Metin
Uçar
Bilimkurgu denince aklınıza ne geliyor acaba?
İçinde Dünya dışı akıllı canlılar, başka dünyalar, uzay
gemileri, robotlar olan gelecekten hikayeler değil mi?
Çoğunuz bilimkurgu denince konusu uzayda geçen filmleri ya
da dizileri hatırlayacaktır. Bunların hepsi doğru. Yalnız bilimkurgu inanılmaz
derecede farklı sanat dallarına sinmiş, kendini yazılı edebiyat, görsel eserler
ve müzik aracılığıyla dile getiren çok ama çok geniş bir evrendir. İlk bakışta
soğuk, rasyonel, diyalektik düşünceye sahip Sovyetler ülkesinde pek de gelişmiş
olmasına ihtimal verilmeyecek bir alandır bilimkurgu. Diğer yandan Dünya
edebiyatına Tolstoy, Dostoyevskiy, Gogol, Puşkin, Çehov gibi devleri
kazandırmış bir ülkede bilimkurgu alanında da bir şeyler yapılmış olduğunu
beklemek gayet normaldir. Özellikle de bilimkurgu sevenler tarafından.
Bilimkurgunun SSCB ve Rusya’daki geçmişine şöyle bir bakacak olursak farklı,
başta edebiyat ve sinema olmak üzere çeşitli sanat dalında Dünya klasiği olmuş
eserlere rastlarız. Sözüm o ki SSCB’nin yetiştirdiği insanlar da diğer insanlar
gibi hayal etmeyi sever, yıllar sonra nasıl bir dünyada yaşıyor olacağımızı ya
da başka dünyalarda akıllı canlılar olup olmadığını merak ederlerdi. Bunlardan
yazıya kabiliyeti olanlar bilimkurgunun saygı duyulan eserlerini yazmışlar,
sinemacıları yine artık kült olmuş bilimkurgu filmleri çekmişlerdir. Bu yazıda
hayallerini yazıya, ekrana aktarabilmiş insanlardan ve eserlerinden
bahsedeceğiz.
SSCB’de bilimkurgunun babası olarak Konstantin Eduardoviç
Tsiolkovskiy kabul edilir. Aslında uzay araştırmaları ve uzay araçları
konusunda birçok öncü düşüncenin sahibi olan Tsiolkovskiy’in kaleminden çıkan
ve 1918 yılında ‘Doğa ve insanlar’ dergisinde yayınlanan ‘Dünya dışında’ adlı
öyküsünde reaktif bir roketin nasıl olması gerektiği anlatılır. Diğer yandan
tam anlamıyla SSCB’nin ilk ‘kozmik’ kitabı 1922-1923 yıllarında yayınlanan
Aleksey Tolstoy’un ‘Aelita’ adlı romanıdır. Bu roman ‘Kızıl Yenilik’ dergisinde
‘Mars’ın sonu’ adı altında yayınlanmıştı. Tolstoy bu romanını yurtdışında
göçmen iken yazmıştı ve Edgar Rice Burrougs’un ‘Mars’ öykülerinden etkilendiği
açıktır. Ancak romanının başkahramanı Gusev, güzel prenses Aelita’nın kalbini
çalmakla kalmaz, hazır Mars’a kadar gitmişken gerçek bir komünist olarak bir de
devrim gerçekleştirir.
1920’li yıllarda SSCB’de iki kitap daha çıkar. Her ikisinin
de kahramanları uzaya yolculuk yaparlar. Komsomol Andrey ve bilim insanı
Nikodim Ay’daki yerlileri örgütleyerek devrim yaparlar (‘Gezegenlerarası
seyyah’ ve ‘Psihomaşina’ - 1924). Aleksandr Yaroslavkiy’in 1926 yılında
yayınlanan ‘Evren’in Argonotları’ adlı romanında kahramanlar Mars’a giderler.
Andrey Platonov’un 1926 yılında çıkan kitabı ‘Ay bombası’ ve 1928’de basılan
Valeriy Yazvitskiy’in ‘Ay’a ve Mars’a seyahat’ adlı kitabında yakın uzayda
yaşanan olaylara tanık oluruz. Graal Arelskiy’in 1925’te yayınlanan ‘Mars
hikayeleri’ ve 1929’da yayınlanan S. Gorbatov’un ‘Ay Colomb’unun son seferi’
adlı kitaplarda dünya dışı zeka ile tanışırız. Nikolay Muhanov’un 1924 yılında yayınlanan
‘Yangın yeri derinlikler’ adlı eserinde SSCB bilimkurgusunda bir ilk olarak
gezegenler arası savaşa tanık oluruz. Söz konusu savaş Dünya ve Mars orduları
arasında yaşanır. Savaşta ışın silahının etkin bir şekilde kullanıldığını
öğreniriz.
Görüleceği gibi SSCB’de bilimkurgunun şafağında çok sayıda
eser ortaya çıkmıştır. Ancak bunlardan sadece Tolstoy’un Aelita’sı bir ilk
olarak kabul edilir. Belki konusu etkileyici olmasa da Tolstoy’un kaleminin
güçlü olması bu kitabı ilk sıraya yerleştirmiştir diyebiliriz (Bu arada bizim
Lev Tolstoy ile karıştırmayınız!).
1930’lu yılların başına SSCB bilimkurgu kütüphanesine
birkaç kitap daha katılır. Bunlar arasında 1930’da yayınlanan Abram Paley’in
‘KİM gezegeni’, 1931 yılında yayınlanan Yan Larri’nin ‘Mutlular ülkesi’ ve
1933’te yayınlanan Aleksandr Belyayev’in ‘Hiçliğe sıçrama’ sayılabilir.
Yan Larri’den biraz daha detaylı bahsetmemiz gerekir. Çünkü
yazar Sovyet çocuk fantazyasının klasiği sayılan ‘Mutlular ülkesinde’ yakın
zamandaki komünist toplumun nasıl olacağını yazmıştır. Bu konunun yanı sıra
uzayın fethedilmesi gerekliliği de işlediği temalardan biridir. İş böyle olunca
yazarın politik düzen ile ilgili kendi görüşlerini yazması gerekmiştir ki bu
yüzden de uzun bir süre boyunca göz ardı edilmiştir. Bu sessizlik saf yazarı
Yoldaş Stalin için bir fantastik roman yazmaya iter. Yazar romanında bir uzaylının
anlattığı Sovyet sistemi ile ilgili eksiklerden dem vurur. Eserini imzasız
olarak Stalin’e gönderir. Sonuçta 1941’de NKVD (KGB’nin öncülü) tarafından
tutuklanır ve 10 yıl hapis cezası alır.
Aleksandr Belyayev’in ‘Hiçliğe sıçrama’ romanı Tsiolkovskiy
tarafından da beğenilir. Romanda bir uzay gemisine binerek dünyadaki devrim
süreçlerinin bitmesini beklemeye karar veren burjuvaların hikayesi anlatılır.
‘Ark’ adlı gemilerinin yolu Venüs’e düşer. Gemide burjuvalar ve hizmetçileri
arasında kavga çıkar. Emekçiler bu kavgadan galip çıkarlar ve kendi yanlarına
geçen burjuvalar ile Dünya’ya geri dönerler. Döndüklerinde komünist ütopyanın
gerçek olduğunu görürler.
1934 yılında Sovyet Yazarları Kongresi düzenlenir. Ancak bu
kongre bilimkurgu için hiç de hayırlı olmayacaktır. Kongre bilimkurguyu sadece
yeni yetişmekte olan nesillere yazılı eserler üreten bir komitenin himayesine
verir ve yapılacak çalışmanın genç nesillere bilimsel-teknik bilgi vermek
olduğu tespitini yapar. İşte bu durumda karşımıza ‘yakın dönemi hedefleyen’ bir
bilimkurgu akımı çıkar. O dönemin fantastik romanlarında genelde karşımıza
çıkan tema şöyledir: Bir fabrikada ya da bilimsel araştırma enstitüsünde çalışan
dahi bilim insanı, genç komünist (Komsomol) arkadaşları ile sosyalist ekonomiye
hizmet edecek muhteşem bir teknoloji üzerinde çalışır. Hemen yanlarına kadar
sızan bir ‘yabancı ajan’ ise düzen düşmanlarını kullanarak ortalığı bulandırır.
Ancak sonuçta kahraman güvenlik teşkilatı çalışanlarıyla beraber tüm kötüler
‘zırhlı trenin’ darbesi ile darmadağın olurlar. 1939’da yayınlanan Grigoriy
Adamov’un ‘İki okyanusun gizi’ adlı romanı bunlara güzel bir örnektir.
Ancak bu yukarıdan indirilen çerçeveye sığmak istemeyen
yazarlar da vardı tabii. Onların yazdığı romanlardaki kahramanlar sürünmeyi
değil uzayda yolculuğu arzulamaktaydılar. Aleksandr Belyayev’in 1936’da
yayınlanan ‘KETS yıldızı’ adlı romanında olaylar bir yörünge istasyonunda
geçer. 1937’e yayınlanan ‘Gökten gelen misafir’ adlı romanı ise yıldızlara
seyahati konu edinmiştir. Vladimir Vladko ‘Evren Argonotları’ (1938) romanında
kahramanları Venüs’e, Boris Anibal ise ‘Evren denizcileri’ romanında (1940)
kahramanlarını Mars’a gönderir. A. Tarasov’un ‘Ay kraterleri üzerinde’
romanındaki kahramanlar ise (1941) Ay’a giderler. Bu kitaplar beklenen ilgiyi
görmez, ardından savaş başlar.
Büyük
kırılma
Savaşın zaferle sonuçlanmasından sonra da öyle sık bir
şekilde bilimkurgu kitapların basılmadığını görürüz. Sergey Belyayev 1945’de
savaş-macera konulu ‘Onuncu gezegen’ romanını yazar. 1947’de İvan Yefremov’un
‘Yıldız gemileri’ romanı çıkar. Yine bu dönemde çıkan Vladimir Obruçev’in
‘Gezegenlere seyahat’ adlı romanı daha çok bilgilendirme amaçlı bir eser
gibidir. Boris Lyaponov ‘Evrenin derinliklerinden gelen’ romanında Tungusk
meteorunu anlatır (1950). Bu dönemim bilimkurgusu ayağı Yer’e basan, yakın
geleceği anlatan bir özelliği vardır. O dönemin bilimkurgu romanlarında birkaç
yıl, en fazla on, onbeş yıl sonra yaşanacak bir gelecek ile tanışırız.
Bilimkurgu yazarlarının çalışmalarında batıdaki meslektaşlarına benzemeye
çalışıyor olabilecekleri riski de her zaman vardı. Ancak zaman ilerliyordu ve Sovyet
bilimkurgu yazarlarının da günü gelecekti. 1954’te Aleksandr Dovjenko’nun
sinemaya aktarılmak üzere yazılan ancak sonuçta rafta kalan ‘Kozmos’un
derinliklerinde’ adlı romanını görürüz (1954). Bir yıl sonra ise Vladimir
Savçenko’nun ‘Yıldızlara’ adlı öyküsü ‘Bilgi-Güçtür’ dergisinde yayınlanır. Bu
romanda yıldızlara gidecek ilk uzay gemisi 1977’de fırlatılır. Ardından Georgiy
Martonov’un 1955’te yayınlanan ‘Yıldız gemisinde 220 gün’ ve 1957’de yayınlanan
‘Gezegen misafiri’ adlı romanları gelir. Bunlar daha sonra seri haline gelecek
‘Yıdız seyyahları’ ve ‘Kallisto’ serilerinin başlangıcıdırlar. Bu romanlarda
Güneş Sisteminin fethi, uzaylıların Dünya’ya ziyareti ve komünizmin inşa
edilmiş olmasına tanık olmaları gibi temalar işlenir. 1957’de İvan Yefremov’un
‘Andromeda bulutsusu’ adlı romanı çıkar. Bu roman Sovyet bilimkurgusunun ikinci
doğuşunu simgeler. O dönemde toplumda da ‘ılımlaşma’ yaşanmaktadır, bilimsel
alanda çok önemli atılımlar yapılmaktadır. Yefremov’un romanındaki iyimserlik
dönemin ruhuna tam olarak uymaktaydı. İnsanlar uzun yaşamanın sırrını bulmuşlar
ve ‘Büyük ring’i kurmak üzere yıldızlara yolculuk yapabilmektedirler. Yefremov
1959’da yazdığı ‘Yılanın kalbi’ adlı romanında Dünya’lıların ‘yabancı’ ırkı
uzaylılarla ilk temasını anlatır.
Sovyet bilimkurgusu açısından dönüm noktası 1959’da çıkan
‘Kızıl bulutlar ülkesi’ adlı romandır. Bu Arkadiy ve Boris Strugatskiy’lerin
ilk romanıydı. Bu romanda yazarların bilimsel-teknolojinin ve macera
temalarından ziyade insan karakteri çözümlemelerine girdiklerini görürüz.
Strugatskiy’lerin kahramanları çok kez ahlaki tercih yapmak zorunda kalan
kişilerdir. 1960’ta çıkan ‘Amalteya yolu’ ve 1962’de çıkan ‘Stajyerler’
romanlarının kahramanları Güneş Sistemi’ni fethetmeye çalışırlar. 1963’de en
iyi romanlarından biri olan ‘Uzaktaki gökkuşağı’ yayınlanır. Bu arada 1960’ta
çıkan İgor Zabelin’in ‘Hayat kemeri’ romanından da bahsetmek gerekir. Bu diğer
gezegenlerde terraformasyon konulu ilk romandır. Yine uzayın fethi konulu
romanlar arasında Genrih Altov’un 1961’de çıkan ‘Yıldız kaptanları hakkında
efsaneler’ serisi, Valentina Juravlyova’nın 1963’te çıkan ‘Evren’e seyahat
edenler’, 1965’te çıkan Georgiy Gureviç’in ‘Biz Güneş Sistemi’ndeniz’ romanı
sayılabilir. O dönemde bilimkurgu roman ve öykü yazanlar arasında İgor
Rosohovatskiy, Anatoliy Dneprov, Vladimir Mihaylov’u görürüz.
Yıldızlara
dönüş
Çok gariptik ki Yuriy Gagarin’in uzaya çıkışı Sovyet
bilimkurgusunda bir durgunluğa yol açar. Artık uzay büyük bir hayal olmaktan
çıkmış, günlük bir iş haline gelmiştir. Ancak bilimkurgu sevenlerin sayısı da
oldukça yüksek idi ve eskisi kadar sık olmasa da bu türde eserler çıkmaktaydı.
Bu alanda en dikkat çekici eser, Sergey Snegov’un üç kitaptan oluşan ‘Tanrı
gibi insanlar’ıdır. 1966’da çıkan ‘Galaktik keşif’, 1968’de çıkan ‘Perseus’a
saldırı’ adlı ilk bölümlerin yayınlanmasından hemen sonra yazara karşı, batı
esinli kozmik opera yaptığı ile suçlaması yapılır. Burada anlatılan galaktik
ölçekteki savaş teması Sovyet okuyucuları için yabancı idi. Bu nedenle son
bölüm ‘Geriye giden zaman ringi’ ancak 1977’de yayınlanmıştır.
Sovyet bilimkurgusu için alışılmadık, uzay temalı romantik
hikaye ‘Aramis nöbeti’ 1967’de Olga Larionova’nın kaleminden çıkar.
Larionova’nın bazı hikayelerinin Strugatskiy kardeşlerin seviyesinde olduğu
söylenir. Strugatskiy kardeşler bu dönemde (1971) yazdıkları ‘Ufaklık’ adlı romanda
insanlara çok yabancı bir uygarlık ile temasta ortaya çıkan ahlaki tercih
konusunu masaya yatırırlar. Yevgeniy Voyskunskiy ve İsay Lukodyanov’un 1970’de
çıkan ‘Yıldız denizlerinin sesi’ adlı romanın kahramanları Venüs’te
terraformasyon ile uğraşırlar. Çalıştıkları ortam tam bir komünist ütopyadır.
Sergey Jemaytis 1973’te yazdığı ‘Kızıl Gezegen’ adlı romanın kahramanları
Mars’ta yıkılmış bir uygarlığın izine rastlarlar. Kir Bulıçev’in yine bu
dönemde çıkan eserleri insan psikoloji üzerine çok doğru betimlemeler içerir.
1970’li yılların ortalarından itibaren 1980’li yıllar Sovyet
bilimkurgusu için yine durgunluk dönemidir. Bunun nedeni yine aktifleşen
politik ‘conta sıkıştırma’ ile ilgilidir. Ağırlaşan günlük hayat şartlarında
uzayın fethedilmesi artık o kadar ilgi çekmemektedir. Amerikalılarla yapılan
‘Ay yarışı’ kaybedilmişti. Uzay mekiği programının gerçekleştirilmesinde de
ciddi sıkıntılar yaşanmaktaydı. Sosyalist bloktan kozmonotlar sıra sıra uzay
istasyonunda çalışma yapmaya gidip gelmekteydiler. Bu ortamda ‘Molodoya
Gvadriya’ yayınevi kimsenin ilgisini çekmeyen bazı kitaplar basmaktaydı. Bunlar
arasında kozmonotlar tarafından yazılmış bazı bilimkurgu Levon Haçaturyan’ın ve
Yevgeniy Jrunov’un ‘Mars yolu’ (1979), ‘Asteroidde’ (1984), ‘Selam Fobos’, ‘Kara
sessizlik’ gibi eserler de vardı! O dönemin kayda değer en önemli eseri 1978’de
yayınlanan, Sergey Pavlov’un ‘Ay gökkuşağı’ adlı romanıdır. Bu romandaki
kahramanlar eski istihbaratçı iken insanlıktan çıkıp, garip canlılar haline
gelmektedirler. 1976’da yayınlan, Vladimir Mihaylov’un ‘Kardeşimin bekçisi’ ve
1983’te yayınlanan ‘Öyleyse gelin, hüküm verelim’ adlı eserlerinde Strugatskiy
kardeşlerin son dönem eserlerindekine benzer sosyal-filosofik temaların net bir
şekilde işlendiğini görürüz.
Sonucunda SSCB’nin dağılmasını getiren Perestroyka
(yeninden yapılanma) döneminde bilimkurguya olan ilgi hemen hemen ortadan
kalkar. Modern dönem bilimkurgu yazarlarının eserlerinin büyük çoğunluğu kozmik
opera olarak kabul edilir. Bu dönemin belki de tek olumlu özelliği bir zamanlar
batılı ideolojileri taşıdığı için Rus piyasasına pek giremeyen yabancı
bilimkurgu eserlerinin kitlesel şekilde Rusça’ya kazandırılmasıdır. Bugün
Rusça’ya çevrilmemiş bir bilimkurgu romanı yoktur diyebiliriz.
Sovyet
bilimkurgusunun ilk 10 kitabı:
Aleksey Tolstoy «Аelita»
İvan Yefremov «Andromeda bulutsusu»
Arkadiy ve Boris Strugatskiy kardeşler «Kızıl bulutlar
ülkesi», «Amalteya yolu», «Stajyerler»
Aleksandr Belyayev «Hiçliğe sıçrama»
Georgiy Martınov «Каllisto»
Yevgeniy Voykunskiy, İsay Lukodyanov «Yıldız denizlerinin
sesi»
Sergey Snegov «Tanrılar gibi insanlar»
Georgiy Gureviç «Biz, Güneş Sistemi’ndeniz»
Sergey Jemaytis «Kızıl gezegen»
Sergey Pavlov «Ay gökkuşağı»
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder