Samih
Güven
Kaynak:
https://samihguven.blogspot.com/
Diriliş Tolstoy’un Savaş ve Barış ve Anna Karenina adlı
romanlarından sonra üçüncü önemli ve kapsamlı romanı. Okuyucuyu vicdan, ahlak,
din, adalet, sistem, insan gibi kavramlar üzerinde ciddi şekilde düşünmeye sevk
ediyor.
Bu roman Tolstoy’un özellikle Anna Karenina adlı romanından
sonra içine düştüğü ruhsal bunalım döneminde yazılmış ve 1899 yılında
tamamlanmış. Kitabın sonu İncil’e bağlansa da hem yazar hem de yapıt kilisenin
büyük tepkisini çekmiş. Bu kitap ile “Dogmatik Teolojinin Eleştirisi” ve “Tanrı’nın
Hükümdarlığı Kendi İçimizdedir” adlı çalışmaları nedeniyle yazar 1901
yılında aforoz edilmiş.
Tolstoy’un bu romanda dile getirdiği günümüzü de
ilgilendiren önemli noktalara değinmeden önce konusunu kısaca açıklamak
istiyorum.
Romanın başkahramanı Prens Dimitri Nehlüdov jüri üyesi
olarak katıldığı bir davada sıra dışı bir karşılaşma yaşar. Gençliğinde yapmış
olduğu bir hata ile yüzleşir ve derin vicdani bir sorgulamanın içine girer.
Mahkeme salonunda sanık koltuğunda oturan Katyuşa (Maslova) eskiden halalarının
evinde kalan, korunmaya muhtaç bir kızdır. Halalarına gidip geldiği sırada
onunla yakınlaşmış ve özellikle içine girdiği bencil bir dönem sırasında onunla
sonunu düşünmeden birlikte olmuştur. Daha da kötüsü onu kaderine terk etmiştir.
Hamile kalan ve evden kovulan Katyuşa zorlu bir hayat yaşamaya başlamış ve
sonunda kendini bir genelevde bulmuştur. Şimdi mahkeme salonunda bir tüccarı
zehirleme suçundan sanık sandalyesinde oturmaktadır. Aslında suçlu değildir ama
yargılama sürecindeki özensizlik sonucu kürek cezasına mahkum olur. Nehlüdov
mahkemede onu tanır ve bu duruma kendisinin sebep olduğunu düşünerek büyük bir
vicdan azabı duyar. Bunun sonucunda ona yardım etmek ve hikayenin sonu farklı
gelişse de onunla evlenmek üzere bütün hayatını değiştirir.
Nehlüdov kendisini sorguladığı gibi etrafını da sorgulamaya
başlar. Katyuşa’yı kurtarmaya çalışırken tanık olduğu bu yargılama süreçleri,
soylu sınıfındaki nüfuslu kişilerin kayıtsızlığı ve onların arasındaki
ilişkiler, hapishane ortamları, hapishanedeki insanların yaşadıkları dramlar,
köylülerin sefaleti, ezilen insanların yaşadıkları dram gerçekçi bir şekilde
anlatılır. Parası, nüfuzu ve bağlantıları olmayan insanların çilesi ve yok
hükmündeki hayatları çarpıcı şekilde dile getirilir.
Diriliş hem Nehlüdov hem de Katyuşa’nın ruhundaki
uyanmanın, sevgi, affetme ve başkalarına yardıma uzanan yeni hayatlarının
ifadesidir. Kendi hata ve zayıflıklarından arınarak daha anlamlı, başkalarına
duyarlı yeni bir hayat yolu inşa etmeye başlarlar.
Bu romanda, insanın kendi hayatını sorgulaması, arınma,
yeni bir hayat yolu benimsemesi, toplumsal katmanlar arasındaki çelişkiler,
ezilenlerin yaşadıkları acılar, din, adalet ve yargı sistemi, yaşanan olaylar
ve kahramanların söz ve görüşleri bağlamında ustalıkla ele alınır.
Aslında Nehlüdov’da Tolstoy'un kendi yaşamından izler
görürüz. Tolstoy’un da tıpkı itiraflarında dile getirdiği gibi gençlik
yıllarında bencilce, başkalarını düşünmeden yaşadığı dönemler olmuştur. Ancak
sonra basitliğe yönelmiş ve köylü insanların arasında vakit geçirmeye
başlamıştır. Topraklarını köylülere dağıtmıştır. Yeni bir ahlak yolu
geliştirmeye, doğu ve batı bilgeliğini birleştirmeye çalışmıştır. İnsanlığa bir
kurtuluş yolu bulma, hayatın anlamına ilişkin sorular Tolstoy'un hayatının son
döneminde yoğun olarak zihnini meşgul etmiştir. Tolstoy’un kendi içinde yaşamış
olduğu bütün bu fırtına ve arayışı aslında Nehlüdov üzerinden roman boyunca
görmek mümkündür.
Tolstoy'un ortaya koyduğu önemli bir manzara yargılama
süreçlerine ilişkindir. Şekli unsurlara hapsolmuş, hakimlerin ve savcıların
sistemin içerisinde, sistemin bir parçası olarak içine düştükleri körlük,
insanların bir dosya olarak görülmesi, insani boyuttaki eksiklik, nüfuzu ve
parası olmayan insanların kolayca kurban olabildiği, hata, ihmal ve
gecikmelerle hayatların karardığı bir yargı manzarası çıkar ortaya.
Suçsuz yere hapis yatırılan, sahipsizlik ve imkansızlık
nedeniyle sistemin kurbanı olmuş insanların hikayelerdir bunlar. Suç, ceza,
adalet kavramları da bu açıdan tartışmaya açılır.
Aslında herkes sistemin kurbanıdır. Suç onu yaratan
koşulların bir sonucudur. Kişi tek başına suçlu konumuna düşemez. Sistemin ve
çevrenin bilinçli ya da bilinçsiz katkılarıyla bu sonuç ortaya çıkar. Kitapta
şu ifadelere yer veriliyor:
“Mahkemelerin tek amacı toplumun bugünkü durumunun
sürdürülmesini sağlamaktır. Bunun için toplumda önde olan, onu yükseltmek
isteyen, siyasi suçlular dediğiniz insanları olduğu gibi; ondan geride olan,
suç işleyebilir diye nitelendirilen insanları da cezalandırır.”
Bir başka manzara da bunun sonucu olarak hapishanelerdeki
insan manzaralarıdır. Katyuşa’ya yardımcı olmak ve onu kurtarmak için çıktığı
bu yolculukta kürek mahkumlarının, siyasi mahkumların arasında dolaşır. Haksız
yere hapiste olanların, insani koşullardan uzak yaşayanların, fakirlerin ve
çaresizlerin yüzleştiği koşulları gerçekçi bir şekilde dile getirir.
Kendisinin de ait olduğu soylu sınıfının yaşantısı ise
zaman zaman tiksinti verecek niteliktedir. İnsanların güç ve nüfuz arayışını,
kendi konumlarının sürekli yükseleceğini, rahat ve iyi koşullarda olmaları
gerektiğini ve diğerlerinin sefaletinin normalmiş gibi sayılmasını gündeme
getiren bu bakış açısını kıyasıya eleştirir.
İnsanların içinde olduğu genel durumu da eleştirir Tolstoy.
Şu satırlara yer veriliyor kitapta:
“Herkes sadece kendisi için kendi zevkleri için yaşıyordu
ve tanrıyla, iyilikle ilgili sözlerin hepsi birer aldatmacaydı. Dünyadaki her
şey neden bu kadar kötü, insanlar neden durmadan birbirlerine kötülük
yapıyorlar, neden acı çektiriyorlar gibi sorular ortaya çıktığı zaman da bu
konuları düşünmemek gerekiyordu…”
Toprakta özel mülkiyete karşı olan Nehlüdov’un özellikle
kendisine ait toprakların köylülere bırakılması ile ilgili çalışmaları
sırasında yaptığı ziyaretlerde gördüğü dehşet verici manzaralar vardır.
Köylülerin içinde olduğu bu sefalet ve açlık boyutlarındaki yaşam, duydukları
güvensizlik çok çarpıcı bir şekilde anlatılmaktadır. Onlar lehine değişiklikler
yapmak isteyen Nehlüdov’a böyle bir şeyin mümkün olamayacağını düşünerek
güvensiz yaklaşırlar önce. Ayrıca şu satırlara yer veriliyor kitapta:
“Halk ölüyor, kendi ölümüne alışmış. Çocukların ölümü,
kadınların güçlerinin üstünde çalışmaları, herkes için, özellikle de yaşlılar
için açlık gibi ölümle sonuçlanacak yaşam biçimleri oluşmuş halk arasında. Ve
halk bu duruma öyle yavaş yavaş gelmiş ki, durumunun korkunçluğunu kendisi de
görmüyor ve bundan yakınmıyor.”
Başka bir eleştiri de dinin algılanışı ve kilise kanalıyla
nasıl yaşatıldığına ilişkindir. Bu eleştiri dinin aslından ve özünden
çarpıtılarak şekli unsurlara, ritüellere, kişilerin ve kurumların çıkarlarına
hizmet edecek bir yapıya dönüştürülmesidir.
Tolstoy’un dinle ilgili görüşü Tanrının krallığının
içimizde olduğu, yerleşik kilisenin doktrin ve ritüellerinin reddedildiği bir
görüştür esas olarak.
Tolstoy’un vermek istediği genel mesaj basittir aslında:
Adalet içinde insana hizmet eden bir sistem; sevgiye, affetmeye ve
yardımlaşmaya odaklanmış bir insan. Ayrıca, eğitimsiz hakla yol
alınamayacağını, gelir dağılımının adil olmadığı, kurumların doğru çalışmadığı,
insanı ve adaleti hedeflemeyen bir sistemin ciddi arızalar ortaya çıkaracağı
ortaya çıkıyor.
Aslına bakılırsa Tolstoy’un yaptığı Çarlık kurumlarına
karşı dinsel bir başkaldırıydı. Fakat ileri sürdüğü fikirler ve tespitler
köylüler kadar sosyalistlerin de hoşuna gitmişti. Gerçekten de 19. yüzyılın
ikinci yarısında Rusya toplumunda önemli çelişkiler ortaya çıkmış ve Ekim
Devrimine de alt yapı hazırlamıştı.
Şimdi kitap yazıldıktan bu yana 120 yıl geçti. Yazının
başlığını düşününce şöyle bir soru sorarak bitirmek istiyorum: Bugün Türkiye’ye
ve diğer ülkelere baktığımızda Tolstoy’un bütün bu söyledikleri neler
çağrıştırıyor bize? Hem sisteme hem de dinin ele alınış biçimine Tolstoy’un ki
gibi güçlü bir eleştiri gerekmez mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder