Moskova

Moskova

5 Ağustos 2017 Cumartesi

Kızıl Meydan'ın Ruhu



Samih Güven

Golden Ring Oteli’nin önünde yeşil ışığı beklerken, bu denli trafiğe rağmen sakin kalmayı başaran ve hiç korna çalmayan sürücüleri düşünüyorum bir an. Sonra da Meydan’a kim bilir kaçıncı kez yürüyor olduğumu. Her seferinde çekiyor Kızıl Meydan. Ustaca tasarlanmış, ana unsurları hünerle birleştirilmiş ve bir hikayesi olan hemen her yapıtın bir ruhu var galiba. Eksik olan eğreti duruyor çünkü. 

Meydanlar ve nehirler ne çok şey katıyor şehirlere. Şehirlere ne çok yakışıyor meydanlar. Arka planda, tarihin güçlü bir fon müziği gibi yer aldığı, hikâyesi, gizemi olan, yanı başından nehir geçen bir meydandan söz ediyorsak bu tam anlamıyla böyle.

Alelade bir pazar yeriyken önünde bir sarayın boy verdiği, taç giyme törenlerine sahne olan, idam sehpaları kurulan, görkemli törenlerin, zafer geçitlerinin mekânı, göz kamaştırıcı bir katedralin bütün Rusya’nın sembolü haline geldiği bir meydandan söz ediyorsak, bu gerçekten de böyle.

İçli bir keman ezgisi eşliğinde ilerliyorum alt geçitte. Dışişlerinin önünde, otobüslerden arı gibi boşalan, dakikada kaç fotoğraf çektiklerini sayamayacağım uzak doğulu turistlerin arasından dikkatle yürüyorum.

Eski Arbat’ın girişindeyim. Oradan yürüyeceğim Meydan’a. Yürümek iyi geliyor. Sokaklarda, meydanlarda olmak da.

Sokak iyidir. Meydan iyidir. Dosttur. Anlar. Kol kanat gerip, bağrına basar herkesi. Yersizi, yurtsuzu, uykusuzu, avareyi, gezgini, işine gideni, eğlence arayanı, kimi neye göre, nereye, hangi başlığa koyuyorlarsa işte. Ki yoktur bir önemi bunların. Ayırım yapmaz, kabul eder meydan. Anıların, arzuların, hayallerin, hayal kırıklıklarının sınırlarında, içimizde yankılanan belli belirsiz müziğin eşliğinde ağırlar bizi.

Kızıl Meydan adının nereden geldiğini öğrendiğinizde tatlı bir heyecan duyuyorsunuz. Çünkü tamda olması gereken bir nedenden doğuyor. Bu adı gerçekten hak ettiğini anlıyorsunuz o zaman. Ne komünizmle ilgili, ne Kremlinin tuğlarıyla ne de yangınların yakıcı kızıllığıyla. Rusça’da kırmızı ve güzel kelimelerinin benzer olmasından kaynaklanıyor bu. Yani güzel meydan manasına geliyor Kızıl Meydan. (Кrasnaya ploşad)

Bu yüzden, fırsat olunca giderim oraya. Gündüz de giderim, gece de, yağmur yağarken de kar yağarken de. Ama en çok gece, kar yağarken severim. Işıklar içinde kendi girdaplarına sürüklenen kar tanelerinin izini sürerim o zaman. 

Saint Basil Katedrali’nin kubbelerine, Kremlinin duvarlarına, GUM’un pencerelerine, Lenin’in Mozolesine, Tarih Müzesinin çatısına ve Meydan’ın o kara, güçlü parke taşlarına dokunan kar tanelerini izlerim. Bütün bu mekânlardan oluşur Kızıl Meydan işte. Ama yine de bunların toplamından daha büyüktür. Bütündür ve ruh da bütünlüktedir zaten. Eksik olan ruhsuzdur. Kızıl Meydan’ın ruhu vardır bu yüzden.

Gökyüzüne bakarım oradayken, gizemli bulutlara. Bulutların içinde ya da gökyüzünde bir yerlerde çok şey, çok ses gizlidir belki de. Bir zamanlar, pazar yeriyken, tezgâhları başındakilerin bağırışlarını, Çarların taç giyme törenlerine katılan tebaanın heyecanlı kıpırdanışını, idam sehpalarında can verenlerin iniltisini, onları izleyen kalabalığın uğultusunu, at arabalarının tekerlerinin, zafer geçitlerindeki tank paletlerinin seslerini duyabilirsiniz belki. Gökyüzündedir bütün bunlar, bir yerlerde saklanmışlardır belki.

Rusların fazla elektrik tükettiği söyleniyor. Işıklı caddeleri, özenle aydınlatılmış binaları düşününce bir sorun görünmüyor bunda. Aydınlatacak güzel şeyleriniz olduktan sonra.

Ve o ışıl ışıl, aydınlık Kızıl Meydan’da kar yağarken gece, Nazım’ı da düşünürüm. “Yağdı bütün gece yağdı kar, yıldızlarla aydınlanarak, bir şehir, bir sokak bir ev var, ahşap bir ev, uzak mı uzak”, diye başlayan “Yılbaşı” adlı şiiri gelir aklıma. Kim bilir kaç kez geldi buralara. Kaç kez gelip kendi şehirlerini düşündü, kim bilir.

Eski Arbat’ın ortalarındayım artık. Yüzlerce yağlı boya tabloyu, tezgâhlara yayılmış eski, yeni ama ucuz kitapları, sağlı sollu hediyelik eşya mağazalarını, raflarındaki matruşkaları, sanatını icra eden müzisyenleri, coşku ile şiir okuyan gençleri ve bütün bunlara kıymet veren sakin kalabalığı görebilirsiniz yürürken.

Eski Arbat caddesinin sonuna geldiğinizde sola doğru tam dönüş yaparsanız, bu defa Yeni Arbat karşılar sizi. Canlı yayın yapan Arbat radyosu cadde boyunca eşlik eder. Ama bu defa Eski Arbat’dan sola doğru dönmeyip alt geçitten geçip Vozdvizhenka caddesi boyunca yürüyeceğiz.

Bir süre sonra Lenin Kütüphanesi çıkacaktır karşınıza. Kütüphaneye ve önündeki büyük ve güzel Lenin heykeline vardığınızda artık çok yaklaşmışsınızdır Kızıl Meydan’a. Manezhnaya caddesine çıkıp Manezh binasını sağınıza alıp yürürseniz Meydan’ın giriş kapısına varırsınız çok geçmeden. 
Meydan oradadır işte! Gözünüzün önünde. Bütün ihtişamıyla ve gizemiyle sizi beklemektedir artık.

Kuzeyde tarih müzesi durur, güney tarafında Saint Basil ve Kremlin yer alır. Doğu tarafında Devlet Satış Mağazaları (GUM) alış veriş merkezi ve Kazan Katedrali bulunur. Bütün bu mekânların tarihinden de kısaca söz etmenin vakti geldi sanırım.

Orijinal Kremlin 1156 yılında Moskova nehrinin kuzeyine inşa edilmiş ahşap bir yapıymış. 1400’lü yıllarda prens III. Ivan tarafından suçluların ve hırsızların uğrak mekânı olan ve fakir halkın yaşadığı bölgenin boşaltılması istenmiş. Büyük Ivan ise bir İtalyan mimar getirterek Kremlinin taş duvarlı olarak yeniden inşasını sağlamış.

Saint Basil, 1555 - 1561 yılları arasında  Kazan ve Astrahan hanlıklarına karşı kazanılan zaferleri kutlamak amacıyla Korkunç İvan tarafından yaptırılmış. Sekiz kubbenin, sekiz ayrı zaferi simgelediği söylenir. Geleneksel renkler olan beyaz, kırmızı ve altın rengine, daha sonra mavi ve yeşil renkler de eklenmiş.

1893 de tamamlanan bugünkü GUM binası ise Avrupa’da en önemli alış veriş merkezlerden biriymiş. 1928 yılında Stalin tarafından kapatılmış ve birinci beş yıllık kalkınma planının hazırlık çalışmalarında görev alan yöneticilere tahsis edilmiş. 1953 de yeninden açılmış ve Sovyetler döneminde önünde kuyruklar oluşan önemli mekânlardan biri haline gelmiş.

1924’den itibaren Lenin’in mezarı da meydanın bir parçası haline gelmiş.

Meydan ilk zamanlarda bir pazaryeri işlevi görmüş, tören ve gösteri yeri olarak da kullanılmış. Rus Çarlarının taç giyme törenlerine ev sahipliği yapmış. Bugüne kadar aşağı yukarı bütün Rus hükümetleri tarafından resmi tören yeri olarak kullanılmış.

Sovyetler zamanında önemini korumuş hatta daha da artırmış. Resmi törenlerin ve askeri geçitlerin merkezi olmuş. Sovyetlerin gücünün ve ihtişamının sergilendiği en önemli mekân olmuş. En görkemli askeri törenin Nazilerin yenilmesi sonrası 1945 yılında yapılan tören olduğu söylenebilir.

En ilginç olaylardan biri de 28 Mayıs 1987’de bir Alman öğrencinin Cessna 172 model bir uçakla meydana inmesi olmuş.

Oradayken bütün bunları düşünebilirsiniz işte. Emeği geçenleri, iz bırakanları: Mimarları, işçileri, Çarları, Korkunç İvanı, Lenin’i. Ve kim bilir kaç kez gelip geçmiş olan büyük yazarları. Tolstoy’u, Dostoyevski’yi, Çehov’u, Gogol’u, Bulgakov’u ve daha nicelerini. Ve Nazım’ı elbette.


Bugün bir kış günü değil. Gece de değil. Rüzgârlı bir sonbahar günü. Sararmış yapraklar sürükleniyor Meydan’da. GUM’a gireceğim şimdi. Bir kahve içip dinleneceğim biraz. Belki siz de oralardasınızdır kim bilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder