Denis
Gürcü
Kaynak:
https://oggito.com/
Borges Suç ve Ceza'yı, “Kahramanları bir katil ve bir
orospu olan roman” diye tanımlıyor ve ekliyor: “Bana çevremizdeki savaştan daha
yıkıcı ve etkileyici geldi.”
Klasikler… “700 sayfalık kitabı nasıl okuyayım vaktim mi
var benim?” “Gider filmini izlerim.” “E özeti var her yerde.” Artık bilgilerin
hap gibi önümüze sunulduğu internet çağında bu cümleleri kurmak olağandışı
değil. Ancak aslında en çok da bu dönemde sabra, anlayışa, sanata ve edebiyata
ihtiyaç var. Modern insanın yalnızlığından sıyrılmak, dünyaya ve en çok da
kendi içimize ayna tutmak için, edebiyata sığınmamız gerek. İnsanların
“Okudum,” derken yalan söylediği kitapların çoğu, klasik dediğimiz romanlardan.
Italo Calvino, Ama klasikler öyle güçlü kitaplardır ki, diyor, okumadan
okudum diyenin de hemen yüzünü kızartırlar. Binlerce uyarlaması, kısaltılmışı,
filmi, dizisi, tiyatrosu, manga versiyonları bile var klasiklerin. Belki klişe
bile oldular. Peki bunlar nasıl eserler ki bu denli üzerinde oynanmış,
uğraşılmış, filmi yapılmış, kırpılmış, biçilmiş. Niçin? Sanata el atmış
herkesin bir bildiği vardır. Biz de herkesin herkesleştiği şu günlerde, yaygın
olarak Dostoyevski'nin en önemli romanı görülen Suç ve Ceza gibi
taşırken bile zorlanacağınız bu romanı elinize almanıza değecek nedenleri
derledik.
1
Felsefesi için
Suç ve Ceza, yalnızca kurgusal bir hikâye değil. Konusu ve
yazım tarzı bir yana, felsefesi de oldukça değerli. Ki bu iki etmeni de
şekillendiren, kitabın sadece önemli bir öyküye değil, sağlam bir
düşünceye de sahip olması. O da yine Dostoyevski’nin yaşamı ve birikimi
sayesinde oluşuyor. Sibirya’daki sürgün zamanlarında Dostoyevski, Hegel’in “Olağanüstü
İnsan” fikriyle tanışıyor: Hegel’e göre insanlar ikiye ayrılır: ahlaka dayalı
sıradan insanlar ve yaptıklarıyla çığır açan ve kanunların da üstünde
“kahramanlar”. Hegel bu fikre bağlı olarak, hayranı olduğu Napolyon içinse
şöyle der: “Saltanatını sürmek için şehirden çıkan imparatoru –dünyanın ruhu o
adamı– gördüm; bir atın üstünde otururken yalnızca tek bir noktaya konsantre
olmuş halde, dünyaya uzanan ve ona hükmeden böyle bir bireyi görmek harikulade
bir his.” Buna ek olarak Tarihin Felsefesi kitabında Hegel, bir
davranışın doğruluğuna ya da yanlışlığını, ancak kişinin vicdanının
belirleyebileceğini savunuyor. Örneğin birinin kendi çıkarı ya da sadist
zevkleri uğruna cinayet işlemesi yanlış, çünkü vicdan böyle bir davranışın
arkasındaki motivasyonun acı vermek olduğunu farkında. Ancak öte
yandan vicdan, cinayeti masum birini kurtarmak ya da masumların acı
çekmesini engellemek olarak da addedebilir –böylelikle bu doğanın faydası
içindir– bu durumda takdir edilmesi gereken bir davranış olur, çünkü arkasındaki
motivasyon iyi niyetlidir. Raskolnikov bir “kahraman” olmasa da, Hegel’in
“Olağanüstü İnsan” kavramının vücut bulmuş hali. Romanın felsefesi de bütünüyle
bu fikre dayanıyor ve sizi de sorgulamaya itiyor. Gerçekten iyi amaçlar uğruna
işlenmiş suçlar, suç sayılmalı mıdır? Ya da “hakkaniyetli” suç diye bir şey var
mıdır? Zaten bu sorular cevaplanabilseydi, ahlaklı bir katil de ahlaksız bir
katil gibi vicdan azabı çekmeyecekti. Dostoyevski de aslında roman boyunca bunu
çevresinde dönüyor ve sizin de dönmenizi sağlıyor, zira bu felsefe olmasa,
yani Raskolnikov “ahlaksız” bir katil olsa, hiç acı çekmeyecekti. Ve Suç
ve Ceza hiç yazılmamış olacaktı.
2
Eşsizliği için
Suç ve Ceza’yı herhangi bir türe sokmak mümkün değil. Hem
psikolojik hem felsefi hem polisiye hem gerilim hem de edebi bir roman. Rus
edebiyatında dönemin öbür romanlarının tersine, bölüm bölüm ama ayrılmaz
bir bütün halinde yazılmış. Her bir parçası da kendi içinde eşsiz, özgün
karakterlerden, farklı temalardan ve Raskolnikov’un ruhsal süreçlerinden
oluşuyor. Ayrıca her bir bölüm bir başkasıyla bağlantılı ve okuyanı merak
içinde bırakan beklenmedik, dramatik sonları var. Dostoyevski’nin ustalıkla
yaptığı bir başka şey ise, dramayı yükseltişi, ruh hali ve sahne
betimlemeleri. Kitapta karakterler kurnaz ve rahatsız edici bireyler
olarak olarak ortaya çıksalar da, en ham halleriyle gösteriliyor ve hiçbir
şekilde okuru ürkütüp uzaklaştırmıyor. Dostoyevski sahneleri öyle bir
duyarlılık ve maharetle anlatıyor ki, size öfkeyi, acımayı, gerginliği, şefkati
ve hüznü, her duyguyu tattırıyor. Raskolnikov başlı başına bir başyapıt olsa
da, romandaki her karakter nevi şahsına münhasır. Rusların isim geleneği sizi
şaşırtmasın. Raskolnikov’un kardeşi örneğin, annesi için Dunechka, toplum için
Avdotya Romanovna, abisi içinse Dunya. Her karakter hissedilir bir gerçeklikle
tasvir edilmiş ve aslında hepimizin içinde olduğu “ötekiler”i temsil ediyor.
Küçük yaşta bir seks işçisi, bir pedofil, itibarını yitirmiş ve yoksulluk
nedeniyle çıldıran bir kadın... olay örgüsünü belirliyorlar ve çoktan
Raskolnikov’un suçuyla lekelenmişler, ki bu da durumu çok daha çarpık ve şok
edici yapıyor ve bizleri şu sonuca getiriyor: bu karakterler olmadan, Suç
ve Ceza da olmazdı.
3
Zamansızlığı ve evrenselliği için
Romanın hikâyesi Rusya’nın karanlık bir döneminde
geçiyor olabilir. Orada anlatılan günlük yaşam, şimdiki zamanla örtüşmüyor
olabilir. Siz Türkiye’de yaşayan Alman bir ailenin Protestan çocuğu da
olabilirsiniz. Bu roman ilk kez 1866’da basılmış, yani üzerinden 150 yıl
geçmiş, kuşaklar atlamış, fakat bugün hâlâ dünya edebiyatının en
büyük eserlerinden biri sayılıyor. Sayılmaya da devam edecek. Her zamandan, her
ulustan, ırktan ve kültürden insana hitap ediyor. Çünkü insanlık aynı insanlık,
duygular aynı duygular, hikâye tam olarak bugün dünyanın her yerinde
yaşanabilir. Anlayamadığınız, yabancıladığınız hiçbir şey olmayacak. Üstelik
şimdilerde kullanılan birçok yazım tekniğini, belki şu an klişe sayılan birçok
unsuru Dostoyevski o zamanlarda ilk kez yapmış, ilk kez denemiş. Bu
nedenle Suç ve Ceza’yı okurken hem edebiyatın önemli bir evresinde
geziniyor, hem de zamansızlığı sayesinde kendinizi 1800’lerin Rusya’sına bile
ait hissediyorsunuz.
4
Dostoyevski için
Eskiler, “En iyi bildiğin şeyi yaz” derler. Dostoyevski de
her romanında en iyi bildiği şeyden, kendinden pek çok iz bırakmış. Suç ve
Ceza’yı hakkaniyetli bir klasik yapan nedenlerden biri de bu, Dostoyevski’nin
suç ve ceza kavramlarıyla bizzat tanışıyor olması: 1821 yılında
Moskova’da doğan Dostoyevski, gaddar, alkolik ve disiplinli bir baba ve hasta
bir anneye sahipti. Çok geçmeden annesini tüberkülozdan kaybetti. St.
Petersburg’da mühendislik okuduğu dönemlerde zamanını sık sık okuyarak ve
düşüncelere dalarak geçirdi. Bu dönemde arkadaşları ona, sinirli ve hassas bir
yapıya sahip olduğu için "Ateş Fedya" adını taktı. St. Petersburg’dayken
babasının şaibeli ölüm haberini aldı. Birçok kaynak, Dostoyevski’nin babasının
ölümünü içte içe istediği için depresyona girdiğini ve ilk sara nöbetlerini bu
nedenle geçirdiğini yazıyor. Okuldan sonra ise St. Petersburg'daki İstihkâm
Müdürlüğü'nde görev aldı, ancak bir yıl sonra istifa etti ve yazarlığa yöneldi.
İlk kitabı İnsancıklar büyük övgü topladı, ancak sonrakiler sertçe
eleştirildi. Bu nedenle hayal kırıklığına uğrayan Dostoyevski yeraltına ve
politikaya yöneldi. 1849’da devlet aleyhine bir komploya karıştığı iddiasıyla
tutuklandı. Sekiz arkadaşıyla beraber idam cezasına çarptırıldı. Ancak son anda
af kararı okundu ve cezası dört yıl kürek ve altı yıl adi hapse çevrilerek
Sibirya’ya sürüldü. İşte tam bu zamanda da, suç ve ceza kavramlarıyla tanıştı.
Sürgünde geçirdiği dört yılın ardından 1854 yılında kürek cezasından
kurtularak er rütbesiyle kışla hizmetine verildi.
Semipalatinsk'te (Semey) zorunlu ikamete mahkûm edildi ve özgürlüğüne
ancak 1859’dan sonra kavuşarak St. Petersburg’a geri döndü. Burada sara
nöbetleri ve kumar borçları yüzünden sıkıntılı bir hayat sürmeye başladı.
Yayıncılardan aldığı avanslarla yaşıyordu. Başlarda Roussky Slovo dergisi
için uzun bir hikâye olarak tasarladığı Suç ve Ceza’yı harmanlayıp bir
romana dönüştürdü ve roman ilk kez 1866 yılında yayımlandı. Dostoyevski,
psikolojisinin oldukça gergin olduğu bir dönemde yazdığı Suç ve Ceza’da
kendi ruhunu Raskolnikov’a yansımıştı. Trajedilerle dolu ve alışılmadık
bir hayatı olan Dostoyevski’nin biyografisini yazan E.H. Carr ise, Suç ve
Ceza’daki Dostoyevski etkileri için şöyle diyor: “Wiesbaden’de her gün,
giyeceklerinin ya da ufak süs eşyalarının karşılığı olarak onu açlıktan
kurtaracak birkaç thaler alma ümidiyle rehincileri dolaşıyordu. Bu katı kalpli
tefecilerden biri, Raskolnikov’un kurbanının ilk modeli olmalı ve bu korkunç
gerginlik ânında, Dostoyevski kendi yüreğinde, bir Raskolnikov’un potansiyelini
sezmiş olmalı.”
5 Bir insanı anlamak için
Akşam haberlerini izlerken ya da gazetenin
üçüncü sayfasını okurken, “Bir insan bunu nasıl yapar” diye sorduğunuz
olmuştur. Ya da belki en yakınınızın yaptığı şeyi bile anlayamayıp, “Niçin
yaptı” sorusuyla uykularınız kaçmıştır. Birisinin sizi anlayamadığını
düşünmekse apayrı bir duygu. Eğer sık sık bu duygulara kapılıyor, çıkmaza
düşüyorsanız, bir an evvel Suç ve Ceza’yı okumalısınız. Çünkü aslında
yoğun bir psikolojik roman olan bu roman bize, tıpkı çevremizdeki
çelişkilerle dolu insanlar gibi bir karakterin, bir yanda özverili, çalışkan
bir öğrenci, öbür yanda cinayet işleyen idealist bir yoksul olan Raskolnikov’un
iç dünyasında öyle derin yolculuklar yaptırıyor ki, gerçek hayatta insanlara
karşı algınız, bakış açınız genişliyor. Bir süre sonra Raskolnikov sanki
yıllardır hayatınızdaymış gibi hissediyorsunuz ve hatta okuyan birçok insan,
rüyalarına bile girdiğini söylüyor. Son sayfalara geldiğinizdeyse neden o
baltayı eline aldığını, neden soğuk terler döktüğünü, neden içine kapandığını,
neden vicdanını susturamadığını, neden haklı düşüncelerinin bir yandan içini
kemirdiğini, yani tamamen o çelişkili Raskolnikov’u anlamış, özümsemiş, tanımış
oluyorsunuz. Bir de Suç ve Ceza’yı, Suç ve Ceza yapan o
şeyi.
6 Unutulmazlığı
için
Belki yüzlerce film izlediniz, yüzlerce kitap okudunuz.
Kısa, uzun ya da bir proje, bir makale için belki. Kaçı aklınızda? Kaçıyla
ilgili bir sohbet açıldığında, “Okudum ama tam olarak hatırlayamıyorum şu an”
demek zorunda kalıyorsunuz? Muhtemelen birçoğu. Suç ve Ceza okuyanlarınsa
söyleyeceği en ortak şey, kuşkusuz bugün bile hatırlayabilmeleri olacaktır.
Çünkü bu romanı ikna edici ve tamamlayıcı anlatımı, temposu, karakterleri,
muazzam psikolojisi ve derin felsefesi nedeniyle bütünüyle özümseyerek,
algılayarak okuyorsunuz. Yarattığı atmosfer sayesinde gözünüzde
canlandırmamanız ise mümkün değil, Dostoyevski’nin bizzat kendi çizdiği bir
yana, herkesin zihninde bir Raskolnikov vardır.
7
Empati kurabilmek için
“Sen olsan ne yapardın?” Bu soruyla kim bilir kaç kez
karşılaştınız. Ya da siz söylediniz birisine, “Kendini benim yerime koy”
dediniz. Peki alevli bir tartışma sırasında ya da belki de içinde olmadığınız
başka bir durumda, kendinizi bir başkasının yerine gerçekten koyabiliyor
musunuz? Hele bir suçlunun yerine? Peki ya bir katilin? Tüm yargılardan
arınarak empati kurmanın kolay olmadığını bütün yaşantınız boyunca
hissetmişsinizdir. Ama 700 sayfalık bu klasik size, “Raskolnikov’un yerinde
olsam ne yapardım” sorusunu defalarca sorduruyor. Ve defalarca yanıtlıyorsunuz.
Belki kuşkuya düşerek, kafanız karışarak, anlamayarak, zorlanarak. Ama
yanıtlıyorsunuz. Çünkü tam olarak bu nedenle Suç ve Ceza bir klasik.
Ve tam olarak bu nedenle onu okumalısınız. Klasiklerin çocuklar için
uyarlandığı Hepsi Sana Mirasserisinde, Suç ve Ceza’yı uyarlayan
Abraham B. Yehoshua ise kitap hakkında şöyle diyor: “Suç ve Ceza’yı
torunlarıma (on yaşındaki Tamar ve sekiz yaşındaki Gaia) okuduğumda, beni
elektrik çarpmış gibi dinlediler. Eşim ve ben işte o zaman şunu fark ettik:
Onların böylesine etkilenmelerine sebep olan şey, işlediği suçun bilincine
vararak, bunun cezasını çekmek ve pişmanlığını yaşamak isteyen genç öğrenci
Raskolnikov’un onlarda uyandırdığı derin empati duygusuydu.”
Dostoyevski'nin St Petersburg'daki mezarı.
8
Kasveti için
Evet, kasveti. Bu özelliği Suç ve Ceza’nın
eksikleri arasında görüyor olabilirsiniz. Ancak Suç ve Ceza, tam
olarak da bu gerçekçi kasveti nedeniyle okunmalı. Bu roman çok karanlık,
hazırlıklı olun, mizaha denk gelemeyebilirsiniz. Hatta baş kahramanın tek
anlar, yalnızca delilik anlarına denk geliyor. Eski Rusya’da insanların
yoksulluk çektiği, sarhoş olduğu, yaşamak için bedenini sattığı bir yerde
geçiyor roman. Hastalıklı ve hüzünlü olaylarla dolu. Borges Suç ve Ceza'yı,
“Kahramanları bir katil ve bir orospu olan roman” diye tanımlıyor ve ekliyor:
“Bana çevremizdeki savaştan daha yıkıcı ve etkileyici geldi.” Size bir peri
masalı sunmuyor Dostoyevski, gerçek hayatın içine çekiyor, her esaslı romanın
yaptığı gibi. Üstelik bunu gerçek bir hikâyeyle değil, kurgusal bir hikâyeyle
yapıyor. Zaten belki de bu, Dostoyevski’yi dünyaca ünlü bir yazar yapan
yeteneğin ta kendisi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder