Kaynak:
https://dogayakacis.com/
1978 yılında; Sibirya’nın uçsuz bucaksız
taygalarında (Tayga-Taiga: Sibirya’da iğne yapraklı ormanlar ile kaplı dağlık
bölgeler) jeolojik araştırmalar yapan 4 jeolog, helikopterleri için
uygun bir iniş yeri ararken, derin bir vadide, çam ve huş ağaçları arasında bir
kulübe ve ekilmiş bir tarla görürler. Bu durumu tuhaf kılan,
kulübenin en yakın yerleşim yerine 250 km. mesafede olması ve hiç bir ulaşım
imkanı bulunmamasıdır. Üstelik kışın bu bölgede sıcaklık – 40 C derecelere
kadar düşmektedir. Yani burası yaşanabilecek bir yer değildir.
Sibirya’nın güney batısında, Rusya Federasyonu’na
bağlı Hakasya (Khakassia) Cumhuriyeti kırsalında keşfedilen bu
kulübe, doğal olarak jeologların ilgisini çeker.
Helikopterle bölgeye inen 4 jeolog, insan izlerini takip
ederek derme çatma kulübeyi bulurlar. Kulübeye yaklaşırken kapı açılır ve tuhaf
kıyafetler içerisinde, saçları, sakalları karışmış yaşlı bir adam, yalınayak
dışarı çıkar. Jeologlar ”Selam dede, ziyarete geldik” diye
seslenirler. Onları gören yaşlı adam bir müddet hiç kıpırdamadan durur ve
sonra ”Madem buraya kadar geldiniz, içeri gelin” diyerek onları
kulübeye davet eder.
Kulübenin küçük bir penceresi vardır ve bu nedenle içerisi
loştur. Zemin patates ve çam fıstığı kabukları ile kaplanmıştır. Ekip üyeleri,
gözleri karanlığa alışınca içeride orta yaşlı iki kadının daha bulunduğunu fark
ederler. Kadınlar ise dehşet içindedirler ve içlerinden bir tanesi
sürekli sallanarak, ‘‘bunlar hep günahlarımız yüzünden, bunlar hep
günahlarımız yüzünden……..” diyerek dua etmektedir. Bunun üzerine ekip
üyeleri, kadınları korkutmamak için tekrar dışarı çıkar ve kulübenin yanında
yemeklerini yemeye başlarlar.
Yaklaşık 30 dakika sonra kulübenin kapısı açılır ve
tüm aile bireyleri dışarı çıkarak korku içinde yaklaşırlar.
Kadınlar ağır ağır, sanki öter gibi, tuhaf bir şekilde konuşmaktadırlar.
Jeologlar, onlara da yiyecek ikram ederler. Kadınlar kendilerine ikram edilen
çay, ekmek ve reçele hayretle bakarlar. Yaşlı adam ”Ben ekmek gördüm, ama
onlar hiç görmedi”der.
Sohbet ilerledikçe, bu ailenin insanı şoke eden hikayesi
yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar.
Gazeteci Vasily Peskov, 1982 yılında ”Komsomolskaya
Pravda” gazetesinde, bir seri röportaj ile Lykov ailesinin
hikayesini dünyaya duyurmaya başlar. (Vasily Peskov bu hikayeyi, 1994
yılında ”Lost in the Taiga” isimli bir kitap haline dönüştürür ve kitap
Fransa’da best-seller olur. Bunun üzerine ünlü yönetmen Jean Jacques Arnauld
tarafundan kitabın film hakları satın alınır.)
İşte Lykov ailesinin insanı hayretler içinde
bırakan hikayesi…
Fanatik bir Rus Ortodoks mezhebi olan ”Eski İnananlar
Kilisesi”nin üyesi Karp Laykov, devrim sonrası, Bolşeviklerin din karşıtı
politikaları nedeniyle zor günler yaşamaya başlar. 1936 yılında kardeşi
bir komünist devriyesi tarafından haksız yere öldürülür.
Bunun üzerine Karp, karısı Akulina ve çocukları Savin
(9) ile Natalia (2)‘yı da alarak kaçar. Sibirya’nın güney batısında,
Erinat Nehri kenarında ıssız bir tayga bölgesine yerleşirler.
Burası Moğolistan sınırına 100 km. mesafede ve en yakın yerleşim
yerine 250 km. uzaklıkta, tamamen yalıtılmış bir bölgedir.
Lykov’ların doğru düzgün alet edevatları ve silahları
yoktur. Neredeyse her şeyi doğadan ve elleriyle yapmak zorundadırlar.
Kurdukları tuzaklar ile çok nadiren avlanabilmektedirler. (Bir yıl
boyunca hiç et yemedikleri zamanlar olduğunu söylemişlerdir.) Uzun
Sibirya kışlarında ise neredeyse tek yiyecekleri, yazın
yetiştirdikleri patates ve çavdardır. Ancak bazen bir don tüm ürünlerini
mahvedebilmekte ve kışın onları açlığa mahkum edebilmektedir.
Zaman içerisinde elbiseleri de parçalanır. Yanlarında
getirdikleri bir çıkrıkla, kendi yetiştirdikleri kenevirden kaba bir kumaş
dokuyarak kıyafetler yaparlar. Ayakkabıları da doğadan, huş ağacı
kabuklarındandır.
Ailenin burada yaşarken iki çocuğu daha olur ve nüfus 6
kişiye çıkar. İşte 6 kişilik Lykov ailesinin tüm bireyleri:
Karp Osipovick Lykov (1901-1988)
Akulina Lykov (Doğum tarihi bilinmiyor. Ölümü 1961)
Savin Lykov (1927-1981)
Natalia Lykov (1934-1981)
Dimitri Lykov (1940-1981)
Agafia Lykov (1943-……..)
Gene soğuğun tüm ürünlerini mahvettiği bir yılda, 1961
kışında, anne Akulina Lykov açlıktan ölür. Üstelik tekrar çavdar
yetiştirmek için hiç tohumları da kalmamıştır. Ancak felaketten, tesadüfen
kulübelerinin içinde buldukları tek bir çavdar tohumu ile kurtulurlar. Bu
tohumu soğuktan ve farelerden özenle korurlar ve filizlendirerek tekrar
çavdar yetiştirmeye başlarlar.
Anne Akulina öldükten sonra anne rolünü büyük
kız Natalia üstlenir ve 1978 yılında bulunana kadar da aile 5 kişi
olarak taygada alıştığı yaşama devam eder.
Lykov ailesi, 42 yıl boyunca hiç bir
insanla temas etmemiştir ve bu 4 jeolog yıllar sonra onların gördükleri
ilk insanlardır. Hatta taigada doğan Dimitri ve Agafia, aileleri
haricinde başka bir insanı ilk defa görmektedirler. Anne ve babalarının
anlattıklarından şehirlerin olduğunu, oralarda pek çok insanın yaşadığını bilmektedirler,
ancak henüz tek bir insan, ev, sokak araç görmemişlerdir. II. Dünya savaşından
hiç haberleri yoktur. Aya gidildiği söylendiğinde kesinlikle inanmazlar. Karp
Lykov‘u en çok şaşırtan ise şeffaf bir selefon paket olur. Karp Lykov bunu
kırışabilen, buruşturulabilen bir cam zannederek çok şaşırır. Kendilerine
verilen hediyeler arasından en çok tuz aileyi sevindirir. Daha önceden
tuzun tadını da bilen baba Karp, tuzsuz geçen bu 42 yılın tam bir eziyet
olduğunu söylemiştir.
Aile, bu ıssız coğrafya da hayatta kalabilmek için kendince
yeni yollar üretir. Örneğin zamanı kendi buldukları bir usulle, gerçeğe çok
yakın takip edebiliyorlardı. En küçükleri olan Dimitri ise ailenin tam anlamı
ile mucidi idi. Bilim adamlarının dikkatini çekecek derecede inanılmaz ahşap
işleme yöntemleri, araçları geliştirmişti. Dimitri’nin bu buluşları, Rusya’da
doğada hayatta kalma okulları müfredatlarına sokulur.
Lykov ailesi, kendilerine yapılan medeniyete dönme
çağırılarını redder. Onlar burada mutludurlar.
Ancak modern yaşamla temas onlar için çok iyi olmaz.
Ailenin 3 çocuğu 1981 yılında, birbirini takip eden bir kaç gün içinde ölür.
Bunlardan Dimitri diğer insanlardan bulaşan zaatürre sonucu, Savin ve Natalia ise
muhtemelen iyi beslenememekten kaynaklanan böbrek yetmezliği sonucu ölürler.
Aile tedavi için onların helikopter ile hastaneye nakledilmelerini kabul etmez.
1988 yılında da baba Karp Lykov uykusunda ölür.
En küçükleri Agafia Lykov yalnız kalır ancak gene de
taygayı terk etmez. Sadece 6 kez, o da çok kısa süreler ile modern
yaşamla irtibat kurar. Her seferinde de, sokakların ve kalabalığın
kendisini hasta ettiğini söyleyerek planlanan süreden önce geri
döner.
1999 yılında, eski bir jeolog olan Yerefoi Sedov,
Agafia’nın kulübesinin 100 metre ilerisine kendi kulübesini yapar ve oraya
yerleşir. Daha önceden tek bacağını kaybetmiş olan Yerefoi, 16 yıl
Agafia’ya yoldaşlık yapar ve 3 Mayıs 2015 tarihinde ölür.
Agafia Lykov bugün 72 yaşındadır ve taigada tek başına
yaşamaya devam etmektedir. İyice yaşlanmış olması nedeniyle, gönüllü
insanların yardımları ile yaşamını sürdürmekte, ancak gene de taygayı
terketmemektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder