İlber
Ortaylı
1.Dünya Savaşı’nın en çilekeş, en tezatlar içinde yaşayan
başkenti St. Petersburg’da -ki savaşın başında adı Almanlara olan nefretten
dolayı Petrograd’a çevrilmiştir- 7 Kasım 1917’de varlıklı ve soylu bir ailenin
kızı dünyaya geldi. Babası petrol işleri ile meşgul Azerbaycanlı Ivan Melikoff
ve annesi Rusya ayanından Yevgenya Nikiferovna Mokşanova idi.
Şehrin bir kesimi kalın duvarların arkasında eski şaşaalı
hayatını sürdürürken, öbür kesim açlık ve ölüme isyan etmişti. İhtilal
patlamıştı, yeni doğan bebek ailesinin eski yaşamıyla ilgisi olmayan bir
istikbale doğmuştu. Irene Melikoff kendisine miras kalan ama maddi değil,
kültürel bir zenginliğin pırıltısı ile soyundan gelen güzellik ve zekası
yanında sıkıntılı bir maddi hayatı bir arada yaşayacaktır.
Sürgündeki Ruslarda görülebilen seçkin bir kültür ve
müzikal bir Rusça, Fransızların dahi göstermediği bir özenle edinilen zengin ve
hoş aksanlı Fransızca ve her iki millette de görülmeyen zengin, düzgün
telaffuzlu İngilizce, Irene Melikoff’u etrafından oldukça farklı kılıyordu. Hiç
kuşkusuz onu farklı kılan bir diğer yönü de sık sık “Efendim”le hitap ettiği
temiz Türkçesiydi.
Açıkçası soyundaki Kafkaslılık ağır basmış ve belki de bu
yüzden Paris’teki Türk çevresinde tanıdığı Faruk Sayar ile evlenmişti. Üç kızı
da bu evliliktendi ve bütün kültürlü Ruslar gibi çocuklarına Fransa’da dahi hem
Rusçayı hem Türkçeyi öğretmişti. Kızı Şirin her iki dili de mükemmel kullanan
bir Fransa aydını ve üniversite hocasıdır.
Genç Irene, Sorbonne Üniversitesi ve Paris’teki ünlü Şark dilleri
okulunda (Ecole Nationales des Langues Oriantales) eğitimini tamamladı. O
yıllarda kendisiyle birlikte burada öğrenim görenler Türkoloji dünyasının
gelecekteki en renkli grubunu oluşturuyordu: Avusturyalı Andreas Tietze,
Fransa’dan Louis Bazin ve Britanyalı Bernard Lewis... Hocalardan biri Türk
gramerini yazan ünlü Jean Deny’di.
Ama bu zeki ve renkli gençleri en çok etkileyen sürgündeki
Dr. Adnan Adıvar’dı. Bernard Lewis’in ifadesiyle onlara sadece Türk tarihini ve
Şark edebiyatını değil, her şeyi, hatta Goethe’nin “Faust”unu bile anlatırmış.
“Bilgisi ve kültürü ile iki dünyaya aitti ve ikisinin de efendisiydi” der.
Irene Hanım ünlü “Danişmendname” üzerine çalıştı, bu tez
ona bir şöhret kazandırdı ve giderek Türk halk kültürüyle ilgilenmeye başladı.
Kimsenin, hatta Türklerin bile derli toplu bilmediği
sahalar ilgisini çekti. Güzel ve cana yakındı, bilge ve sıcak kişiliğiyle her
zaman Anadolu halkının muhtelif gruplarının dostu oldu. Bir aşıklar gecesinde
tribünlerdeki kadınların “Irene Bacı!” diye tabur halinde onu çağırıp nümayişle
aralarına aldıklarını hepimiz gördük.
Cem ayinlerini izledi. Anadolu Aleviliğinin bilinmeyen
yanlarına baktı, tarihî malzemeyi kullandı. Bizdeki Bektaşilik, Alevilik,
Babailik gibi sahaların yetkin araştırmacısı olan tarihçi Ahmet Yaşar Ocak da
Strasbourg Üniversitesi’nde onun yanında yetişmiştir. İkisi Fuat Köprülü’den
beri, Anadolu Aleviliği ile Şiilik arasındaki farkları sarahatle ortaya koymak
gibi bazı yeni açılımlar yaptılar.
Irene Melikoff sadece etrafındaki Türk öğrencilere
Avrupa’da yaşayan Alevi aşık ve sofulara değil, başı derde giren ve sokakta
kalan Türk işçi ailelere bile yardım etmekle tanınır. Bir ara damadı merhum
Kasım Yeşilgül ile birlikte bu işe kendilerini hasretmişlerdi.
Irene Melikoff, Alevilik-Bektaşilik ile ilgili sahalarda
“Uyur idik Uyardılar”, “Alevilik-Bektaşilik Araştırmaları”, “Hacı Bektaş”,
“Efsaneden Gerçeğe” gibi çalışmalarının Turan Alptekin tarafından çevrilmesiyle
Türk okuyucu tarafından izlenebildi. Ama Fransa’da Türkoloji sahasındaki öğretmenliği
ve meslektaşlar arasındaki dost davranışıyla her zaman için gönüllerde yerini
tuttu.
İlber
Ortaylı, Defterimden Portreler, Timaş Yayınları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder