Kaynak:
https://www.insanokur.org/
Berber
Dükkanında
Sabah.
Saat daha yedi olmadığı halde Makar Kuzmiç Bliostkov’un berber dükkânı açık.
Şık giyimli, ama üstü-başı kir içinde, henüz yüzünü bile yıkamamış bulunan,
yirmi yaşlarındaki dükkân sahibi Makar sabah temizliği yapmakta. Aslında nereyi
temizlediği de belli değil, gene de hayli terlemiş. Elindeki bezle bir yerleri
siliyor, şuraya-buraya parmağını sürüyor, duvarda gördüğü bir tahtakurusuna
fiske atıyor…
Dükkân
küçük mü küçük, daracık, pis bir yer. Kütüklerden örtülü duvarlara arabacıların
gömleği gibi soluk duvar kâğıtları yapıştırılmış. Camları rutubetten
donuklaşmış, ışık sızdırmaz iki pencere arasında elinizi hızla vursanız
parçalanacakmış gibi duran, gıcırtılı bir tahta kapı; kapının üstündeyse durduk
yerde marazlı marazlı şangırdayan, titrek sesli, pastan yeşillenmiş bir
çıngırak göze çarpıyor. Duvardaki aynaya şöyle bir bakmayagörün, suratınız dört
bir yana çarpılır, kendinizi tanıyamazsınız. Makar, bu aynanın karşısında,
saç-sakal tıraş etmektedir. Aynanın önündeyse dükkân sahibi kadar pis, yağa bulanmış
berber gereçleri var: Taraklar, makaslar, usturalar, birkaç kapiğe alınan krem
ve pudralar, içine bolca su katılmış bir şişe kolonya… Berber dükkânını toptan
satmaya kalksanız beş ruble bile etmez.
Kapının
üstündeki zilin hastalıklı sesi duyuluyor, içi kürklü bir gocuk ve keçe
çizmeler giymiş yaşlıca bir adam dükkâna giriyor. Adamın başı, boynu kadın
şalıyla sarılı. Makar Kuzmiç’in vaftiz babası Erast İvanoviç Yagodov’dur bu
gelen. Kendisi konservatuvarda bekçiydi bir zamanlar, şimdiyse oturdukları Krasniy
Prud Mahallesi’nde tesviyecilik yapıyordu.
Temizlik
işiyle uğraşan Makar Kuzmiç’e;
–
Merhaba Makarcığım! Ne haber, gözümün nuru? diye sesleniyor içeri girer girmez.
Öpüşüyorlar.
Yagodov şalı başından çekip alıyor, ıstavroz çıkardıktan sonra bir iskemleye
çöküyor.
– Yol
ne kadar uzunmuş! diyor oflayıp puflayarak. Şaka değil, ta Krasnıy Prud’dan
Kaluga kapısına değin yaya geldim.
– E,
nasılsınız bakalım? İyi misiniz?
– Hiç
sorma, iyi değilim. Yakınlarda bir hastalık atlattım.
– Ne
hastalığı?
– Evet,
bir ay kadar ateşler içinde kıvrandım. Öleceğim sanıyordum, ama sonunda kefeni
yırtık. Şimdi de saçlarım dökülüyor. Doktor saçlarımı kestirmemi söyledi.
Yerine daha gür çıkarmış. Ben de tuttum, sana geldim. “Yabancıya gitmektense
bir yakınım kessin saçlarımı. Hem daha iyi tıraş eder, hem de para almaz”
dedim. Doğrusunu söylemek gerekirse yol biraz uzun, ama ne zararı var? Benim
için bir gezinti oldu.
– Ne
olacakmış canım. Seve seve tıraş ederim. Buyurun, oturun!
Makar Kuzmiç saygıyla eğilerek tıraş masasının arkasındaki koltuğu gösteriyor. Yagodov gösterilen yere oturarak aynada kendine bakıyor. Oradaki görüntüden pek hoşnut kalmış olmalı. Neden derseniz, Moğol dudaklı, küt, yayvan burunlu, gözleri alnına kaymış bir surat beliriyor orada. Makar Kuzmiç vaftiz babasının omuzlarına sarı sarı lekeli, beyaz bir çarşaf örttükten sonra makası şıkırdatmaya başlıyor.
Makar Kuzmiç saygıyla eğilerek tıraş masasının arkasındaki koltuğu gösteriyor. Yagodov gösterilen yere oturarak aynada kendine bakıyor. Oradaki görüntüden pek hoşnut kalmış olmalı. Neden derseniz, Moğol dudaklı, küt, yayvan burunlu, gözleri alnına kaymış bir surat beliriyor orada. Makar Kuzmiç vaftiz babasının omuzlarına sarı sarı lekeli, beyaz bir çarşaf örttükten sonra makası şıkırdatmaya başlıyor.
–
Saçlarınızı cascavlak keseceğim, ne dersiniz?
– En
güzelini yapmış olursun. Tatarlara benzet beni, bomba gibi bir şey olayım.
Sonunda daha gür çıkacak nasıl olsa.
– E,
hanım teyzemiz nasıllar?
– Nasıl
olsun, yuvarlanıp gidiyor işte. Geçenlerde binbaşının karısına doğuma
çağırmışlardı, tam bir ruble vermişler.
– Ya,
bir ruble vermişler, ha? Kulağınızı tutar mısınız biraz?
–
Tuttum… Sakın keseyim deme, e mi? Of, acıttın be! Neden çekiyorsun saçımı?
–
Zararı yok, zararı yok. Bizim meslekte böyle şeyler olmadan olmaz. Anna
Erastovna iyiler mi?
– Kızım
mı? Yerinde rahat durduğu yok ki! Geçen çarşamba Şeykin’le nişanını yaptık. Sen
niçin gelmedin?
Makas
şıkırtıları şıp diye kesiliyor. Makar Kuzmiç’in elleri aşağı düşüyor, korku
okunan bir sesle;
– Kim?
Kimi nişanladınız? diye soruyor.
– Bizim
Anna’yı, canım!
– Nasıl
olur? Kiminle?
–
Şeykin’le. Prokofi Petroviç Şeykin’le. Teyzesi Zlatoustenski Sokağı’nda zengin
bir ailenin vekilharçlığını yapıyor, iyi bir kadındır. Şükürler olsun, hepimizi
sevindiren bir iş kıvırdık. Bir hafta sonra da nikahı var. Sen de gel,
eğleniriz.
Şaşkınlıktan
yüzü sararan Makar Kuzmiç omuzlarını silkiyor.
– Nasıl
olur, Erast İvanoviç? Bunu nasıl yaparsınız? Olamaz! Anna Erastovna ile ben…
ben ona karşı iyi duygular besliyordum… Niyetim onunla… Bu nasıl şey, bilmem
ki!
Makar
Kuzmiç’in yüzünde ter damlaları tomurcuklanıyor. Makası masanın üstüne
bıraktıktan sonra yumruğuyla burnunu ovuşturmaya başlıyor.
– Benim
ona karşı temiz niyetlerim vardı. Olacak şey değil, Erast İvanoviç! Ben onu
sevdim, en saf duygularımı sundum. Karınız, hanım teyze de söz vermişti. Size
karşı hep öz babam gibi saygı gösterdim… her zaman bedava tıraş ediyorum.
Benden iyilikten başka ne gördünüz? Babam öldüğü zaman evdeki kanepeyle on
rublemi aldınız, sonra geri vermediniz. Anımsıyorsunuz, değil mi?
–
Anımsamaz olur muyum? Hatırımdadır hep. Ama, gözümün nuru, sen iyi bir güvey
olabilir misin, Makarcığım? Söyle, iyi bir güvey olabilir misin? Ne paran var,
ne mevkiin, ne de işe yarar bir mesleğin!
– Peki,
Şeykin zengin mi?
–
Taşeronluk yapıyor. Tam bin beş yüz ruble pey akçesi yatırmış bu işe. Yetmez
mi, iki gözüm? Her neyse, olan oldu bir kere, geri dönemeyiz, Makarcığım, sen kendine
başka bir kız ara. Elini sallasan ellisi gelir sana. E, ne duruyorsun? Hadi
tıraş etsene!
Makar
Kuzmiç konuşmadan dikiliyor, sonra cebinden mendilini çıkararak ağlamaya
başlıyor. Erast İvanoviç onu yatıştırmaya çalışıyor:
– Aman
canım, böyle şeylere de ağlanır mı? Hadi, sus bakalım. Kadınlar gibisin
vallahi!… Önce saçımı kes, sonra ne yaparsan yap. Hadi, makası al eline!
Makar
Kuzmiç makası alıyor, ona bir dakika şaşkın şaşkın baktıktan sonra yine masaya
bırakıyor. Eli titremektedir.
–
Yapamayacağım. Kalsın şimdi, elimin gücü kesildi. Ah, ne talihsiz bir
insanmışım ben? O da çok mutsuz şimdi… Birbirimizi seviyorduk, söz vermiştik.
Kötü insanlar acımadan ayırdılar bizi. Dükkânımdan gidin, Erast İvanoviç! Sizi
gördükçe tuhaf oluyorum.
–
Öyleyse yarın gelirim, Makarcığım. Tıraşı yarın bitirirsin.
– Peki,
nasıl isterseniz.
Erast
İvanoviç saçlarının yarısı kökünden kesilmiş başıyla tıpkı bir kürek mahkûmuna
benziyor. Böyle bir başla ortalıkta dolaşmak pek hoş değil ama başka ne
yapılabilir? Başına şalı yeniden sarıyor, berber dükkânından çıkıyor. Makar
Kuzmiç yalnız kalınca bir sandalyeye oturuyor, sesssiz sessiz ağlamasını
sürdürüyor.
Ertesi
sabah Erast İvanoviç erkenden dükkândadır. Makar Kuzmiç soğuk bir sesle;
– Bir
şey mi var? Ne istiyorsunuz? diye soruyor.
–
Tıraşı bitir Makarcığım. Bak, daha yarısı duruyor.
–
Parası peşin, lütfen. Bedava tıraş etmem!
Erast
İvanoviç tek söz söylemeden kalktığı gibi dükkândan dışarı fırlıyor. O günden
beri başının yarısında saçları uzun, öbür yarısında ise kısacık. Parayla tıraş
olmayı lüks saydığından başının yarısındaki saçların kendiliğinden büyümesini
bekliyor. Kızının düğününde bile ortalıkta böyle dolaştı.
Anton Pavloviç Çehov
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder