M. Hakkı Yazıcı
mhyazici@yandex.ru
Hani, daha önce anlatmıştım; bir
keresinde arkadaşım Serkan, “Turuskayam, beni makaraya almaya başladı,” diye dertlenmişti.
Biraz daha hatırlatayım: Karısı Tatyana,
yeni bir sözcük şey türetmişti. Türk kadınlarına Turçanka, Rus kadınlarına da
Ruskaya diyorlar ya, kendi kızının da babası Türk, anası Rus, yani Türk-Rus
melezi olunca öyle çağırıyor; “Benim tatlı Turuskayam” diye seviyordu onu.
Serkan’ın kızı büyümüş, masal yaşına
gelmişti. Her akşam uyumadan önce annesi, babası bir masal anlatmazsa yatağa
girmiyordu. Tatyana bir kucak dolusu masal kitabı almıştı.
Uyku öncesi yatağının
başında sırayla okuyorlardı.
Son zamanlarda
tutturmuştu, “Annem okumasın; babamı istiyorum,” diye.
Kızı Serkan masal kitabını okurken
kıkır kıkır gülüyordu. Önceleri masalın içindeki komik olaylara gülüyor diye
düşünmüştü. Ancak gülünecek bir şey olmasa da kıkır kıkır gülüyordu.
Serkan, neden sonra anlamıştı, meğer
Turuskayası masala değil, babasının ona komik gelen Rusça telaffuzuna
gülüyormuş.
***
Geçenlerde bir akşam, uyku öncesi
Turuskayasına masal okurken ikisi birden uyuyakalmışlar.
Zaten Serkan, o gün işte çok yorulduğundan
eve giderken Metroda uyumuş, ineceği yeri geçtiğini ancak üç istasyon sonra
farkedip geri dönmüştü.
Buna rağmen kızını kıramamış, mutad
görevini yerine getirmek üzere kızının yanına uzanmış, okumaya başlamıştı.
O akşam okuduğu “Balıkçı ve karısı”
isimli bir Rus halk masalının Türkçe çevirisiydi.
Kaynanası İrina Vladimirovna, “Olmaz
öyle!” demişti. Rusça masalları Tatyana’nın, mümkünse Türkçe masalları da
Serkan’ın okuması gerektiğinde ısrar ediyordu. Böylece kızları her iki dili de
daha doğru öğrenecekti.
Haklıydı belki kadıncağız.
Serkan, kızının bütün itirazlarına,
mızmızlanmasına rağmen, en azından kaynanası onlarda misafir olduğu zamanlarda,
onu kızdırmamak için koyduğu bu kurala uymaya çalışıyordu.
Sevgili dostum Ender Karataş,
avukatlık tecrübesine dayanarak, "Rus kadınlar ile evlenenler şunu
bilmeli: Siz, sadece eşinizle evlendiğinizi düşünmeyin, evlenirken eşinizin
annesi de ailenizin vazgeçilmez bir parçası olacaktır. Evde yüzde 50 eşin dediği olur, geriye kalan yüzde
50’de de
genellikle kaynana haklıdır!
Çocuk eğitimini sadece kendi ellerinde ve kontrollerinde tutmayı isterler ve
başarırlar… Sizi umursamaz, sıkça “Sorumsuz" diye damgalayabilirler,
alınmayın!” diye yazmıştı.
Serkan, kendi deneyiminden
hareketle bu yorumu çok haklı buluyordu.
***
“Balıkçı ile Balığın Masalı”, Aleksandr
Puşkin’in bir Rus halk masalından yola çıkarak yazdığı bir şiir.
Bu
güzel çeviriyi TürkRus.Com yazarlarından Kaan Akoba, Rusya’da yaşadığı
dönemde yapmıştı. İlk kez 2013 ilkbaharında, Moskova’da yayınlanan – kriz
günlerinde maalesef baskısına ara vermek zorunda kalınan- Türkçe-Rusça dergi
Pusula-Kompas’ta yayınlanmıştı.
İnsan, lafın geldiği bu noktada durup,
eski günleri hatırlayıp hüzünleniyor.
***
Serkan okumaya devam ederken öbür
odadaki televizyondan oynayan bir eski Sovyet filminde yer alan şarkının
melodisi içeri sızıyordu:
Если б я был султан, я б имел трех жен- Yesli b ya bıl
sultan, ya b imel tryöh jen
И тройной красотой был бы окружен-İ troynoy krasatoy bıl bı okrujen.
И тройной красотой был бы окружен-İ troynoy krasatoy bıl bı okrujen.
Eğer
sultan olsaydım, benim üç karım olurdu,
Üç
yanım, üç güzellikle çevrili olurdu.
Tatyana ile birkaç günlüğüne diye
gelip misafirliğini bir ay uzatan kaynanası televizyonun karşısındaki divanda
kaykılmışlar, ezbere bildikleri bu filmi yeniden seyrediyorlardı.
Masalı okurken, kulağı ister istemez
içerde oynayan filmdeydi.
Rusların Kemal Sunal’ı Yuriy
Nikulin’in oynadığı, 1966 yılında çevrilen, “Кавказская пленница- Kavkaskaya
Plennitsa (Kafkas Esiri)” isimli bu ünlü Rus komedi filminde Kuzey Kafkasya'da
yerel bir parti yöneticisi genç bir kızla evlenmek istiyor.
Bu arada, Moskova’da Novodeçi
Mezarlığında yatmakta olan Nikulin’in Nazım’ın mezar komşusu olduğu bilgisini
de araya sıkıştıralım.
Hala en çok sevilen 10 Rus filmi
arasında yer alan film, yine bizim Kemal Sunal filmleri gibi televizyon
kanallarında sürekli yayınlanıp, izlenmekte. Bu filmi defalarca izlemeyen hiçbir
Rus yoktur sanırım.
Gerçi Serkan da birçok kez seyretmişti
bu filmi.
Kızı kaçırmak için özel bir ekip
kuruluyor. Çete üyeleri kızı kaçırarak bir eve kapatıyorlar. Evde düzenlenen
partide bu şarkı, “Если б я был султан- Yesli b ya sultan (Eğer ben bir sultan
olsaydım)” söyleniyor.
Eğer
sultan olsaydım, benim üç karım olurdu,
Üç
yanım, üç güzellikle çevrili olurdu.
Ancak
öte yandan, bu nedenle
Pek
çok derdim, sıkıntım olurdu! Of, Allahım beni koru!
İnsanın üç karısı
olması hiç kötü değil,
Ama
bir yandan da çok kötü.
Zülfiye bornozumu
ütülüyor,
Güllü söküğümü
dikiyor, Fatma çoraplarımı tamir ediyor.
Üç
karı sahibi olmak harika, demeyin gitsin!
Fakat
öte yandan üç de kaynanam var!
İnsanın üç karısı
olması hiç kötü değil,
Ama
bir yandan da çok kötü.
Şarkı böyle sürüp gidiyor.
***
Serkan, bir yandan masalı okurken ara
ara dalıyor, uyuyor, uyanıyor; masallar başka masallara, gerçeklere
karışıyordu.
Bu, film, masal
karışıklığı içindeyken bir diğer efsanevi Sovyet filminden. "Белое солнце пустыни-Beloye
solntse pustıni (Beyaz çöl güneşi)"nden bir şeyler uyku, rüya arasında aklına geliyor.
Film, bugünkü Türkmenistan'ın Hazar
Denizi kıyılarında, Ekim Devrimi sonrasında, iç savaş yıllarında geçmekteydi. Bölgede
çetecilik yapan ve Beyaz Ordu ile beraber çalışan filmin anti-kahramanı çeteci
Abdullah'ın hareminde çok sayıda karısı vardır. Gülçitay, Cemile, Güzel, Zeyda,
Leyla, Zülfiya, Pakize, Zühra...
Birden seneler öncesinden bir olayı
hatırlıyor.
Serkan’ın kaynanası İrina Vladimirovna
da bu filmi gençliğinden beri belki onlarca kere izlemişti.
Hayatlarını birleştirme kararı
aldıklarından sonra Tatyana bunu annesine açtığında kızının bir Türk’le
evlenmek istediğini duyunca kaynanası şok geçirmişti.
Düşüncelere dalmış, gözleri uzaklara
takılmışken “Adı da Aptullah mı?” diye sormuştu.
İsmi Aptullah değil, Serkan’dı.
Ah, kaynanacık! Ah, İrina Vladimirovna!...
Neyse, sonradan tanıdıktan sonra
Serkan’ı oğlundan bile daha çok sevmişti, ama o ayrı mesele.
Ne yazık ki yakın zamanlara kadar iki
toplum arasında birbirlerini iyi tanıyamamış olmaktan kaynaklanan önyargılar
fazlaydı. Bunun tam anlamıyla sona erdiğini söylemek ise hala zor.
Filmde geçen ve Rusya’da günlük dile
yerleşen deyişler var. Bunlardan biri şöyle: “Doğu, ince mesele (Восток - дело
тонкое)”.
Bu deyiş, Doğu hakkında bahsederken, Doğu’yu anlamak zordur anlamında.kullanılmakta.
İşte bu, gerçekten önemli bir konu…
***
Tatyana, Serkan’ı uyandırdığında kızı
yatağında mışıl mışıl uyuyormuş.
“Hadi kalk, sen de yatağa yat. Yine
masal okurken sonunu getiremeden uyuyakaldınız,” demiş.
Serkan kalkmış.
Film sona ermiş, başka bir program
başlamıştı. Kaynanası televizyonun karşısındaki divanda uyuyordu.
Karısı, “Uykunda bir ara mırıldanıp,
konuştun. Bir rüya mı gördün?” diye sormuş.
“Hatırlamıyorum,” demiş.
Aslında bir şeyler hatırlıyormuş; ama
neme lazım, biraz anlatmaya başlasam maraza çıkar diye korktuğundan, en iyisi
anlatmamak diye düşünmüş.
***
Serkan, masal, film, şarkı karmaşası içinde uykuya
dalınca gördüğü, karısı Tatyana’ya anlatmaya çekindiği rüyayı bana anlattı.
Her şey çorbaya dönmüş, başka masallar
da işin içine girmişti.
Rus halk masalı “Üç balta”da, Lev
Tolstoy’un “Köylü ve su adam” hikayesinde anlatılanlara benzer şeylerdi.
“Meğer ben, Volga kıyısında yaşayan bir Rus
köylüsü imişim,” diye başladı.
“Bir gün nehrin kıyısındaki ağaçların kuru
dallarını keserken baltam elimden kayıp, suya düştü.
Dalıp çıkarmaya çalıştım; ama nafile,
baltam nehrin çamurlu suları arasında kaybolmuştu.
Kıyıya çıkıp ağlamaya başladım.”
Ben, “Koskoca orman varken, nehrin kıyısındaki
ağaçlarla ne uğraşıyorsun?”, diye araya girdim.
“Dur bi abi, yahu, anlatıp bitireyim,
sonra yorum yaparsın,” deyip, devam etti:
“Neyse, ben kıyıda oturup ağlarken,
kocaman bir balık kafasını sudan çıkarıp ‘Be adam, ne diye öyle hüngür hüngür
ağlarsın?’ diye sormaz mı?
Ben şaşkınlıktan neredeyse küçük
dilimi yutacaktım. Dürüst konuşmak gerekirse korkmuştum da.
‘Yahu balık abi, nasıl ağlamayayım,
ben fakirin bir tanecik baltacığı var, onu da nehre düşürüp kaybettim,’dedim.
Balık cup diye suya daldı, biraz sonra
bir balta ile döndü. ‘Bu balta mıydı seninki?’
Şaşkına dönmüştüm getirdiği balta som
altındandı ve pırıl pırıl parlıyordu.
‘Yok balık abi, bu benim baltam
değil,’ dedim.”
Ben yine araya girip, “Enayi” diye
takıldım.
“Lütfen, lafımı kesme abi!”
Anlatmaya devam etti:
“Neyse balık, yine suya cup diye
daldı, biraz sonra kocaman gümüş bir balta ile geri döndü.
Yine ‘Hayır, benimki değil,’ dedim.
Balık bir daha daldı, döndüğünde
yanında bu defa benim düşürdüğüm baltam vardı.
‘Hah işte, balık abi, bu benim baltam!’
diye bağırıp, sevindim.
Balık, yüzgecini bana doğru uzatıp,
basketçiler gibi ‘çak’ deyip avucuma vurdu.
Baltayı bana verip, sonra aniden suya
daldı.
Çok geçmeden, yanında önce getirip
gösterdiği altın ve gümüş baltalarla göründü:
‘Sen dürüst ve iyi bir adamsın. Ben, seni
denemek istemiştim. Şimdi armağanı hakettin. Bu iki baltayı da al. Belki satar,
paraya çevirir, bundan sonraki hayatında varlık içinde yaşarsın,’ deyip
kayboldu.”
“Sen dürüst, iyi; ama aynı zamanda
enayinin birisin,” dedim. “Bitti mi rüyanda gördüğün masal?”
“Hayır, bitmedi; devamı var,” diye
cevap verdi, kırgın bir ses tonuyla.
“Bu olaydan epeyce bir zaman sonra, bir
gün, ben, karım Tatyana’yı da yanıma alıp, kayıkla nehrin karşı kıyısında
oturan bir komşumuza misafirliğe gitmek için kayığa binmişiz.
Nehrin ortasında bir yerde tekne
sallanınca Tatyana dengesini kaybedip suya düştü.
Hemen arkasından atladıysam da derin
suların içinde karımı bulamadım.”
“Karını kesin sen suya itmişsindir,” diye
takıldım.
“Saçmalama abi!”
Karısını çok sevdiğini biliyordum. O
da tabii ki benim şaka yaptığımı biliyordu.
“Kayıkta kaynanan yok muydu, bari onu atsaydın
kayıktan?”
Kafasını kızgınlıkla iki yana
sallayıp, anlatmayı sürdürdü:
“Çaresiz tekneye geri çıkıp, ağlamaya
başladım.
Bir sesle başımı kaldırdığımda bir
önceki olaydaki koca balığın sudan kafasını çıkarmış bana seslendiğini gördüm.
‘A be adam, ne diye yine öyle hüngür
hüngür ağlıyorsun?’
‘Nasıl ağlamayayım balık abi, bir
tanecik sevgili karım suya düştü,’
Balık fesapünallah çekip cup diye suya
daldı.
Döndüğünde yanında Rusya’nın en güzel
kadınlarından ünlü tenisçi Maria Şarapova vardı.
Balık, ‘Bu kadın mı senin karın?’ diye
sordu.
Şaşırmıştım.
Ne söyleyeceğimi bilemedim. Önceki
olayda yaşadıklarımı hatırladım. Biraz tereddütten sonra “Evet balık abi, bu
kadın benim karım, sağol,’ dedim.
Balık, kızgın bir ifadeyle bakıp,
yüzüme tükürdü:
‘Tuh, ben de seni dürüst, iyi bir adam
bilip, inanmıştım. Niye yalan söylüyorsun? Bu kadın senin karın Tatyana değil,
Maria Şarapova!’ diye haykırdı.
Bu arada halen Moskova’da yaşayan
çağdaş Rus ressam Konstantin Razumov (Константин Разумов)’un ‘Haremde -в
гареме’ tablosundaki güzellere benzeyen kadınlar zihnimin içinde dolanıp, uyku
arasında rüyamda hayal meyal uçuşup duruyorlardı.
Toparlandım.
Çok utanmıştım.
Tam balık suya dalıp gidecekken
arkasından:
‘Dur balık abi, sana açıklayayım,’
dedim. ‘Geçen seferki balta olayını biliyorsun. O olayı çok iyi hatırladığım
için sen ilkin Maria Şarapova’yı getirince, ben ‘Bu benim karım değil desem, senin
belki sırayla Anna Semyenoviç, Anfisa Çehova, Zoya Berber gibi diğer ünlü Rus
güzellerini de getireceğini düşündüm. Yine ‘Hayır bunlar benim karım değil’
desem, sonunda karım Tatyana’yı getirdiğinde sen yine basketçiler gibi avucuma ‘çak’
diye vurup, ‘Aferin sana, sen dürüst ve iyi bir adamsın, bu yüzden ‘Bütün bu
güzel kadınları sana karın olarak armağan ediyorum,’ diyecektin.
‘Eeeee?’
‘Balık abi, benim varlıklı biri
olmadığımı biliyorsun. Önceki olayda armağan ettiğin baltaları satsam da,
paraları har vurup harman savurdum. Çar çur ettim; yoksulluktan kurtulamadım.
Benim kazandığım para o Rus güzellerinin makyaj masraflarına bile yetmez. O yüzden
bana ilk gösterdiğin Maria Şarapova için bu benim karım dedim. Mazallah ya
getireceğin diğer güzel Rus kadınlarının hepsini bana karı olarak versen ben ne
yapardım, düşünsene?’
Balık:
‘Tamam, tamam; yeter anladım. İyi ve
dürüst bir adamsın, ama biraz aptalsın. Senin kazandığın para tek başına Maria
Şarapova’nın makyaj parasına da yetmez,’ dedi.
Haklıydı.
Cup diye daldı, biraz sonra karım
Tatyana’yı sudan çıkarıp getirdi.”
***
“Sen bu rüyanı Tatyana’ya anlatmadın
değil mi?” diye sordum.
“Yok, yok, bir tek sana anlatıyorum;
ne Tatyana’ya, ne de kaynanama anlattım.”
“İsabet,” dedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder