İgor
Rıabtsev
Kaynak:
http://www.turkrus.com/
Türkler ve Rusların anavatan sevgisi birbirine çok benzer.
Vatanımızın "ne kadar büyük, ne kadar güzel ve özel" olduğu konusunda
yabancıların şüphe duymasına tahammül göstermeyiz. Ardından da mutfak
sohbetlerinde arkadaşça memleketimiz hakkında atıp tutarız. Üstelik ne Ruslar
ne de Türkler için bu hiç de garip bir durum değildir. Bu Rusya ve Osmanlı
imparatorlukları zamanında da böyle idi, şimdi de böyle….
Türkçe öğrenmeye başladığımda, daha üniversitedeyken, hem öğrendiklerimi pratikte uygulamak hem de Türkleri daha yakından tanımak için çok sık bu ülkeye seyahat ettim. Dil derslerimize devam ettikçe, Türkiye tarihi, Türklerin hayat görüşü, hayatın çağdaş ve sosyal yanları hakkında da bizlere dersler verilmekteydi. O zamanlar hep öğrenmek isterdim: Gerçekten öyle mi?. Bu nedenle buraya geldiğimde her yaştan ve meslekten mümkün olduğu kadar çok sayıda insanla sohbet etmeye çabalardım. Muhataplarım henüz gelişmemiş Türkçemi duyunca, ilk iş olarak sorarlardı: "Nereden Türkçe biliyorsunuz?". Ben de üniversitede öğrendiğimi anlatırdım. Ardından sırtımı sıvazlayarak dile getirilen övücü laflar gelir, "Dünya dilleri arasında en ilginç ve gerekli olanı seçtiğim" söylenirdi. Sonra Türkler illa ki "Rusya’da mı yoksa Türkiye’de mi yaşamak daha iyi" diye sorarlardı. Kıvranır durur, yuvarlak sözlerle kurtulmaya çalışırdım – kimseyi incitmek istemezdim, zaten cevabını da bilmezdim, çünkü Türkiye’de yaşamışlığım yoktu.
Yıllar akıp gitti, ben dil öğrenimime devam ettim,
Moskova’da Türk arkadaşlarım oldu, kısacası uzun uzun ve çok değişik konularda
sohbetler yapabilmekteydim. İşte o dönemde yine Türkler tarafından “Hangi
ülkede yaşamak daha iyi?” sorusuna daha aktif cevap vermeye başladım. Anlaşıldı
ki onlara göre Türkiye’de yaşamak tabii ki daha iyiydi. Yeni Türk arkadaşlarım
bana «Kendin karar ver, deniz, güneş, taze sebze ve meyveler! Daha ne lazım ki?
Sizin oralar soğuk olur, üstelik yolsuzluk da diz boyudur, gel burada yaşa!»
derlerdi. Ben ise kendim bile şaşırarak tartışmalı noktalar bulmaya
başlamıştım. Ne de olsa meyveler ve denizin yanı sıra mühim başka şeyler de
vardı, mesela tarih, kültür, bilim, sanat.
Sohbetler artık kısa sure içinde tartışmalara dönüşür
olmuştu. Hatta bazen "Rus mu yoksa Osmanlı imparatorluğu mu dünya tarihine
daha fazla etkide bulundu?’ gibi ağır bazı konulara girilirdi. Her tartışma
barışla, tadında biterdi ama hiç kimse diğer tarafın haklı olduğunu kabul
etmezdi....
Durum Türk “arkadaşlarım"dan bazılarının gerçekten
"dostum" olmalarından sonra kökten değişiverdi. Yıllardır
görüşmekteydik ve her konu üzerine fikir yürütebiliyorduk. İşte o zaman Türk
kafa yapısının benim için çok yeni bir yanı ortaya çıktı. Artık daha değişik
yorumlar yapmaktaydılar: «Söylenecek ne var... Hala Avrupa Birliği’ne girmeye
çalışıyoruz, oysa Avrupa’ya varamayacağımız gün gibi ortada. Onların hem
ekonomik gelişmişlik seviyesi, hem de hak ve özgürlükler bakımından ulaşmamız
mümkün değil». Tarih ve güncel meseleler konusundaki diyaloglarımızda,
Türkiye’nin de geçmişinin göründüğünün aksine o kadar parlak olmadığına, hala
işsizlik sorunu, terörizm ve daha bir sürü sorunun hala mevcut olduğundan
yakınılıyordu.
O zaman farkettim ki tıpkı benim Rusya’daki kendi
sorunlarımızdan bahsetmeme benziyor tüm bunlar: Gerçekten de bizde hava hemen
hep soğuktur, yolsuzluk adım başıdır, tarihe bakacak olursan daha kanlısını
göremezsin. İşte o zaman her şey bana gülünç geldi birden: Nasıl da birbirimize
benziyoruz!
Bir yabancı ile konuşurken ülkemizi, şehrimizi, geçmişimiz
ve bugünümüzü en güzel haliyle göstermeye çabalıyoruz. Bize nasıl yaşamamız
gerektiğini öğretmeye kalktıklarında (bir kadeh bira sohbetinde veya televizyon
ekranından) gururla deriz ki: «Siz kimsiniz ki bize öğreteceksiniz?» Sadece
kendi aramızda mutfakta, kafede veya sokakta laflarken ‘Eh’ çekerek ‘Nasıl da bıkkınlık
verdi bu memlekette her şey!’ deriz. Ama yine de ülkemizi severiz, tüm
eksiklerine rağmen.
Türkler belki de kendileri farkına varmadan aynı prensipte
bir hayat sürüyorlar. Onlar için bir turist, bir yabancı iken "Türkiye’nin
dünyanın en iyi devletlerinden biri olduğuna" ikna etmek için ellerinden
ne gelirse yapıyorlar. Ancak eğer uzun zamandır onların arasında isen ve seni
kendilerinden bilip dertleşiyorlarsa “Ne olacak bu memleketin hali?” diye
hayıflanmadan duramıyorlar.
Nedir peki bu? İmparatorluk kompleksi mi yoksa mentalitede
dualizm mi, şiddetli vatanseverlik duygusu mu yoksa neden diğerlerindeki gibi
değil diye hayıflanma mı?
Söylemesi zor, ancak anladığım bir şey var: Büyük Rus
vatansever Puşkin diğer bir vatansever Vyazemskiy’e şöyle yazmış: ‘Tabii ki
baştan aşağı Anavatanı’mı hor görürüm, ama bir yabancının benim bu duyguma
paylaşması beni çok daha fazla üzer».
Bu sözler, yakından bildiğim bu iki ulusun, Ruslar ve
Türklerin anavatana olan yaklaşımlarını harika özetliyor. Birisi eleştirecekse,
sadece biz eleştirebiliriz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder