Birgül
Ayman Güler
Kaynak:
http://www.turkrus.com/
Birgül Ayman Güler, Aydinlik.com.tr sitesinde yazdı:
"Ruslar, Türkiye üzerine kendi dillerinde çevrilmiş ya da yazılmış
yayınların neler olduğunu tam sayım halinde biliyorlar. Kaynakça çalışmalarını
çoktan yapmışlar. Ellerindeki ciltlerde Rusçada bizimle ilgili olan yayınlarını
taramışlar. Kaynakçaları 1713 yılından başlamış, bugünlere kadar gelmiş.
Rusça’da Türkiye üzerine yazılmış 1713 1917 yılları
arasında 5116 adet, 1917 1975 arasında 15797 adet yapıtın bilgisine sahibiz,
diyebiliyorlar.
Biz ise, Türkçede Rusya’ya ilişkin çevirdiğimiz ya da
kaleme aldığımız yayınların neler olduğunu bilmiyoruz. Rusya hakkında neleri
bildiğimizi ve neyi, ne zaman, nereden, nasıl öğrendiğimizi ölçebileceğimiz bir
“kaynakça”mız yok.
Oysa “kaynakça”, Batı dilinden söyleyişle bibliyografik
çalışma, hangi alan söz konusu ise o alanda, elgördülük değil ciddi işler
yapıldığının işareti sayılır. İşe başlamanın “a”sı!
Bizde yok!
***
Rus akademisyenlerden S. N. Uturgauri, Ankara’da 1992
yılında yapılan 500. Yıl Sempozyumu’na sunduğu bildirisinde, Rusya ile
birbirimizi öğrenmeye başlama tarzımıza ilişkin olarak ilginç bilgiler veriyor.
Diyor ki, ülkelerimiz birbirini, doğrudan kendi dillerinde
kendi yaptıkları incelemelerle değil, büyük bölümü Fransızcadan yapılan çeviri
kitaplarla tanımaya başladı.
Rusya’da bizimle ilgili ilk kitap, “Osmanlı
İmparatorluğunun yükselmesi, çökmesi ile askeri durumu” başlıklı, Kont Marsilye
adlı yazar tarafından kaleme alınmış Fransızca bir kitabın 1737 tarihli
çevirisi. Bizde Rusya hakkındaki ilk kitap ise, Edirne Barışı’ndan sonra yine
Fransızcadan çevrilerek 1829 yılında yayımlanan J. H. Castera’nın“Katerina
Tarihi” olmuş.
İlk diplomatik-ticari ilişkilerin 1492 yılında başladığı
düşünülürse, ortada hem geç hem dolaylı bir kültürel temas gerçeği var.
Reklamdan sonra devam ediyor
Rusya - Türkiye arasındaki kültürel ilişkilerin Batı
coğrafyası üzerinden değil, iki tarafın birbirinin kültürünü aracısız doğrudan
öğrenme dönemi, Rusya’da 1781’de bizde ise 1886 yılında başlamış.
Onlar Şair Nâbi’nin Hayriyye’sini 1781’de [Fransızcadan
çevirip] Rusça okurken, biz onların diplomat-yazarı Griboyedov’unAkıldan Bela
oyununu - Mizancı Murat Rusçadan çevirmiş Osmanlıca/Türkçe olarak 1886’da
okumuşuz.
Tarihlere dikkat ederseniz, bir de şöyle bir durum var:
Birbirini Batılıların süzgecinden okumakta Rusya 1737 - biz 1829; birbirinden
doğrudan çeviri yaparak öğrenmede Rusya 1781 -biz 1886 doğumluyuz. Aramızda yüz
yıllık, hiç de az olmayan bir fark var. Bugün, “karşımdaki hakkında ne
biliyorum” sorusunu açıklığa kavuşturacak bibliyografik çalışma eksiğimizi göz
önüne alırsak, kültürel ilişkilerde bizim daha ‘geriden gelme’ özelliğimiz
halen sürüyor demektir.
Herkes önce kendinden sorumludur. Artık, yetersiz bilgi ve
eksik gayret sorunumuzun üstesinden gelmemiz gerekir.
Elbette bir de sorularımızı yeniden düzenleme işi var...
Alanın uzmanlarınca masaya koyulmuş, ne var ki üzerinde
durulmamış, ama öne çıkarılmaları heyecan verici çok soru var. Örneğin, Türk
Rus ilişkilerinin son 500 yılında yaşanan 12 savaşın toplamı 50 yıl. Peki kalan
450 yılda ne var ne yok?... Örneğin, bu kapışmalarda başka devletlerin rolü ne
kadar?... Örneğin, bu iki ülkenin hem imparatorluk hem modernleşme tarihi neden
bu kadar çok birbirine benzer? ... Örneğin, Batı zihninde dünyanın Batı/Doğu
sınırı kâh Hristiyanlık/İslam kâh Katolik/Ortodoks ayırımına göre çizilir; bu
durumda ‘kim kimle daha çok kültürel ortak?’...
Kendi gerçekliğimize ve başkalarıyla ilişkilerimize taşıma
süzgeçlerden değil de doğrudan bakabilirsek, ezbere aldığımız sorulara farklı
ve yeni sorular ekleyebilirsek, hiç kuşkusuz gözlerimizin önünde başka bir
dünya görüntüsü belirecek."
www.aydinlik.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder