Moskova

Moskova

28 Temmuz 2024 Pazar

Rusya'da en prestijli meslekler


Kaynak: https://turkrus.com/

 

İnsan kaynakları şirketi Headhunter, Rusya vatandaşlarının gözünde en prestijli meslekleri araştırdı. 

Ankete göre, Rusya’da yaşayanların yüzde 51’i en prestijli meslek olarak IT uzmanlığını görüyor.

Bilim insanlığı ve araştırmacılık (yüzde 38) ikinci, mühendislik (yüzde 37) üçüncü, doktorluk ve hemşirelik (yüzde 30) dördüncü sırada.

Araştırma, ülkedeki iş gücü açığıyla birlikte kol emeğiyle yapılan işlerin de prestijinin yükselişte olduğunu gösterdi. Ankete göre, Rusya vatandaşlarının yüzde 48’i bu mesleklerin prestijli olduğunu düşünüyor.  

Rusya'nın Vaftiz Günü

 


Kaynak: https://turkrus.com/

  

Rus Ortodoks Kilisesi, her yıl olduğu gibi yine 28 Temmuz'da önemli bir dini bayram olan "Rusya'nın Vaftiz Günü"nü kutluyor. Bu gün, 988 yılında Rusya'nın resmi dini olarak Hristiyanlığın ilan edilmesini anmak amacıyla kutlanıyor.

Bu bayramın tarihi ve gelenekleri hakkında bir derlemeyi İzvestiya gazetesi için Alena Svetunkova yaptı. Paylaşıyoruz:

 

"Rusya'nın Vaftiz Günü her yıl 28 Temmuz'da kutlanıyor ve bu tarih aynı zamanda Rusya'yı vaftiz eden Prens Vladimir'in anma günü olarak biliniyor. Yaşadığı dönemde halkına olan ilgisi nedeniyle Vladimir'e "Kırmızı Güneş" lakabı verilmiş. 

Tarihe göre, Prens Vladimir 30 yaşına kadar pagan olarak kalmış ve Kiev Rusları'nın çoğunluğu da aynı durumdaymış. Paganizmin en büyük dezavantajı, farklı idollere tapınan insanlar arasında çatışmalara yol açan geniş bir tanrı panteonuna sahip olması. Vladimir, tek bir inancın halkı birleştireceğini ve bu anlaşmazlıkları sona erdireceğini anlamış ve bu yüzden Hristiyanlık gibi büyük bir dine yönelmiş. Vladimir'in Hristiyanlığa olan ilgisinin bir başka nedeni ise, büyükannesi Prenses Olga'nın 957 yılında Bizans'ta vaftiz edilmesi ve Rusya'daki ilk Hristiyanlardan biri olması.

Diğer dinlerin reddedilme sebepleri

"İzvestiya"nın belirttiği üzere, "Vremennykh Let" (Geçmiş Yılların Hikayesi) kitabına göre Vladimir Kırmızı Güneş 986 yılında Kiev'e farklı ülkelerden temsilciler çağırmış ve onların dinlerini öğrenmek istemiş (Hristiyanlık, Yahudilik, İslam). Bu etkinliğe "İnançların Sınanması" denmiş.

Vladimir, İslam'ı hemen reddetmiş çünkü bu dinin katı kuralları alkolü yasaklıyormuş. Yahudilik ise o dönemde pek popüler değilmiş ve Yahudilerin kendi ülkeleri olmadığı için bu din de kabul edilmemiş. Hristiyanlık ise Vladimir'in ilgisini çekmiş. Hristiyan bir vaiz, Vladimir'e Kıyamet Günü ve dünyanın yaratılış hikayesini anlatmış. Bu hikaye Vladimir'i etkilemiş ve farklı dinleri daha yakından tanımak için birkaç kişiyi görevlendirmiş.

Geri dönen elçiler, Konstantinopolis'teki Ayasofya'da yapılan ibadetlerden çok etkilenmişler ve bu durum Vladimir'in Hristiyanlığı seçmesine neden olmuş.

988 yılından sonra insanlar pagan idollerinden vazgeçip yeni dini kabul etmeye başlamış. Bu gün, Rus Ortodoks Kilisesi için hala büyük bir öneme sahip ve her yıl Rusya'nın Vaftizi'ne adanmış etkinliklerle kutlanıyor.

Vaftiz, ülkenin tarihindeki en önemli ve anlamlı anlardan biri olarak kabul ediliyor ve Rus halkının ruhsal ve kültürel gelişiminde büyük bir etki yaratmış. Tüm Rusya Patriği Kirill'e göre, Aziz Prens Vladimir'in "Evrensel Kilise'nin lütufkâr bedenine aşıladığı aşı", halk için en büyük ruhsal güç olmuş ve bugün bile tarihsel zorluklarla başa çıkılmasına yardımcı oluyor.

Rusya'nın Vaftiz Günü'nün devlet düzeyinde ilk kez kutlanması 1888 yılında olmuş. Bu dönemde Hristiyanlığın kabul edilmesinin üzerinden tam 900 yıl geçmiş. Bayram şerefine halk festivalleri, kilise ayinleri ve dini yürüyüşler düzenlenmiş. Günümüzde de bu bayram için toplu etkinlikler ve kiliselerde ayinler yapılıyor.

Rusya genelinde 28 Temmuz'da ibadetler yapılıyor ve tam öğlen saatinde tüm kiliselerde çanlar çalıyor. Moskova'da bu gün, Kremlin yakınlarındaki Borovitskiy Tepesi'ndeki Prens Vladimir anıtına yürüyüş düzenleniyor. Aynı yerde Aziz'e adanmış tören duası yapılıyor. Rusya'nın çeşitli şehirlerinde, Rusya'nın Vaftiz Günü şerefine konserler, konferanslar ve tiyatro gösterileri düzenleniyor. Televizyonda tematik programlar ve dini ayinler yayınlanıyor.

27 Temmuz 2024 Cumartesi

Rusya'da tipik bir insan profili: Yalnız, çalışkan, hazır yemekçi


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusya’da yapılan bir araştırma hazır yemek pazarının hızla büyüdüğünü ortaya koyarken, sosyologlar buradan hareketle "tipik Rusyalı vatandaş profili" çıkardı. Araştırmaya göre Ocak-Haziran 2024 döneminde hazır yemek segmetindeki ciro, 435 milyar rubleye (yaklaşık 5 miyar dolar) ulaştı. Bu, 2023 yılına göre %29’luk bir artış anlamına geliyor. Araştırmanın yapıldığı 2017-2023 döneminde hazır yemek pazarında yıllık ortalama büyüme oranı %17 olarak kaydedildi. Bu büyüme trendi devam ederse, yıl sonunda pazarın %38,8 oranında büyümesi ve 1,04 trilyon rubleyi aşması bekleniyor.

Sosyologlar, bu araştırmayı bir başkasıyla birleştirip "günümüz Rusyalısının portresini" çizdi. Yapılan araştırmalar, Rusya vatandaşlarının giderek daha yalnız ve çalışkan bireyler haline geldiğini gösteriyor. Yoğun çalışma temposu ve artan yalnızlık, bireylerin yaşam kalitesini etkiliyor. Özellikle büyük şehirlerde, birçok insanın tüm vaktini işte geçirdiği ve yemek yapmaya vakit bulamadığı belirtiliyor.

Araştırmalar, Rusya’da tek başına yaşayan hane sayısının iki katına çıktığını gösteriyor. 2010 yılında tek odalı evlerde yaşayan insan sayısı 14 milyon iken, bu rakam 2023 yılında 28,5 milyona yükseldi. Bu durum, konut planlamalarını da etkiledi. Yeni yapılan konutlar, yalnız yaşayan bireylere uygun olarak daha küçük mutfaklarla inşa ediliyor.

Yoğun çalışma temposuna uyum sağlamak için birçok işveren, ofislerde hazır yemek otomatları bulunduruyor. Ancak, bu tür yemeklerin uzun vadede çalışanlar için yeterli olmadığı belirtiliyor. Çalışanlar, ev yapımı yemeklerin yerini tutmayan bu hazır yemeklerden sıkılıyor ve evde pişirilen yemeklerin sıcaklığını ve lezzetini arıyor.

Sosyologlar, çalışma koşullarının Rusya’da demografik krizi derinleştirdiğini belirtiyor. Esnek olmayan çalışma saatleri ve yoğun iş temposu, kadınların kariyer yapma çabalarını artırırken, evlenme ve çocuk sahibi olma gibi kararları ertelemelerine neden oluyor. Aynı durum, işini kaybetme korkusuyla yaşayan erkekler için de geçerli.

Demografik krizi çözmek için çalışma koşullarının iyileştirilmesi gerektiği vurgulanıyor. Sosyologlar, işverenlerin iş kanunlarına uyması ve çalışanlara daha insani çalışma saatleri sunması gerektiğini belirtiyor. Bu, yalnızca bireylerin yaşam kalitesini artırmakla kalmayacak, aynı zamanda ülkenin demografik yapısına da olumlu katkıda bulunacak.

Moskova ve Petersburg'da günlük harcamalar ne kadar?

 


Kaynak: https://turkrus.com/ 


Rusya’da halkın gündelik harcamaları mercek altına alındı. İngosstrah ve NAFİ analiz merkezinin ortak araştırmasına göre, Rusya’da yaşayanların kişi başı ortalama gündelik harcaması 801 ruble.

Bu rakam St.Petersburg’da 826 ruble, Moskova’da 813 ruble. 

Rusya halkının üçte biri her gün yemek, ulaşım ve zorunlu olmayan gündelik harcamalara en fazla 500 ruble harcıyor. 

Halkın yüzde 27’sinin gündelik harcamaları 500 ila 1000 ruble arasında, yüzde 28’inin ise 1000 rublenin üzerinde.

Araştırmaya göre, Rusya vatandaşlarının çoğu atıştırmalık yiyecek ve içecekleri gıda marketlerinden satın alıyor.

Gündelik harcamalar içinde yeme-içmenin dışında en fazla pay ulaşım giderlerinin. 

Halkın yüzde 34’ü zaman zaman, yüzde 3’ü her gün taksiye bindiğini söylüyor.

Yüzde 7’lik kesim ise her dün dışarıda kahve içiyor.

 

Tolstoy ve Rus Ortodoks Kilisesi: Bir ayrılığın hikayesi


Kaynak: https://turkrus.com/

 

19. yüzyılın sonlarına doğru Rusya’nın en ünlü yazarı Lev Tolstoy, Rus Ortodoks Kilisesi ile olan bağlarını kopardı. Bu ayrılık, yalnızca edebiyat dünyasında değil, dini çevrelerde de büyük yankı uyandırdı. Peki, Tolstoy’u kiliseden dışlanmaya götüren süreçte neler yaşandı? 

Tolstoy, 1880'lerin başında derin bir ruhsal krize girdi. Geleneksel kilise ritüellerini sorgulamaya ve reddetmeye başladı. Ona göre, gerçek inanç, rahipler ve kilise gibi aracılara ihtiyaç duymuyordu. Bu düşüncelerini “İtiraf” (Исповедь), “İnancım Nedir?” (Во что я верю?) gibi felsefi eserlerinde dile getirdi. Bu eserlerde, İsa’nın ilahi kökenini ve gerçekleştirdiği mucizeleri reddeden cesur fikirler öne sürdü. 

Tolstoy, bu dini öğretiler ve felsefi makaleleri ile 19. yüzyılın sonlarında Rus toplumunda yaşanan inanç krizini aşmayı amaçladığını belirtti. Kilisenin demode olduğunu ve insanların kendi başlarına dua etmeleri gerektiğini savundu. Bu görüşleri, "Tolstoycular" olarak bilinen birçok takipçi kazandı.

1880'lerde, tanınmış din adamları Tolstoy ile polemiklere girmeye başladı. O dönemin en etkili rahiplerinden biri olan Kronstadtlı John, Tolstoy’u “heretiklerin en üstünü” olarak nitelendirdi.

24 Şubat 1901’de, Rus Ortodoks Kilisesi’nin Yüce Senod’u, Tolstoy’un aforoz edildiğini ilan eden bir karar yayımladı. Bu kararda, Tolstoy’un Ortodoks Kilisesi’ni reddettiği ve halk arasında Hristiyanlık ve kiliseye aykırı öğretiler yaydığı belirtildi. Senod, Tolstoy’un “anti-Hristiyan ve anti-Kilise sahte öğretileri” nedeniyle aforoz edildiğini duyurdu.

Senod’un kararının ertesi günü, Rus İmparatorluğu’ndaki tüm gazeteler bu haberi manşetlerine taşıdı. Ünlü bir yazarın kiliseden dışlanması büyük bir skandal yarattı. Tolstoy, bu karara itiraz etti ve kendi inancının, aklının ve kalbinin gereksinimlerine en iyi yanıt veren, en basit ve en açık din olduğunu savundu. Başka bir doğru din keşfederse hemen onu benimseyeceğini de belirtti.

Tolstoy, aforozun kilise kurallarına uygun olmadığını ve bu nedenle yasal olarak geçersiz olduğunu iddia etti. Nitekim, 1869’dan 1917 Bolşevik Devrimi’ne kadar kimse aforoz edilmemişti çünkü bu ceza çok ağır bir yaptırım olarak görülüyordu.

Tolstoy’un ahlaki otoritesi ve popülaritesi, o dönemde kilisenin otoritesinden daha yüksekti. Tolstoy uzmanı Pavel Basinsky’ye göre, halk, Senod’un kararını alaya aldı ve yazara destek verdi. 1901'deki bir sanat sergisinde, Ilya Repin’in Tolstoy portresi çiçek yağmuruna tutuldu. Aynı yıl Tolstoy, Nobel Barış Ödülü’ne bile aday gösterildi.

Tolstoy’un dini eserlerinin sansürlenmesi ve yayınlanmasının yasaklanması, halk arasında büyük bir merak uyandırdı ve Tolstoy’un fikirlerinin daha da yayılmasına neden oldu. Tolstoy’un takipçileri, özellikle I. Dünya Savaşı sırasında askere gitmeyi reddedenler, sürgün ve hapis gibi ağır cezalara maruz kaldı.

Tolstoy, hayatının sonlarına doğru kiliseye yakınlaşma arayışına girdi. Şamordino Manastırı'na gitti ve orada rahibe olan kız kardeşiyle vakit geçirdi. Optina Manastırı'nı ziyaret etmeyi düşündü, ancak bu ziyaret bir pişmanlık ifadesinden ziyade ruhsal dönüşümünün bir parçasıydı.

2000'li yıllarda, Rus Ortodoks Kilisesi’ne Tolstoy’un aforoz kararının yeniden değerlendirilmesi için birkaç kez başvuruldu. Ancak, Tolstoy’un kamuoyunda pişmanlık göstermemesi ve inançlarından vazgeçmemesi nedeniyle bu başvurular olumsuz yanıt aldı.

Lev Tolstoy’un Rus Ortodoks Kilisesi ile yaşadığı bu çatışma, yalnızca bir yazarın dini inançlarını değil, aynı zamanda Rus toplumunun dini ve ahlaki yapısını da derinden etkiledi. Tolstoy, yaşamı boyunca inançları ve eserleriyle pek çok kişiyi etkiledi ve bu etkisi günümüzde de devam ediyor. Kiliseden aforoz edilmesine rağmen, Tolstoy’un öğretileri ve eserleri, insanlık için önemli bir miras olarak kalmaya devam ediyor.

(rbth.com)

16 Temmuz 2024 Salı

Kaleci iyi yer tutarsa

 

 


Kaleci iyi yer tutarsa

 

M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

 

Konumuz milli takımımızın kalecisi Mert Günok’un Avusturya maçının son saniyelerinde yaptığı, herkese “vay be, helal olsun!” dedirten kurtarışı.

Kaleci iyi yer tutarsa top kucağına düşer.

Ne demek şimdi bu?

Yani, doğru zamanda, doğru yerde olmak mı?

Bir forvet oyuncusu için de doğru değil mi, bu?

Mesela Galatasaraylı Tanju için hep söylenir. Top Tanju’nun önüne düşerdi, gol olması için onun sadece ayağının ucuyla topa dürtmesi yeterliydi falan diye.-Değil tabii…

Şans mı, yoksa oyunu iyi okuma becerisi mi?

Ne zaman, nerede olacağını bilmek…

Kuşkusuz bu da değerli bir şey, ama umulanın dışında bir şey yapabilmek, bir mucizeye imza atmak çok daha değerli.

Yani iyi yer tutmak tamam da, bence imkansızı başarabilmek daha önemli.

Fizik kurallarıyla dalga geçmek.

Kurtarılamaz olan topları çıkarmak.

Koşullara kafa tutmak.

Gerçekçi olup, imkânsızı istemek.

Kahramanlar da zaten bunu yapabilenler arasından çıkıyor.

***

Hayatta da böyle değil mi, zaten?

Tam yeknesak bir hayatın rutini içine girmişken bazen risk alıyorsun, bir başka maceraya girmeye cesaret edebiliyorsun.

Kaderini değiştirmek istiyorsun.

Sonrası?

Sonrası biraz sana ve koşullara, biraz da şansa bağlı.

İşin veya maçın sonunda yenmek de var, yenilmek de…

Moskova’dayım. Yaz aylarında dünyanın en güzel şehirlerinden biri burası.

Bense hala hep İstanbul’umun anıları ve hayalleriyle yaşıyorum.

Senelerdir hiç hesapta yokken geldiğim, ne zaman döneceğim de belli olmayan bir hayat dilimindeyim.

Düşünüp, anlamaya çalışıyorum. Hangi kategoriye giriyor benim yaşadıklarım?

Köşelerden çıkardığım toplar da oldu, ama hiç topu kucağımda bulduğum olmadı. İyi yer tutamamışım mı demek lazım?

Yani kafam biraz karışık…

Vladimir İvanoviç’le bunu fazla konuşmak istemiyorum. “Yine mızmızlanıyorsun!” diyecek diye korkuyorum.

Neyse…

***

Mert Günok’un, o, artık şimdiden efsanelere karışan muhteşem kurtarışı olmasa bunlar aklıma gelir miydi?

Gelmezdi sanırım.

EURO 2024 son 16 turunda Türkiye`ye 2-1 mağlup olarak elenen Avusturya`nın teknik direktörü Ralf Rangnick, büyük bir hayal kırıklığı yaşadıklarını belirterek, "Türkiye`nin Gordon Banks`ini geçemedik," demiş.

Doğru, o kurtarış, İngiltere kalecisi Gordon Banks’in 1970 Dünya Kupası maçında Pele’ye “Dur!” dediği o müthiş enstantenenin neredeyse kopyası idi.

Yorumcular, futbol tarihçileri, Gordon Banks’in kurtarışına 20. Yüzyılın en büyük kurtarışı diyorlar, Mert Günok’un kurtarışı için de 21. Yüzyılın en büyük kurtarışı diyeceklerdir belki.

Gordon Banks, Uluslararası Futbol Tarihi ve İstatistikleri Federasyonu’nun araştırma ve kayıtlarına göre, Lev Yaşin’den sonra 20. Yüzyılda dünyanın en büyük 2. kalecisi.

Evet, benim çocukluğumun kahramanı, Nazım’ın komşusu Lev Yaşin’den sonra.

***

Vladimir İvanoviç’le “Bak, hava ne güzel, hadi!” gezmelerimizden birindeydik.

Birlikte yürümeye başladık. 2. Pesçanaya Sokağı’na kadar gittik. Efsane Rus kalecisi Lev Yaşin’in evinin önünde durup, onu andık.

Yolun karşısında, tam da Yaşin’in yaşadığı apartmanın çaprazında Nazım Hikmet’in evi var.

Bir banka oturduk.

Mutad ziyaret mekanımızda, Nazım’ın evinin önündeki parktaydık yine.

Ben bu mekanda oturmayı çok seviyorum. Huzur buluyorum.

Parkta oturduğumuz bankın bir tarafından Nazım’ın evini, diğer tarafından şimdiki neslin babalarının, dedelerinin efsanesi Lev Yaşin’in evini görüyorduk.

***

Lev İvanoviç Yaşin (Лев Ивaнович Я́шин), Türkiye'de belli bir yaşın üstündeki bütün futbolseverlerin tanıdığı, sevdiği Sovyetler Birliği Millî Futbol Takımı'nın efsane kalecisiydi.

Çok atletik bir vücuda ve müthiş reflekslere sahip olduğu için çok güzel kurtarışlar yapardı. Onun koruduğu kaleler de kale gibiydi yani…

Lev Yaşin,1950'lerde dünyadaki kalecilik anlayışını değiştirmişti. O güne kadar kale çizgisini terk etmeyen, ceza alanı dışına pek çıkmayan bir kaleci tipi yaygındı. Ancak, Yaşin, bu anlayışı değiştirdi. Ceza alanına atılan topları tutmak için kalesini terk etmekten çekinmiyordu. Ayrıca çok iyi yer tutuyordu. 

Başarılı file bekçisi, kariyerine Dinamo Moskova kulübünde başladı ve 1949 ile 1971 yılları arasında bu kulüpte top koşturdu.

Yaşin, kariyerinde 150’den fazla penaltı kurtarmış - ki bu sayı, Dünya tarihinde bir rekormuş.

Vladimir İvanoviç, “Onu penaltı kurtarırken izlemek Gagarin’i uzayda izlemek kadar heyecanlıydı,” diyor. 

Ben de Moskova’ya geldiğim ilk yıllarda bir Rus takımı tutmam gerektiğini düşünmüştüm.

Moskova’da olduğuma göre tutacağım takım bir Rus takımı olmalıydı.

Dinamo Moskova, CSKA, Lokomotiv Moskova…

Bizim ev Dinamo Stadyumu’na da CSKA Stadyumu’na da yürüme mesafesinde. İkisinden biri olabilirdi mesela. Ancak Yaşin’den dolayı tutacağım takımın Dinamo Moskova olması daha makuldü, ama ne yazık ki Dinamo o eski efsanevi dönemlerindeki başarısından uzun yıllardır uzaktaydı.

O yüzden de o iş öyle kaldı.

***

“Nazım’la, Yaşin komşuymuşlar, ama acaba birbirlerini tanır, komşuluk yaparlar mıydı?” diye soruyorum.

Vladimir İvanoviç, “Olabilir,” diye cevap veriyor. “Nazım’ın karısı Vera, Yaşin’le eşine Türk kahvesi bile yapmıştır belki de.”

Meğer Nazım’ın karısı Vera da tutkulu bir Dinamo Moskova taraftarıymış.

Müjdat Gezen, Nazım’ın sevgili vatanı dışındaki yaşamının son on üç yılında onun can dostu olan Ekber Babayev’den bizzat dinlediği anıyı birkaç kez anlatmıştı.

Nazım Hikmet, Vera’ya aşık olduğunda o, eski kocasından henüz ayrılmamıştı.

Sonra boşanıyor ve evleniyorlar.

Vera’nın Nazım’dan bir ricası oluyor.

Cumartesi, pazar günleri Dinamo Moskova’nın maçları oluyor ya, haftada bir gün kendisi gibi koyu Dinamo Moskova taraftarı olan eski kocasıyla birlikte maç izlemeye gitmesine izin vermesini istiyor.

Nazım, düşünüyor, medeni bir insan olarak izin veriyor; ama bir yandan da kıskançlık içini kemiriyor.

Bir gün Nazım’la Ekber Babayev evde birlikte çalışıyorlar. Vera evde yok. Yalnızlar.

Kağıtların, kitapların yayıldığı masanın bir köşesinde Nazım, öbür köşesindeyse Ekber Babayev oturuyor. Hummalı bir çalışma içindeler.

Nazım, önündeki daktiloda yazdıklarını Ekber Babayev’e uzatıyor. O da Rusçaya çeviriyor.

Ancak Nazım’ın bir gözü de karşısındaki televizyon ekranında.

Televizyon Dinamo Moskova maçını naklen veriyor.

Bir, iki,.. Ekber Babayev, sonunda dayanamayıp soruyor:

“Yahu, sen, futboldan anlamazsın, sevmezsin de; ne diye ikide bir televizyondaki maça bakıyorsun?”

“Yahu, Vera, eski kocasıyla maçı seyretmeye gitti.”

“Eee?”

Nazım, “Kamera arada tribünlerdeki seyircileri gösteriyor. Belki onları da gösterir, kocası es kaza Vera’nın elini tutuyor mu diye bakıyorum,” diyor.

Bu anı beni her hatırladığımda güldürür, ama Nazım’a olan sevgimi biraz daha arttırır.

Sanatını da, insan hallerini de daha çok içimde hissederim.

En güzel memleket, vatan hasreti şiirlerini yazan Nazım, aynı zamanda en güzel aşk şiirlerini de yazmış.

Ve o, her haliyle bir insan.

Tutkulu, büyük bir insan.

***

Yine yürüyerek bizim avluya döndük.

Akşamı etmiştik.

Konuşmaktan yorulmuş muyduk ne?

Suskunduk.

Yine lafın belini kırmıştık.

Şu günlerde sadece Türkiye’de değil, pek çok ülkede gündemin üst sıralarında olan futbolla başlayıp, Nazım’la bitirmiştik.

Konunun birinden başlayıp, ilgisiz bir başkasıyla biten; dağdan, tepeden, ilgili ilgisiz her şeyden…

“Biz ne konuştuk?” dedim.

Avlumuzun daldan dala atlayarak dolaşan sincaplarından birini gösterdi.

“İşte şunun gibi yaptık,” dedi, gülerek, “Ha, unutmadan söyleyeyim; sizin çocukları çok beğendim. Yetenekli futbolculardan çok genç bir takım kurmuşsunuz, bu defa olmadı, ama ileride bu genç çocuklar büyük başarılara imza atacaklar,” dedi.

Unutulmaz Sovyet yaz filmleri



Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusya'da, özellikle de Moskova'nın kelebek ömürlü kısa, -bu aralar- sıcak yazında nostaljik bir yolculuğa çıkmak isteyenler için Sovyet sinemasının en iyi yaz filmleri harika bir alternatif olabilir. İşte size hafta sonu ve diğer boz zamanlarda keyfi için izleyebileceğiniz en iyi Sovyet yaz filmleri: 

1. Hoş Geldiniz veya Giriş Yasaktır (Добро пожаловать, или Посторонним вход воспрещен, 1964)

Elem Klimov’un bu komedi filmi, bir pioner kampındaki katı kuralları ve eğlenceli olayları konu alıyor. Kamptan kovulan küçük Kostya'nın gizlice geri dönüp saklanmaya çalışması, izleyicilere kahkaha dolu anlar yaşatıyor. 

2. Üç Artı İki (Три плюс два, 1963)

Genrih Oganesyan’ın yönettiği bu romantik komedi, deniz kenarında kamp yapan üç erkek ve iki kadının tesadüfi karşılaşmasını anlatıyor. Eğlenceli ve romantik anlarla dolu bu film, Sovyet gençlerinin yaz tatilini nasıl geçirdiğini de gözler önüne seriyor. 

3. İtalyanların Rusya’daki İnanılmaz Maceraları (Невероятные приключения итальянцев в России, 1974)

Eldar Ryazanov ve Franco Prosperi'nin ortak yapımı olan bu film, St. Petersburg'da bir hazine arayışına çıkan İtalyanların komik ve heyecan dolu serüvenini konu alıyor. Uluslararası bir hit olan bu film, izleyicilere keyifli anlar sunuyor.

4. Kocam Olur musun? (Будьте моим мужем, 1981)

Andrey Mironov'un başrolde olduğu bu komedi filminde, deniz kenarına tatile giden bir çocuk doktorunun, otel bulamayınca bir kadın ve çocuğuyla sahte bir evlilik yaparak kalacak yer bulmaya çalışması anlatılıyor. Bu sahte evlilik, romantik ve komik olaylara yol açıyor.

5. Kafkasya Rehinesi (Кавказская пленница, или Новые приключения Шурика, 1967)

Leonid Gayday'ın bu kült komedisi, Kafkasya'da bir gelin kaçırma geleneğine katılan öğrenci Shurik’in maceralarını konu alıyor. Geleneksel bir komedi olan bu film, Sovyet sinemasının en sevilen yapımlarından biri olarak öne çıkıyor.

6. Çizgili Yolculuk (Полосатый рейс, 1961)

Vladimir Fetin'in yönettiği bu film, bir Sovyet yük gemisinde geçen maceraları anlatıyor. Gemideki eğlenceli ve bazen kaotik olaylar, sıcak bir yaz gününde izlemek için mükemmel bir seçenek. 

7. Sportloto-82 (Спортлото-82, 1982)

Leonid Gayday'in bir başka komedisi olan bu film, bir tren yolculuğunda geçen komik olayları anlatıyor. Bir Sportloto bileti etrafında dönen olaylar, izleyicilere keyifli dakikalar yaşatıyor.

8. Aşk Formülü (Формула любви, 1984)

Mark Zaharov’un bu filmi, ünlü maceraperest Kont Guiseppe Cagliostro’nun hikayesini anlatıyor. Köyde saklanan Cagliostro, köylüleri çeşitli numaralarla eğlendirirken, aşkı kazanma mücadelesine giriyor.

9. Aşk ve Güvercinler (Любовь и голуби, 1985)

Vladimir Menşov'un yönettiği bu ölümsüz komedi, bir adamın güvercinlere olan tutkusunun evlilik hayatını nasıl etkilediğini anlatıyor. Film, sıcak bir yaz gününde izlemek için harika bir tercih. Bizim en secdiğim filmler listesinde ilk üçte! 

10. Çocukluktan Yüz Gün Sonra (Сто дней после детства, 1975)

Sergey Solovyev’in draması, bir pioner kampında ilk aşkın öyküsünü anlatıyor. Film, Berlinale’de Gümüş Ayı ödülünü kazanmış ve uluslararası birçok ödül almıştı.

Bu filmlerin hepsine, Yandex'te Rusça orijinal adlarını kopyalyıp yapıştırarak arayarak ulaşabilirsiniz. Çoğu sadece Rusça ama özellikle Mosfilm web sitesinde altyazılı epeyce film de var.