Moskova

Moskova

30 Mayıs 2020 Cumartesi

Sergey Dovlatov




Hakan Sapmaz

Kaynak: ODTÜ İst. M. D. Baraka Dergisi




Sergey Dovlatov’un Puşkin Tepeleri (Jaguar Kitap / 2016) ve Yabancı Kadın (Olvido Kitap / 2019) kitapları ile ilgili olarak 8 Ocak 2020’de ODTÜMİST Dernek Lokali’nde bir sunum yaptım. Sunumda öne çıkan notları ve zaman zaman Sergey’i hatırladığımda duyumsadıklarımı özetleyerek sizlerle paylaşmak isterim.


Dovlatov II. Dünya Savaşı çocuğu olarak 1941’de doğmuş. Tiflisli Ermeni annesi tiyatro oyuncusu, Musevi babası tiyatro yönetmeni. Savaş sonrası dönemde ilk gençliği bindokuzyüzellili yıllara denk gelen bu iri yarı genç için eğitim hayatı pek parlak geçmemiş. Önce Leningrad’da Filoloji okumuş, askerlik sonrasında da gazetecilik. Altmışlı yıllarda askerliğini üç yıl bir konsantrasyon kampında gardiyan olarak yapmış. Şair/Yazar Brodski, askerden dönen Dovlatov için "çok sayıda hikayeleri ve delice bakan gözleriyle, Kırım’dan dönen Tolstoy’a benziyordu" demiştir.

Çok büyük heyecan ve tutkuyla yazdığı öyküleri bastırma fırsatı bulamayınca SSCB’de daktilo/teksir makinası vb. aletlerle basılan Samizdat (yeraltı yayıncılığına en güzel örneklerden biri) üzerinden okurlarıyla buluşur.

1972-1975 yıllarında Estonya’ya gider ve bir geminin kazan dairesinde ateşçi olarak iki ay boyunca çalıştıktan sonra Morjak Estonii, Vecherniy Tallin ve Sovetskaja Estonija gazetelerinde çalışır. Gazetecilik pratiğinden yola çıkarak yazdığı hikayelerini derlediği kitabı "Kompromis" (Uzlaşma) yasaklanır ve toplatılır. Hikâyelerinden bazıları batıdaki Rusça dergilerde yayınlanır ve bu yüzden Sovyet Gazeteciler Birliği'nden kovulur.

1979’da annesi, eşi ve kızıyla birlikte önce Viyana'ya kısa bir süre sonra da ABD'ye göç eder. Babasının Yahudi olması bu göçü mümkün kılar. Kendisi gibi sürgün yazarların da yer aldığı Rus göçmenlere hitap eden Novyi Amerikanec (Yeni Amerikalı) dergisinde baş editör olarak çalışır. Önceleri göçmenler arasında tanınırken birbiri ardına kitapları çıkmaya başlar ve 1980'lerin ortalarında bir yazar olarak geniş bir çevrede tanınır. Partizan Rewiev ve The New Yorker'da yazmaya başlar ve Özgür Avrupa Radyosu'nda yazar olarak program hazırlar.


Sergey Dovlatov 24 Ağustos 1990'da New York'ta kalp krizinden öldüğünde 49 yaşındadır. Maalesef eserlerinin Rusça olarak Rusya’da yayınlandığını göremez.

Dovlatov, bir süre Pskov’da Aleksandr Puşkin’e adanmış bir açık hava müzesinde tur rehberliği yapar. Burada yaşadıklarından hareketle yazdığı Puşkin Tepeleri (Pushkin Hills / Zapavednik) romandan ziyade bir uzun öykü olarak değerlendirilebilir.

Puşkin Tepeleri, birinci tekil ağızdan ve Dovlatov tarafından anlatılan bir kurguya sahiptir. Yazar, tüm karakterleri çok da ayrıntıya girmeden ama hiçbirini de atlamadan başlangıçta tanıtır. Her karakterin okuru gülümseten bir özelliği vardır. Kitabın Rusça aslında aynı cümlede aynı harfle başlayan iki kelime yoktur; bunu kendisini yavaşlatmak için yaptığı söylenir.

Öte yandan Puşkin Tepeleri’nde çok sıkıntılı ruh haliyle rehberlik yapan yazar ana hikayeyi onlarca iç içe geçmiş hikaye ile zenginleştirir. Okur daldan dala hikâyeden hikâyeye uçar, her dalın meyvesi ise farklıdır. Ama esas olarak keder ve mizahı çok ustalıkla harmanlar.

Umutsuzluk, karamsarlık, çevrenin gözlemi, sıradan insanlara dokunuşlar, alkolizm temalarına mizahi, yıpratıcı bir içten bakış ve kışkırtan, insanı uyandıran eleştiri getirir. Karakterler, farklılıklarıyla, sahicilikleriyle (kitap bittiğinde yazar kimseyi atlamamış herkesi yazmış duygusu yaratıyor) sahne alırken gündelik hayat ayrıntılarıyla, duygu ve davranışlarla harmanlanarak verilir.

Öyküde, karakterler, duygular çok canlı aktarılır, kurgu değil de sanki gerçeğe dayalı edebi bir belgesel gibi. Tabii döne döne özgürlük kavramı tartışılır. “Kimse ne yaptığını umursamayıp her şeyi yapabildiğinde özgür müsün?” diye soran Dovlatov, özgürlük kavramını, karakterler, duygular, davranışlar ve tabii devlet üzerinden ele alır.

Puşkin Tepeleri’nden birkaç alıntı:

Alkolün zararları hakkında ne çok şey okudum bilseniz! Sonsuza dek bırakmaya karar verdim… Onları okumayı…

Yaşam sorunlarından kaçmak mümkün değil. Cesur insanlar yaşamı yener, zayıflar benimser… Eğer yanlış yaşıyorsan, er ya da geç bir şey olur.

Aslında karabasan ve umutsuzluk en kötü şey değil. En korkunç olan, kargaşa…

Bir kadında umursamazlık ve kaygının nasıl bir arada bulunabildiğini gençlik yıllarımdan beri anlayamamışımdır.

Rus sarhoşu şaşırtıcıdır. Parası varsa kırk rublelik zehri tercih eder. Paranın üstünü almaz.

Yabancı Kadın, ilk kez ABD’de 1986’da Rusça olarak yayımlanır. İltica sonrası yaşadığı mahalle ve insanları üzerine bir mahalle belgeseli olarak değerlendirilebilir. Gene Dovlatov, kendisini ana kahraman olarak konumlar ve hikayesini birinci tekil şahıs olarak anlatır.

Yabancı Kadın da Puşkin tepeleri gibi bir uzun öykü veya novella olarak değerlendirilebilir. Anayurtlarını terk etmiş Rusların (çoğu Yahudi) yurtsuzluk, uyumsuzluk, keder, yabancılaşma gibi sorunlarını oldukça mizahi bir dille işler. Göçmenlerin yalnızlığını, kederini, tutunma çabalarını mizahla anlatan Dovlatov okura keder ve kahkahayı bir arada yaşatır. ABD’nin sunduğu yazılan çizilene karışmama görece özgürlüğü bir taraftan iyi gelirken, yalnızlık ve değersizlik, göçmenlerin içinde büyüyen bir keder uru olarak kalır.

Yabancı Kadın, okura bir grafik roman tadı verir. Bazı sayfalar renkli, bazı sayfalar siyah beyaz karikatürlerle bezeli bir grafik roman. Ana karakter Marusya’nın dışında kalan tüm karakterler hem ayrı ayrı hem Marusya İle ilişkilendirilerek dolaylı ve yeri geldiğinde doğrudan anlatımla dile müthiş boyutta hareket katarlar. Bunu, metnin kolayca okunup tüketilebileceği şeklinde dile getirmek istemiyorum. Kültürler arası savrulan göçmenlerin yaralarını, çaresizliklerini ve umutlarını sürekli yükselip alçalan bir tempoda okuruz. Dovlatov’un, bu açıdan, şapka çıkarılacak bir dil kurduğunu vurgulamak gerekir.


Yabancı Kadın’dan birkaç alıntı:

... bizim memlekette özgürlük yoktu ama okur vardı. Burada ise özgürlük istemediğin kadar, ama okuyucuyu ara ki bulasın.
Mutlu mesut bir insan için en zor tecrübe, ansızın aksi bir durumla karşılaşmaktır.
... evlilikte eşitlik. Üstünlük her zaman daha az seven taraftadır.
... kullanılıp atılmış, ezilmiş, ölmek üzere ve fakat biraz küstah insanları severim. Mahrumiyet çekenler günahkar değildir.
… aciz acizin mucizesi değildir.


Dovlatov, yazıları, öyküleri SB’de basılabilse, muhtemelen, ülkesini terk etmezdi. Duruşunu ve meselesini edebiyat üzerinden değerlendirmekte yarar olan bir muhalif yazardır. Yukarıda bahsedilen iki kitabı da hararetle tavsiye olunur.

Sergey Dovlatov bir röportajında Sovyet yaklaşımını şöyle özetler: Aileniz Minesota’da siz New York’da yaşıyorsunuzdur. Minesota’dan bir tanıdığınızla karşılaşırsınız ve size annenizin hastalandığı ama pek de detaylı bilgisi olmadığını söyler. Hemen annenizi ararsınız ama ulaşamazsınız. Ardından ağabeyinizi arayıp annenizi sorarsınız, o da size Minesota’da kışın her zamankinden daha sert geçtiğini ama buna rağmen ulaşımda hiç sıkıntı yaşanmadığını anlatmaya başlar. Boş ver ulaşımı, annem nasıl onu söyle diye üsteleyince bu kez yeğeninizin okulunda çıkan yemeklerin ne kadar güzel olduğunu anlatmaya koyulur. Anneye bir türlü gelinemez, Sovyetler annedir..


Dovlatov’la bir röportajdan:


►Yazmaya nasıl başladınız?

Çocukken hikaye anlatmaya başlayarak, ilgi çeken ve komik durumlardan hikayeler üreterek ve sözel hikaye anlatıcılığını yazıya dönüştürerek. Gençliğimde sadece 2-6 sayfalık kısa hikayeler yazardım. Daha sonraları yazdığım tonlarca küçük hikayenin yaşadıklarımın yansıması olduğunu gördüm.


►Yazdıklarınızda siz asıl kahraman olarak görünüyorsunuz, neden?

Bir anlamda her türlü kurgusal metin bir otobiyografidir. Yazarın duygu dünyası ana hammaddedir ve en vahşi fanteziler bile kişisel deneyimlere bağlı olarak ortaya çıkar. Lirik bir kahraman olarak «ben» bir sürü gereksiz edebi zorlamadan kurtarıyor, mesela hayatım boyunca «the heavy oak door scraped open» gibi bir cümle kurmadım.


►Sizi etkileyen yazarların size etkisi neydi?

Tüm okuduğum büyük yazarları severek anıyorum ama Proust hariç. Herhalde yazdığı romanların sıkıcılığından ölmüştür. Faulkner’dan örnekleyeyim: 
«Bayan…. Ne çiçekleri sevdiği için ne de para kazanmak için ama cenaze törenlerini sevdiği için çiçekçi dükkanı aldı» İşte buna bayılıyorum.


►SB’deki baskı ortamının yaratıcı süreci desteklediği ve daha nitelikli eserlerin ortaya çıkmasına yardım ettiği söyleniyor, ne dersiniz?

Bu soruyu, bir çalışma kampı çöplüğünde ölü bulunan Osip Mandelstam’a, Stalin ile çalışmak zorunda kalıp intihar eden Alexandr Fadaev’e sormalısınız. Katılmıyorum.


►Neden SB’nden iltica ettiniz? Neden ABD?

SB’nden dört nedenle kaçılır: politik, artistik, ekonomik ve macera. Benim nedenim artistik. Burada özgürce yazıp yazdıklarımı bastıracağımı biliyordum. Buraya geldiğim ile bulduğum tabii bir değil ama burası da çok farklı hayatları barındırıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder