Hakan
Aksay
Kaynak:
http://t24.com.tr/
Bazı şarkılar insanın canını yakar.
Bazen bir müzik, bazen bir koku, bazen bir söz, bazen de
bir görüntü aniden insanın içini sızlatır.
Çünkü o müzik, o koku, o söz, o görüntü size artık hiçbir
zaman ulaşamayacağınız geçmişi hatırlatır.
Hatırlarken bir süre bambaşka bir dünyadan denenmiş
mutluluklar devşirirsiniz.
Ama anıların yakıtı hayal gücüdür.
O tükendiğinde hayaller gerçeğe dönüşür.
Hislerinizin size yaşattığı yolculuk keskin bir frenle
duruverir.
Onca uzaktan nasıl bu kadar çabuk döndüğünüze şaşarsınız.
Şaşar ve üzülürsünüz.
O uzağa dokunamazsınız, onu tutamazsınız, onun içinde
eskisi gibi yaşayamazsınız.
*
*
*
Bu yıl hayatımın önemli bir bölümü yollarda geçiyor.
Yollarda sıkılmamanın en kolay yolu, içinde bulunduğunuz
ortamı ve karşılaştığınız kişileri hafiften bir edebiyat kovasına batırıp
çıkardıktan sonra izlemek, yaşamak, var olan özelliklere ve izlenimlere kendi
uydurduklarınızı ekleyip hikâyeler yazmak. En azından aklınızda, yüreğinizde.
Yolda bazen okumak, bazen de yazmak iyi geliyor (mesela, bu
cümleleri uçakta yazıyorum).
Son aylarda yollarda en sık yaptığım şey müzik dinlemek.
Yalnızca kolay ve keyifli olduğu için değil. Aynı zamanda “koruyucu” etkisinden
dolayı.
Sizi çevrenizdeki “gürültü”den, durmadan tekrar eden sığ
monolog ve diyaloglardan koruyor.
*
* *
Birkaç gün önce havaalanından eve giderken kullandığım
müzik sisteminden yeni şarkılar bulma denemelerim bir anda beni çok uzaklara
savurdu.
Arama bölümüne Rusça bir şarkı adı yazıp bir deneme yaptım.
Baktım oldu. Bu akıllı sistem Rusça da biliyormuş. Devamında ona sorduğum
şarkılarla ta 80’li yıllara kadar gittim.
Çoğu hâlâ hayatta ve – eskisi kadar olmasa da – popüler
olan şarkıcıları yeniden keşfettim: Valeriy Leontyev, Layma Vaykule,Sofya
Rotaru, Valentina Talızina...
Ama ille de Alla Pugaçova. Sovyet/Rus pop müziğinin bu
efsanevi ismini, dünya ilk kez 1975’te Bulgaristan’daki Altın Orfe
Yarışması’nda birinci olan Arlekino şarkısıyla duymuştu. Bizde
de Esin Afşar bu şarkıyı Sanatçının Kaderi (Alkışlarla)
adıyla Türkçe söylemişti.
80’li yıllarda yüreğimizde yer eden şarkıların belki yarısı
Pugaçova’nın seslendirdikleriydi.
Tek tek indirmeye başladım bu şarkıları.
Ama artık eski hızım kalmamıştı. Adını veya ilk dizelerini
hatırlayarak indirdiğim her bir şarkı, bana öyle şeyler hatırlatıyordu ki...
Bir gülüyor, bir ağlıyordum. Kim bilir çevremdekiler ne
düşünüyordular o sıralarda; neyse, ne düşünürlerse düşünsünlerdi.
*
* *
Leningrad Üniversite’sinin ilk yılları... Rusça ile başım
biraz dertte. Ama yavaş yavaş alışıyorum. İnsanlara da, yeni hayatıma da...
Hafta sonları yaşadığımız öğrenci yurdunun beşinci ve
dokuzuncu katlarındaki “okuma” (kimine göre “televizyon izleme”) salonlarında
“diskotekler” düzenleniyor.
Rus kızlar müzikten şaşılacak kadar büyük keyif alarak ve
neredeyse her bir notanın hakkını vererek çılgınca dans ediyorlar. Onlara -
aynı olmasa da yakın tempoda ya da abartılı bir coşkuyla - eşlik eden birkaç
delikanlı da eksik olmuyor.
Ama erkeklerin çoğu, kenarda bekleyen “beleşçiler”
durumunda. Daha “kurt” geçinenler, ne zaman “slow” çalınacağını sabırsızlıkla
bekliyor ve istedikleri sakinlikte bir melodi başladığında derhal gözüne
kestirdikleri “kurbanları”na doğru atak yapıyorlar.
Biz daha çömeziz. Bakışıp “kesişerek” bir başarı
kazanılabileceğini umuyoruz. Ya da kızlardan birinin aniden yanımıza yaklaşıp
bizimle ilgilenmesini, bizi dansa kaldırmasını.
Tabii bu geceler genellikle “Şu tam ortadaki ne kızdı
ama!” gibi zavallı erkek muhabbetleriyle sona eriyor.
Ve Pugaçova şarkı söylüyor: “Hayat geriye
döndürülemez, zaman durdurulamaz”...
*
*
*
Yine Pugaçova’nın şarkısıydı: “Bekle ve hatırla beni”.
Gerçekten de çok uzun süre hatırlayacağım bir ilişkim
olmuştu. Evlilik bile gündeme gelmişti ilk kez. Ama O’nun o zamana kadar bana
çok iyi davranan annesi ve babası tedirgin olmuştu. Çok insancıl birine
benzeyen babasının endişesi farklı gibiydi. Bir gün benimle görüşmek istedi.
“Seni çok sevdim. Hayatını, mücadeleni saygıyla
karşılıyorum. Ama kızımla evlenemezsin. Onu Sovyetler’den götüremezsin. Bu
benim için de hiç iyi olmaz.”
Boris Amca KGB’de çalışıyordu ve benim yüzümden uyarı
almıştı.
Pugaçova bu kez “Affet ve İnan” diye hüzünlü bir
parçayı seslendiriyordu......
*
* *
Yolum uzundu. Galiba hayatım da pek kısa sayılmazdı. Böyle
birçok şarkı dinledim.
Neşeli, hüzünlü, düşündürücü, coşkulu...
Eve yaklaşmıştım. Telefonumun şarjı da iyice azalmıştı. Ama
son bir şarkıya yeterdi.
Yine Pugaçova’dan: “Bensiz”...
“Eğer bensiz kalırsan, sevgilim, dünya sana bir ada gibi
küçük gelir.
Eğer bensiz kalırsan, sevgilim, uçuşun tek kanatlı gibidir.
Sen kendini bir ara bakalım, sevgilim; işin zor gerçi.
Eğer bulursan, sevgilim, tekrar birlikte söyleriz ezgimizi.”
Eğer bensiz kalırsan, sevgilim, uçuşun tek kanatlı gibidir.
Sen kendini bir ara bakalım, sevgilim; işin zor gerçi.
Eğer bulursan, sevgilim, tekrar birlikte söyleriz ezgimizi.”
Bir sürü anı canlandı gözümün önünde yine. Ve sarı kalın
örgülü saçlarıyla bir Sibiryalı kızın hayali şahlandı birdenbire. Adını
hatırlayamadım. Ne o anda, ne de sonra. Belki Yulya idi. Ya da başka
bir şey...
Daha yeni tanışmamıza rağmen pembe panjurlu evimizin ve
irili ufaklı çocuklarımızın hayalini kurmaya başlamıştı. Bense hayatımın başka
bir dönemindeydim o zaman.
Oralardan ayrılmaya hazırlanıyordum. Onu kırmak istemiyor,
ama ciddi konuşmalarını şaka ile geçiştirmeye çalışıyordum.
Kısa sürede benim “sağlam ayakkabı” olmadığım kanısına
vardı. O sırada başlarda “yenge edebiyatı” ile abartılı ilgi gösteren bir
hemşerimin onu izlerken gizlediğini sandığı yanık bakışları Yulya’nın önüne
yeni bir seçenek sürüyordu. Bense buna karşı hiçbir hamle yapmıyordum.
Galiba en çok kendisinden bu kadar çabuk vazgeçmeme ve onu
kıskanmamama kızmıştı.
Hemşerim bir gün içkiyi fazla kaçırdı ve bana gözyaşları
içinde “Biliyor musun, aslında ben alçak bir adamım” dedi. Devamını
getirecek mi diye susup baktım.
Getirmedi. Çünkü yeterince sarhoş olmadığı için yeterince
dürüst davranamıyordu. Son kadehi yuvarlayıp kalktım.
Teybimizde Pugaçova’nın popüler şarkısı “Bensiz” çalıyordu.
Ne oldu aralarında acaba?
Aşk var mıydı? Yoksa sadece intikam mı? Ya da alçaklık mı?
Kim bilir...
Adı neydi acaba o kızın? Yulya olabilirdi. Ama emin
değilim.
Bugün görsem ondan özür diler miyim?
Bunları düşünürken eve geldim.
*
* *
Yol boyunca epeyce şarkı dinlemiş, yıllar öncesine
dönmüştüm. Ağlamış ve gülmüştüm.
Yine aynı şeyi düşündüm: Bazı şarkılar insanın canını
yakıyor.
Bazen bir müzik, bazen bir koku, bazen bir söz, bazen de
bir görüntü aniden insanın içini sızlatıyor.
Çünkü o müzik, o koku, o söz, o görüntü size artık hiçbir
zaman ulaşamayacağınız geçmişi hatırlatıyor.
Ne demiş akıllı bir adam:
Anılar – tatlı da olsalar, acı da – insana hüzün verir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder