Birsen
Karaca
Kaynak:
http://t24.com.tr/k24/
Bugün
Rus edebiyat dünyasında, Sovyet edebiyatı eleştiriliyor ama reddedilmiyor.
Gerçek şu ki 1990 sonrası oluşan edebiyat da mutluluk verici bir tablo sunmuyor
Çalışmamda, 20. yüzyıl Rus edebiyatını mercek altına almayı
planlıyorum. Bu, çetin bir konu. Üstelik materyallerin hepsini tek bir
çalışmada değerlendirmek olanaksız. Seçtiğim zaman diliminde iz bırakan yazar
ve şairlerin adlarını listelemek bile ciddi bir hacim talep ediyor. Bu nedenle
dönemin ruhunu yansıtabilecek olaylara, akımlara, gruplara, bu grup ve
akımların temsilcilerine yer verirken seçim yapmak zorunda kalacağım. Hedefim, Puşkin’in
(1799-1837), Gogol’ün (1809-1852), Belinski’nin (1811-1848), Lermontov’un
(1814-1841), Turgenev’in (1818-1883), Dostoyevski’nin (1821-1881), Nekrasov’un
(1821-1878), Ostrovski’nin (1823-1886), Tolstoy’un (1828-1910), Dobrolyubov’un
(1836-1861), Çehov’un (1860-1904) ve daha onlarca yazar, şair, dramaturg,
eleştirmen ve yayıncının bıraktığı entelektüel mirasla kurulan 20. yüzyıl Rus
edebiyatının fizyonomisini belirgin kılmak.
Yukarıdaki son tümcenin alt metninde çağdaş Rus
edebiyatının sürekliliğine yapılan bir vurgu var. Her ne kadar geçen yüzyılın
20’li yıllarından 1991 yılına kadar resmî adı Sovyet edebiyatı olarak
kaydedilse de çağdaş Rus edebiyatı hiç kesintiye uğramadı. Bugün de münferit
çalışmalarda ve üniversitelerde yapılan sınıflandırmalarda Sovyet edebiyatı,
Rus edebiyatının bir dönemi olarak kabul ediliyor. Konuyla ilgili ilginç bir de
örneğim var: Rus (yazar, şair, yayıncı ve) edebiyat eleştirmeni Dimitri Bıkov,
biraz da popülist bir yaklaşımla 20. yüzyıl Rus edebiyatını beş döneme ayırıyor:
Gümüş Çağ (Серебряный век [serebryanıy vek]) olarak anılan ilk dönemi 1894-1929
yıllarıyla sınırlandırıyor. İkinci dönem, birinci dönemin son dokuz
yılını, yani 1920’li yılları kapsıyor. Bunun nedeni Gümüş Çağ'ın dinamik
yapısının 1917 Ekim devriminden sonra da on bir yıl devam etmesi (1918-1929).
Bıkov’un bu dönemle ilgili özel bir adlandırması yok ama 1930-1950 yıllarıyla
çerçevelendirdiği üçüncü dönemi Rus edebiyatının “Betonarme Dönemi”
ve/veya “Taşlaşma Dönemi” olarak nitelendiriyor. Gerekçesi, Kültür Devrimi
çerçevesinde edebiyat ve yayın faaliyetlerinin devlet tekeline geçmesi ve
uygulanan sıkı sansür. Bu zaman dilimini şekillendiren siyasî kişilik ise
Stalin’dir. Rus eleştirmene göre, Rus edebiyatının dördüncü dönemi olan
1960’lı yıllar Çözülme/Erime/Açılma (Оттепель[ottepel]) Dönemi'dir: Bu
adlandırmada göze çarpan, Kruşçev yönetimine (1953-64) yapılan gönderme.
Bıkov, beşinci dönemi adlandırırken de Brejnev’in siyasetine gönderme
yapıyor ve 1970-90’lı yıllara Durgunluk Dönemi (Застой [zastoy]) diyor. Bu
durumda, Sovyet edebiyatı resmen sonlandıktan sonra yaşananlar Bıkov’un ilgi
alanının dışında kalıyor. Bunun açıklaması, 1991 sonrasının 21. yüzyıl Rus
edebiyatına, yani Rus edebiyatının postmodern çağına dâhil edilmiş olmasıdır.
Bıkov’un sınıflandırma için yaptığı adlandırmalar ve
göndermelerde, ülkeyi yönetenlerin Rus edebiyatına ve edebiyatçılarına olan
ilgisi yoğun bir şekilde hissediliyor. Bu, dikkate değer bir olgudur. Çünkü Rus
edebiyat tarihinde, bahsi geçen ilginin sürekliliğini ve karakterini gösteren
sıra dışı olaylara ait pek çok bilgi kayıtlıdır. İlerleyen satırlarda bunlardan
bazılarını bulacaksınız: II.Yekaterina (1729-1796) edebiyat dünyasını
yönlendirebilmek için, Türkçe karşılığı “öteberi” olan Vsyakaya vsyaçina (Всякая
всячина) adlı bir hiciv dergisi çıkartmış ve mahlas kullanarak edebiyatçılarla
tartışmıştır. Ancak Novikov’un (1744-1818) II. Yekaterina’yla girdiği
polemikte, çariçeyi kastederek “Nedir kızdıran ‘Büyükanneyi’?” şeklinde formüle
ettiği dize bardağı taşırmış, Novikov’un dergisi Truten’in (Трутень) yayın
hayatına son verilmiş, yazarların sosyal konulara değinen hiciv yazması
yasaklanmış, Novikov da cezalandırılmıştır. I. Aleksandr (1777-1825),
şair Çaadayev’e (1794-1856) eserleri yüzünden sıra dışı bir ceza vermiştir:
Şairin deli olduğunu gösteren bir rapor düzenletmiş ve onu doktor kontrolünde
yaşamaya mahkûm etmiştir. I. Nikolay (1796-1855), Dostoyevski’yi
(1821-1881) idam cezasıyla yargılatmıştır. Amacı muhalefet potansiyeli gördüğü
genç yazara ve arkadaşlarına ders vermektir. SSCB döneminde ise bu
sorun, çok daha vahim bir olguya dönüşmüştür. Bu dönemde edebiyatçıların
edebiyat dünyasından ve/veya yaşamdan fiziksel olarak yok oluşu Stalin’in
(1878-1953) adıyla birlikte anılır. Osip Mandelştam bunlardan birisidir.
Mandelştam’ın yaşamına mâl olan dizeleri, zamana hâkim olan atmosferi
duyumsamamıza yardım ediyor:
Yaşıyoruz,
hissetmeden ülkemizin toprağını,
Sözlerimiz on adım öteden işitilmiyor.
Ama duyuyor Kremlin’in dağlısı –
Canisi, adam yiyicisi…
Sözlerimiz on adım öteden işitilmiyor.
Ama duyuyor Kremlin’in dağlısı –
Canisi, adam yiyicisi…
Stalin, Mandelşam’a öfkesini dindiremedi ama kendisine ağır
eleştiriler yöneltmesine rağmen yaşamasına izin verdiği edebiyatçılar da vardı,
Bulgakov (1892-1940) örneğinde olduğu gibi: Bulgakov’un Köpek Kalbi adlı
romanında, insanlaştırılan köpek Klim Çugunkin, Stalin’in alegorisidir. Rivayet
odur ki, Stalin sadece edebiyatçıların değil, tüm sanatçıların telefon
numaralarını biliyordu ve istediği zaman onlara ulaşıyordu. Bu bağlamda
Stalin’in, Bulgakov’la akşam saatlerinde yaptığı telefon konuşması belgelerle
sabittir ve bu tek örnek değildir. Anılan konuşma, Bulgakov’un Stalin’e
gönderdiği bir mektup üzerine yapılmıştır. Bulgakov, mektubunda yazar olarak
kendisine yaşam olanağı verilmediğini, bu nedenle yurt dışına çıkmak istediğini
söylemiştir. Stalin’in telefon ettiği gecenin sabahında Bulgakov iş bulmuş ve
SSCB’de kalmıştır. Ama sonuç değişmiyor, çünkü edebiyatçılar için Stalin döneminde
yaşamda kalmak da çok ağır bir seçenektir. Konuyu Rus şair Yevgeni
Yevtuşenko’dan (1932-2017) bir alıntıyla kapatacağım. SSCB döneminde
okurlarının önce hararetli bir komünist olarak gördüğü, SSCB yıkıldıktan
sonra da aynı şekilde ateşli konuşmalarla komünizmi yerdiğine tanıklık ettiği Yevgeni
Yevtuşenko, şairin/yazarın Rus kültür dünyasındaki rolünü ve aldığı ödülü dört
dizede özetlemiştir:
Şair Rusya’da şairden daha fazlasıdır.
Burada kaderdir şair olarak doğmak
Bir tek onlara, içlerinde vatandaşın mağrur ruhu dolaşanlara,
Rahat yoktur, huzur yoktur.
Bu büyük tabloya 20. yüzyıl Rus edebiyatını karakterize
eden ve geçen yüzyıl boyunca reel yaşama ve sanata nüfuz eden modernizm akımı
üzerine yapılan değerlendirmelerin de eklenmesi gerekiyor. Çünkü modernizm,
çalışmamın ilgi alanına yalnızca kısa bir dönem etkin olmuş bir edebiyat akımı
olarak değil, (sembolizm, akmeizm ve fütürizm gibi) sanat ve edebiyat
akımlarının ortak adı olarak da giriyor. Evrensel bir bütünlük söz konusu
olmakla birlikte, dünya ölçeğinde modernizmin doğuşu ve gelişmesini motive eden
dinamikler çok çeşitlidir. Doğaldır ki bu çeşitlilik, farklı edebiyatları konu
alan çalışmalarda yapılan modernizm tanımlarına da yansımış, nüansların
oluşmasını kaçınılmaz kılmıştır. Benim örneğim Rus edebiyatı. Dolayısıyla hem
incelenen eserler, hem başvuru kaynakları hem de tanımlar için Rus edebiyatı
dominant olacak.
Bu noktada modernizm nedir? Genel olarak akımlar, hep
söylenegeldiği gibi, bir önceki akıma tepki olarak mı doğar? Eğer öyle ise,
modernizm de gerçekçilik akımına verilen bir tepki miydi sorularına yanıt
aramak gerekecek. Moskova Devlet Üniversitesi öğretim üyesi M.M. Golubkov
katıldığı bir radyo programında, “Modernizm de tıpkı realizm gibi yalnızca
estetik değerler sistemi ve yalnızca edebî bir akım değildir,” diyor.
Golubkov’dan alıntılar yaparak, “modernizm 20. yüzyıl insanının felsefesidir.
Modernizm aynı zamanda duyumsama ve düşünme tarzıdır, dünyaya bakıştır, dünya
algısıdır, dünyaya karşı alınan pozisyondur” şeklinde bir liste çıkartıyorum.
Bu konuda (Golubkov’un referansıyla başvurduğum) İrina Paperno, Realizm
Döneminin İnsanı Nikolay Çernışçevski başlıklı çalışmasında realizmin
yarattığı insan tipini analiz ederken modernizmi doğuran koşulları da görünür
kılıyor:
“Çernışçevski ve onun izinden gidenler için 1860’lı yıllarda edebiyat ‘yaşamın ders kitabıydı’ ve kitap aktif olarak yaşama nüfuz etmeye ve onu şekillendirmeye davet ediliyordu. 1960 ve 70’li yıllarda ise göstergebilim uzmanları edebiyatta ve sanatta reel insanın yaşamsal davranışlarını organize eden “kodlar” görüyorlardı. Elbette bu iki yaklaşım arasında önemli farklar var: Gerçekçi estetik, yaşamın ‘doğrudan’ ve ‘aracısız’ yansıtılması prensibini onaylarken, edebiyat eserini gerçeklikle özdeşleştiriyordu. Yaşam ve sanatın eşitlenebileceği yanılgısı bu yaklaşımla yaratılmıştır. 1970’li yıllardaki edebiyat araştırmacıları (zamanında gerçekçi eleştirinin retçileri olarak ortaya çıkan formalistlerin deneyimlerine dayanarak), sanatsal metinlerde öncelikle içsel bir organizasyonun ürünü olan yapıyı görüyorlardı. Ancak aynı yapıyı reel yaşamda ve insanın kişiliğinde de görüyorlardı.”
20. yüzyılda modernist şiirin en başarılı örneklerini
vermiş olan İngiliz şair T.S. Eliot (1888-1965) ise, akımlar arası etkileşimin
kaçınılmaz olduğunu vurgulayan şöyle bir değerlendirme yapıyor: “Çağdaş yazarın
geçmiştekilerle aynı çizgide olması, çağdaş eserin eski edebiyatın yarattığı
organik bütünün bir parçası olması, tek taraflı bir mecburiyet değildir. Yeni
bir eser yaratıldığı zaman, eski eserlerin oluşturduğu organik bütün, aynı anda
yeni bir düzenlemeye tabi olur.” Bu yaklaşımdan, “eski neslin deneyimi ve
bilgisi, yeni neslin talepleri, dünya görüşleri, algıları, sınırları aşma
arzuları gibi etkenlerle kesintisiz etkileşim hâlindedir” yorumu çıkar.
Modernizme hâkim olan çoklu bakış açısına göre, “yeni bir
akımın doğuşunda tepki vardır” diyen görüş de, “bu doğuşu hazırlayan koşullar
etkileşimle oluşur” diyen görüş de doğrudur, hatta üçüncü bir görüş,
izleyicinin görüşü de dikkate alınır ve doğru olduğu kabul edilir.
Bu konuda göz ardı edilmemesi gereken bir etken daha var:
Yukarıda adını andığım Golubkov, modernizmin doğuş koşullarını açıklamak için,
Rus edebiyatında çok sık kullanılan Dostoyevski’nin “çevre yiyip bitirdi” (Ölü
Bir Evden Hatıralar ve Suç ve Ceza) sloganını bugüne taşıyor. Rus
bilim adamının hedefi, gerçekçi edebiyatın çevreye verdiği öneme vurgu
yaparken, 19. yüzyılda sanat metinlerinde kullanılan materyallerin artık
bıkkınlık verdiğinin, edebiyatçıların etkilenmek ve etkilemek için yeni olanı
aradıklarının da altını çizmek.
Elbette modernist algı, daha önceki dönemlerde olduğu gibi,
edebiyat mutfağında yaşananların dışında oluşan etmenlerle de şekillenmiştir.
Örneğin, bilim dünyasında, entelektüeller üzerinde tufan etkisi yaratan
gelişmeler olmuştur. Biyoloji alanında Darwin (1809-1882), ekonomi alanında
Karl Marks (1818-1883), felsefe alanında Friedrich Nietzsche (1844-1900),
psikoloji alanında Sigmund Freud’un (1856-1939) devrim niteliğindeki görüşleri
ve savları, fizik alanında Albert Einstein’ın (1879-1955) “görelilik kuramı” ve
bu kuramdan yola çıkarak Louis de Broglie’nin (1892-1987) geliştirdiği “dalga
ve tanecik kuramı” vd. algı mekanizmalarını yeniden yapılandırmıştır. Ama
etkileyen bunlarla da sınırlı kalmıyor, zira geçmişten alınan mirasa yaşanmakta
olan anların da müdahalesi var.
Dolayısıyla, Rus edebiyatının 20. yüzyıl boyunca ülkede yürütülen iç ve dış politikaların neden olduğu olaylar ve savaşlarla da şekillendiğini unutmamak gerekiyor: Rus-Japon Savaşı (1904-1905), İlk Rus Devrimi (1905-1907), Büyük Savaş (1915-1918); bugün I. Dünya Savaşı olarak anıyoruz), Şubat ve Ekim devrimleri (1917), Rus İç Savaşı (1918-1922), II. Dünya Savaşı (1939-1945), SSCB’nin yıkılması (1991). Bunlara ilave olarak, 20. Yüzyıl Rus edebiyatında Birinci Dalga (1018-1940), İkinci Dalga (1940-1950) ve Üçüncü Dalga (1960-1980) olarak anılan dış göçler gerçekleşmiştir. Sözü edilen dalgaların yaşandığı zaman aralıklarında binlerce yazar, şair, dramaturg ve her alandan sanat insanı yurt dışına çıkmış; Rus edebiyatını, Rus sanatını yurt dışında temsil etmiştir. Bunlar arasında Nobel Edebiyat Ödülü alan üç edebiyatçı var:
Şu ana
kadar çizmeye çalıştığım büyük tabloya hareketlilik kazandıran edebî akım, grup
ve bunların temsilcilerinin sunduğu görüntü çok renklidir. Bu görüntünün genel
hatlarını belirgin kılmak amacıyla 20. yüzyıl Rus edebiyatını üç döneme
ayıracağım: Gümüş Çağ, Sovyet edebiyatı ve 1991 sonrası Rus edebiyatı.
Bu sınıflandırmada Sovyet edebiyatı terimi açıklama yapmayı
gerektiriyor. Çünkü Sovyet döneminde Rus edebiyatı iki ana arterde gelişti:
Birincisinde Sovyet edebiyatı var. Bu edebiyat iç dinamikleri ve sorunlarıyla
araştırma konumuz olarak kalacak. Münferit çalışmalar talep eden bir fenomene
dönüşmüş olduğu için yeri geldikçe anacağım ikinci arterde ise yurt dışı Rus
edebiyatı var. Bu edebiyat emigre ve göçmen Rus edebiyatı olarak da anılır.
Kastedilen Sovyet sistemiyle uyuşamayan (biraz önce imlediğim büyük dalgalarla
grup hâlinde veya bireysel olarak) yurt dışına çıkan edebiyatçıların temsil
ettiği edebiyattır.
20. yüzyılın ilk 20 yılı (gerçekte süreç 19. yüzyılın son
yıllarından başlar) Rus edebiyatının “gümüş çağı” olarak anılır. Gümüş Çağ da,
Rus edebiyatının “altın çağı” gibi çok verimli bir dönemdir. Bu çağda da
başlangıçta şiir, ardından düzyazı eserler göz dolduran bir gelişme sergiler.
Döneme iz bırakan akımlar arasında en dikkat çekici olanlar, sembolizm, akmeizm
ve fütürizmdir.
Rus edebiyatında şiirin Gümüş Çağı (Serebyannıy vek) olarak anılan 20. yüzyılın ilk onlu yıllarında öne çıkan akımlar (Tablo Svetlana Kabanova’ya aittir)
Sembolizm, Rus edebiyatında ilk dikkat çeken modernist akım
olmuştur. Rusya’da sembolizmin iki önemli ayağı var: Birisi Peterburg’da
Merejkovski (1865-1941) ve eşi Zinaida Gippius’un (1899-1945), diğeri
Moskova’da Bryusov’un (1873-1924) liderliğinde gelişti. Valeri Bryusov
sembolizmin lideri olarak çok güçlü bir pozisyondaydı. Bu pozisyonunu
sosyalistlerle olan ilişkisi yardımıyla da sağlamlaştırmıştır. Bu sayede SSCB
döneminde de hiç yasaklı olmadı. Yaşlı nesli takip eden genç sembolistler ise
Sergey Solovyov (1853-1900), Andrey Belıy (1880-1934), Aleksandr Blok
(1880-1921) gibi şairlerdi. Bugün Rus sembolizminin tartışmasız lideri ve
klasiği olarak kabul edilen V. Bryusov şöyle der:
Hayır,
ben sizden değilim! Bana yabancı hedefleriniz sizin,
Benim için tuhaf umutsuz çığlıklarınız,
Lakin tantanalı bir çevrede sizin ortak kupanıza
Ben de, sadık birisi gibi, yapışabilirdim ant içmek için!
Benim için tuhaf umutsuz çığlıklarınız,
Lakin tantanalı bir çevrede sizin ortak kupanıza
Ben de, sadık birisi gibi, yapışabilirdim ant içmek için!
Bulunduğunuz
yerdedir sizin –bora, yok edici felaket,
Ben sesinizim sizin, ben sizin şerbetçi otunuzla sarhoşum.
Sesleniyorum yok etmek için dayanaklarınızı yüzlerce yıllık,
Alan yaratmak için geleceğin tohumlarına.
(Yakınlarıma, 1905)
Ben sesinizim sizin, ben sizin şerbetçi otunuzla sarhoşum.
Sesleniyorum yok etmek için dayanaklarınızı yüzlerce yıllık,
Alan yaratmak için geleceğin tohumlarına.
(Yakınlarıma, 1905)
Akmeizm, 20. yüzyılın başlarında sembolistlere tepki olarak
doğmuştur. N. Gumilyov (1886-1921), A. Ahmatova (1889-1966), S. Gorodetski
(1884-1967), O. Mandelştam, M. Zenkeviç (1886-1973), G. Ivanov (1894-1958), V.
Hodaseviç (1886-1939) vd. iz bırakan akmeistler olmuştur. Akmeistlerle ilgili
sık tekrar edilen bilgiler şöyle: Geleceğin akmeistleri başlangıçta
sembolistlere yakın genç şairlerdir. Peterburg’ta Vyaçeslav İvanov’un
(1886-1949) “Kule” adıyla anılan dairesinde toplanan “İvanov çevresini” ziyaret
ediyorlardı. Genç şairler burada şiir yazma sanatını öğreniyorlardı. 1911
yılının sonbaharında bu okulun öğrencileri “Şairler Atölyesi” adlı yeni bir
birlik kurdular, yöneticileri ise N. Gumilyov ve S. Gorodetski idi. Ocak 1913
tarihinde de Apollon adlı dergide akmeistlerin deklarasyonu
yayımlandı. Çevresinde Rus edebiyatının büyük şairlerini toplayan bu akım uzun
ömürlü olamadı. Gumilyov’un, Ahmatova’nın (1889-1966), O.Mandelştam’ın sanatsal
arayışları kısa süre sonra akmeizmin sınırları dışına taştı.
Orkestra
neşeli bir parça çalıyor,
Ve gülümsüyor dudaklar.
Ama yürek biliyor, yürek biliyor
Ki beşinci loca boş!
Ve gülümsüyor dudaklar.
Ama yürek biliyor, yürek biliyor
Ki beşinci loca boş!
(Anna Ahmatova, Şiirler, 1911)
Akmeistlerin de çok trajik öyküleri var. Örneğin, N.
Gumilyov, 24 Ağustos 1921 tarihinde V.N. Tagantsev’in Petrograd Askerî Örgütüne
aktif olarak katıldığı suçlamasıyla, hızla yargılanıp kurşuna dizildi. Ama
tartışmalar hâlâ bitmedi. Bu konuda görüşler çok farklı: Bir grup, Gumilyov’un
apolitik kişiliğine vurgu yaparak, suçlamanın, dönemin istihbarat birimi ÇeKa’nın
komplosu olduğunu savunuyor. Bir başka grup, şairin sosyalizme karşı planlanan
komplo hazırlığına dâhil olduğu inancında. Üçüncü bir grupsa, komplonun
yapılacağı konusunda yalnızca bilgi sahibi olduğunu söylüyor. Belki de N.
Gumilyov yalnızca soylu olduğu için suçluydu, konuyla ilgili araştırmalar devam
ediyor ama araştırmacılar, konuyu aydınlatmak için değil, ilgi odağı olmak için
davayı üstlenmiş olabilecekleri izlenimi veriyorlar. Ne olursa olsun zaman çok
acımasızdı, I. Nikolay’ın 1850 yılında Dostoyevski’ye verdiği yaşama şansı,
1921 yılında Gumilyov’a verilmedi.
Kendime
gülüyorum,
Ve kendimi kandırıyorum,
Düşünebildiğim zamanlarda, dünyada
Senden başka şeylerin de olduğunu.
(O.Gumilyov, 1921; şairin tutuklanmadan önceki son şiiri)
Ve kendimi kandırıyorum,
Düşünebildiğim zamanlarda, dünyada
Senden başka şeylerin de olduğunu.
(O.Gumilyov, 1921; şairin tutuklanmadan önceki son şiiri)
Fütüristler, 1912 yılının Aralık ayında "Halkın
Beğenisine Tokat" başlıklı bir manifesto yayımladılar. Manifesto, Puşkin,
Dostoyevski, Tolstoy gibi Rus klasiklerini gemiden atma çağrısı yapıyordu.
Hey,
siz!
Gökyüzü!
Çıkartın şapkanızı!
Ben geçiyorum!
(Mayakovski, Pantolonlu Bulut, 1915)
Gökyüzü!
Çıkartın şapkanızı!
Ben geçiyorum!
(Mayakovski, Pantolonlu Bulut, 1915)
V. Hlebnikov (1885-1922), A. Kruçyonıh (1886-1968), V.
Mayakovski (1893-1930), D. Brlyuk (1882-1967), V. Kamenski (1884-1961) vd.
fütürizmin önemli temsilcileriydiler. Rusya’da Sovyet iktidarının kurulmasından
sonra fütüristler dağılmaya başladı: Kıdemli fütüristler LEF’in (Sanatların Sol
Cephesi) çekirdek kadrosunu oluşturdular. Mayakovski bunlardan birisiydi.
Rus edebiyatının Gümüş Çağı'nı temsil eden edebiyatçıların
iki yüzyıl arasında bellek aktarıcısı olduklarını söyleyebiliriz. Hemen hepsi
19. yüzyılın son, 20. yüzyılın ilk yarısında yaşananlara tanıklık etmişlerdir.
20. yüzyılın 20’li yılları 1917 Ekim Devrimi'yle başlar ve
ilginç bir karakter sergiler. Bu dönemde, enerjisiyle dikkat çeken yepyeni bir
insan modeli ülkeye hâkim olmak üzeredir, hem de gürültülü ve pervasız:
Biz
isyankâr, tutkulu bir sarhoşluk iktidarındayız;
Bırakın bağırsınlar bize: “Siz celladısınız güzelliğin,”
Yarınımız adına, yakalım Rafaello’yu,
Yıkalım müzeleri, çiğneyelim sanat çiçeklerini.
(V. Kirillov, Biz, 1917)
Bırakın bağırsınlar bize: “Siz celladısınız güzelliğin,”
Yarınımız adına, yakalım Rafaello’yu,
Yıkalım müzeleri, çiğneyelim sanat çiçeklerini.
(V. Kirillov, Biz, 1917)
Ama eski sistemin savunucuları da öyle hemen pes etmezler.
1917-1922 yıllarında Rus halkı iç savaşın acılarına tanıklık edecektir. Dmitri
Furmanov (1891-1926) Çapayev, Bulgakov Beyaz Ordu, Şolohov
(1905-1984) Durgun Don, Fadeyev (1901-1956) Razgrom (Bozgun),
Babel Konarmia (Atlı Ordu) adlı romanlarında iç savaş yıllarını
çarpıcı tablolarla anlatmıştır.
Bu dönem, Sovyet edebiyatının oluşum aşamasıdır aynı
zamanda. Araştırma konumun bir parçası olan bu zaman aralığında Rus edebiyatı
şöyle bir süreçten geçti: Ekim Devrimi'nin ideolojisini benimseyecek olanlar
Sovyet yazarlar adını aldılar, Gorki ve Mayakovski gibi. Bazı edebiyatçılar da
ülkeyi terk etmediler ancak sosyalist düşünceyi de benimsemediler: Zamyatin,
Ahmatova, Sologub vd. Bir grup yazarsa (Bunin, Zaytsev, Şmelyov vd.) ülkeyi
terk etti. Süreç içerisinde bu bölünme geçerliliğini kaybetti. Düşüncesinden
vazgeçip ülkeye dönenler (Aleksey Tolstoy) veya ülkeyi terk edenler (Zamyatin),
bir de Mayakovski gibi özlem duyduğu sistemin intihara sürüklediği yazar ve
şairler oldu.
Her şeye rağmen, Ekim Devrimi'nin ilk dokuz yılı edebiyat
açısından son derece verimli bir dönemdir. Ülke genelinde çok sayıda edebiyat
grubu ortaya çıkmıştır ama bunların çoğu iz bırakmadan yok olmuştur. Sadece
Moskova’da 60 tane edebiyat grubunun olduğu yönünde tespitler var. Bunların
arasında 1920-21 yıllarında varlığını sürdürmüş Niçevoki (Hiçbirşeyciler) adlı
ilginç bir grup vardır.
Niçevokiler, sanata karşı tavırları ve genel sekreterleri
S.Sadıkov’un (?-1922) trajik ölümüyle son zamanlarda yeniden tartışılıyorlar.
Anlatılanlara göre, Sadıkov, Peterburg’da tramvayın tekerleri arasına sıkışır.
O günün koşullarında şairi sıkıştığı yerden çıkartmak olanaksızdır. Şair, ölüm
sürecini gece boyunca bilinci açık bir şekilde yaşar. Sadıkov’un korkunç
ölümünden sonra grup dağılır.
Dönemin en önemli edebî akımları: Skifı, Rus Proleter
Yazarlar Derneği (RAPP), Geçit (Pereval), Serapionov Kardeşler (Serapionovı
bratya), Proleter Kültür ve Eğitim Kuruluşları (Proletkult), Sanatların Sol
Cephesi (LEF), OBRİU (Gerçek Sanat Birliği), İmajinistler.
Bunlar arasında adını Türkiye’de okurların çok sık
duymadığı OBERİU, 1920’lerin sonunda fütürizmi yeniden canlandırmak için
kurulmuştur. OBERİU üyeleri, D. Harms (1905-1942), A.Vvedenski (1904-1941), N.
Zabolotski (1903-1958), N. Oleynikov (1898-1937) vd. sanata karşı yaklaşımıyla
Rus edebiyatına eğlenceli ve şakacı bir hava kazandırmışlardır.
1929’dan sonra sosyalist gerçekçilik devletin
resmî edebiyat akımı oldu. Bu akımın temsilcisi yazarlar: A. Fadeyev, A.
Serafimoviç (1863-1949), K. Fedin (1892-1997), Yu. Bondarev (1924-), V.
Grossman (1905-1964), V. Astafyev (1924-2001), V. Rasputin (1937-2015), V.
Şukşin (1929-1974) vd. SSCB’de yaşamayı seçen yazarlar arasında da Nobel Ödülü
alan iki yazar var: Pasternak ve Şolohov.
Sovyet edebiyatını akımlarıyla değil ama savaş edebiyatı,
köy edebiyatı, şehir edebiyatı, proleter edebiyatı gibi, konusal bazda
gruplandırabiliriz. Unutulmaması gereken önemli bir ayrıntı: Sovyet Döneminde
edebiyatçılar genelleme yapmadıkları sürece eleştiri yapabiliyorlardı. Siyasî
yapıyla ilgili tartışmalar bir yana, tüm kısıtlamalara karşın, Sovyet edebiyatı
da edebiyatseverlere ve araştırmacılara renkli materyaller sunuyor. Örneğin:
SSCB döneminde geçerli olan resmî sanat politikası çerçevesinde
gerçekleştirilen uygulama, “Rus edebiyatının ‘kardeş halkların’ edebiyatlarını
kanatları altına alması” şeklindeydi. SSCB dağıldığında ise, bazı
yazarlar/şairler kendilerini Rus edebiyatına ait hissetmeye devam ettiler:
Resul Hamzatov (1923-2003) ve Fazıl İskender (1929-) gibi. Bazıları ise
tercihlerini kendi halklarından yana kullandılar: Pirimkul Kadirov (1928-2010),
Cengiz Aytmatov (1928-2008), Olcas Süleymanov (1936-), Anar Rızayev (1938-),
Caken (1938-) ve daha onlarcası. Aralarında Çingiz Guseynov (1929-) gibi adını
hem Rus hem de biyolojik, kültürel ve sosyal gen bağlarını temsil eden halkın
edebiyatına (Azerbaycan) yazdırmak arzusunda olanlar var. Kişisel görüşüm,
ilerleyen dönemlerde bu zorunlu etkileşim sürecinin renkleri daha net
görülecektir.
Bugün Rus edebiyat dünyasında, Sovyet edebiyatı
eleştiriliyor ama reddedilmiyor. Gerçek şu ki 1990 sonrası oluşan edebiyat da
mutluluk verici bir tablo sunmuyor onlar için. Buna karşın postmodern dönemde
de ilginç yazarlar var: V. Tokerava (1937-), L. Petruşevskaya (1938-), L.
Ulitskaya (1943-), Venedikt Yerofeyev (1947-2010), T. Tolstaya (1951-), V.
Sorokin (1955-), Pelevin (1962-), A. Varlamov (1963-) vd.
Uzmanların verdiği bilgiye göre, günümüzde Rus edebiyatına
adı Yeni Dalga olan yeni bir akım hâkim, akım üyeleri geçmişin
başarısını yeniden yakalama hedefiyle çalışıyorlar.
Sonuç olarak, mevcut veriler 20. yüzyıl Rus edebiyatının
tüm aşamalarının ilginç olduğunu kanıtlıyor. Bu dönemde de klasik olarak
nitelendirilecek çok sayıda yazar ve şair var:
Dönemin yazar ve şairleri elbette bu listeyle sınırlandırılamaz ama liste bu hâliyle de başarının görsel sunumu niteliğinde. Bu başarının arkasında iki önemli güç kaynağı var: Birisi, yazar ve şairlerin 19. yüzyıldan ve Gümüş Çağı'ndan getirdikleri bilgi ve deneyim. İkincisi ise, Rus edebiyatının kurumsal yapısının düzenli çalışmasıdır. Bu da yalnızca edebiyat eserlerinin ve yazarların değil, edebiyatın her ânını kayıtlara geçiren uzmanların ve edebiyat tarihçilerinin, edebiyat eleştirmenlerinin, edebiyat kuramcılarının, edebiyat dergilerinin, yayıncıların, belge ve materyalleri koruyan müzelerin, arşivlerin ve de okurlar da dâhil olmak üzere edebiyatı tüm dinamikleri ve kurumlarıyla araştırma ve inceleme alanına dâhil eden akademik dünyanın bilgi ve deneyimlerin korunmasında ve aktarılmasında üstlendikleri rolün ne kadar önemli olduğunu kanıtlıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder