Samih
Güven
Kaynak:
https://samihguven.blogspot.com/
Aslında böyle bir soru içerisinde başka soruları ve cevapları da barındırıyor. İçerilen sorulardan biri, 20. yüzyılda yani komünist sistemin hakim olduğu dönemde Rus edebiyatı neden aynı gücünü koruyamadı sorusudur.
İçerilen cevap ise 19. yüzyılın kendisi ile ilgilidir
kanımca. Çünkü 19. yüzyılın koşulları ve toplumsal ortamı buna bir açıklama
getiriyor. Ama yine de yeterli bir cevap olmuyor bu.
Dolayısıyla buradan başlayacak olursak 19. yüzyıl gerçekten
Rus tarihinin en ilginç, en karmaşık, en çalkantılı dönemini oluşturuyor. Bu
yüzyılda, toplumun yüzleştiği önemli iktisadi sorunlar, savaşlar, sosyal
sınıflar ve katmanlar arasındaki çatışmalar ve çelişkiler, modernleşme
çabalarının getirdiği etkiler, farklı düşünce akımlarının ortaya çıkması, yeni
siyasal sistem arayışları, özellikle soylu sınıf tarafından himaye edilen sanat
ve edebiyatın bu dünyadaki insanlar tarafından hızla geliştirilmesi ve topluma
mal edilmesi gibi konulardan söz edebiliriz.
Rusya'da serflik düzeni ancak 1861 yılında sona erebilmişti
malum. Dolayısıyla bir yandan toprağa bağlı, son derece minimum koşullarda
yaşayan, özgür olmayan insanlar, bir tarafta da varlık içerisindeki soylu
kesimi görüyoruz. Yüzyılın sonlarına doğru ise özellikle St. Petersburg’da
ortaya çıkan bir işçi sınıfı söz konusu oldu. Çarlık sistemi ve bürokrasisi ile
Hristiyanlık ve kilisenin tutumu da başka dinamikler olarak devreye giriyordu.
Dolayısıyla Rusya'nın söz konusu toplumsal ortamı bir
edebiyatçı açısından son derece önemli imkanlar ortaya çıkarıyordu.
Ancak yine de bu durum sorumuza tam yanıt vermiyor.
Dolayısıyla sorunun en önemli yanıtı özellikle Puşkin, Gogol, Tolstoy ve
Dostoyevski gibi büyük yazarların ortaya çıkmasıydı. Bu yazarlar son derece
yetenekliydi ve çok güçlü eserler ortaya koymuşlardı.
Tolstoy bugün kimilerince dünyanın en iyi romancısı olarak
görülüyor. Tolstoy başlıca iki şaheseri olan Savaş ve Barış ve Anna
Karenina adlı romanlarında hayatın en derin sorularıyla boğuşuyordu.
Tolstoy ile ilgili olarak daha önceki yazılarımızda
belirttiğimiz, örneğin Vladimir Nabokov’un dediği gibi, Tolstoy yaşamı,
çok hoşa gidecek bir biçimde, tastamam, biz insanoğullarının zaman duygusuna
denk düşecek biçimde canlandırmak gibi olağanüstü bir yöntem keşfetmişti.
Dostoyevski ise insan psikolojisinin derinliklerine indi ve
seçtiği kahramanları bugün hala aramızda yaşayan varlıklar olarak
ölümsüzleştirdi.
Dolayısıyla 19. yüzyıl Rus edebiyatının başarısında belki
de Tanrı vergisi olarak özellikle bu iki büyük yazarın ortaya koyduğu yeteneğin
büyük etkisi vardı. Her iki yazar da hem Avrupa romantizmi hem de
gerçekçilikten derinden etkilenmiş, ancak kurguları Avrupalı yapıtlarda
gördüklerinden daha karmaşık ve ölümsüz karakterler ortaya çıkarmıştı. Dostoyevski
Anna Karenina hakkında şunu söylemişti: “Edebiyatımızda böylesine güçlü
düşünceleri yansıtan yapıtlarımız varsa neden zamanla kendi bilimimiz,
toplumsal ve ekonomik çözümlerimiz olmasın.”
Bu büyük yazarlar eserlerinde unutulmaz bir şekilde hayata
dair birçok önemli olay ve duygu ortaya çıkarıyordu: doğum, çocukluk, ölüm, ilk
aşk, evlilik, mutluluk, yalnızlık, ihanet, yoksulluk, servet, savaş ve barış
gibi.
20. yüzyıl edebiyatındaki en büyük sorun özellikle Stalin
döneminde Jdanov üzerinden sembolleşen sosyalist gerçekçilik ve edebiyatı
sisteme hizmet eden bir araç olarak görme saplantısıydı. Yazarlar üzerine
uygulanan baskı nedeniyle yaratıcılık açısından büyük bir olumsuzluk ortaya
çıkıyordu.
Buna rağmen 20. yüzyıl Ahmatova, Pasternak, Bulgakov,
Babel, Platonov gibi önemli yazarlar ortaya çıkarmıştı. Belki de böyle bir
bakış açısı olmasaydı 19. yüzyıldan kalan geleneği sürdüren çok daha güçlü
yazarlar söz konusu olabilirdi.
Dolayısıyla bu noktadan yeniden 19. yüzyıla dönersek bana
hep ilginç gelen şey Çarlık sistemine rağmen, Çarlık rejiminin baskıcı
uygulamalarına rağmen fikirsel anlamda çok önemli bir özgürlük alanı olmasıydı.
Bu dönemde hemen herkes istediğini yazabiliyor, istediğini söyleyebiliyordu.
Nitekim bu baskılara rağmen sosyalist fikirler gelişmiş ve yeni bir sisteme
geçilmişti.
Sonuç olarak 19. yüzyıl Rus yazarlarını bu kadar ayırt
edici kılan şeyler dönemin özel koşulları, bazı yazarların olağanüstü
yetenekleri, ayrıca insanı anlatmada ortaya koydukları güç ve doğruluk ile
başvurdukları gerçekçilik ve yalınlıktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder