Sevinç
Üçgül
Kaynak:
http://t24.com.tr/k24/
Rus
edebiyatında nesrin küçük türlerinin 20'nci yüzyıl sonuna doğru artışını,
yazarın manevi arayışına, ifade sanatını yenileme, zenginleştirme çabasına,
yaratıcı bireysel sanat gelişimine bağlayabiliriz
Ateş
ve Karıncalar
Ateşe
çürümüş bir kütük attım, içinin silme karınca dolu olduğunu fark edememiştim.
Kütük
çatırdayınca karıncalar dışarı fırladı, ne yapacaklarını bilemeden koşuşturup
koşuşturup kütüğün üstüne çıktılar ve alevlerin içinde büzülerek yandılar.
Kütüğü kaptığım gibi kenara fırlattım. Yandaki kum ve çam yapraklarına koşan
çoğu karınca kurtuldu. Ama tuhaftır; ateşten kaçmıyorlardı. Korkularını yener
yenmez yönlerini değiştirdiler, kendi etraflarında dönmeye başladılar. Bir güç
onları geri, terk ettikleri vatanlarına döndürmüştü. Birçoğu yanan kütüğe doğru
atıldı, üstünde oraya buraya koştular ve orada öldüler…
Karaağaç
Kütüğü
Odun
kesiyorduk. Karaağaç tomruğunu aldığımızda şaşkınlıktan çığlık attık. Geçen
sene karaağacı kesip traktöre yükledik, onu doğrayıp mavnalarla taşıdık,
istifledik, yere indirdik.
Ama tomruk dirençli çıkmış ve bir filiz salmıştı,
yeşerecek büyük dalların habercisi olan küçücük bir filiz…
Karaağaç
tomruğunu tıpkı cellat kütüğüne koyar gibi hızara yatırdık, ama kesmeye elimiz
varmadı. Yapamadık, nasıl yapabiliriz ki! Baksanıza ne kadar da hayata bağlı!
Hepimizden daha fazla…
Karabaş
Bizim
avluda çocuğun birinin daha küçücük enikken aldığı zincire bağlı karabaşı
vardı. Bir keresinde ona hâlâ sıcak ve buram buram kokan tavuk kemikleri
götürmüştüm. Tam da o sırada sahibi, zavallıyı dolaşması için serbest bıraktı.
Avlu diz boyu yumuşacık karla kaplıydı. Karabaş kâh ön ayakları, kâh arka
ayakları üstünde tavşan gibi zıplıyor, avlunun bir ucundan diğerine, öbür
ucundan bu ucuna koşturup duruyor, suratını karın içine sokup çıkarıyordu.
Bana
koştu, tüy yumağı zıplayarak etrafımda dolandı, kemikleri şöyle bir koklayıp
gerisin geri karlara atıldı! Ne yapayım sizin kemiklerinizi, der gibiydi.
Özgürlük verin, yeter!..
Sudaki
Yansıma
Baktığında,
hızla akan suyun yüzünde ne yakın ne de uzaktaki şeylerin yansımalarını ayırt
edebilirsin. İster duru ister köpüksüz olsun, bu sürekli titreşen
dalgacıklarda ve dinmek bilmeyen akıntıda yansımalar belirsiz,
yanıltıcı, anlaşılmaz…
Nehirden
nehre geçip kendine geniş bir ağız bulduğunda ya da duracağı küçücük bir
birikintiye rastladığında ya da suyun oynamadığı bir göle ulaştığında, kıyıdaki
ağacın her yaprağını da, incecik bulutların her telini de mavi mavi dökülüp
duran gökyüzünün derinliklerini de işte, yalnızca orada ayna şeffaflığıyla
görürüz.
Aynen
senin gibi, aynı benim gibi. Ölümsüz gerçeği hâlâ göremiyor ve
yansıtamıyorsak hâlâ bir yerlere akıp gidiyoruz demek değil midir?
Hâlâ yaşıyoruz demek değil midir?
Aynen
senin gibi, aynı benim gibi. Ölümsüz gerçeği hâlâ göremiyor ve
yansıtamıyorsak hâlâ bir yerlere akıp gidiyoruz değil mi?
Hâlâ yaşıyoruz değil mi?
(“Sudaki Yansıma”nın şiir çevirisi - çev. Uğur Büke)
Hızla
akıp gidiyorsa su,
Fark edilmez yansımalar,
Ne uzaktaki ne yakındaki.
Hayal meyal ve güvenilmezdir,
Ve anlaşılmaz,
İster duru, ister köpüksüz
Hızla akıp giden dalgalarda yansımalar.
Fark edilmez yansımalar,
Ne uzaktaki ne yakındaki.
Hayal meyal ve güvenilmezdir,
Ve anlaşılmaz,
İster duru, ister köpüksüz
Hızla akıp giden dalgalarda yansımalar.
Geniş
bir ağızda,
Irmaktan ırmağa geçip geldiği,
Ya da küçücük bir birikintide
Yorulup dinlendiği,
Ya da kucağında dingin bir gölün,
Görürsün yansımalarını
Ayna şeffaflığında
Kıyıdaki her ağaç yaprağının,
Her telini incecik bulutların
Ve mavi mavi dökülen
Gökyüzü derinliklerinin.
Irmaktan ırmağa geçip geldiği,
Ya da küçücük bir birikintide
Yorulup dinlendiği,
Ya da kucağında dingin bir gölün,
Görürsün yansımalarını
Ayna şeffaflığında
Kıyıdaki her ağaç yaprağının,
Her telini incecik bulutların
Ve mavi mavi dökülen
Gökyüzü derinliklerinin.
Aynı
sen, aynı ben.
Göremiyorsak,
Ve yansıtamıyorsak ölümsüz gerçeği,
Değil midir bir yerlere akıp gitmekliğimiz
Ve hâlâ yaşadığımız?
Göremiyorsak,
Ve yansıtamıyorsak ölümsüz gerçeği,
Değil midir bir yerlere akıp gitmekliğimiz
Ve hâlâ yaşadığımız?
***
Gulag Takımadaları, İvan Denisoviç’in Bir Günü,
İlk Çember, Kanser Koğuşu, Matryona’nın Evi, Kızıl Tekerlek gibi
eserlerin yazarı Aleksandr Soljenitsın’ın “Minyatürler” diye adlandırdığı
dizisinden yukarıdaki örnekler, okura yazarın sanatına farklı bir açıdan
bakmayı sağlar mı? A. Soljenitsın'ın “Minyatürler” diye adlandırdığı bu
eserleri dizi hâlinde iki farklı dönemde yazdığını görüyoruz: 1958-1963 ve
1996-1999 yılları arasında. 30 yıla yakın zaman aralığı ve Soljeintsın’ın
yeniden minyatür türüne dönüşü ilginç bir tespit. SSCB’de yaşadığı yıllarda
kaleme aldığı ilk dizide 17 minyatür eser yer almaktadır. 14 eserden oluşan
ikinci diziyi Sovyetlerin yıkılmasıyla vatanına geri döndükten sonra yazan
Soljenitsın,
“Rusya’ya döner dönmez kendimde bunları yazma gücü buldum, orada
bunları yazamazdım…” der. Yazarın minyatür eserleri yazma konusundaki bu
yorumu, türün kendisi için önemli olduğunu göstermekle kalmaz, yazarın bu
eserleri yazdığındaki bazı etkenlerin bulunduğu mekânla doğrudan ilgisini de
gösterir. Bu durumu, M. Dostoyevski’nin Rusya’nın dışına çıktığında yazma
konusunda zorlandığını söylemesi misali algılamak mümkündür.
Polonyalı Slavist B. Kodzis, Soljenitsın’ın bu eserlerini
şöyle yorumlar. Soljenitsın, “Rus
edebiyatında Sovyet döneminde uzun süre arka plana atılan lirik minyatür (ya da
şiirimsi düzyazı) türünü, Turgenyev, Prişvin, Bunin’in deneyimlerini yaratıcı
benimseyerek ve kurgu, belgesel türe özgü elemanları, anı türünün özelliklerini
ve tarihî bilgileri ustaca birleştirerek, ona yeni ve son derece mobil bir
karakter kazandırmak suretiyle bu türü yeniden canlandırdı.”
1970 Nobel Edebiyat Ödüllü yazar Aleksandr Soljenitsın,
Türkiye’de yoğun ilgi gören 20'nci yüzyıl Rus yazarlarındandır. Bu ilgi, siyasî
nedenler dolayısıyla yazarın edebiyat eserlerinin önüne geçmiş olsa da,
yaşadığı dönemin toplumsal ve siyasî sorunlarını gündeme taşıyan ve çözüm
önerileri talebinde bulunan Soljenitsın siyasî değil, yazar kimliğiyle
vurgulanmaktadır. Genç araştırmacı Badegül Can Emir, A.Soljenitsın’ın üzerine
Türkiye’deki çalışmaları değerlendirdiği yazısında bu durumdan şöyle bahseder:
Yaşamının
20 yılını vatanından ayrı, sürgünde geçirdikten sonra, Mihail Gorbaçov’un
yurttaşlık haklarının geri verilmesi doğrultusunda çalışmaları ve sürgünü ile
ilgili kararı 1991’de kaldırmasıyla, Soljenitsın 1994 yılında ülkesine döner.
Yazar kimliğiyle birlikte matematikçi, fizikçi, tarihçi, filozof, politikacı ve
insan hakları savunucusu gibi görülen Soljenitsın, insanları hür bir birey
olarak değerlendirir ve insanlar üzerinde baskıcı bir yönetimi dışlar.
Soljenitsın’ın eserlerinin merkezinde Rusya’nın sosyal politik ve ekonomik
değişim ve dönüşüm dönemi ile ilgili gerçekler uzanmaktadır. Soljenitsın gerek
yaşamı süresince gerekse ölümünün ardından, Stalin döneminin karanlık perdesini
cesurca aralayan bir yazar olarak dünyada büyük ilgi görmüş, eserleri birçok
dile tercüme edilmiştir. Dünya çapında büyük bir yankı uyandıran yazarın Türk
okurlarıyla buluşması ise siyasî havanın oldukça karışık olduğu 70’li yılların
Türkiye’sine denk düşer. Ancak Türk okuru ve yazınını Soljenitsın’ın edebî
yaşamını öğrenme ve araştırma noktasında bazı sıkıntılar bekler. Bunlardan ilki
yazarın Türkçeye çevrilen eserlerindeki tercüme sıkıntıları ve edebî yaşamına
dair çok az verinin mevcut oluşudur. Soljenitsın, bir yazardan ziyade siyasî
kimliğiyle ön plana çıktığı için, çok defa politik malzeme edilmiştir. Bu
durumdan yazarın edebî söylemleri olduğu kadar, politik söylemlerinin oluşu da
pay sahibidir… Türkiye, Nobel Ödüllü yazarın ün yakaladığı, çok okunduğu
ülkelerden biridir. Türk okuru Soljenitsın ile ülkenin siyasî anlamda karışık
olduğu bir dönemde tanışmış, fikir dünyalarına göre yazarın yanında ya da
karşısında yer almışlardır.”
A. Soljenitsın’ın küçük türlerde eser vermesi nasıl
yorumlanabilir? Aslında Rus edebiyatında yazarların tür konusunda bir
sınırlaması olmamıştır. İvan Bunin öykülerle yazarlık hayatına başlar,
öykülerin yanı sıra fevkalâde güzel şiirler yazar, daha sonra povest ve roman
türünde eserler verir. Boris Pasternak bir şair iken, kendisine dünyaca ün
getiren tek düzyazı eseri Doktor Jivago romanını yazar. 20'nci yüzyıl
Rus edebiyatında önceki yüzyıldan farklı olarak sanatın ve sanatçının değerini
belirlemede büyük türler ve özellikle de roman yazmak bir ölçü, emsal olmaktan
çıkmış, küçük türler de geleneksel bakışla “artçı” olmaktan sıyrılıp önem
kazanmaya başlamıştır. İvan Bunin’e yazdığı bir mektubunda bu durumun A.
Çehov’u kahrettiğini hatırlatmak isabetli olur: “Şimdi tadını çıkararak keyifle
öykü yazabilirsiniz. Zira buna herkes alıştı. Ben bu küçük türe yol açtığımda
beni çok tartaklamışlardı… Roman yazmamı talep ediyorlardı, aksi hâlde yazar
diye kendimi bile tanıtamazmışım…”
20'nci yüzyılın tanınmış öykü yazarı Yuri Bondarev’in küçük
türlerle ilgili açıklaması, büyük hacimli eser yazmanın bir yazarlık emsali
oluşu düşüncesine farklı bir yorum getirerek “Kısa tür, yazımı en zor edebî
türlerdendir” yönündedir. Rus yazarı Yuri Kazakov ise kısa türden
vazgeçemediğini şöyle açıklar: “Öykü kısalığıyla caziptir, insanı farklı şeyler
edinmeye alıştırır. Örneğin, yaşamı izlenimcilerin gördüğü gibi anlık ve net
olarak görmeyi öğretir. Belki de bu yüzden ondan vazgeçemiyorum. Bu iyi mi kötü
mü, onu da bilmiyorum. Fakat bir fırça vuruşu, bir dokunuş ve yaşamın kendisine
eşdeğer ebediyete benzeyen bir an.” Küçük türleri “aklamaya” çalışan bir başka
isim Isaac Singer de “Benim öyküye yüksek değer vermemin sebebi yazarın romanda
değil, sadece öyküde mükemmelliğe vardığını düşünmemdir. Roman yazdığınızda,
özellikle de büyük roman, kendi metninizi kontrol edemiyorsunuz, bu 500
sayfalık bir yazının planını çizip onu gerçekleştirmek için de geçerlidir. Ama
öyküde gerçekten bu olanağı mükemmel şekilde gerçekleştirebiliriz” diye yazar. Boris
Tomaşevski, öyküdeki kurgunun temel prensibinin “tasarruf ve amaca uygun
motifler (olay, karakter veya eylem) olduğunu, bir yazarın affedilemeyecek
yönünün ise metni aşırı doygunluğa vardırması, aşırı detaylar, zorunlu olmayan
ayrıntı yığınıyla doldurması olduğunu şöyle ifade eder: “Ama bu durum istenmese
de çok sık görülmektedir. Garip olan da bu hususların oldukça dürüst ve özenli
kişilere özgü oluşudur. Bu yazarlarda her metinde maksimum şey söyleme isteği
doğar. Eserin konusu nedir? Her şey. Yaşam ve ölüm, insan kaderi ve insanlık,
Tanrı ve Şeytan vs. Burada iyi olan nedir? Birçok esere yetecek kadar ilginç
buluşlar, insanlar, olaylar. Hepsinin bir metinde olması ise sıkıntı doğurur.”
Rus edebiyatında, yazarların tür konusuna her zaman özgün
yaklaşımları izlenmektedir. Bu özgünlükten kastedilen, tür konusuna yaratıcı
yaklaşarak onun sınır ve parametrelerinin dışına çıkmalarıdır. Edebiyat da bu
vesileyle her yazarda kendisini yeniden bulmakta, yeni baştan yaratılmakta,
ifade edilen içerik bireysel olarak yenilenerek anlatıcının üslubuyla tekrar
edilmezliğe bürünmektedir. Edebiyatta gelenek ve sürekliliğin devamı tür
konusunda yenilikleri gündeme getirir. Günümüzün bir fenomeni sayılmakta olan
küçük türler her ne kadar öyküyle bağlantılı açıklamalara dayalı tanımlansa da,
konuyla ilgili tartışmalar bu türleri çeşitlendirmekte, onların kavramsal,
içerik ve sınır çizgilerini belirleme konularında tartışma yaratmaktadır. Rus
filozof ve edebiyatçı Mihail Bahtin bir yazar için önemli olan şeyin
“Gerçekleri türün gözünden görmeyi öğrenmeyi başarmak” olduğunu söyler ve bunun
gerekçesini şöyle açıklar. “Gerçeklerin belirli yönlerini anlamanın,
algılamanın yegâne yolu onu ifade etme aracının kullanımına ve seçimine
bağlıdır.”
Küçük türlerin ön plana çıkışını, hızla gelişen teknik
ilerlemeler, insanların aşırı yoğun oluşu ve zaman sorunu gibi konularla
açıklayan görüşler vardır. Konuyla ilgili Türkiye’de de bir tartışma ve farklı
yorumlar görülmektedir. Prof. Dr. Gürsel Aytaç: “Günlük hayattan bir kesit
sunmak konusuna gelince: Kesit-bütün ilişkisi, sanırım, 20'nci yüzyıl tabiat
bilimlerindeki her alana el atan bilimsel yaklaşımın eseri. Bir doku hakkında
bilgi edinmek için nasıl küçük bir kesiti mikroskop altına almak yetiyorsa,
hayatın ne olduğunu, insanların mizacı vb. için de büyük olayları beklemek,
izlemek gerekmiyor, günlük yaşayıştan küçük bir zaman dilimi, güzel sunulmuşsa,
çok şey anlatabiliyor.”
Prof. Dr. Şârâ Sayın: “Büyük kentli okurun zaman darlığı ve
içinde yaşadığı aşırı hızlı temponun, dergi ve magazin yayımcılarını kısıtlı
uzunlukta öyküleri yayımlamaya zorladığı bir gerçek” der.
Küçük türlerin öyküye benzetilmesi; bir olay veya durumdan
bahsetmesi, detayların sembolik aktarımı, anlatıda netlik ve minimal sayıdaki
karakter, alegorik anlatım, dinî içerik gibi bu türdeki eserlerin temel
özelliklerindendir. Bu eserlerdeki olayların veya durumların ayrı ayrı
karelerde ele alınışı aslında romanı yeniden kavrama yöntemi olmaktadır. Genel
olarak kimlik, zaman ve hafıza küçük türün temel konularıdır. Günümüz yazınında
“aleniyet ve bitmemişlik,” romana özgü konuların birbirine refakat etmesi ve
konuların birbirine destek vermesi, dizi hâlindeki öykülerin ortaya çıkması
buna işaret eder. Buradaki her öykü, bu dağınık bütünsellikten sadece bir
parça, bir fragmandır. Kurmaca ve belgelere dayalı anlatı arasındaki sınırların
aşınması türlerin evrimindeki bir kademe sayılabilir.
Küçük türlere özgü olan hususlar: sembolleştirmelere
eğilim, felsesefî genelleme, insanın iç dünyası ve manevi evrimine göndermeler,
alegori, imalar, kapalı anlatım, olay örgüsünün şart olmayışı, detaylardan
kaçınma, gerçek dışı ve fantastik etmenlerin varlığı şeklinde sıralanabilir.
Uzun tartışmalardan sonra öykünün bir alt türü olmadığı,
içerik, kapsam ve sınırlarıyla özgün bir tür olduğu kabul görülen “minyatür”
tür, 1960’lı yıllardan itibaren Rus edebiyatında roman, povest ve öykü gibi
türlerin yanı sıra ön plana çıkarak yaygın kullanımıyla dikkatleri üzerine
çekmektedir. “Minyatür” kelimesinin bir tür olarak tanımlandığını ilk kez 1925
yılında yayımlanan “Kısa Edebiyat Ansiklopedisi”nde görüyoruz. Konu yazarı
edebiyat bilimci V. Dınnik, burada edebî terim olarak minyatür türün resim
sanatından edebiyata geçtiğini belirterek onun kavramsal çerçevesini belirtir.
Dınnik, İvan Turgenev’in “Şiirimsi Düzyazı” diye adlandırılan türdeki
eserlerinin lirik tür örneği olduğunu, minyatürün ise epik ve dramatik türe
özgü olduğunu söyleyerek “minyatür”ü ilk kez özgün ve bağımsız şekilde tür
tabelasında yerleştirir ve konuyla ilgili tartışmalara nokta koymak ister.
Fakat 1934 yılında yayımlanan 10 ciltlik “Edebiyat Ansiklopedisi”nde çıkan
yoğun tartışmaların hedefi hâlinde olan bu türle ilgili eleştiri yazısında,
onun “tarihî gerçeklerden yoksun içeriğiyle ‘minyatür’ teriminin bilimsel
değeri yoktur” denilir. 1967 yılında yayımlanan “Kısa Edebiyat
Ansiklopedisi”nde araştırmacı L. Levitski “minyatür türünün belirtileri göreli
olup terimin kendisi de önemli ölçüde farazidir” diye yazar.
Bu tartışmalar 1950’li yıllara dek sürer ve edebî eleştiri
minyatür türünü kendi başına bir tür olarak kabullenmez, onu öykünün bir çeşidi
olarak tanımlar. 1970’li yıllardaki araştırmalarda, daha fazla örnekler üzerine
yapılmış incelemelerde, minyatürün bir tür olarak ilgi çekici, önemli ve zengin
biçimiyle öyküden farklı olduğu belirtilerek onun tür özelliği ve sınırları
çizilmeye başlanır ve minyatür, Rus edebiyatında bir tür olarak kabullenilir.
Bir sosyokültürel sürecin yansıması, gerçeğin bir ifadesi olarak çağın ruhunu
yakalayan ve aktaran örnekleriyle günümüz Rus edebiyatında nesrin küçük türleri
arasında yer eder. Yazarların edebî tür kurallarının sınırlarını zorladığı,
duygu yüklü veya entelektüel ifade güçlerinin olanaklarını aktardığı,
deneyimlerini sanat değişimleriyle denediği, kurgusal kurallardan özgür
kurgulamaya yöneldiği bireşimli tür yapısı, minyatürü okurlar nezdinde de
farklı kıldırdı. Lirik ve epik karışımlı yapısı, şiirle nesir arasındaki yeri,
yazarın kendisinin ön plana çıkışı ve olayların anlatıcı açısından aktarımı,
geneli özelin örneğinde aktarma, lirik-felsefî anlatım, günlük yaşamın şu veya
bu sorununu gidermeye yönelik olması, türün temel özellikleri olarak
kaydedildi. Minyatür tür nesirle şiirin hudut kapısıdır, sınırıdır. Nesirden
anlatım araçlarını, mecazi anlatımı, karakter betimlemesini, şiirden ise ifade
araçlarını, kurgudaki özgürlüğü, yazar veya lirik anlatıcı gibi özellikleri
içeriğine katar.
Her geçen gün küçük türe olan ilginin artması, bu türle
ilgili düzenlenen festival, yarışma ve diğer etkinliklerin türün
yaygınlaşmasına etki ettiğini gösterdiği gibi, çağı ve arz talep konusundaki
gündemi iyi değerlendirmenin de göstergesi sayılabilir. Bu anlamda aralıklarla
düzenlenen “Edebiyatta Küçük Türler” adlı festival ve yarışmalar çok sayıda
yetenekli yazar ve eserleri okurlarla buluşturmaktadır. Günümüzde minyatür
türünde eser veren isimlerden, özellikle sosyal medya ve edebiyat bloglarında tanınan,
yarışma ve festivallerde eserleri sunulan yazarlardan örnek göstermek
gerekirse, Svetlana Zagotova, Henrik Sapgir, Valeri Zemski, Sergey Kiroşka,
Konstantin Pobedin, Elina Sventsitskaya, Mihail Nilin ve onlarca isim
sayılabilir.
Svetlana
Zagotova
***
Bir
keresinde âşık olduğumu anladım. Kendi düşmanımı sevdim. Ben onu tanıdım. Peki,
o? Ben onu dar bir sokakta takip ettim. Çevresine dönüp bakarak yürüyordu.
Adımlarını hızlandırdı. Koşmaya başladı, ben de koştum. Ay uçurumun kenarına
çömeldi. O, Ay’ın arkasına saklanmak istiyordu, ama Ay’ın arkasında bir yankı
duyuldu. Kanatların nerede sevgili düşmanım? Nerede onlar?
Küçük
türde ağırlıklı olarak şiirimsi havası ve ritmiyle dikkatleri çeken Henrih
Sapgir’in bu minyatürü büyük ilgi görmüştür. Yazarla ilgili jürilerin yorumu da
ilginçtir: “Henrik Sapgir’in bu anlamda başarılı bir yazar olduğunu
söyleyebiliriz. Sapgir konudaki fragmanları öyle itinayla budamaktadır ki metin
tamamıyla hafiflemiş olarak okura sunulur. O, tumturaklı anlatım ve uzantıları
acımasızca söküp atar.”
Tesadüfî
kelimeleri al ve atla
Tesadüfîleri al ve kelimeleri boş ver
Kelimeleri al ve tesadüfleri geç
“Kelimeleri kelimeleri kelimeleri” al.
Kelimeleri al ve “almayı” boş ver
Ve kelimeleri de boş ver.
Tesadüfîleri al ve kelimeleri boş ver
Kelimeleri al ve tesadüfleri geç
“Kelimeleri kelimeleri kelimeleri” al.
Kelimeleri al ve “almayı” boş ver
Ve kelimeleri de boş ver.
Yazarın “Aralık Sabahı” diye adlandırdığı bir diğer
minyatüründe noktalama işaretleri esere farklı bir hava katmaktadır.
Aralık
Sabahı
Sabah
karanlıktı… Bir çocuk gibi: her iki ayağı pantolonun sol bacağına soktu, sağ
bacak ise yan tarafta sallanadurdu. Koskocaman adam, ama işte böylesine ufak
bir can sıkıntılı hatacık. Bir de bununla uğraş dur. Ama yine de neler olmuyor
ki!
… Bir
kadının da başına gelebilirdi. Ama onlar eteği başlarından aşağıya giyerler.
Peki, yukarıdan çektiklerinde tam aşağıya dek indiği, ona ayaklarıyla
bastıkları olmuyor mu? Bir suya basar gibi, soğuk olup olmadığını dener gibi?
… Genelde
kendi yaptıklarına bakmalısın.
… Başkasının
yaşamına bir hamlede sokulmak gibi, hatta denemeden. İki ayağını pantolonun bir
bacağına sokar gibi… Kendi kendine gülümsedi.
… Hatta
pantolonu yeniden giydiğinde, evet şimdi oldu dediğinde bile bir sıkıntı
duyabilirsin. İşte bu. Her şey bir birine karıştı. Gece sabahı kovalayarak
gündüze dönüştü. Ve rüyada gördüklerin hâlen gerçeklere karışıp dururken. Gerçekten
sevgilisinin karanlık ve dar dairesinde bulundu mu? Bunu hatırlamak bile tatlı
ve mest ediciydi. Veya şimdi o bir eş olarak hayatına girecek ve dünkü
tartışmayı anmak bile istemediği mi gerçekti? Çalışma odasında uyuyakalmıştı.
Karanlığın
bir nedeni de vardı. Kar yoktu. Üstüne üstlük. Masadaki küpe benzer bardak
doluydu, ışıkla mı, sıvıyla mı, içerisinden ışık saçılıyordu.
Sergey Kiroşka
***
Sarışın
yakışıklı çocuk bir gol attı. Beğenilme tutkunu insana özgü dişlerinin hepsinin
göründüğü tebessüm yüzüne yayıldı. İstediği her şeyi yapıyor ya. Gol nedir?“Her
şeyi yapabilirsin”in kanıtı. Başka türlüsü mümkün mü zaten? Attığı gole
seviniyor. Bir de her şeyi yapabildiğine. Bir de genelde şanslı olduğuna.
Valeri Zemski
Sakura’nın Çiçek Açma Anı
O
sevdiğini söylüyor. Kırıntılar bağrından silkiyor. Bembeyazlar içinde. Belki
küldü? Balkon uzaktadır, tam olarak seçemiyorum. Kayboldu. Kayboldular. İki
kadın duruyordu. Kız kardeşi mi, kız arkadaşı mı, teyzesi mi? Halı balkonda
kaldı. Kenarları yeşil çizgili vişne renkli halı. Vişne rengi. Bahçede
vişnelerin çiçek açışı, dağlardan akan şelaleler. Burada ne şelale, ne dağ, ne
vişne ağacı var. Vişne ne zaman çiçekler? Bilmiyorum. Pencerenin altında idris
ağacı çiçek açmış. Üvez ağacı beyaz çiçeklere bürünmüş. Halının üzerinde
pembemsi bir şey var. Havlu mu?
Yine
balkondalar... ama o değil, kız arkadaşı. Kıvır kıvır dans ediyor elindeki
elmayı ısırarak. Sarı giysili kızıl sarı kız. İşte üç kişi oldular. Bense
yalnızım. Şarkı söylemeyi bilmem.
Onların üstten aşağıya elmanın kalan kısmını
nasıl attıklarını ve saklandıklarını izliyorum.
İşte
yine onlar. Onlar değil, o da değil. Birden ortaya çıktı. Hâli benden de kötü
görünüyor. Kafası takatsizce halıya eğiliyor. Ona dokunmayın… o henüz… Hâlen
kafasını silkiyor. Yüzünü ovalıyor… Neden onun yanaklarına vuruyorsun, leylaki!
O daha iyi durumda. Peki ben? İşte şöhret, aşk, dünya, baş ağrısı böyle geçip
gidiyor.
***
Günümüzde de nesrin küçük türleri üzerine tartışmaların
devam ettiğini görmekteyiz. Rus göçmen yazar Yu. Drujnikov, “Politik
konjonktürden uzaklaşarak, bir eserin sınırlarını çizmekte teorik açıdan da
zorlukların olduğunu itiraf etmeliyiz. Çünkü her türün özelliklerinin sabit
olmayışı konusundaki haklı söylentilere sıkça rastlanmaktadır. Burada söz
konusu ölçüsüzlük değil, içerik ve tür arasındaki uyumdur. Başka bir deyişle,
Surikov’un Morozova Hanımefendi resminin çerçevesinin içine küçük bir kitap
resmini yerleştirebilir miyiz? Veya tam tersi, duvarı tam kapsayan ölçüdeki bir
kumaşı fotoğraf için kullanılan masa üstü bir çerçeveye koyabilir miyiz” diyerek
konuyla ilgili tartışmaları yine soruyla bitiriyor.
Sonuç olarak, küçük tür kavramı, yazarların bir sanat
arayışının ifadesi olmaktadır. Minyatür tür, gazete yazıları, kısa belgesel
yazıları, temelde en yaygın bilinen ve bir zamanların küçük türü sayılan öykü,
belgesel, novel gibi çeşitli edebiyatlarda öne çıkıp daha sonra diğer
edebiyatlara da yayılan türlerin değişimi mi? Bu değişimin çizgileri nasıl
belirlenmiştir?
Edebiyat teorisyenleri ve eleştirmenlerinin ilgisi bu türler
üzerinde ne kadar yoğunlaşmıştır? Küçük türlerin genel olarak bu anlamda merkez
konuma alınmayarak arka planda kaldıkları bilinen bir gerçek. Fakat
bahsettiğimiz 20'ncü yüzyılın son çeyreği ile yeni yüzyılda küçük türlerdeki
artış, yaygınlaşma oranı ve küçük türlere yönelen ilgi, onların da edebiyat
arenasında hak ettikleri yer konusunu gündeme taşımıştır. Rus edebiyatında
nesrin küçük türlerinin 20'nci yüzyıl sonuna doğru artışını, yazarın manevi
arayışına, ifade sanatını yenileme, zenginleştirme çabasına, yaratıcı bireysel
sanat gelişimine bağlayabiliriz. Bu artışı, günümüz insanın yaşamındaki
çokyönlü yoğunluğun, yaşamın dünü, bugünü ve geleceğiyle ilgili manevi ve sosyal
sorunların edebiyata yansımasıyla ilintileyebiliriz. Günlük yaşamın mozaik
yapısını yansıtmattıkları, “yaşamın hızlı akışını bir kesit olarak sun”dukları
ve mobil özelliğinin hızla yayılmalarını sağlaması ise küçük türlere özgü bu
tartışmalarda ortak bir kanaattir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder