Moskova

Moskova

4 Şubat 2019 Pazartesi

Suç ve Ceza'yı Niçin Okumalısınız?



Denis Gürcü




Borges Suç ve Ceza'yı, “Kahramanları bir katil ve bir orospu olan roman” diye tanımlıyor ve ekliyor: “Bana çevremizdeki savaştan daha yıkıcı ve etkileyici geldi.”

Klasikler… “700 sayfalık kitabı nasıl okuyayım vaktim mi var benim?” “Gider filmini izlerim.” “E özeti var her yerde.” Artık bilgilerin hap gibi önümüze sunulduğu internet çağında bu cümleleri kurmak olağandışı değil. Ancak aslında en çok da bu dönemde sabra, anlayışa, sanata ve edebiyata ihtiyaç var. Modern insanın yalnızlığından sıyrılmak, dünyaya ve en çok da kendi içimize ayna tutmak için, edebiyata sığınmamız gerek. İnsanların “Okudum,” derken yalan söylediği kitapların çoğu, klasik dediğimiz romanlardan. Italo Calvino, Ama  klasikler öyle güçlü kitaplardır ki, diyor, okumadan okudum diyenin de hemen yüzünü kızartırlar. Binlerce uyarlaması, kısaltılmışı, filmi, dizisi, tiyatrosu, manga versiyonları bile var klasiklerin. Belki klişe bile oldular. Peki bunlar nasıl eserler ki bu denli üzerinde oynanmış, uğraşılmış, filmi yapılmış, kırpılmış, biçilmiş. Niçin? Sanata el atmış herkesin bir bildiği vardır. Biz de herkesin herkesleştiği şu günlerde, yaygın olarak Dostoyevski'nin en önemli romanı görülen Suç ve Ceza gibi taşırken bile zorlanacağınız bu romanı elinize almanıza değecek nedenleri derledik. 

1 Felsefesi için

Suç ve Ceza, yalnızca kurgusal bir hikâye değil. Konusu ve yazım tarzı bir yana, felsefesi de oldukça değerli. Ki bu iki etmeni de şekillendiren, kitabın sadece önemli bir öyküye değil, sağlam bir düşünceye de sahip olması. O da yine Dostoyevski’nin yaşamı ve birikimi sayesinde oluşuyor. Sibirya’daki sürgün zamanlarında Dostoyevski, Hegel’in “Olağanüstü İnsan” fikriyle tanışıyor: Hegel’e göre insanlar ikiye ayrılır: ahlaka dayalı sıradan insanlar ve yaptıklarıyla çığır açan ve kanunların da üstünde “kahramanlar”. Hegel bu fikre bağlı olarak, hayranı olduğu Napolyon içinse şöyle der: “Saltanatını sürmek için şehirden çıkan imparatoru –dünyanın ruhu o adamı– gördüm; bir atın üstünde otururken yalnızca tek bir noktaya konsantre olmuş halde, dünyaya uzanan ve ona hükmeden böyle bir bireyi görmek harikulade bir his.” Buna ek olarak Tarihin Felsefesi kitabında Hegel, bir davranışın doğruluğuna ya da yanlışlığını, ancak kişinin vicdanının belirleyebileceğini savunuyor. Örneğin birinin kendi çıkarı ya da sadist zevkleri uğruna cinayet işlemesi yanlış, çünkü vicdan böyle bir davranışın arkasındaki motivasyonun acı vermek olduğunu farkında. Ancak öte yandan vicdan, cinayeti masum birini kurtarmak ya da masumların acı çekmesini engellemek olarak da addedebilir –böylelikle bu doğanın faydası içindir– bu durumda takdir edilmesi gereken bir davranış olur, çünkü arkasındaki motivasyon iyi niyetlidir. Raskolnikov bir “kahraman” olmasa da, Hegel’in “Olağanüstü İnsan” kavramının vücut bulmuş hali. Romanın felsefesi de bütünüyle bu fikre dayanıyor ve sizi de sorgulamaya itiyor. Gerçekten iyi amaçlar uğruna işlenmiş suçlar, suç sayılmalı mıdır? Ya da “hakkaniyetli” suç diye bir şey var mıdır? Zaten bu sorular cevaplanabilseydi, ahlaklı bir katil de ahlaksız bir katil gibi vicdan azabı çekmeyecekti. Dostoyevski de aslında roman boyunca bunu çevresinde dönüyor ve sizin de dönmenizi sağlıyor, zira bu felsefe olmasa, yani Raskolnikov “ahlaksız” bir katil olsa, hiç acı çekmeyecekti. Ve Suç ve Ceza hiç yazılmamış olacaktı. 

2 Eşsizliği için

Suç ve Ceza’yı herhangi bir türe sokmak mümkün değil. Hem psikolojik hem felsefi hem polisiye hem gerilim hem de edebi bir roman. Rus edebiyatında dönemin öbür romanlarının tersine, bölüm bölüm ama ayrılmaz bir bütün halinde yazılmış. Her bir parçası da kendi içinde eşsiz, özgün karakterlerden, farklı temalardan ve Raskolnikov’un ruhsal süreçlerinden oluşuyor. Ayrıca her bir bölüm bir başkasıyla bağlantılı ve okuyanı merak içinde bırakan beklenmedik, dramatik sonları var. Dostoyevski’nin ustalıkla yaptığı bir başka şey ise, dramayı yükseltişi, ruh hali ve sahne betimlemeleri. Kitapta karakterler kurnaz ve rahatsız edici bireyler olarak olarak ortaya çıksalar da, en ham halleriyle gösteriliyor ve hiçbir şekilde okuru ürkütüp uzaklaştırmıyor. Dostoyevski sahneleri öyle bir duyarlılık ve maharetle anlatıyor ki, size öfkeyi, acımayı, gerginliği, şefkati ve hüznü, her duyguyu tattırıyor. Raskolnikov başlı başına bir başyapıt olsa da, romandaki her karakter nevi şahsına münhasır. Rusların isim geleneği sizi şaşırtmasın. Raskolnikov’un kardeşi örneğin, annesi için Dunechka, toplum için Avdotya Romanovna, abisi içinse Dunya. Her karakter hissedilir bir gerçeklikle tasvir edilmiş ve aslında hepimizin içinde olduğu “ötekiler”i temsil ediyor. Küçük yaşta bir seks işçisi, bir pedofil, itibarını yitirmiş ve yoksulluk nedeniyle çıldıran bir kadın... olay örgüsünü belirliyorlar ve çoktan Raskolnikov’un suçuyla lekelenmişler, ki bu da durumu çok daha çarpık ve şok edici yapıyor ve bizleri şu sonuca getiriyor: bu karakterler olmadan, Suç ve Ceza da olmazdı. 

3 Zamansızlığı ve evrenselliği için

Romanın hikâyesi Rusya’nın karanlık bir döneminde geçiyor olabilir. Orada anlatılan günlük yaşam, şimdiki zamanla örtüşmüyor olabilir. Siz Türkiye’de yaşayan Alman bir ailenin Protestan çocuğu da olabilirsiniz. Bu roman ilk kez 1866’da basılmış, yani üzerinden 150 yıl geçmiş, kuşaklar atlamış, fakat bugün hâlâ dünya edebiyatının en büyük eserlerinden biri sayılıyor. Sayılmaya da devam edecek. Her zamandan, her ulustan, ırktan ve kültürden insana hitap ediyor. Çünkü insanlık aynı insanlık, duygular aynı duygular, hikâye tam olarak bugün dünyanın her yerinde yaşanabilir. Anlayamadığınız, yabancıladığınız hiçbir şey olmayacak. Üstelik şimdilerde kullanılan birçok yazım tekniğini, belki şu an klişe sayılan birçok unsuru Dostoyevski o zamanlarda ilk kez yapmış, ilk kez denemiş. Bu nedenle Suç ve Ceza’yı okurken hem edebiyatın önemli bir evresinde geziniyor, hem de zamansızlığı sayesinde kendinizi 1800’lerin Rusya’sına bile ait hissediyorsunuz. 

4 Dostoyevski için

Eskiler, “En iyi bildiğin şeyi yaz” derler. Dostoyevski de her romanında en iyi bildiği şeyden, kendinden pek çok iz bırakmış. Suç ve Ceza’yı hakkaniyetli bir klasik yapan nedenlerden biri de bu, Dostoyevski’nin  suç ve ceza kavramlarıyla bizzat tanışıyor olması: 1821 yılında Moskova’da doğan Dostoyevski, gaddar, alkolik ve disiplinli bir baba ve hasta bir anneye sahipti. Çok geçmeden annesini tüberkülozdan kaybetti. St. Petersburg’da mühendislik okuduğu dönemlerde zamanını sık sık okuyarak ve düşüncelere dalarak geçirdi. Bu dönemde arkadaşları ona, sinirli ve hassas bir yapıya sahip olduğu için "Ateş Fedya" adını taktı. St. Petersburg’dayken babasının şaibeli ölüm haberini aldı. Birçok kaynak, Dostoyevski’nin babasının ölümünü içte içe istediği için depresyona girdiğini ve ilk sara nöbetlerini bu nedenle geçirdiğini yazıyor. Okuldan sonra ise St. Petersburg'daki İstihkâm Müdürlüğü'nde görev aldı, ancak bir yıl sonra istifa etti ve yazarlığa yöneldi. İlk kitabı İnsancıklar büyük övgü topladı, ancak sonrakiler sertçe eleştirildi. Bu nedenle hayal kırıklığına uğrayan Dostoyevski yeraltına ve politikaya yöneldi. 1849’da devlet aleyhine bir komploya karıştığı iddiasıyla tutuklandı. Sekiz arkadaşıyla beraber idam cezasına çarptırıldı. Ancak son anda af kararı okundu ve cezası dört yıl kürek ve altı yıl adi hapse çevrilerek Sibirya’ya sürüldü. İşte tam bu zamanda da, suç ve ceza kavramlarıyla tanıştı. Sürgünde geçirdiği dört yılın ardından 1854 yılında kürek cezasından kurtularak er rütbesiyle kışla hizmetine verildi. Semipalatinsk'te (Semey) zorunlu ikamete mahkûm edildi ve özgürlüğüne ancak 1859’dan sonra kavuşarak St. Petersburg’a geri döndü. Burada sara nöbetleri ve kumar borçları yüzünden sıkıntılı bir hayat sürmeye başladı. Yayıncılardan aldığı avanslarla yaşıyordu. Başlarda Roussky Slovo dergisi için uzun bir hikâye olarak tasarladığı Suç ve Ceza’yı harmanlayıp bir romana dönüştürdü ve roman ilk kez 1866 yılında yayımlandı. Dostoyevski, psikolojisinin oldukça gergin olduğu bir dönemde yazdığı Suç ve Ceza’da kendi ruhunu Raskolnikov’a yansımıştı. Trajedilerle dolu ve alışılmadık bir hayatı olan Dostoyevski’nin biyografisini yazan E.H. Carr ise, Suç ve Ceza’daki Dostoyevski etkileri için şöyle diyor:  “Wiesbaden’de her gün, giyeceklerinin ya da ufak süs eşyalarının karşılığı olarak onu açlıktan kurtaracak birkaç thaler alma ümidiyle rehincileri dolaşıyordu. Bu katı kalpli tefecilerden biri, Raskolnikov’un kurbanının ilk modeli olmalı ve bu korkunç gerginlik ânında, Dostoyevski kendi yüreğinde, bir Raskolnikov’un potansiyelini sezmiş olmalı.”


5 Bir insanı anlamak için

Akşam haberlerini izlerken ya da gazetenin üçüncü sayfasını okurken, “Bir insan bunu nasıl yapar” diye sorduğunuz olmuştur. Ya da belki en yakınınızın yaptığı şeyi bile anlayamayıp, “Niçin yaptı” sorusuyla uykularınız kaçmıştır. Birisinin sizi anlayamadığını düşünmekse apayrı bir duygu. Eğer sık sık bu duygulara kapılıyor, çıkmaza düşüyorsanız, bir an evvel Suç ve Ceza’yı okumalısınız. Çünkü aslında yoğun bir psikolojik roman olan bu roman bize, tıpkı çevremizdeki çelişkilerle dolu insanlar gibi bir karakterin, bir yanda özverili, çalışkan bir öğrenci, öbür yanda cinayet işleyen idealist bir yoksul olan Raskolnikov’un iç dünyasında öyle derin yolculuklar yaptırıyor ki, gerçek hayatta insanlara karşı algınız, bakış açınız genişliyor. Bir süre sonra Raskolnikov sanki yıllardır hayatınızdaymış gibi hissediyorsunuz ve hatta okuyan birçok insan, rüyalarına bile girdiğini söylüyor. Son sayfalara geldiğinizdeyse neden o baltayı eline aldığını, neden soğuk terler döktüğünü, neden içine kapandığını, neden vicdanını susturamadığını, neden haklı düşüncelerinin bir yandan içini kemirdiğini, yani tamamen o çelişkili Raskolnikov’u anlamış, özümsemiş, tanımış oluyorsunuz. Bir de Suç ve Ceza’yı, Suç ve Ceza yapan o şeyi. 

6 Unutulmazlığı için

Belki yüzlerce film izlediniz, yüzlerce kitap okudunuz. Kısa, uzun ya da bir proje, bir makale için belki. Kaçı aklınızda? Kaçıyla ilgili bir sohbet açıldığında, “Okudum ama tam olarak hatırlayamıyorum şu an” demek zorunda kalıyorsunuz? Muhtemelen birçoğu. Suç ve Ceza okuyanlarınsa söyleyeceği en ortak şey, kuşkusuz bugün bile hatırlayabilmeleri olacaktır. Çünkü bu romanı ikna edici ve tamamlayıcı anlatımı, temposu, karakterleri, muazzam psikolojisi ve derin felsefesi nedeniyle bütünüyle özümseyerek, algılayarak okuyorsunuz. Yarattığı atmosfer sayesinde gözünüzde canlandırmamanız ise mümkün değil, Dostoyevski’nin bizzat kendi çizdiği bir yana, herkesin zihninde bir Raskolnikov vardır. 

7 Empati kurabilmek için

“Sen olsan ne yapardın?” Bu soruyla kim bilir kaç kez karşılaştınız. Ya da siz söylediniz birisine, “Kendini benim yerime koy” dediniz. Peki alevli bir tartışma sırasında ya da belki de içinde olmadığınız başka bir durumda, kendinizi bir başkasının yerine gerçekten koyabiliyor musunuz? Hele bir suçlunun yerine? Peki ya bir katilin? Tüm yargılardan arınarak empati kurmanın kolay olmadığını bütün yaşantınız boyunca hissetmişsinizdir. Ama 700 sayfalık bu klasik size, “Raskolnikov’un yerinde olsam ne yapardım” sorusunu defalarca sorduruyor. Ve defalarca yanıtlıyorsunuz. Belki kuşkuya düşerek, kafanız karışarak, anlamayarak, zorlanarak. Ama yanıtlıyorsunuz. Çünkü tam olarak bu nedenle Suç ve Ceza bir klasik. Ve tam olarak bu nedenle onu okumalısınız. Klasiklerin çocuklar için uyarlandığı Hepsi Sana Mirasserisinde, Suç ve Ceza’yı uyarlayan Abraham B. Yehoshua ise kitap hakkında şöyle diyor: “Suç ve Ceza’yı torunlarıma (on yaşındaki Tamar ve sekiz yaşındaki Gaia) okuduğumda, beni elektrik çarpmış gibi dinlediler. Eşim ve ben işte o zaman şunu fark ettik: Onların böylesine etkilenmelerine sebep olan şey, işlediği suçun bilincine vararak, bunun cezasını çekmek ve pişmanlığını yaşamak isteyen genç öğrenci Raskolnikov’un onlarda uyandırdığı derin empati duygusuydu.”
Dostoyevski'nin St Petersburg'daki mezarı.

8 Kasveti için

Evet, kasveti. Bu özelliği Suç ve Ceza’nın eksikleri arasında görüyor olabilirsiniz. Ancak Suç ve Ceza, tam olarak da bu gerçekçi kasveti nedeniyle okunmalı. Bu roman çok karanlık, hazırlıklı olun, mizaha denk gelemeyebilirsiniz. Hatta baş kahramanın tek anlar, yalnızca delilik anlarına denk geliyor. Eski Rusya’da insanların yoksulluk çektiği, sarhoş olduğu, yaşamak için bedenini sattığı bir yerde geçiyor roman. Hastalıklı ve hüzünlü olaylarla dolu. Borges Suç ve Ceza'yı, “Kahramanları bir katil ve bir orospu olan roman” diye tanımlıyor ve ekliyor: “Bana çevremizdeki savaştan daha yıkıcı ve etkileyici geldi.” Size bir peri masalı sunmuyor Dostoyevski, gerçek hayatın içine çekiyor, her esaslı romanın yaptığı gibi. Üstelik bunu gerçek bir hikâyeyle değil, kurgusal bir hikâyeyle yapıyor. Zaten belki de bu, Dostoyevski’yi dünyaca ünlü bir yazar yapan yeteneğin ta kendisi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder