin sandım!” dedi
ağlamaklı gözlerle bakarak.
“Ben de öyle,” dedim, “Çok endişelendim. Ama şükürler olsun
ki bir sorun yaşamadım.”
Yine sarılıp, beni Türk usulü iki yanağımdan öptü.
Üzülmesin diye uçakla geldiğim halde, pasaport kontrolünden
uçarak geçemediğimi söylemedim.
***
Bugünlerde duyduğum olaylara göre gene de oldukça şanslı
sayılırdım. Uçaktaki Rus yolcular normal pasaport kontrollarından geçirildikten
sonra yaklaşık yirmi, yirmi beş kişilik Türk yolcu grubu birlikte salonun arka
tarafında yarım saat kadar bekletildik.
İlk kez Türkiye’den Rusya’ya gelen bir uçağın yarı yarıya
boş olduğuna şahit oldum. Yazık!
Hepimiz beklerken sessiz ve düşünceliydik; yalnızca uçak
yolcularından birinin oğlu, muhtemelen Türk-Rus evliliklerinden birinin meyvesi
beş yaşlarındaki Deniz, olan bitenden habersiz, yarı Türkçe, yarı Rusça
bağırarak koşturup, ortalığa neşe saçıyordu.
Haliyle biraz stres yaşadıysak da hiçbir kötü muameleye
maruz kalmadık. Tam tersine şimdiye kadar rastladığım en sevimli, güler yüzlü
pasaport polisleriydi karşımızdakiler.
Biraz sorgu sualden sonra, tam takip edemedim, ancak
sanıyorum pasaport kontrolü için bekleyenlerin hepsi geçirildi.
***
Hayırlı bir aile olayına şahit olmak için bir aylığına
Türkiye’ye gitmiştim. İşte ne olduysa o ara olmuştu.
Hepimizi çok üzen, yaralayan bildiğimiz kötü olaylar…
Hele hele ekmeğini Rusya’da kazanan, sevdiğini burada bulan
pek çoğumuz için hayatımızın en zor bir dönemlerinden biri yaşandı.
Halbuki daha bir buçuk ay öncesine kadar “Rusya bizim
“ikinci memleketimiz”... Ekmeğimizi kazandığımız, sadece işimizi değil,
kimilerimize eşimizi armağan eden cömert ülke...” diyorduk. “Rusya’da daimi yaşayan
Türk vatandaşlarının kesin sayısı bilinmemekle birlikte krizden önceki iyi
zamanlarda “sadece Moskova’da en az 25 bin, ülke çapında belki 30 binden fazla”
diye tahminler yürütüyorduk...
Ne çok emek verilmişti, yazık!
***
Vladimir İvanoviç, “İstanbul’a da gittin mi? Taksim’deki Anıt
yerinde duruyor mu?” diye sordu.
Güldüm:
“Duruyor; duruyor, merak etme!” dedim.
“Tamam, öyleyse,” diye devam etti, “Anıt duruyorsa umut var
demektir.”
Aynı zamanda Türk ve Rus halkı arasındaki dostluğun da
simgesi olan Anıtın hikayesini Viladimir İvanoviç’e anlatmıştım. Çok severdi bu
hikayeyi.
Türkiye’nin en ünlü meydanı Taksim’de yer alan Taksim
Anıtı’nın herkes tarafından bilinmeyen ilginç bir öyküsü ve sırrı vardır.
Taksim'deki Cumhuriyet Anıtı'nın açılışının yapıldığı 1928
yılından beri, Atatürk’le beraber Taksim'e bakan anıtta yer alan grubun içinde
iki Rus generali var.
Yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nun varisi genç Türkiye
Cumhuriyeti ile Rus Çarlığı’nın varisi Sovyetler Birliği’nin o yıllardaki
dostluğu bilinen bir gerçekti.
Gerek Kurtuluş Savaşı gerekse Cumhuriyet'in kuruluşunda
"Bolşevikler"in maddi ve manevi desteğine bir nebze teşekkür etmek
için o iki generalin heykeli oraya konmuştu.
Anıtta Mustafa Kemal Atatürk’le birlikte yer alan grupta
İsmet İnönü'nün arkasındaki figür, Kızıl Ordu'nun kurucusu olarak bilinen
Frunze, az sayıda askeriyle Ekim Devrimi'ne yaptığı katkısı ile biliniyordu.
Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra bile efsane olmayı sürdürüyordu. Mareşal
Fevzi Çakmak'ın arkasındaki ise Sovyet Orduları Başkomutanı Voroşilov'du.
Cumhuriyetin 10. yıl kutlamalarına da katılan Voroşilov II. Dünya Savaşı'nda
mareşal ünvanını almıştı.
General Mihail Vasilyeviç Frunze, Sovyetler Birliği tarihi
içinde önemli bir yere sahipti. Lenin'in özel talimatıyla, olağanüstü elçi
sıfatıyla 13 Aralık 1921'de Ankara'ya gelmiş, onuruna düzenlenen mitingde
yaptığı konuşma büyük etki yaratmıştı. Millet Meclisi'nde de konuşma yapmıştı.
Frunze, Mustafa Kemal'le yakın ilişki kurmuş, Sakarya cephesini gezmişti.
Yefremoviç Voroşilov'un Türkiye için önemi ise şuydu:
Ulusal kurtuluş savaşının sürdüğü yıllarda askeri bilgisiyle savaşın taktik ve
stratejisine katkıda bulunması amacıyla Ankara'ya gönderilmişti.
Mihail Vasilyeviç Frunze ve Kliment Vefremoviç Voroşilov...
Bolşevik devriminin generalleri.
Atatürk için "özel" adamlardı. Çünkü Kurtuluş
Savaşı'nda dünya Anadolu halkına silah doğrultmuşken, genç Türkiye’ye destek
veren Sovyetler'in "apoletli elçileri"ydi onlar...
Frunze, 1921'de TBMM kürsüsüne çıkmış, Rus halkı adına, Sakarya Zaferini kutlamıştı. Voroşilov ise, "silahsa silah, paraysa para, isteyin verelim" demek için, savaşın en zorlu günlerinde Ankara'daydı. Atatürk, onları unutmadı hiç. Bizzat, Atatürk'ün emriyle dahil edildiler, Anıt'taki figürler arasına...
1928'den beri orada, Taksim'in göbeğinde, Atatürk'ün hemen
yanı başında duruyorlardı.
Önünden her gün binlerce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının
gelip geçtiği Taksim Cumhuriyet Anıtı yıllardır orada dururken, Atatürk, Rus
generalleri yanına yerleştirmişken; nasıl olup da, 1950'den itibaren Kurtuluş
Savaşı'nda Anadolu halkına kurşun sıkanlarla kanka olunup, destek verenlere
düşman olundu o da ayrı bir konuydu.
Geçen yüzyılın 20-30'lu yılları Rus-Türk
ilişkileri açısından benzersiz bir dönemi oluşturur.
1920 tarihli mutabakatlar uyarınca ve 16 Mart 1921 tarihli Antlaşma'nın gereği olarak 1920-1922 yıllarında Anadolu Hükümeti’ne önemli miktarda askeri malzeme, diğer malzeme-teçhizat ve para yardımı yapıldı.
Bu dostluk ilişkisi kesinlikle karşılıklıydı.
Anadolu'daki hükümet de aynı duyarlılık
içindeydi. Mustafa Kemal, o dönem kıtlık içinde bulunan Rusya'ya yardım
yapılmasıyla bizzat ilgilenir; zahire depolarındaki hububatın yüzde 40'ına el
konularak Karadeniz kıyılarında bulunanların açlığını hafifletmek üzere Rus
halkına armağan edilmesini emreder ve Lenin'i bu konuda bilgilendirir.
Yardımlar sadece erzak olarak yapılmaz, Anadolu halkı bütün fakirliğine rağmen,
Rusya için para da toplar. Böylece iki ülkenin yönetimleri ve halkları, açlığın
ve yokluğun yüklerini birlikte paylaşır ve o zor yıllarda birbirinin yardımına
koşarlar.
Mustafa Kemal’in “Yurtta sulh, cihanda sulh,” sözünü en çok
takdir edenlerden biri eminim Lenin olmuştur, diyorum.
“Herhalde,” diye cevap veriyor Vladimir İvanoviç.
***
Gençler pek bilmezler, benim çocukluğum,
gençliğim soğuk savaş saçmalıklarıyla geçti. Savaşın sıcağını da, soğuğunu da
günahım kadar sevmem.
Moskova nehrinin suları hep durgun akar. Hep düşünceli, dalgın... Zaten yılın önemli bir kısmında, uzun kış mevsiminde donar. Ben de ruh halim böyle olduğu zamanlarda kendimi Moskova nehrine benzetirim. Ama çabuk atarım üstümdeki kötü ruh halini.
Yaşamda bazı dönemler vardır; keyfin kaçar, ama ümidini asla
yitirmezsin. Bildiğim birkaç Rus atasözünden bazıları bu durumlarda beni
avutur, örneğin: Надежда умирает последней- Nadejda umirayet pasledniy (En son
ümit ölür).
Savaşların sebebi hep birilerinin bir şeyleri almak
istemesiyle, birilerinin vermek istememesi üzerinden olur. Birileri hep çok
ister, aksırsa da tıksırsa da doymaz. Başkaları açmış, susuzmuş umurunda
değildir.
Vladimir İvanoviç, Puşkin’in “Kötü bir barış, iyi bir
savaştan daha iyidir,” sözünü hatırlattı.
“Çok iyi demiş,” diye cevap verdim.
Neyse, bütün aksiliklere rağmen herkesin umudu herşeyin
eskisi gibi iyi olacağı yönünde.
Enseyi karartmaya hiç mi hiç niyetimiz yok, Rusçada çok
kullanılan bir sözü birlikte yineledik:
“Все будет хорошо! -Vsyo budut haraşo! (Herşey iyi olacak!)”
Evet, herşey yeniden güzel olacak; hem de eskisinden daha
güzel!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder