Moskova

Moskova

14 Ağustos 2025 Perşembe

Gorbaçov'un Yasağı: İyi Niyetler, Acı Sonuçlar ve Geleceğe Yönelik Dersler


Kaynak: https://dzen.ru/

 

Mayıs 1985'te, Mihail Gorbaçov'un iktidara gelmesinden sadece iki ay sonra, Sovyetler Birliği, resmen ayıklık mücadelesi olarak lanse edilen büyük bir alkol karşıtı kampanya başlattı.

Kısa sürede "içki yasağı" olarak anılmaya başlandı, ancak 1920'lerdeki Amerikan emsalinin aksine, alkolün tamamen kaldırılmasını öngörmüyordu.

Ancak önlemler o kadar katıydı ki, ülkedeki kamu yaşamını, ekonomiyi ve hatta siyasi istikrarı ciddi şekilde etkiledi.

 

Gorbaçov neden alkole karşı mücadele başlattı?

1980'lere gelindiğinde, SSCB'de alkolizm salgın boyutlara ulaşmıştı.

Devlet İstatistik Komitesi'ne göre, her yetişkin vatandaş yılda yaklaşık 10-12 litre saf etanol tüketiyordu; bu da DSÖ tarafından belirlenen güvenli sınırın neredeyse iki katıydı.

Alkol, günlük yaşamın, ziyafetlerin, iş süreçlerinin ve hatta gayri resmi teşvik sisteminin (hatta bazen votka şeklinde ikramiyeler verildiği noktaya kadar) ayrılmaz bir parçası haline geldi.

Alkolün etkisi altında işlenen aile içi suçların oranı yüksekti.

Erkek ölüm oranları artıyor, yaşam beklentisi düşüyordu.

Ülkede geniş çaplı bir yeniden yapılanma için çabalayan Gorbaçov, alkolle mücadeleyi toplum sağlığını iyileştirme ve iş verimliliğini artırma yolunda atılması gereken ilk ve gerekli adım olarak görüyordu.

 

Alkol karşıtı program şunları içeriyordu:

Alkol satışının saat sınırlaması (14:00 -19:00 arası);

Perakende satış noktası sayısının azaltılması;

Özellikle Moldova, Kırım ve Kafkasya'daki bağların önemli bir bölümünün tahrip olması;

Okullar, televizyon ve basın aracılığıyla ayıklığın propagandası;

Sarhoşluk nedeniyle işten çıkarmalar ve para cezaları da dahil olmak üzere idari yaptırımlar.

 

İnsanlar nasıl tepki verdi ve günlük yaşam nasıl değişti?

Başlangıçta birçok kişi reformu destekledi.

İlk aylarda alkol tüketimi azaldı, aile içi suçlar azaldı ve doğum oranı arttı.

Ancak, ters süreç oldukça hızlı bir şekilde başladı: hükümetin önlemleri rahatsızlık ve hoşnutsuzluğa neden olmaya başladı.

Kaçak içki üretiminde gerçek bir patlama yaşandı: Birçok apartman dairesinde, yazlıkta ve köyde ev yapımı damıtıcılar ortaya çıktı.

Aynı zamanda, losyonlar, kolonyalar ve temizlik ürünleri gibi tüketim amaçlı olmayan alkol içeren sıvılara olan talep arttı.

Bunların kitlesel tüketimi çok sayıda zehirlenme ve ölüme yol açtı.

Alkol için bir karaborsa da ortaya çıktı ve yasadışı ticaret gelişti.

Alkol kuyrukları uzadı ve insanlar gelecekte kullanmak üzere "tesadüfen" daha sık alkol almaya başladı.

Bu durum, yeni sosyal pratiklerin ortaya çıkmasına yol açtı: örneğin, alkolü mal veya hizmet karşılığında takas etmek ve dağıtım sisteminde "bağlantılar" kurmak gibi.

 

Ekonomik ve politik sonuçlar

Devlet büyük mali kayıplar yaşadı: 1985'ten 1987'ye kadar bütçe, çeşitli tahminlere göre 40 ila 100 milyar ruble arasında zarar etti.

Yasal alkol üretimi 2-3 kat azaldı.

Bu fonlar reformlar, endüstriyel modernizasyon veya gıda programları için kullanılabilirdi, ancak devlet bunun yerine açığı emisyonlar ve yeni borçlanmalarla telafi etti.

Tarım, özellikle Gürcistan, Ermenistan ve Moldova'da üzüm bağlarının yok edilmesinden olumsuz etkilendi.

Şarapçılıkla ilgili tüm endüstriler geriledi.

Dahası, kültürel açıdan birçok kişi, özellikle güney cumhuriyetlerinde, şarap geleneklerinin yok edilmesini kimliğe ve yaşam tarzına bir saldırı olarak algıladı.

1980'lerin sonuna gelindiğinde, kampanya etkisiz politikaların sembolü haline gelmişti.

Toplum sert önlemleri desteklemiyordu ve yetkililer de sık sık yasakları ihlal ediyordu. Yetkililere karşı kitlesel bir kuşkuculuk ortaya çıktı ve bu da sistemi baltalayan güven krizini derinleştirdi.

Diğer faktörlerle (kıtlıklar, üretimdeki düşüş, siyasi hatalar) birlikte "yasaklama", SSCB'nin çöküşüne yol açan hoşnutsuzluğun katalizörlerinden biri haline geldi.

 

Dersler ve Sonuçlar

Gorbaçov'un alkol karşıtı kampanyası, iyi niyetlerin nasıl öngörülemeyen sonuçlara yol açabileceğinin en çarpıcı örneklerinden biridir. Alkolizmle mücadele gerçekten gerekliydi, ancak kapsamlı bir yaklaşım ve toplumsal uyum olmadan uygulanması faydadan çok zarara yol açtı.

Modern uzmanlar, bağımlılıkla mücadelenin yasaklara değil, eğitime, tıbba, ekonomik teşviklere ve alternatiflere dayanması gerektiğine inanıyor.

1985 örneği, kamu güveni, diyalog ve toplumsal hastalıkların gerçek nedenleri anlaşılmadan yapılan reformların ne kadar savunmasız olabileceğini gösteriyor.

 

Çözüm

Gorbaçov'un "Kuru Yasa"sı, perestroyka'nın en tartışmalı girişimlerinden biri olarak tarihe geçti.

Ulusun sağlığını iyileştirmenin bir yolu olarak tasarlanmıştı, ancak uygulamada gölge ekonominin büyümesine, artan hoşnutsuzluğa ve mali kayıplara yol açtı.

Bu kampanya, toplumdaki her türlü değişimin, yetkililerin inisiyatifi ile vatandaşların gerçek hayatı arasında bir denge gerektirdiğini hatırlatmaya devam ediyor.

Aksi takdirde, en iyi niyetler bile yeni bir kriz dalgasına dönüşebilir.

13 Ağustos 2025 Çarşamba

Moskova'da 'semtlere göre' seksin önündeki engeller


Kaynak: https://turkrus.com/  

  

Moskova’nın hızlı temposu, yoğun çalışma saatleri ve bitmeyen trafik, şehir sakinlerinin özel hayatını da etkiliyor. Moskova’nın çeşitli semtlerinde yapılan bir anket, başkentlilerin cinsel yaşantılarındaki zorlukları ortaya koydu. Ankete göre, Moskova’da seks hayatının önündeki en büyük engel, şaşırtıcı olmayan bir şekilde "zaman" eksikliği.

M125 adlı yerel topluluklar ağı tarafından yapılan araştırmaya göre, katılımcıların %39’u “seks yapmaya zamanım yok” dedi.

Özellikle Novokosino, Timiryazevskiy ve  Biryulevo bölgelerinde yaşayanlar bu sorunu daha yoğun yaşıyor. Görünüşe göre romantizm bu semtlerde iş planlarına ve teslim tarihlerine yenik düşmüş.

Katılımcıların %31’i ise seksin artık “pahalı bir zevk” olduğunu düşünüyor. Bu görüş, özellikle Medvedkovo,Mitino ve Sokol bölgelerinde yaygın.

%24’lük bir kesim ise gün sonunda yalnızca dizi izlemeye yetecek kadar enerjilerinin kaldığını ve yorgunluktan seks yapamadıklarını ifade etti. Aşırı yorgunluğun en çok hissedildiği yerler arasında Meşçanskiy, Izmailovo ve Kurkino öne çıkıyor.

Ankette ayrıca %4’lük bir grup cinsel isteğin tamamen kaybolduğunu söylerken, %2’lik bir kesim sağlık sorunlarını (ve klasik “baş ağrısını”) suçladı. Bu son gruplar daha çok Hamovniki, Levoberejni, Obruçevskiy, Marfino ve Lomonosovskiy semtlerinde yoğunlaşıyor.

12 Ağustos 2025 Salı

Nasrettin Hoca sanal alemin de bilgesi


M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

 

Kaynak: https://medyagunlugu.com/nasrettin-hoca-sanal-alemin-de-bilgesi/


Serkan’ın dizüstü bilgisayarı çökmüştü. Kıvranıp duruyordu.

İrina ile Yuliya’ya eğlence çıkmıştı; kapı aralığında kıkırdaşıp, konuşuyorlardı.

“Yine gizliden bir takım uygunsuz web sitelerine girmiş, virüse yakalanmıştır mutlaka,” diyorlar.

Rossiyskaya Gazeta'nın haberine göre Moskova'da her 100 kişiden 57'si bilgisayar oyunu oynuyormuş. Kadınlar daha çok bulmaca tipi oyunlara ilgi gösterirken, erkekler strateji ve simülasyon oyunlarını tercih ediyormuş. 14-17 yaş grubunun favorisi ise macera oyunlarıymış. 

Belki de Serkan’cığın bir kabahati yoktu. Bilgisayardaki teknik bir konudan kaynaklanmıştı sorun, ama şaibe altında kalmıştı işte.

Yüzü kızarmış bir köşeye sinmiş oturuyordu.

Bana bakıp, “Abi yemin ederim ki” diye başlayıp kendisinden kaynaklanan bir arızanın olmadığını anlatmaya çalışıyordu.

İgor, onun bu halini gösterip göz kırpıyordu.

Neyse ki bu tür konularda bize destek veren Levent ortağı Loşa ile birlikte gelip, imdadımıza yetişti.

Yuliya’dan “wi-fi” şifresini aldıktan sonra işe koyuldu.

Geçenlerde yine bir Türk firmasına gitmişler. Şirketteki görevliye "Kablosuz şifresini söyler misin?" diye sormuş. Görevli, "Söylemem" diye cevap verince şaşırmış; ama şifre oymuş meğerse!

***

Levent ve Loşa, biraz baktıktan sonra bilgisayarın işlemcisinde bir sorun olduğunu söylediler, yeni bir işlemci gerekiyormuş falan. Pek fazla anladığım şeyler değil.

Biz konuşurken İgor, aramızdaki Türkçe konuşmalardan bir şeyler anlamaya çalışıyordu, ama pek bir şey anlamıyordu ki Rusça soruyordu.

Bilgisayar terimlerinin Türkçe karşılıkları konusu İgor’un dikkatini çekmişti.

Konuşurken terimlerin pek çoğunun İngilizcelerini değil Türkçelerini kullanmak konusunda alışkanlığımız oluşmuştu. Bu, bizim kültürümüze yerleşmişti.

Ne güzel.

Örneğin Ruslar, “kompüter” derken, biz “bilgisayar” diyoruz. “İşlemci” diyoruz, “veri tabanı” diyoruz.

Söz konusu teknolojinin İngilizce konuşan ülkeler tarafından geliştirilmesi, dünya dillerinin hemen hepsinin bilgisayar terimleri hususunda İngilizcenin etkisi altında kalmasına sebep olmuştu.

Bizde ise bilgisayar terimlerinin Türkçeleştirilmesi için pek çok araştırmacı gayret göstermiş, terimlerin Türkçe karşılıkları günlük dile yerleşmişti. Bu konuda Türk elektronik, bilgisayar ve yazılım mühendisi ve dil bilimci, Türkiye Bilişim Derneğinin onursal başkanı, Bilişim AŞ'nin kurucusu Prof. Dr. Aydın Köksal ve arkadaşlarını özellikle anmak gerekiyor. Zira bilgisayar, bilgi işlem, bellek, veri tabanı  donanım, yazılım, sürüm, bilişim gibi pek çok Türkçe kökenli bilişim terimi onların çalışmaları sonucunda dilimize kazandırılmıştı.

***

Levent, Serkan’ın bilgisayarındaki sorunu halletmeye çalışıyorken Serkan sabırsız, ikide bir “N’oldu, ne zaman bitecek?” diye çocuğun başına çökmüş, onu bunaltıyordu.

Sonunda Levent’in sabrı taştı, “En iyisi biz bu bilgisayarı alıp gidelim, bizim orada bakımını yapalım. Bir iki saatte yapılacak bir iş değil,” dedi.

Serkan’ın mutsuz, beceremedin mi diye soran bakışlarını görünce araya bir fıkra sıkıştırdı:

“Bir gün bilgisayarına virüs giren bir komşusu Nasrettin Hocanın kapısını çalar:

‘Aman Hocam, sen her derde çare bulursun, beni bu virüsten kurtar,’ der.

Hoca bilgisayarın başına geçer, orasını tıklar, burasına tıklar, ama nafile bir türlü virüsü bulup temizleyemez.

Pes edip, ‘Komşu, kusura bakma bir türlü beceremedim,’ der.

Hocadan ümidi kesen komşusu, ‘Ayıp Hocam, ayıp, başına koskoca sarığı geçirmişsin, ama bir virüsü bulamadın,’ deyince Hoca, kızıp başından sarığı çıkarıp komşusunun başına geçirmiş, ‘Keramet sarıktaysa buyur sen bul!’ der.  

Güzel cevap değil mi?

Bu benim çok iyi bildiğim eski bir Nasrettin Hoca fıkrasını çağrıştırıyor.

Levent’e soruyorum onaylıyor.

Meğer bunun gibi pek çok fıkra sanal aleme uyarlanmış.

Serkan, Levent’i bunaltmaya hala devam ediyor.

“Yanınızda fazla bir bilgisayarınız varsa benimki düzelene kadar kullanmam için bırakın bari,” dedi.

Levent, “Ne yazık ki yok,” diye cevap verdi, ama olsa da vermezdi gibi bir havası vardı.

***

Levent’in gönülsüz olmasının sebebini başına gelen Nasrettin Hoca’nın “Kazan doğurdu” fıkrasına benzer olayı anlattığında öğrendik.

Bir arkadaşı bilgisayarını ödünç istemiş.

“Hiç düşünmeden verdim,” diye başladı. “Arkadaşım ne de olsa, nasıl vermeyeyim?”

İki gün sonra arkadaşı bilgisayarı geri getirmiş, yanında bir mikrofon ve kulaklık varmış. Ne olduğunu sorduğunda arkadaşından “senin bilgisayar doğurdu” cevabını almış.

Gülmüş. Şaka, ama ince armağan diye düşünmüş. Teşekkür etmiş.

Bir hafta sonra aynı arkadaşı kapısını çalıp bilgisayarını yine ödünç istemiş, üç gün sonra bilgisayarı geri getirdiğinde bu defa yanında bir ‘mouse pad’ varmış.

“Benim bilgisayar yine mi doğurdu?” diye sormuş, gülüşmüşler.

Aradan biraz zaman geçmiş, arkadaşı bir akşam yine gelince hiç tereddüt etmeden bilgisayarını vermiş.

Geri geldiğinde yanında bu kez “web kamerası” varmış.

Bu ilişki hoşuna bitmeye başlamış.

Tabii yani, kaz gelecek yerden hiç tavuk esirgenir mi?

Zaten kullanmadığı eski bir bilgisayarı olduğu için arkadaşı bir daha isteyince yine sevinerek vermiş.

Ancak aradan neredeyse bir ay geçmiş bilgisayar ortada yok. Arkadaşı geri getirmemiş.

Meraklanmış. Bu defa o, arkadaşının kapısına dayanıp sormuş.

Arkadaşı, “Senin bilgisayar öldü,” demiş.

“Yahu, hiç bilgisayar ölür mü?” diye çıkışınca “Be birader, doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne niye inanmıyorsun?” cevabını almış.

Hikaye güzel, fıkrayı bildiğimiz halde güldük.

“Sonra ne dedin, peki?” diye soruyor Serkan.

"Ne diyeyim, Windows’un çöksün, ICQ’un kopsun da ele güne muhtaç ol inşallah, ‘Chat’in ortasında klavyen bozulsun, diye beddua ettim."

Neyse ki arkadaşı bu şakayı tadında bırakıp bilgisayarını geri vermiş.

***

Levent iyice havaya girmişti, yaşadığı bir başka olayı anlatmaya başladı:

Meğer Levent ve Loşa, bize gelmeden önce alacaklı oldukları bir müşterilerine uğrayıp ne zaman borcu kapatacaklarını sormuşlar. Müşterinin cevabı aynı Nasrettin Hoca fıkrasındaki gibiymiş.

Müşterisi bir sürü hikaye anlatmış. Bin türlü mazeret...

Bildiğimiz “Abi, vallahi param yok, canımı mı alacaksın? En kısa zamanda ödeyeceğim” numaraları…

Kısmetimiz Nasrettin Hoca fıkralarından açılmıştı.

Fıkrada Nasrettin Hocanın bir ahbabından borç aldığından bahis vardı.

Hoca, gerçekten elde olmayan nedenlerle zor duruma düşmüştü.

Alacaklısı daha vadesi gelmeden Hoca’nın kapısını aşındırmaya başlamış.

Elde avuçta olsa hemen ödeyecek, ama yoksulluğun iki gözü de kör olsun.

Bir böyle, iki şöyle derken yine bir gün alacaklı borcunu istediğinde adamın ısrarından bunalan Hoca, “Şu anda param yok, ama çok yakında ödeyeceğim,” demiş

Adam pek inanmamış. Alacaklının böylesi düşman başına. Israrla:

“Söyle Hoca, ne zaman vereceksin, kimden bulup vereceksin!” diye sormuş.

Hoca mazlum mazlum bakarak:

“Evin önüne çalı ektim!” diye cevap vermiş.”

“Niye?”

“Koyun sürüleri geçerken yünleri çalıya takılacak.”

“Sonra?”

“Bizim hatun bu yünleri toplayacak, yıkayacak, tarayacak, eğirecek, dokuyacak, ben de götürüp satacağım.”

“Eee?”

“Ne eee’si be adam, sordun ya, senin paranı o zaman öyle ödeyeceğim.”

Alacaklı kendini tutamamış gülmeye başlamış.

Adam kasıklarını tuta tuta gülünce Hoca:

“Gidinin hâlden bilmezi,” demiş, “Peşin parayı gördün ya, gül bakalım!”

***

Levent, buna benzer bir olayla karşılaşınca siniri tepesine çıkmıştı, ama gülmeden de edememişti.

Dışarı çıkmışlar Metroya doğru giderken Nasrettin Hoca heykelinin önünden geçmişler, iyice gülmeleri tutmuştu.

Biliyorsunuzdur belki, Nasrettin Hoca'nın Moskova’da Maladejnaya Metrosu'nun hemen yanında, Yartsevskaya Sokak, 25A adresinde bulunan binanın önünde bir heykeli var. Elinde bir kitap ve her zaman yoldaşı olan bir eşekle birlikte Hoca’nın bu bronzdan anıtını heykeltıraş Andrey Orlov yapmış.

Nasrettin Hoca sadece akıllarda, kitaplarda, filmlerde kalmamış, onun adına anıtlar da dikilmiştir.

Moskova’daki heykel 1 nisan 2006’da açılmış.

1 Nisanın Dünya Mizah Günü olarak Rusya’da da kutlandığını hatırladığımızda Nasrettin Hoca anıtının açılış tarihinin bir tesadüf olmadığını düşünüyoruz.

Ancak bu heykeldeki bizim bildiğimiz Nasrettin Hoca değil.

Nasrettin Hoca, sadece Türkiye'de değil, Türk kültür ekolojisinin hemen her yerinde yaşamış birden çok bilge kişiyi ve ortak şahsiyeti temsil eden bir fıkra kahramanı.

Nasrettin Hoca tiplemesi, Anadolu’da, Orta ve Yakın Asya’da ve hatta Balkanlarda halk bilgeliğinin ortak simgesi.

Bizim Nasrettin Hocamızın 1208 yılında Sivrihisar’da doğmuş, 1285’te Akşehir’de öldüğü söylenir. Ansiklopedilerdeki bilgiler böyle. Günümüz yaşamı için de ders çıkarılabilecek pek çok fıkranın başkahramanı olan "gülerken düşündüren Hoca", pek çok araştırmacı tarafından Türk mizah geleneğinin en önemli fıkra tipi olarak gösterilmektedir.

Türkiye ile Rusya’nın, daha doğrusu Avrasya’nın, eski Sovyet coğrafyasının en güçlü ortak paydalarından birinin de Nasrettin Hoca olduğunu bilen bilir.  

Özdemir İnce, “Kırk yıl önce Paris’te, Globe Kitabevi’nden satın aldığım, Çin Halk Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanan Fransızca bir dergide, Nasreddin Hoca’nın Sinkiang’lı (Doğu Türkistanlı Uygur) bir halk kahramanı olduğunu yazıyordu. ...Özetle şunu söyleyeceğim: Nasreddin Hoca tipine bütün Türk ve Türkik toplumlarında rastlanıyor. Fıkralar doğu-batı arasında hangi yöne doğru yolculuk etti, bunu tarihçiler bilir,” diye yazmış.

***

Levent, parasını hala alamamış olmasının etkisinden kurtulamamıştı.

Serkan’ın da biraz sakinleştiğini görünce birer çay doldurup peşi peşine Hoca anlatılan fıkralarıyla dolu muhabbetimize devam ettik.

Kızlar, hala Serkan’ın durumunu hatırlayıp gülüşmeye devam ediyorlardı.

Levent, Serkan’ı savunmak için yine bir fıkra sıkıştırdı araya:

“Nasrettin Hoca'nın bilgisayarına ‘lamer’ girmiş. Arkadaşları konuşmaya, öğüt vermeye başlamışlar. Hocam ‘firewall’ koysaydın,.. Hocam ‘update’lerini yapsaydın,  Hocam antivirüs kursaydın, falan, filan. Nasrettin Hoca sinirlenmiş:  Yahu bana öğüt veriyorsunuz, beni eleştiriyorsunuz da bu ‘lamer'ın hiç mi suçu yok?” demiş.

***

Levent’in anlattığı sanal kültür ortamına uyarlanan, güncellenen fıkraların pek çoğunu Ferhat Aslan bir makalesinde derlemiş meğer.

Bunlar, sözlü ve yazılı kültürde yüz yıllardır varlığını devam ettiren, canlılığını koruyan o güzel Nasrettin Hoca fıkralarının modern Türkiye’de, sanal kültür ortamında ne gibi değişikliklere uğradığını anlamak açısından ilginç.

Hasılı Nasrettin Hoca’nın o ezbere bildiğimiz fıkraları, teknolojik gelişme ve bilgisayarların günlük yaşamın çeşitli alanlarında çok etkin olmasından dolayı, gençler arasındaki yaygın ifadesiyle "update” edilmiş, yani "güncelleme" olmuş.

Yüz yıllar öncesindeki yaşanmışlıkların sözlü kültür ortamında üretilen ve ancak daha sonraki devirlerde yazıya geçirilebilmiş olan Nasrettin Hoca fıkraları, bilgisayar terimlerini iyi bilen, internet ortamında sosyalleşen genç insanların katkılarıyla sanki bir zaman makinesinin içinde günümüze aktarılmışlardı.

Levent, arkası arkasına anlatıyor.

Güzel uyarlamalar.

Bunlardan aklımda kalanların bazılarını merak edenler okusun diye aşağıda aktarıyorum.

Fıkraların zaten ezbere bilinen hallerini vaktinizi almamak için tekrardan yazmıyorum. Bilenler de Hoca’nın dediği gibi bilmeyenlere anlatsın.

Başlamadan önce bir özür: Yukarıda bahsettiğim terimlerdeki Türkçe hassasiyeti maalesef bazı fıkralarda yok. Umarım bunların da dilimizdeki uygun karşılıkları bulunur ve yaygınlaşır.

***

Yolda karşılaştığı adamın biri Nasrettin Hoca’ya sormuş:

Hocam bir mizah sitesi hacklenmiş duydun mu?

“Bana ne!” diye cevap vermiş.

 “İyi ama Hocam, senin site ‘hack’lenmiş.”

“İyi de, o zaman sana ne!”

***

Hocanın yüzsüz komşularından biri kapısına dayanıp ‘5+1 home cinema’ ses sistemini istemiş.

Kendisinden sık sık bir şeyler isteyen bu komşusundan bıkmış olan Hoca, savuşturmak için “Benim ‘home cinema’ arızalı,” der.

Ancak o sırada içeride pc’yi karıştıran Hocanın karısı farkında olmadan ‘winamp’ı çalıştırınca dışarıya gümbür gümbür bir müzik sesi gelir.

Bunu duyan yüzsüz komşu, “Hocam bari yaşından utan. Yalan söylemeye utanmıyor musun, bak içerden müzik sesi geliyor,” diye sitem etmiş.

Hoca kızmış, “Ne yani, sen bana değil de, bir makine parçasına mı inanıyorsun?” diye çıkışmış.

***

Hoca bir foruma "Timurleng2" nik’iyle üye olmuş, her gün saatlerce online olup bildiği, bulduğu ne varsa paylaşıyormuş, ama ne bir teşekkür eden var, ne “rep” veren, ne de sen kimsin diyen...

Buna çok içerleyen Hoca bir başka e-posta adresi kullanıp, aynı foruma "Cilveli Naciye" “nik”iyle üye olup giriş yapmış ki bir de ne görsün, tüm forum yönetimi ve bilcümle üyeden “hoş geldin” mesajları yağmaya başlamış. Uygunsuz yerlere açtığı konular için bile “admin” ve “mod”lardan “rep”ler gelmiş.

Hoca kendi kendine kıs kıs gülüp, “Yaa Hoca demiş, sanal âlemde itibar bilgi ve paylaşıma değil, ‘nick’inin cinsinedir,” demiş.

***

Bill Gates, Nasrettin Hoca’nın köyüne bakmaları için bir sürü “Windows server” vermiş. Bu “server”ler yazılım lisansları, “update”ler ve danışmanlık ücretleri nedeniyle köylülerin altından kalkamadığı bir meblağa ulaşmış.

Canlarına tak diyen köylüler Nasrettin Hoca’ya giderek, “Hocam sen bizim büyüğümüzsün, gel bize öncülük et, birlikte şu Bill Gates’e gidelim bu “server”leri alsın ucuz “server”ler alıp Linux kuralım, “cluster” yapalım,” demişler.

Hoca da, “Tabi olur zaten ben de özgür yazılımın en büyük savunucusuyum,” demiş.

Önde Nasrettin Hoca, arkada köylüler yola düşmüşler.

Billl Gates’in hışmından korkan bazı köylüler yolda giderken Nasrettin Hoca’nın arkasından kaçıp, eksilmişler.

Huzura çıktığında Hoca arkasına dönüp, baktığında hiç kimsenin kalmadığını fark etmiş ve çok kızmış.

Köylülere unutamayacakları bir ders vermek şart olmuş.

Bill Gates’in karşısında tek başına kalan Nasrettin Hoca, “Ey Yüce, Haşmetlü Bill Gates! Bizim köylüler “server”lerden çok mutlu oldular. Senin bu Windows 2003’ler bizi kesmedi, sen bize Windows 2008 ver.”

***

Hocaya sormuşlar.

“Hocam dünyanın merkezi neresi?”

Hoca, “Google’a girip ‘dünyanın merkezi’ diye aratın,” demiş.

***

İgor, bana soruyor, yazdığın yazılar kaç “like” alıyor, kaç kez tıklanıp okunuyor diye.

“Bir kaç yüz,” diyorum.

Adamın biri de Hocaya “Hocam siten kaç tekil hit alıyor?” diye sormuş.

Hoca da “Aylık 10.000,” demiş.

Aradan birkaç yıl geçmiş, aynı adam tekrar sormuş: 

“Hocam siten kaç tekil hit alıyor?” 

O, yine “10.000” demiş.

“İyi de Hocam bunca yıldır hiç değişmedi mi?”

Hoca, “Erkek adamın ağzından laf bir kere çıkar,” diye cevap vermiş.

11 Ağustos 2025 Pazartesi

Rusya'nın evcil hayvan envanteri: 75 milyona yakın


Kaynak: https://turkrus.com/

  

Rusya’da kedi ve köpekler, uzmanlara bakılırsa özellikle "yalnızlıkla mücadelede" başlıca yoldaş olmaya devam ediyor. VTsİOM’un araştırmasına göre, ülkedeki hanelerin yüzde 52’sinde kedi, yüzde 36’sında ise köpek besleniyor.

2020–2023 döneminde kedi-köpek nüfusu yüzde 11 artarak 74,8 milyona ulaştı.

Bu artışın arkasında, demografik gerileme ve yaşlanan nüfusun yalnızlığı gidermek için evcil hayvan sahiplenme eğilimi bulunuyor.

Özellikle 60 yaş üstü ve çocuksuz çiftler arasında evcil dostlara yönelim belirgin. Büyük şehirlerde oran daha düşük olsa da küçük yerleşimlerde her iki haneden birinde kedi veya köpek bulunuyor.

Evcil hayvan edinme yolları arasında sokaktan sahiplenme, hediye alma, ilanlar, tanıdık aracılığı veya barınaktan sahiplenme yer alsa da, birçok kişi satın almayı tercih ediyor. Belgeli, soyağacı kayıtlı hayvanlar yüksek fiyatlardan alıcı buluyor.

Fiyatlar son beş-altı yılda 2–2,5 kat arttı. 2019’da 25–40 bin rubleye alınabilen taksa yavrusu veya “Britanya” cinsi kedi yavrusu bugün 80 bin rubleden başlıyor.

Maliyet; belge, soy, yaş ve cinsin popülerliğine göre değişiyor. Kedilerde mavi gözlü siyan kedilerden dev meyn-kunlara, köpeklerde sevimli korjilerden apartman yaşamına uygun maltipulara kadar geniş bir yelpaze var.

Kimi ilanlarda fiyat “pazarlığa tabidir” ibaresiyle yer alıyor, kimi yavrular ise ücretsiz sahiplendiriliyor.

Ancak uzmanlar, özellikle aktif av ırklarının apartman yaşamına uygun olmadığını hatırlatıyor. Moskova’da yapılan bir araştırma da kentlilerin, küçük boy köpekleri daha çok tercih ettiğini ve kedi sahiplerinde metrekare hesabının neredeyse hiç yapılmadığını gösteriyor.

10 Ağustos 2025 Pazar

Moskova'yı anlatan 6 film, en eski sinemada gösterimde


Kaynak: https://turkrus.com/ 

 

Rusya'nın en eski sinema salonu Hudojestvennıy, 17-22 Ağustos tarihleri arasında “Moskova, aşkım” başlıklı özel bir gösterim programına ev sahipliği yapacak. Altı filmlik seçkinin ana teması Moskova. Zira başkent, gösterilecek filmlerin fonu değil, baş kahramanı.

Program, Aleksandr Mitta’nın yönettiği 1974 yapımı Moskova, Aşkım (Moskva, Lyubov moya) filmiyle açılacak.

18 Ağustos’ta izleyiciyle buluşacak 1938 tarihli Yeni Moskova (Novaya Moskva) ise kentin geleceğine dair hayali bir yolculuğu ve dönemin mimari vizyonunu mizahi dille anlatıyor. 19 Ağustos’ta gösterilecek Georgiy Daneliya imzalı Moskova’da Yürüyorum (Ya şagayu po Moskve) ise 1960’ların başında başkentte geçen tesadüfi karşılaşmalar ve gençlik coşkusunu sıcak bir atmosferle perdeye taşıyor.

20 Ağustos’ta Marlen Hutsiev’in Temmuz Yağmuru (İyulskiy dojd) filmi, Moskova’yı yaz yağmurlarının romantizmi eşliğinde, içsel sorgulamalar yapan karakterler üzerinden resmediyor. 21 Ağustos’ta gösterilecek Eldar Ryazanov’un Adressiz kız (Dyevuşka bez adresa) ise yanlış adrese bırakılan mektubun ardından başlayan hafif tempolu, müzikli bir aşk hikâyesini anlatıyor.

22 Ağustos’ta sona erecek program, Tatyana Lioznova’nın Plyuşiha'da Üç Kavak (Tri topolya na Plyuşihe) filmiyle tamamlanacak. Film, Moskova’da kısa süreli bir tesadüfi buluşmanın iki yalnız insanın hayatında yarattığı duygusal izleri işliyor. 

Tüm filmler, Hudojestvennıy’nin Büyük Tarihi Salonu’nda 35 mm film kopyalarıyla gösterilecek.

9 Ağustos 2025 Cumartesi

Türkiye ve Rusya, savaş ve barış


Fuat Safarov

Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

Türk-Rus ilişkilerinin tarihinden bahsederken çoğunlukla herkesin aklına iki ülke arasında yıllarca süren savaşlar geliyor.  

Türk-Rus diplomatik ilişkilerinin resmi başlangıç tarihi 1497. Bu tarihten sonra, 1677-1918 yılları arasında Osmanlı ve Rusya imparatorlukları 13 defa savaştı. Türk-Rus savaşlarının kaba bir hesapla 50 yıllık bir süreci kapsadığını varsaysak bile kalan 470 yılı aşan dönemde ilişkilerde çeşitli olumlu gelişmelerin yaşandığını söylemek mümkün. 

Öncelikle Osmanlı’dan çeşitli vesilelerle Rus çarlarına gönderilen hediyeler iyi ilişkilerin örneklerden biri. Kremlin Sarayı Müzesi’nde sergilenen bu hediyeler 16. ve 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu ve Moskova Çarlığı arasındaki dostluk ilişkilerini gösteriyor. Bu tarihlerde Rus çarları Osmanlı padişahları tarafından gönderilen çok sayıda hediye aldı. Hediyeler arasında altın silahlar, kılıçlar, zırhlar, altın takımları, kaftan kumaşlar gibi tarihi eşyalar da bulunuyor. 

Kremlin Sarayı Müzesi Genel Müdürü Yelena Gagarina da 2017 yılında Moskova’da Tsaritsino Müzesi’nde “Alev ve Şark Mutluluğu: 1760 – 1840’ların Rus Kültüründe Türk İzleri” konulu serginin açılış törenindeki konuşmasında, “Türkiye bizim için tarihte sadece savaş ve sürekli çatışma yeri olarak algılanmamalı. Türkiye aynı zamanda Rusya’da sevilen ve takdir edilen sihirli baharatlar, muhteşem kumaşlar, güzel kıymetli taşlar demek. Türkiye bizim için en yakın, en tanıdık ve en sevimli Doğu” demişti. Bu sözlerin sahibi Gagarina aynı zamanda, uzaya ilk çıkan Sovyet kozmonot Yuri Gagarin’in kızı. 

Rus tarihçi, gazeteci-yazar Mihail Pılyayev de, kaleme aldığı ‘Eski Moskova’ adlı kitabında Çariçe 2. Katerina ve Osmanlı Sultanı 1. Abdülhamid arasındaki dostluk ilişkilerini anlatıyor. Yazara göre, 1774 yılında Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu arasında Küçük Kaynarca Antlaşması’nı imzalamasının ardından dönemin Türk Elçisi Abdülkerim Efendi Moskova’da üst düzeyde ağırlandı. 2. Katerina Sultan 1. Abdülhamid’in altın, pırlantalardan oluşan çeşitli hediyelerinden çok memnun kaldı. Çariçe yabancılara yazdığı mektubunda Sultan’la olan samimi ilişkilerini için, “Birçokları kardeş gibi sevdiğim Abdülhamid ile olan dostluğumuzu kıskanıyor” dedi.

Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya Çarlığı’nın 1798-1800 yılları arasında askeri iş birliği yapması da ortak tarihin önemli olaylarından biri. Fransa İmparatoru Napolyon Bonapart 1789 yılında Mısır’ı işgal etti ve o dönem İyonya Denizi’ndeki yedi büyük adanın statüsü böylece değişti. Adalar Fransa’nın kontrolüne geçince Ruslar ve Türkler bu durumda endişe duymaya başladı. Adaların Fransa’dan geri alınması için 1798 yılında Rusya ve Osmanlı ittifak yapma kararı aldı ve buradaki en önemli kale olan Korfu’nun Fransız askerlerinden geri alınması için ortak bir plan hazırladı. Nihayet 18-19 Şubat’ta Türk-Rus filosu operasyona başladı. Operasyon sonucunda dördü general 2 bin 931 Fransız askeri esir alındı. Çatışmada 130 Rus, 168 Türk ve Arnavut askeri hayatını kaybetti. Böylece Rus İmparatorluğu’ndan Amiral Fyodor Uşakov ve Osmanlı Devleti’nden Kadir Bey’in yönetimindeki müttefik donanmanın Adriyatik Denizi’ne ve kıyılarındaki kalelere yönelik operasyonları sonucunda başta Korfu Kalesi olmak üzere bölge Fransa işgalinden kurtarıldı. 

1831 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nu zor duruma düşüren Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı sırasında Rusya’nın Osmanlı’yı kurtarması da ikili ilişkilerin ilginç olaylarından biri. Mehmet Ali Paşa İstanbul’u işgal etmeye hazırlanırken, Padişah II. Mahmud, Büyük Britanya ve Fransa’dan yardım istedi. Fakat Fransa’nın Mehmet Ali Paşa’yı desteklemesi, İngiltere’nin de Osmanlı’nın iç işlerine karışmak istememesi üzerine Padişah, Rusya Çarı 1. Nikolay’dan yardım istemek zorunda kaldı. Rus tarihçilerine göre, Rusya, Amiral Mihail Lazarev yönetimindeki donanmasını İstanbul kıyılarına gönderdi. Rusya ile Hünkar İskelesi Antlaşması 8 Temmuz 1833 yapıldı ve Rus donanması İstanbul’a demirledi. 

Rus tarihçilerine göre, Çar 2. Nikolay’a dönemin Osmanlı Sultanı hediye olarak Türk tütünü gönderiyordu. Rus Çarı’nın Türk tütün tutkunu olduğu da biliniyordu. 

Çar 2. Nikolay’ın, 1913 yılında Osmanlı’nın Rusya Büyükelçisi Türkhan Paşa’ya (1846-1927) hediye ettiği faberge enfiye kutusu, Londra’daki Christie’s müzayede evinde 2010 yılında 937 bin sterline satılmıştı. Rus Çarı, dönemin Rusya başkenti St. Petersburg’daki büyükelçilik görevinin beşinci yılını tamamlaması dolayısıyla Türk diplomatı ödüllendirerek onurlandırmıştı. Rus tarihçilerine göre, Çar’ın Türk Elçisi’ne böyle mücevher süslü bir eşyayı hediye etmesi iki ülke arasındaki samimi ve dostluk ilişkilerin olduğunu ortaya koyuyor. Çar Nikolay tabakayı o dönemde Rusya’ya bağlı olan Finlandiya’daki ustalara özel yaptırdı. Çar 2. Nikolay’ın resmi bulunan tabaka elmas taşlar ve altın çerçeve ile de süslü. Rus tarihçilerine göre kutunun Avrupa’ya kadar nasıl gittiği ise bir muamma. 


Rus tarihçi yazar Prof. Dr. Rudolf İvanov, faberge enfiye kutusuyla ilgili olarak, “Böyle kıymetli taşlarla süslü bir hediyenin Çar tarafından Türk elçisine armağan edilmesi şunu ortaya koyuyor: Bazı sorunlara rağmen iki imparatorluk arasında samimi ve dostluk ilişkileri vardı. Gerçi ertesi yıl patlak veren Birinci Dünya Savaşı her şeyi alt üst etti” diyor.

Cumhuriyet döneminde de Türk-Sovyet iş birliğine dair önemli sayfalar bulunuyor. Bunlardan bazıları şöyle:  

-SSCB kurucusu Vladimir Lenin’in Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e Kurtuluş Savaşı sırasındaki askeri ve diğer yardımları,  

-Sovyet pilotlarının Türkiye’de eğitim vermesi,  

-Sovyetlerin Türkiye’de sanayi tesislerinin inşa etmesi,  

-Türkiye’nin Sovyet sporuna yönelik uluslararası ambargoları delerek iş birliği yapması,  

-“Soğuk Savaş” dönemindeki karşılıklı üst düzey ziyaretler,  

-Sovyet dönemi sonrası Türk inşaat firmalarının Rusya’da başarılı çalışmaları, 

-İkili ticaret, turizm, kültürel ve insani iş birliğinin canlanması,  

-2004 yılında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ankara’ya yaptığı resmi ziyaretin, 500 yıllık ilişkiler boyunca Moskova’dan Ankara’ya yapılan lider düzeyinde ilk ziyaret olması,  

-Mavi Akım, Türk Akımı, Akkuyu gibi önemli ortak projeler.

 

Görsel: pl.pinterest.com

Rusya'da 13 milyon serbest meslek sahibi: Eleştiriler, problemler


Kaynak: https://turkrus.com/

  

2025 itibarıyla Rusya’da samozanyatıy (serbest meslek) statüsüne sahip kişilerin sayısı 13 milyonu aştı. Moskviçmag dergisinin haberine göre, bunların 2 milyondan fazlası Moskova’da. Şoförlerden kuryelere, öğretmenlerden IT uzmanlarına kadar geniş bir meslek yelpazesine yayılan bu grup, son yıllarda hızla büyüdü. Ancak uzmanlara göre bu artış, kayıt dışılığı azaltmak yerine işsizliğin istatistiksel olarak örtülmesi ve sosyal güvence yoksunluğunun yaygınlaşması anlamına da gelebilir. 

Finans Üniversitesi profesörü Aleksandr Safonov’un aktardığına göre, samozanyatıy statüsündekilerin yüzde 52’si aslında hiçbir gelir elde etmiyor. Safonov’a göre yerel yönetimler, işsiz sayısını düşük göstermek amacıyla bazı vatandaşları samozanyatıy olarak kaydolmaya teşvik etmekte. Duma Ekonomi Politikası Komitesi Başkan Yardımcısı Nikolay Arefyev ise uygulamayı açıkça eleştiriyor: “Bizde 30 milyon işsiz vardı, şimdi bunun 12 milyonunu samozanyatıy yaptılar. Ama değişen bir şey yok, gençler çalışmıyor, vergi ödemiyor. Samozanyatıy, işsizliği gizlemek için kullanılan bir etiket.”

Devlet Duması'ndan gelen bu tür eleştiriler karşısında Senatör Olga Yepifanova ise statünün kaldırılmasının kitlesel biçimde kayıt dışı çalışmaya dönüşe yol açabileceği uyarısında bulunuyor. Öte yandan, Federal Vergi Servisi (FNS) de bazı işverenlerin, resmi sözleşme yerine çalışanları samozanyatıy olarak göstermeye zorladığını kabul ediyor. Özellikle IT sektöründe uzun süre aynı müşteriyle çalışan yazılımcıların, gerçekte işçi sayıldıkları gerekçesiyle cezai yaptırımlarla karşılaştıkları bilinmekte.

Bağımsız çalışanlar ise karmaşık duygular içinde. Kurumsal psikolog Dmitriy, esnekliğin ve bürokrasiden uzak çalışmanın avantajlarını kabul etse de, gelir güvencesizliği, sosyal izolasyon ve emeklilik hakkı gibi temel unsurların eksikliğini vurguluyor. Etkinlik yöneticisi Svetlana ise doğum izni, tatil ve vergi iadesi gibi sosyal desteklerin yokluğunun özellikle kadın çalışanlar üzerinde olumsuz etkiler yarattığını söylüyor: “Çocuk yapmayı düşünecek durumda bile değilsin, çünkü destek yok.”

Stolıpin Ekonomi Enstitüsü’nden insan kaynakları uzmanı Tatyana Kojevnikova’ya göre samozanyatıy sistemi özellikle ek gelir elde edenler için uygun. Ancak tam zamanlı bu statüde çalışanlar sosyal güvenlikten, emeklilik haklarından ve kariyer gelişiminden büyük ölçüde mahrum. Kojevnikova’ya göre işverenler için daha esnek ve ucuz olan bu model, çalışanlar açısından ciddi güvencesizlik yaratıyor.

Rusya vatandaşlarının yanı sıra Avrasya Ekonomi Birliği'ne üye ülkelerin vatandaşları da samozanyatıy kategorisinde çalışabiliyor. Ancak Rusya'daki Türk vatandaşlarının böyle bir hakkı bulunmuyor.

 

(Görsel: Moskviçmag)