ORHAN
PAMUK
Dostoyevski'nin ilk romanı İnsancıklar edebiyat
tarihinin tuhaf vakalarından biridir. Bu romana ilk yazıldığında gösterilen
tepkiler, uyandırdığı ilk ilgi ve sonradan arkasından yazılan ve anlatılanların
yarattığı efsane bu basit ve içe işleyen kitabın kendisinden çok daha ünlü ve
önemlidir. Dostoyevski İnsancıklar'ı yirmi dört yaşında kaleme aldı. Askeri
mühendis olan genç Dostoyevski yirmi üç yaşında okulu bitirdikten sonra,
bizimki gibi yoksul ülkelerde iyice gözü dönmüş bir edebiyat aşkı ve cesaret
gerektiren bir işi yapmış, yazar olmak için mesleğini terk etmişti. Balzac
çevirdiği, Schiller'in kitaplarını yayımlamayı düşündüğü hayallerle dolu bir
edebiyatseverlik döneminden sonra Insancıklar'ı bir köşede kendi kendine
yazmış, el yazmasını edebiyatçı arkadaşı Grigoroviç'e vermişti. Grigoroviç
kitabı okuyup beğenince bir başka yazara Nekrassov'a verdi. Bu iki yazar,
Dostoyevski'nin kahramanları olan orta yaşlı bir katip ile uzak akrabası genç
kadının yalnızlıklarla dolu hikayesinden öylesine etkilendiler ki, coşkularını
paylaşmak için gece yarısı Dostoyevski'nin evine koşup (daha telefonun icat edilmediğini
hatırlayalım) onu uyandırmaya karar verip, genç yazarın kapısını vurdular. Dostoyevski'nin
daha sonra hatıralarında, mektuplarında pek çok kereler anlattığı rüyalardan
çıkma bu sahnede, henüz uyumamış olan genç yazar, gece yarısından çok sonra
karşısında bu iki heyecanlı hayranı görüp kitabının ne kadar çok sevildiğini
anlayınca mutluluktan uçar.
Dostoyevski'yi bir anda saran o inanılmaz "başarı"
hikayesinin ikinci perdesini o sırada Rus edebiyatının yönlendiricisi ve en
büyük düşünür ve eleştirmeni olan Belinski açacaktır. Nekrassov'un götürdüğü
İnsancıklar'ı okuyan bu hafifçe solcu ve Batılılaşmacı büyük eleştirmen de aşırı bir heyecana kapılacak, daha yayımlanmamış bu "toplumsal romanın"
(oysa bugün İnsancıklar'ı hiç de toplumsal bir roman olarak görmeyiz) yazarını
herkese, her yerde övecek, onun hakkında hem haklı nedenlerle hem de bir çeşit
rastlantısal yanlışlıkla ölçüsüz bir övgüyle konuşacaktır. Bugün İnsancıklar'ın
Dostoyevski'nin en parlak romanları arasında yer almadığını hatırladığımızda ya
da bu romanı esas olarak Dostoyevski'nin her şeyini merak ettiğimiz için bir
daha okumayı düşündüğümüzde Belinski'nin şu övgüleri daha da tuhaf gelir bizlere:
"İki gündür kendimi bu kitaptan
uzaklaştıramıyorum," der Belinski. "Yeni bir yazar, yeni bir
yeteneğin kalemi bu; onu tanımıyorum, kimdir, neye benzer bilmiyorum, ama bu
roman Rusya'da hayatın sırlarını öyle kahramanlarla veriyor ki bize, bundan önce
hiçbir yazar bu kadarını düşlerinde bile göremezdi."
Oysa Belinski de İnsancıklar'ın arkasında kendisinin de
hayranı olduğu Gogol (daha sonra Gogol'un karanlık mistisizmi ve Slavcılığı onu
hayal kırıklığına uğratacaktır) olduğunu çok iyi biliyordu. Bize aynaların
tekrarını hatırlatan daha da ilginç şey ise bu aşırı övgülerle onu elinden
tutarak edebiyat dünyasına tanıtan, romanının yayımlanmasına önayak olan ve bir
süre genç Dostoyevski'yi bir masal dünyasında adeta uçurarak yaşatan
Belinski'nin hemen sonra, Dostoyevski asıl ilk önemli romanı olan Öteki'yi
yazınca ona sırtını dönüp burun kıvırmasıdır. Bu aynı zamanda, bir anda
ünlenen, edebi başarıdan yapılmış bir masal dünyasında görgüsüzlükler eden
Dostoyevski'ye içerleyen kıskançlar takımının onun işini bitirmesi için de
fırsat oldu. Petersburg edebi çevreleri başarısıyla artık açıkça gururlanan, bu
mağrur, sonradan görme ve her şeyiyle saf yazardan intikamını çabuk aldılar.
Dostoyevski de tıpkı Gogol gibi, gençliğinin sol-liberal eğilimlerine olgunluk
ve yaşlılık yıllarında sırt çevirdi. Ama yirmi dört yaşında yakalayıp, tadını
çıkarıp kısa bir süre sonra kaybettiği o parlaklığı, ünü ve ilgiyi Dostoyevski
yeniden ancak yirmi yıl sonra bulabildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder