Moskova

Moskova

20 Mart 2017 Pazartesi

Gogol: Gerçek ve gerçeküstü sokak



MARSHALL BERMAN

Nevski Bulvarı'na dair popüler mitoloji, ilk olarak Gogol tarafından, 1835’de yayımlanan harika öyküsü “Nevski Bulvarı'nda sanata döküldü. İngilizce konuşulan dünyada hemen hemen hiç bilinmeyen bu öykü, esas olarak genç bir sanatçının romantik trajedisi ile genç bir askerin romantik farsını konu almaktadır. Onların öyküleri üzerinde birazdan duracağız. Ne var ki bizim amaçlarımız açısından daha ilginç ve daha önemli olan, kahramanlarının doğal yaşam ortamlarım ana hatlarıyla çizen Gogol’ün yazdığı giriştir. Bu çerçeve, bir karnaval çığırtkanının coşkusuyla bizleri sokakla tanıştıran anlatıcı tarafından çizilmektedir. Bu birkaç sayfada Gogol görünürde istemeden (hatta farkına bile varmadan) modem edebiyatın başlıca tarzlarından birini icat etmektedir: Sokağın bizzat bir kahraman olduğu, şehir sokaklarının romansı. Gogol’un anlatıcısı, bize soluk soluğa bir canlılıkla seslenir:

Nevski Bulvarı ile hiçbir şey kıyaslanamaz, en azından Petersburg’da; çünkü bu şehrin her şeyidir o. Başkentin güzelliği!- ne muhteşem şeyler yapar bu sokak şimdi? Eminim, kentin en silik ve kalem efendisi bile yeryüzünün hiçbir nimetine değişmez Nevski’yi... ya hanımlar! Hanımlar için daha da büyük bir hazdır Nevski Bulvarı. Ama ondan haz duymayan var mı ki?

Bu sokağın neden öteki tüm sokaklardan ayrıldığını anlatmaya çalışır:

İşiniz ne denli önemli olursa olsun, bu sokağa adımınızı attınız mı unutup gidersiniz onu. Burası insanların sırf zorunlu oldukları için ortaya çıktıkları, tüm St. Petersburg’u sarmış zorunluklar ve ticari çıkarlar yüzünden sürüklendikleri bir yer değildir. Nevski’de karşılaştığınız adam, açgözlülük ve çıkarcılığın tüm gelip geçenlere, araba ve faytona kurulanlara damgasını vurduğu Morskaya, Gorhovaya, Litenaya, Meşçanskaya ve diğer sokaklardakinden daha az bencildir sanki. Nevski, St. Petersburg’un ortak buluşma zemini, haberleşme hattıdır. Ne bir rehberde ne de danışma bürosunda bulunabilir Nevski’deki kadar doğru malumat. Her şeyi bilir Nevski Bulvarı!... Ne de hızlıdır burada, tek bir gün içinde ortaya çıkıveren fantazmagoryal Ne şekillere girer çıkar yirmidört saat içinde!

Bu sokağın ona kendine özgü kişiliğini veren asıl amacı toplumsallaştırmadır. İnsanlar buraya görmek ve görülmek, görüşlerini bir diğerine iletmek için gelirler, bayağı bir gayeyle, açgözlülükten ve rekabet hırsıyla değil, kendi başına bir amaç olarak. İletileri ve sokağın mesajı bir bütün olarak, gerçeklik ve fantazinin garip bir karışımıdır: Bir yandan, insanların kim olmak istediklerine dair fantazileri için bir dekor oluşturur. Öte yandan, insanların kim oldukları hakkında doğru bilgi sunar - şifresini çözebilmeleri için.

Nevski’nin toplumsallığında bazı paradokslar vardır. Bir yandan, insanları yüzyüze getirir; öte yandansa insanları öylesine bir hızla ve güçle geçip gitmek zorunda bırakır ki, birbirlerine yakından bakamazlar bile - birisi üzerinde odaklaşmaya kalmaz, görüntü kaybolur gider. Bu yüzden Nevski’nin sunduğu görünüş, daha çok insanların kendilerini parçalanmış biçimlerde ve göze çarpar özellikleriyle sunduğu bir görünümdür:

Ne temizdir kaldırımlar ve ne kadar çok ayak izi kalmıştır üzerlerinde! Altında koca granitin çatlayacak gibi olduğu, emekli askerin sarsak, kirli çizmeleri; güneşe dönen bir günebakan gibi başını ışıl ışıl vitrinlere çeviren genç hanımın, bir duman kadar hafif, minyatür iskarpinleri; yüzeyi sertçe tırmalayan, umutlu genç zabitin sert adımları- her şeyin izi kalır üzerinde, güçlülüğün gücüyle ya da zayıflığın gücüyle.

Kaldırımın bakış açısından yazılmış gibi duran bu pasaj Nevski’nin insanlarını, onları oluşturan parçalara -burada ayaklara- ayırırsak görebileceğimizi ileri sürmektedir; bir yandan da yakından bakmayı bilirsek her bir özelliği bütünsel varlıklarının mikrokozmosu olarak kavrayabileceğimizi.

Gogol, sokağın yaşamında bir günün izini sürdükçe, bu parçalanmış görünüm büyük boyutlara varır. “Ne şekillere girer çıkar yirmidört saat içinde!” Gogol’un anlatıcısı usulca, şafaktan önce, şehrin de henüz yavaş yavaş aktığı bir anda anlatmaya başlar. Köylerden gelip şehrin devasa inşaat projelerinde çalışmaya giden tek tük köylüler vardır ve ocakları gece boyu durmayan fırınların kapılarında dikilen dilenciler.

Güneş doğarken hayat canlanmaya başlar: Dükkâncılar kepenklerini açar, mallar ortaya dökülür, yaşlı teyzeler sabah ayinine yollanır. Sokak usulca, önce işlerine koşuşturan memurlarla, sonra da amirlerinin faytonları ile kalabalıklaşır. Gün ilerledikçe ve Nevski her türden insanla dolup enerji ve hız kazandıkça Gogol’un anlatımı da hızlanır ve yoğunlaşır: Soluk soluğa, bir topluluktan ötekine atlar -yüksek memurlar, valinin karısıyla çocukları, aktörler, müzisyenler ve seyircileri, askerler, alışveriş yapan kadın ve erkekler, memurlar ve yabancı diplomatlar, Rus devlet memurlarının bitmek bilmez kademeleri- bir ileri bir geri döner, sokağın delice ritmini kendi ritmine dönüştürür. Nihayet, akşama doğru, Bulvar doruk anlarına yaklaşırken modaya uygun ve moda olabilecek insanlarla dolar. Enerji öylesine yoğunlaşmıştır ki görünüm düzlemleri yarılır; insan biçimin birliği gerçeküstü parçalara ayrılır:

Burada, olağanüstü bıyıklar göreceksiniz, ne kalem ne de fırçanın taklit edemeyeceği, her birine bir hayatın en güzel yıllan hasredilmiş, gün boyu ve geceyarılarına dek ihtimam gösterilmiş bıyıklar; en iç bayıltıcı yağların akıtıldığı, en pahalı merhemlerle ovulmuş, gelen geçenin imrenerek baktığı bıyıklar... Burada binlerce çeşit hanım şapkaları, kostümler, mendiller göreceksiniz, parlak ve süslü, kimi zaman koca iki gün boyu sahiplerinin bıkmadığı... Sanki kelebeklerden oluşan bir deniz birdenbire çiçeklerden yükselivermiş, erkek kar böceklerinin tepesinde onları şaşkına çevirerek gezinmektedir. Burada, hiç düşleyemeyeceğiniz öylesine ince bileklerle karşılaşacaksınız ki, dikkatsiz bir soluğunuzla bu doğa ve sanat harikasını incitmekten korkacaksınız. Ve öyle hanım yenlerine rastlayacaksınız ki Nevski Bulvarında! Beyefendinin biri yetişip tutmasa hanımı havalara uçuracak iki balona benzer kol yenleri. Burada en yüksek sanatın ürünü eşsiz tebessümlerle karşılaşacaksınız.

Böyle devam edip gider. Gogol’un çağdaşlarının böyle pasajları nasıl karşıladıklarını kestirmek zor; en azından yazı yoluyla pek bir şey söylemedikleri kesin. Yüzyılımızın perspektifinden ise bu yazı tekinsiz biraz: Nevski Bulvarı Gogol’u kendi zamanınızdan alıp bizimkine getiriyor sanki, kol yenleri üzerinde havalanan o hanım gibi. Joyce’un Ulysses’i, Döblin’in Alexanderplatz’ı, Berlin’i, kübik-fütürist şehir manzaraları, dadacı ve gerçeküstücü kurgu, Alman dışavurumcu sinema, Ayzenştayn ve Dziga Vertov, Parisli nouvelle vague hep bu noktadan yola çıkar; Gogol 20. yüzyılı kafasının içinde kurmaktadır sanki.

Gogol, şimdi de belki de edebiyatta ilk kez, modernliğe özgü tipik bir temayı sunmaktadır: şehrin gece vakti özel büyülü havası. “Ama, evler ve sokaklar üzerine karanlık çöküp de bekçi lambaları tek tek yakarak gezinmeye başladı mı, Nevski Bulvarı yeniden hayat bulur ve harekete geçer; lambaların her şeyi mucizevi, ayartıcı bir ışığa bürüdüğü o gizemli zaman başlar.” Yaşlılar, evliler, doğru düzgün evleri olanlar sokaklardan çekilmiştir artık; Nevski, artık gençlere, heveslilere (ve Gogol hemen ekler), işlerinden en son ayrılan işçi sınıfına aittir. “Bu zamanlar bir gaye hisseder insan, ya da daha doğrusu gayeye benzer bir şey, tümüyle istek dışı bir şey. Herkes acele acele ve düzensiz gelip geçmeye başlar. Uzun gölgeler duvarlarda, kaldırımda ve neredeyse Polis Köprüsünün tepesinde titreşirler.” Bu saatte Nevski daha bir gerçek ve daha bir gerçekdışı olur. Daha gerçek, çünkü sokaklar şimdi dolaysız ve yoğun gerçek ihtiyaçlarla canlanmıştır: Seks, para, aşk; bunlar havadaki istek dışı gaye akımlarıdır. Öte yandan bizzat bu arzuların derinliği ve yoğunluğu insanların birbirlerini algılayışlarını, kendilerini sunuşlarını çarpıtır. Ben ve ötekiler büyülü ışıkta büyütülür, ama ihtişamları duvarlardaki gölgeler kadar titrek ve temelsizdir.

Bu ana kadar Gogol’un bakışı yukarıdan ve panoramiktir. Şimdiyse öykülerini nakledeceği iki genç adam üzerinde odaklaşır: Pişkarev, bir sanatkâr, ve Pirogov, bir zabit. Bu birbirinden çok farklı iki yoldaş, bulvarda gezinirken gözleri aynı anda geçen iki kıza takılır. Ayrılır ve ters yönlere, Nevski’den sapan karanlık ara sokaklara dalarlar hayallerindeki kızların peşinden. Gogol de onları izlerken girişindeki gerçeküstü canlılıktan 19. yüzyıl romantik gerçekçiliğine, Balzac, Dickens ve Puşkin’e özgü gerçek insanlara, onların hayatlarına yönelik, geleneksel olarak daha tutarlı bir damara atlar.

Teğmen Pirogov büyük bir komik yaratı, bayağı bir kurumlanma ve böbürlenme anıtıdır - cinsel, sınıfsal, ulusal bir anıt. Adı da Rusçada bir lakap olmuştur. Pirogov, Nevski’de gördüğü kızı özlerken kendini Alman zanaatkârların mahallesinde bulur: Kızın Swabyali bir metal işçisinin karısı olduğu ortaya çıkar. Burası, Nevski’nin sergilediği ve Rus zabitan sınıfının memnuniyetle tükettiği mallan üreten Batılıların dünyasıdır. Aslında bu, yabancıların Petersburg ve Rusya’nın ekonomisi için taşıdığı önem, ülkenin yetersizliği ve içteki zayıflığının bir göstergesidir. Ama Pirogov’un haberi yoktur bunlardan. Yabancılara, şeflerden alıştığı gibi davranır. Başlarda kadının kocası Schiller’in, kadına asılmasına neden sinirlendiğini anlayamaz bir türlü: Ne de olsa bir Rus zabiti değil midir o? Schiller ve arkadaşı ayakkabı tamircisi Hoffmann, etkilenmemişlerdir bile ondan: Ülkelerinde kalmış olsalar belki kendilerinin de birer zabit olacaklarını söylerler. Derken, Pirogov adama bir sipariş verir. Bir yandan bu ona gelip gitmek için bir mazeret sağlayacaktır; hem de bu siparişi bir tür rüşvet, adamın başka tarafa bakması için bir teşvik olarak düşünmektedir. Pirogov, Bayan Schiller ile bir buluşma ayarlar. Geldiğindeyse Schiller ve Hofimann onu gafil avlar, kıskıvrak yakalar ve kapı dışarı ederler. Zabit şaşkına dönmüştür:

Pigorov’un hiddet ve şiddetinin bir eşi daha yoktu. Bu hakareti düşünmek bile deliye döndürüyordu onu. Sibirya ve kırbaç bile ufak bir cezaydı Schiller için. Evine koşturup üstünü değişmek ve doğru çıkıp bu Alman işçinin isyanını bire bin katıp rapor etmek üzere yola koyuldu. Genel Kurmay Başkanına bir dilekçe yazmalıydı...

Ama, hepsi, birden garip bir şekilde bitiverdi: eve giderken bir tatlıcıya girdi, iki porsiyon pasta yedi, Kuzey Arısı’na bir göz gezdirdi ve gazaptan biraz olsun arınmış bir zihinle çıktı oradan. Üstelik soğuk gece biraz daha Nevski Bulvarında gezinmeye kışkırtıyordu onu.

Zafer peşinde koşarken aşağılanmıştır. Ama yenilgisinden hiçbir şey öğrenemeyecek, hatta anlamaya bile çalışmayacak kadar hödüktür. Birkaç dakika geçmeden Pigorov olan biteni unutuvermiştir; Bulvarda şen şakrak, bu kez kimi elde edeceğini düşünerek gezinir. Sivastopol yolunda karanlığa karışıp ortadan kaybolur. 1917’ye değin Rusya’yı yöneten sınıfın tipik bir temsilcisidir o.

Çok daha karmaşık bir kişilik olan Pişkarev, Gogol’un yapıtlarının tümünde tam anlamıyla tek trajik karakter ve Gogol’un en çok yakınlık duyduğu karakter olarak nitelenebilir. Zabit sarışının peşinden koşarken sanatçı olan arkadaşı, gördüğü esmer kadına aşık olur. Pişkarev değerli bir hanımefendi olarak düşler onu ve ona yaklaşmak için yanıp tutuşur. Bunu yapabildiğindeyse onun aslında bir orospu olduğunu anlar - hem de sığ ve sahtekârdır. Pigorov, bunu anında farkederdi elbette; ama güzelliğe aşık olan Pişkarev, güzelliğin bir maske ve bir meta olduğunu anlayacak hayat deneyimi ve görmüş geçirmişlikten yoksundur. (Aynı şekilde anlatıcı, onun kendi resimlerinden bile birer meta olarak yararlanamadığını söyler bize, insanların resimlerindeki güzelliği görmesinden öylesine haz duyar ki, onları piyasa değerlerinin çok altında elden çıkarır.) Genç ressam ilk şaşkınlığından kurtulur ve kızı çaresiz bir kurban gibi görür: Onu kurtarmaya, aşkıyla esin vermeye, yoksul ama onurlu, sanat ve aşka duyarlı bir yaşam sürecekleri yuvasına götürmeye karar verir. Bir kez daha cesaretini toplar, kıza yaklaşır ve hislerini açıklar; tabii ki bir kez daha kahkahayı basar kız. Aslında hangisine güleceğine bile bilememektedir- sanat düşüncesine mi yoksa dürüst çalışma fikrine mi? Şu anda ressamın kızdan daha çok kurtarılmaya muhtaç olduğunu görürüz. Düşleriyle çevresini sarmış gerçek hayat arasındaki boşlukta parçalanan bu “Petersburg düşçüsü” her ikisine de tutunamaz. Resmi bırakır, kendini afyonun hayallerine teslim eder? Sonra müptela olur ve nihayet odasına kapanıp kendi boğazını keser.

Sanatçının trajedisiyle zabitin farsından çıkarılacak kıssalar nelerdir? Bir tanesini anlatıcı öykünün sonunda verir: “Aman sakın güvenmeyin Nevski Bulvarı’na!” Ama ironi içinde ironi vardır burada. “Ne zaman orada yürüsem pelerinime sımsıkı sarınır ve karşılaştığım nesnelere bakmamaya çalışırım.” Buradaki ironi şu ki, anlatıcı en az elli sayfadır nesnelere bakmak ve onları bizim gözlerimizin önüne sermek dışında hiçbir şey yapmamaktadır. Bu minvalde, görünüşte yadsıyarak sona erdirir öyküyü. “Vitrinlere bakmayınız, sergiledikleri incik boncuk güzeldir güzel olmasına ama ayartmalarla doludur.” Ayartmalar, elbette öykünün tümü onlar üzerinedir. “Hanımları düşünürsünüz... ama en az da hanımlara güveniniz. Tanrı korusun sizleri, hanımların şapkalarının siperleri altına bir bakmaktan. Bir hanımın pelerini ne kadar ayartıcı dalgalanırsa dalgalansın, hiçbir nedenle merakımın onu izlemesine izin vermem. Ve Tanrı aşkına, lambalardan uzak durun! Geçip gidin olabildiğince çabuk!” Neden mi? Hikâye bunu anlatarak son bulur:

Hep yalan söyler Nevski Bulvarı, ama gecenin kaim kütlesi üstüne düşüp de evlerin san ve ak duvarlarını ortaya çıkarmaya, tüm şehir gürleyip ışıldamaya, sayısız fayton sokakları arşınlamaya, arabacılar atlarına bağırmaya ve şeytanın ta kendisi her bir şeyi gerçekdışı ışık altında gözler önüne sermek için lambaları yakmaya başladı mı, daha da çok yalan söyler.

Bu sonuç bölümünü uzun uzun alıntıladım, çünkü anlatıcının ardındaki yazar Gogol’un okuyucuları ile nasıl akıllara durgunluk verecek şekilde oynadığını gösteriyor. Yazar Nevski’ye duyduğu aşkı yadsır gibi yaparak sokağın sahte cazibesini kötülerken bile onu en çekici şekilde sunuyor. Anlatıcı ne söylediğinin, ne yaptığının farkında değil gibi görünse de yazarın farkında olduğu apaçık. Gerçekten de bu ikircikli ironi modem şehre karşı takınılan en belirgin tavırlardan biri olacaktır daha sonraları. Edebiyatta, popüler kültürde, gündelik sohbetlerimizde tekrar tekrar duyacağız bunlara benzer sözleri. Konuşan şehri ne kadar lanetlerse, onu bir o kadar canlı gözler önünde canlandıracak, onu daha da cazip kılacaktır. Kendisini ondan ayrı tutmak için uğraştıkça onunla daha derinden özdeşleşecek, onsuz yaşayamayacağı ortaya çıkacaktır. Gogol’un Nevski’yi aşağılaması da işte böyle bir “pelerinime sıkı sıkı sarılırım”dır; bir tebdil-i kıyafet, bir gizlenmedir. Ama maskesinin ardından, baştan çıkmışçasına gözetlediği bellidir.

Sokakla sanatçıyı birbirine bağlayan, her şeyden önce düşlerdir. “Aman, sakın güvenmeyin Nevski’ye... Bir düştür altı üstü.” Böyle der anlatıcı, Pişkarev’in düşleri yüzünden mahvoluşunu gösterdikten sonra. Yine de Gogol’un gösterdiği gibi düşler, sanatçının ölümü kadar yaşamının da itici gücüdür. Tipik bir Gogol tarzı kıvırtmayla belli edilir bu: “Bu genç adam bizler arasında pek garip kaçan ve düşlerimizde gördüğümüz bir yüz ne kadar gerçek yaşama aitse, o derecede St. Petersburg’a ait bir sınıfa mensuptu... Bir sanatçıydı o.” Bu cümlenin retorik havası Petersburglu sanatçıyı aşağılar gibidir. Oysa gerçekte, anlayan için çok daha yükseklere çıkarır onu: Sanatçının şehirle ilişkisi “düşlerde gördüğümüz bir yüz”ü temsil ediyor, hatta kişileştiriyor. Bu durumda Nevski Bulvarı, Petersburg’un düş sokağı olarak sanatçının sadece doğal ortamı değil, aynı zamanda makrokozmik ölçekte onun çalışma arkadaşı haline geliyor. Sanatçı, sokağın zaman ve mekân içerisinde insan malzemesiyle gerçekleştirdiği kol- lektif düşleri boya ve tuvalle -ya da basılı sayfa üzerindeki sözlerle- ifade eder. Dolayısıyla Pikarev’in hatası Bulvarda gezinmek değil, Bulvar’ın dışına çıkmaktı. Nevski’nin ışıltılı düş hayatını ara sokakların karanlık ve dünyevi gerçek hayatıyla karıştırmaktır onun asıl hatası.

Sanatçıyla Bulvar arasındaki yakınlık Pişkarev’i kucakladığı kadar Gogol’u da kucaklar. Sokağa o ışıltısını veren kollektif düş hayatı, onun imgeleminin de en önemli kaynaklarından biridir. Gogol öykünün son cümlesinde sokağın tekinsiz, fakat baştan çıkarıcı ışığını şeytana atfederken oyun oynuyor aslında; ama bu imgeyi harfi harfine kabullenip bu şeytanı reddetmeye ve bu ışıktan kaçmaya kalktığında kendi yalan gücünü de tüketeceği apaçık. Onyedi yıl sonra, Nevski’den bambaşka ve uzak bir dünyada -Rusya’nın geleneksel kutsal şehri ve Petersburg’un antitezi Moskova’da- tam da bunu yapacak Gogol. Dolandırıcı ve fanatik bir din adamının etkisiyle kendisinin de dahil tüm edebiyatın, şeytan tarafından esinlendiğine inanmaya başlayacak. O zaman da kendisi için en az Pişkarev için yazdığı denli acılı bir son yaratacak: Ölü Canlar’ın tamamlanmamış ikinci ve üçüncü kısmının elyazmalarını yakacak ve sonra da ölene kadar aç kalacak.

Gogol’un öyküsünde başlıca sorunlardan biri, girişle onu izleyen iki anlatı arasındaki ilişkidir. Pişkarev ile Pirogov’un öyküleri 19. yüzyıl gerçekçiliğinin diliyle sunuluyor; berrak çizilmiş karakterler, anlaşılır ve tutarlı şeyler yapıyorlar. Giriş ise Gogol’un çağından çok 20. yüzyıl üslubuna yakın, ustaca dağıtılmış gerçeküstü bir montajdır. İki lisan ve deneyim arasındaki bağlantı (ve bağlantısızlık) modern şehir hayatının mekânsal olarak birbirine bitişik, fakat tinsel bakımdan ayrı iki veçhesiyle ilgili olabilir. Petersburgluların gündelik hayatlarını yaşadığı ara sokaklarda yapı ve bütünlüğün, zaman ve mekânın, komedi ve trajedinin normal kuralları geçerlidir. Nevski’deyse bu kurallar askıya almıyor; normal görüş düzlemleri, normal deneyim sınırları parçalanıyor; insanlar yeni bir zaman, mekân ve olanak çerçevesine giriyorlar. Sözgelimi “Nevski Bulvarı’ndaki çarpıcı biçimde modem anlardan birini ele alalım (bu Nabokov’un çevirisi ve en sevdiği pasajdır): Pişkarev’le göz göze gelen kız ona dönüp gülümser.

Kaldırım ayaklarının altında kayıyordu, faytonlar ve dört nala koşturan atlan hareketsiz kalakaldılar; köprü açıldı ve tam ortasından koptu, bir ev başaşağı döndü, bir nöbetçi kulübesi ona doğru yuvarlandı, nöbetçinin kasaturası bir dükkân tabelasının yaldızlı harfleri ve üzerine resmedilmiş bir makasla birlikte sanki gözbebeğine saplanacakmış gibi üzerine gelmeye başladı.

Bu başdöndürücü, korkutucu deneyim, kübist bir resimden bir an ya da düş kurdurucu bir ilacın etkisidir sanki. Nabokov, tüm toplumsal ve deneysel sınırların ötesinde bir sanatsal görü ve gerçek bir uçuş olarak niteler bunu. Bense tam tersine, bunun tam da Nevski Bulvarı’ndan beklenen şey olduğunu ileri süreceğim: Pişkarev bunun için gelmiştir ve istediğini elde etmektedir. Nevski Petersburgluların hayatlarını gözle görülür biçimde zenginleştirebilmektedir. Yeter ki onun sunduğu uçuşlara gidip gelmeyi, kendi yüzyıllarıyla bir sonraki yüzyıl arasında gezinmeyi bilebilsinler. Ama şehrin iki dünyasını birleştirmeyi beceremeyenler her ikisine de, sonuçta hayata da tutunamazlar.

Gogol’un 1835’de yazdığı “Nevski Bulvarı” iki yıl önce basılmış “Bronz Süvari” ile çağdaş sayılır; ne var ki ikisinin sunduğu dünyalar arasında ışık yıllan uzanmaktadır. En çarpıcı farklardan biri Gogol’un Petersburg’unun tamamen siyaset dışı görünmesidir. Puşkin’de gördüğümüz sıradan insanla merkezi otorite arasındaki keskin ve trajik karşı karşıya geliş, Gogol’un Bulvarı’nda sözkonusu değildir. Bunun nedeni sadece Gogol’un Puşkin’den farklı bir duyarlığa sahip olması değil (öyle olduğu kuşku götürmez); bunun yanı sıra çok farklı bir kentsel mekânı dile getirmeye çalışmasıdır. Nevski Bulvarı, aslında Petersburg’un devletten bağımsız geliştirdiği ve geliştirmeyi sürdürdüğü tek yerdir. Petersburgluların kendilerini gösterebildikleri ve Bronz Süvari’nin peşlerinde olup olmadığını anlamak için arkalarına bakmaları gerekmeden birbirleriyle ilişki kurabildikleri belki de tek kamusal mekândır. Sokaktaki kıpır kıpır özgürlük havasının başlıca kaynaklarından biridir bu - özellikle de devletin varlığının en sert biçimde hissedildiği Nikolas devrinde. Ama Nevski’nin apolitikliği onun büyülü ışığını gerçekdışı kılmakta, özgürlük hâlesini bir seraba çevirmektedir. Petersburglular bu sokakta özgür bireyler gibi hissedebilirler kendilerini. Gerçekteyse Avrupa’nın en sert biçimde katmanlaşmış toplumunda onlara dayatılmış toplumsal rolleri üstlenmektedirler. Sokağın aldatıcı ışıltısının ortasında bile bu gerçeklik belli eder kendini. Kısa bir an, bir saydam gösterisindeki tek bir kare gibi, Gogol Rus hayatının derininde yatan olguları gösterir bize:

[Teğmen Pirogov] daha yeni terfi ettiği rütbesinden pek memnundu ve zaman zaman yatağında uzanıp, “Boş bunlar, hepsi boş! Ne olmuş yani teğmen olduysam?” diye sızlansa da gizliden gizliye gururunu okşardı bu yeni ünvanı: Sohbeüerde alttan alta bunu ima etmeye çalışırdı. Bir keresinde sokakta halini tavrını beğenmediği bir kâtiple karşılaştığında, kiminle karşı karşıya olduğunu anlaması için birkaç söz edivermişti ona - ve bunu her zamankinden daha fiyakalı bir biçimde yapmıştı, çünkü yoldan iki güzel hanım geçiyordu o sırada.

Gogol burada, her zaman olduğu gibi laf arasında, Petersburg edebiyatı ve hayatındaki birincil sahnenin ne olduğunu göstermektedir: subayla memur arasındaki karşıtlık. Rus hâkim sınıfının temsilcisi subay, memurdan belli bir saygı bekler. Ama kendisi aynı şekilde karşılık vermeyi aklının ucundan bile geçirmez. Şimdilik başarılıdır; memura haddini bildirir. Bulvarda gezinen memur Petersburg’un Neva ve Saray çevresindeki Bronz Süvari'nin hükmettiği “resmi” kesiminden kaçayım derken, hem de şehrin en özgür mekânında Çarın minyatür, fakat habis bir kopyasıyla karşılaşmıştır. Teğmen Pirogov memura boyun eğdirerek Nevski’nin sunduğu özgürlüğün sınırlarını tanımaya zorlar onu. Bulvarın modem akışkanlık ve devingenliğinin yanıltıcı bir görüntü, otokratik erkin parlak bir örtüsü olduğu ortaya çıkar. Nevski’de dolaşan kadınlar ve erkekler Rus politikasını unutabilirler belki -burada olmanın zevki de budur zaten- ama Rus politikası unutmayacaktır onları.

Yine de eski düzen göründüğü kadar katı ve sağlam değildir burada. Petersburg’u yaratan eşsiz bir saygınlığa sahip, ürkütücü bir otorite simgesiydi. 19. yüzyılın otoriteleriyse Gogol’un burada (ve eserlerinin çoğunda) gösterdiği gibi neredeyse sevimli olacak denli budala, sığ ve bayağıdırlar. Dolayısıyla, Teğmen Pirogov’un güç ve ayrıcalığım sadece astı saydığı kişilere ve hanımlara değil, kendi kaygılı benliğine karşı da kanıtlaması gerekmektedir. Ahir zaman Bronz Süvarileri sadece birer minyatür olmakla kalmazlar, tenekeden yapılmışlardır. Petersburg’un modem sokağının akışkanlığı kadar onun egemen kastının katılığı da bir seraptır. Subaylarla memurlar arasındaki karşılaşmanın sadece ilk safhasıdır bu. Yüzyıl ilerledikçe yeni karşılaşmalar ve farklı sonlar olacaktır.

Gogol’un diğer Petersburg öykülerinde Nevski Bulvan yoğun gerçeküstü hayatın bir aracısı olarak varolmayı sürdürür. “Bir Delinin Güncesindeki (1835) itilip kakılan, dertli memur-başkahraman insanların yanında ezilip büzülür. Ama köpeklerin yanında birden rahatlar ve canlı bir sohbete girişir. Öyküde, daha sonra Çar arabasıyla sokaktan geçerken tırsmadan, hatta şapkasını bile çıkarmadan bakmayı başarır. Ama artık iyice delirmiş olduğu için yapabilir bunu; Çarın eşiti -İspanya Kralı- olduğuna inanmaktadır artık. “Burun” da (1836) Binbaşı Kovalev kaybettiği burnunu Nevski’de gezerken bulur. Ama ne çare ki burnu ondan daha yüksek bir rütbeye terfi etmiştir ve onu geri almaya cesaret edemez. Gogol’un en meşhur ve muhtemelen en güzel Petersburg öyküsü “Palto”da (1842) Nevski Bulvan’nın adı anılmaz. Ama şehirde başka bir yerden de söz edilmez; çünkü öykünün kahramanı Akaki Akakyeviç hayattan öylesine kopuktur ki, çevresindeki her şeye kapalıdır - bıçak gibi kesen ayaz dışında. Ama yeni paltosunu sırtına geçiren Akaki Akakyeviç’in kısa bir süre yeniden hayata döndüğü sokak Nevski olabilir. Kısa bir an, iş arkadaşlarının kendisi ve yeni paltosu şerefine verdikleri partiye giderken pırıl pırıl vitrinler ve gelip geçen güzel kadınlardan heyecan duyar; ama kısa bir parıltı o kadar, paltosu yırtılır ve hepsi biter. Bütün bu öykülerde ortaya çıkan şu ki, asgari bir kişisel onur duygusu -Dostoyevski’nin Petersburg Haberleri gazetesindeki sütununda yazacağı gibi “gerekli bencillik” duygusu- olmayan bir insan, Nevski’nin çarpıtılmış ve aldatıcı, ama yine de sahiden kamusal hayatına katılamaz.

Petersburg alt sınıfına mensup çoğu insan korkar Nevski’den. Ama korkan sadece onlar değildir. “1836 Petersburg Notlan” başlıklı bir dergi makalesinde Gogol şunları yazıyor:

1836’nın Nevski Bulvarı, sürekli kaynayan, kıpırdaşan, yerinde duramayan Nevski tamamen çöktü. Gezinti İngiliz Setine kaydı. Son İmparator [I. Aleksander] İngiliz Setini çok seviyordu. Gerçekten güzeldir de. Ama gezinti başladığında çok kişi olduğunu farkettim. Ama gezenler bir şey kazanıyorlar, ne de olsa Nevski Bulvarı’nın yansı zanaatkar ve memurların eline geçti. İşte bu yüzden Nevski’deyken başka yerde karşılaştığınız dertlerle yan yarıya karşılaşıyorsunuz burada.

Böylece yüksek sosyete Nevski Bulvarı’ndan çekilmektedir artık, çünkü avam zanaatkar ve memurlarla fiziksel temastan korkarlar. Nevski ne kadar zevkli olursa olsun, bu korku yüzünden onu terkedip çok daha az ilginç bir kentsel mekâna -ancak yarım mil uzunluğunda, Nevski’den çok daha küçük, tek yönlü, kafeleri, dükkânları olmayan bir yere çekilmekte kararlıdırlar. Ama bu geri çekilme uzun sürmeyecektir: Soylular ve zadeganlar Nevski’nin parlak ışıklarına döneceklerdir. Ama hep endişe duyacak, aşağıdan gelen kaynaşmanın baskısıyla sokağı sahiplenme güçlerinden emin olamayacaklardır bir türlü. Başka gerçek ve hayali düşmanlarının yanısıra sokağın ta kendisinin -hatta ve özellikle en çok sevdikleri sokağın- kendilerine karşı gelmesinden korkmaktadırlar.


(MARSHALL BERMAN, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, İletişim Yayınları)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder