MARSHALL
BERMAN
Nevski Bulvarı'na dair popüler mitoloji, ilk olarak Gogol
tarafından, 1835’de yayımlanan harika öyküsü “Nevski Bulvarı'nda sanata döküldü.
İngilizce konuşulan dünyada hemen hemen hiç bilinmeyen bu öykü, esas olarak
genç bir sanatçının romantik trajedisi ile genç bir askerin romantik farsını
konu almaktadır. Onların öyküleri üzerinde birazdan duracağız. Ne var ki bizim
amaçlarımız açısından daha ilginç ve daha önemli olan, kahramanlarının doğal
yaşam ortamlarım ana hatlarıyla çizen Gogol’ün yazdığı giriştir. Bu çerçeve,
bir karnaval çığırtkanının coşkusuyla bizleri sokakla tanıştıran anlatıcı
tarafından çizilmektedir. Bu birkaç sayfada Gogol görünürde istemeden (hatta
farkına bile varmadan) modem edebiyatın başlıca tarzlarından birini icat
etmektedir: Sokağın bizzat bir kahraman olduğu, şehir sokaklarının romansı.
Gogol’un anlatıcısı, bize soluk soluğa bir canlılıkla seslenir:
Nevski
Bulvarı ile hiçbir şey kıyaslanamaz, en azından Petersburg’da; çünkü bu şehrin
her şeyidir o. Başkentin güzelliği!- ne muhteşem şeyler yapar bu sokak şimdi?
Eminim, kentin en silik ve kalem efendisi bile yeryüzünün hiçbir nimetine
değişmez Nevski’yi... ya hanımlar! Hanımlar için daha da büyük bir hazdır
Nevski Bulvarı. Ama ondan haz duymayan var mı ki?
Bu sokağın neden öteki tüm sokaklardan ayrıldığını
anlatmaya çalışır:
İşiniz
ne denli önemli olursa olsun, bu sokağa adımınızı attınız mı unutup gidersiniz onu.
Burası insanların sırf zorunlu oldukları için ortaya çıktıkları, tüm St.
Petersburg’u sarmış zorunluklar ve ticari çıkarlar yüzünden sürüklendikleri bir
yer değildir. Nevski’de karşılaştığınız adam, açgözlülük ve çıkarcılığın tüm
gelip geçenlere, araba ve faytona kurulanlara damgasını vurduğu Morskaya,
Gorhovaya, Litenaya, Meşçanskaya ve diğer sokaklardakinden daha az bencildir
sanki. Nevski, St. Petersburg’un ortak buluşma zemini, haberleşme hattıdır. Ne
bir rehberde ne de danışma bürosunda bulunabilir Nevski’deki kadar doğru
malumat. Her şeyi bilir Nevski Bulvarı!... Ne de hızlıdır burada, tek bir gün
içinde ortaya çıkıveren fantazmagoryal Ne şekillere girer çıkar yirmidört saat
içinde!
Bu sokağın ona kendine özgü kişiliğini veren asıl amacı
toplumsallaştırmadır. İnsanlar buraya görmek ve görülmek, görüşlerini bir
diğerine iletmek için gelirler, bayağı bir gayeyle, açgözlülükten ve rekabet
hırsıyla değil, kendi başına bir amaç olarak. İletileri ve sokağın mesajı bir
bütün olarak, gerçeklik ve fantazinin garip bir karışımıdır: Bir yandan,
insanların kim olmak istediklerine dair fantazileri için bir dekor oluşturur.
Öte yandan, insanların kim oldukları hakkında doğru bilgi sunar - şifresini
çözebilmeleri için.
Nevski’nin toplumsallığında bazı paradokslar vardır. Bir
yandan, insanları yüzyüze getirir; öte yandansa insanları öylesine bir hızla ve
güçle geçip gitmek zorunda bırakır ki, birbirlerine yakından bakamazlar bile -
birisi üzerinde odaklaşmaya kalmaz, görüntü kaybolur gider. Bu yüzden
Nevski’nin sunduğu görünüş, daha çok insanların kendilerini parçalanmış
biçimlerde ve göze çarpar özellikleriyle sunduğu bir görünümdür:
Ne
temizdir kaldırımlar ve ne kadar çok ayak izi kalmıştır üzerlerinde! Altında
koca granitin çatlayacak gibi olduğu, emekli askerin sarsak, kirli çizmeleri;
güneşe dönen bir günebakan gibi başını ışıl ışıl vitrinlere çeviren genç
hanımın, bir duman kadar hafif, minyatür iskarpinleri; yüzeyi sertçe
tırmalayan, umutlu genç zabitin sert adımları- her şeyin izi kalır üzerinde,
güçlülüğün gücüyle ya da zayıflığın gücüyle.
Kaldırımın bakış açısından yazılmış gibi duran bu pasaj
Nevski’nin insanlarını, onları oluşturan parçalara -burada ayaklara- ayırırsak
görebileceğimizi ileri sürmektedir; bir yandan da yakından bakmayı bilirsek her
bir özelliği bütünsel varlıklarının mikrokozmosu olarak kavrayabileceğimizi.
Gogol, sokağın yaşamında bir günün izini sürdükçe, bu
parçalanmış görünüm büyük boyutlara varır. “Ne şekillere girer çıkar yirmidört
saat içinde!” Gogol’un anlatıcısı usulca, şafaktan önce, şehrin de henüz yavaş
yavaş aktığı bir anda anlatmaya başlar. Köylerden gelip şehrin devasa inşaat
projelerinde çalışmaya giden tek tük köylüler vardır ve ocakları gece boyu
durmayan fırınların kapılarında dikilen dilenciler.
Güneş doğarken hayat canlanmaya başlar: Dükkâncılar kepenklerini
açar, mallar ortaya dökülür, yaşlı teyzeler sabah ayinine yollanır. Sokak
usulca, önce işlerine koşuşturan memurlarla, sonra da amirlerinin faytonları
ile kalabalıklaşır. Gün ilerledikçe ve Nevski her türden insanla dolup enerji
ve hız kazandıkça Gogol’un anlatımı da hızlanır ve yoğunlaşır: Soluk soluğa,
bir topluluktan ötekine atlar -yüksek memurlar, valinin karısıyla çocukları,
aktörler, müzisyenler ve seyircileri, askerler, alışveriş yapan kadın ve
erkekler, memurlar ve yabancı diplomatlar, Rus devlet memurlarının bitmek
bilmez kademeleri- bir ileri bir geri döner, sokağın delice ritmini kendi
ritmine dönüştürür. Nihayet, akşama doğru, Bulvar doruk anlarına yaklaşırken
modaya uygun ve moda olabilecek insanlarla dolar. Enerji öylesine yoğunlaşmıştır
ki görünüm düzlemleri yarılır; insan biçimin birliği gerçeküstü parçalara
ayrılır:
Burada,
olağanüstü bıyıklar göreceksiniz, ne kalem ne de fırçanın taklit edemeyeceği,
her birine bir hayatın en güzel yıllan hasredilmiş, gün boyu ve geceyarılarına
dek ihtimam gösterilmiş bıyıklar; en iç bayıltıcı yağların akıtıldığı, en
pahalı merhemlerle ovulmuş, gelen geçenin imrenerek baktığı bıyıklar... Burada
binlerce çeşit hanım şapkaları, kostümler, mendiller göreceksiniz, parlak ve
süslü, kimi zaman koca iki gün boyu sahiplerinin bıkmadığı... Sanki
kelebeklerden oluşan bir deniz birdenbire çiçeklerden yükselivermiş, erkek kar
böceklerinin tepesinde onları şaşkına çevirerek gezinmektedir. Burada, hiç
düşleyemeyeceğiniz öylesine ince bileklerle karşılaşacaksınız ki, dikkatsiz bir
soluğunuzla bu doğa ve sanat harikasını incitmekten korkacaksınız. Ve öyle hanım
yenlerine rastlayacaksınız ki Nevski Bulvarında! Beyefendinin biri yetişip tutmasa
hanımı havalara uçuracak iki balona benzer kol yenleri. Burada en yüksek
sanatın ürünü eşsiz tebessümlerle karşılaşacaksınız.
Böyle devam edip gider. Gogol’un çağdaşlarının böyle
pasajları nasıl karşıladıklarını kestirmek zor; en azından yazı yoluyla pek bir
şey söylemedikleri kesin. Yüzyılımızın perspektifinden ise bu yazı tekinsiz
biraz: Nevski Bulvarı Gogol’u kendi zamanınızdan alıp bizimkine getiriyor
sanki, kol yenleri üzerinde havalanan o hanım gibi. Joyce’un Ulysses’i,
Döblin’in Alexanderplatz’ı, Berlin’i, kübik-fütürist şehir manzaraları, dadacı
ve gerçeküstücü kurgu, Alman dışavurumcu sinema, Ayzenştayn ve Dziga Vertov,
Parisli nouvelle vague hep bu noktadan yola çıkar; Gogol 20. yüzyılı kafasının
içinde kurmaktadır sanki.
Gogol, şimdi de belki de edebiyatta ilk kez, modernliğe
özgü tipik bir temayı sunmaktadır: şehrin gece vakti özel büyülü havası. “Ama,
evler ve sokaklar üzerine karanlık çöküp de bekçi lambaları tek tek yakarak gezinmeye
başladı mı, Nevski Bulvarı yeniden hayat bulur ve harekete geçer; lambaların
her şeyi mucizevi, ayartıcı bir ışığa bürüdüğü o gizemli zaman başlar.”
Yaşlılar, evliler, doğru düzgün evleri olanlar sokaklardan çekilmiştir artık;
Nevski, artık gençlere, heveslilere (ve Gogol hemen ekler), işlerinden en son
ayrılan işçi sınıfına aittir. “Bu zamanlar bir gaye hisseder insan, ya da daha
doğrusu gayeye benzer bir şey, tümüyle istek dışı bir şey. Herkes acele acele
ve düzensiz gelip geçmeye başlar. Uzun gölgeler duvarlarda, kaldırımda ve
neredeyse Polis Köprüsünün tepesinde titreşirler.” Bu saatte Nevski daha bir
gerçek ve daha bir gerçekdışı olur. Daha gerçek, çünkü sokaklar şimdi dolaysız
ve yoğun gerçek ihtiyaçlarla canlanmıştır: Seks, para, aşk; bunlar havadaki
istek dışı gaye akımlarıdır. Öte yandan bizzat bu arzuların derinliği ve
yoğunluğu insanların birbirlerini algılayışlarını, kendilerini sunuşlarını
çarpıtır. Ben ve ötekiler büyülü ışıkta büyütülür, ama ihtişamları duvarlardaki
gölgeler kadar titrek ve temelsizdir.
Bu ana kadar Gogol’un bakışı yukarıdan ve panoramiktir.
Şimdiyse öykülerini nakledeceği iki genç adam üzerinde odaklaşır: Pişkarev, bir
sanatkâr, ve Pirogov, bir zabit. Bu birbirinden çok farklı iki yoldaş, bulvarda
gezinirken gözleri aynı anda geçen iki kıza takılır. Ayrılır ve ters yönlere,
Nevski’den sapan karanlık ara sokaklara dalarlar hayallerindeki kızların
peşinden. Gogol de onları izlerken girişindeki gerçeküstü canlılıktan 19.
yüzyıl romantik gerçekçiliğine, Balzac, Dickens ve Puşkin’e özgü gerçek
insanlara, onların hayatlarına yönelik, geleneksel olarak daha tutarlı bir
damara atlar.
Teğmen Pirogov büyük bir komik yaratı, bayağı bir
kurumlanma ve böbürlenme anıtıdır - cinsel, sınıfsal, ulusal bir anıt. Adı da Rusçada
bir lakap olmuştur. Pirogov, Nevski’de gördüğü kızı özlerken kendini Alman
zanaatkârların mahallesinde bulur: Kızın Swabyali bir metal işçisinin karısı
olduğu ortaya çıkar. Burası, Nevski’nin sergilediği ve Rus zabitan sınıfının
memnuniyetle tükettiği mallan üreten Batılıların dünyasıdır. Aslında bu,
yabancıların Petersburg ve Rusya’nın ekonomisi için taşıdığı önem, ülkenin
yetersizliği ve içteki zayıflığının bir göstergesidir. Ama Pirogov’un haberi
yoktur bunlardan. Yabancılara, şeflerden alıştığı gibi davranır. Başlarda
kadının kocası Schiller’in, kadına asılmasına neden sinirlendiğini anlayamaz
bir türlü: Ne de olsa bir Rus zabiti değil midir o? Schiller ve arkadaşı
ayakkabı tamircisi Hoffmann, etkilenmemişlerdir bile ondan: Ülkelerinde
kalmış olsalar belki kendilerinin de birer zabit olacaklarını söylerler.
Derken, Pirogov adama bir sipariş verir. Bir yandan bu ona gelip gitmek için
bir mazeret sağlayacaktır; hem de bu siparişi bir tür rüşvet, adamın başka
tarafa bakması için bir teşvik olarak düşünmektedir. Pirogov, Bayan Schiller
ile bir buluşma ayarlar. Geldiğindeyse Schiller ve Hofimann onu gafil avlar,
kıskıvrak yakalar ve kapı dışarı ederler. Zabit şaşkına dönmüştür:
Pigorov’un
hiddet ve şiddetinin bir eşi daha yoktu. Bu hakareti düşünmek bile deliye
döndürüyordu onu. Sibirya ve kırbaç bile ufak bir cezaydı Schiller için. Evine
koşturup üstünü değişmek ve doğru çıkıp bu Alman işçinin isyanını bire bin
katıp rapor etmek üzere yola koyuldu. Genel Kurmay Başkanına bir dilekçe
yazmalıydı...
Ama,
hepsi, birden garip bir şekilde bitiverdi: eve giderken bir tatlıcıya girdi, iki
porsiyon pasta yedi, Kuzey Arısı’na bir göz gezdirdi ve gazaptan biraz olsun
arınmış bir zihinle çıktı oradan. Üstelik soğuk gece biraz daha Nevski
Bulvarında gezinmeye kışkırtıyordu onu.
Zafer peşinde koşarken aşağılanmıştır. Ama yenilgisinden
hiçbir şey öğrenemeyecek, hatta anlamaya bile çalışmayacak kadar hödüktür.
Birkaç dakika geçmeden Pigorov olan biteni unutuvermiştir; Bulvarda şen şakrak,
bu kez kimi elde edeceğini düşünerek gezinir. Sivastopol yolunda karanlığa karışıp
ortadan kaybolur. 1917’ye değin Rusya’yı yöneten sınıfın tipik bir
temsilcisidir o.
Çok daha karmaşık bir kişilik olan Pişkarev, Gogol’un
yapıtlarının tümünde tam anlamıyla tek trajik karakter ve Gogol’un en çok
yakınlık duyduğu karakter olarak nitelenebilir. Zabit sarışının peşinden
koşarken sanatçı olan arkadaşı, gördüğü esmer kadına aşık olur. Pişkarev
değerli bir hanımefendi olarak düşler onu ve ona yaklaşmak için yanıp tutuşur.
Bunu yapabildiğindeyse onun aslında bir orospu olduğunu anlar - hem de sığ ve
sahtekârdır. Pigorov, bunu anında farkederdi elbette; ama güzelliğe aşık olan
Pişkarev, güzelliğin bir maske ve bir meta olduğunu anlayacak hayat deneyimi ve
görmüş geçirmişlikten yoksundur. (Aynı şekilde anlatıcı, onun kendi
resimlerinden bile birer meta olarak yararlanamadığını söyler bize, insanların
resimlerindeki güzelliği görmesinden öylesine haz duyar ki, onları piyasa
değerlerinin çok altında elden çıkarır.) Genç ressam ilk şaşkınlığından
kurtulur ve kızı çaresiz bir kurban gibi görür: Onu kurtarmaya, aşkıyla esin
vermeye, yoksul ama onurlu, sanat ve aşka duyarlı bir yaşam sürecekleri
yuvasına götürmeye karar verir. Bir kez daha cesaretini toplar, kıza yaklaşır
ve hislerini açıklar; tabii ki bir kez daha kahkahayı basar kız. Aslında
hangisine güleceğine bile bilememektedir- sanat düşüncesine mi yoksa dürüst
çalışma fikrine mi? Şu anda ressamın kızdan daha çok kurtarılmaya muhtaç
olduğunu görürüz. Düşleriyle çevresini sarmış gerçek hayat arasındaki boşlukta
parçalanan bu “Petersburg düşçüsü” her ikisine de tutunamaz. Resmi bırakır,
kendini afyonun hayallerine teslim eder? Sonra müptela olur ve nihayet odasına
kapanıp kendi boğazını keser.
Sanatçının trajedisiyle zabitin farsından çıkarılacak
kıssalar nelerdir? Bir tanesini anlatıcı öykünün sonunda verir: “Aman sakın
güvenmeyin Nevski Bulvarı’na!” Ama ironi içinde ironi vardır burada. “Ne zaman
orada yürüsem pelerinime sımsıkı sarınır ve karşılaştığım nesnelere bakmamaya
çalışırım.” Buradaki ironi şu ki, anlatıcı en az elli sayfadır nesnelere bakmak
ve onları bizim gözlerimizin önüne sermek dışında hiçbir şey yapmamaktadır. Bu
minvalde, görünüşte yadsıyarak sona erdirir öyküyü. “Vitrinlere bakmayınız,
sergiledikleri incik boncuk güzeldir güzel olmasına ama ayartmalarla doludur.”
Ayartmalar, elbette öykünün tümü onlar üzerinedir. “Hanımları düşünürsünüz...
ama en az da hanımlara güveniniz. Tanrı korusun sizleri, hanımların şapkalarının
siperleri altına bir bakmaktan. Bir hanımın pelerini ne kadar ayartıcı dalgalanırsa
dalgalansın, hiçbir nedenle merakımın onu izlemesine izin vermem. Ve Tanrı
aşkına, lambalardan uzak durun! Geçip gidin olabildiğince çabuk!” Neden mi?
Hikâye bunu anlatarak son bulur:
Hep
yalan söyler Nevski Bulvarı, ama gecenin kaim kütlesi üstüne düşüp de evlerin
san ve ak duvarlarını ortaya çıkarmaya, tüm şehir gürleyip ışıldamaya, sayısız
fayton sokakları arşınlamaya, arabacılar atlarına bağırmaya ve şeytanın ta
kendisi her bir şeyi gerçekdışı ışık altında gözler önüne sermek için lambaları
yakmaya başladı mı, daha da çok yalan söyler.
Bu sonuç bölümünü uzun uzun alıntıladım, çünkü anlatıcının
ardındaki yazar Gogol’un okuyucuları ile nasıl akıllara durgunluk verecek
şekilde oynadığını gösteriyor. Yazar Nevski’ye duyduğu aşkı yadsır gibi yaparak
sokağın sahte cazibesini kötülerken bile onu en çekici şekilde sunuyor.
Anlatıcı ne söylediğinin, ne yaptığının farkında değil gibi görünse de yazarın
farkında olduğu apaçık. Gerçekten de bu ikircikli ironi modem şehre karşı
takınılan en belirgin tavırlardan biri olacaktır daha sonraları. Edebiyatta,
popüler kültürde, gündelik sohbetlerimizde tekrar tekrar duyacağız bunlara
benzer sözleri. Konuşan şehri ne kadar lanetlerse, onu bir o kadar canlı gözler
önünde canlandıracak, onu daha da cazip kılacaktır. Kendisini ondan ayrı tutmak
için uğraştıkça onunla daha derinden özdeşleşecek, onsuz yaşayamayacağı ortaya
çıkacaktır. Gogol’un Nevski’yi aşağılaması da işte böyle bir “pelerinime sıkı
sıkı sarılırım”dır; bir tebdil-i kıyafet, bir gizlenmedir. Ama maskesinin ardından,
baştan çıkmışçasına gözetlediği bellidir.
Sokakla sanatçıyı birbirine bağlayan, her şeyden önce
düşlerdir. “Aman, sakın güvenmeyin Nevski’ye... Bir düştür altı üstü.” Böyle
der anlatıcı, Pişkarev’in düşleri yüzünden mahvoluşunu gösterdikten sonra. Yine
de Gogol’un gösterdiği gibi düşler, sanatçının ölümü kadar yaşamının da itici
gücüdür. Tipik bir Gogol tarzı kıvırtmayla belli edilir bu: “Bu genç adam
bizler arasında pek garip kaçan ve düşlerimizde gördüğümüz bir yüz ne kadar
gerçek yaşama aitse, o derecede St. Petersburg’a ait bir sınıfa mensuptu... Bir
sanatçıydı o.” Bu cümlenin retorik havası Petersburglu sanatçıyı aşağılar
gibidir. Oysa gerçekte, anlayan için çok daha yükseklere çıkarır onu:
Sanatçının şehirle ilişkisi “düşlerde gördüğümüz bir yüz”ü temsil ediyor, hatta
kişileştiriyor. Bu durumda Nevski Bulvarı, Petersburg’un düş sokağı olarak
sanatçının sadece doğal ortamı değil, aynı zamanda makrokozmik ölçekte onun
çalışma arkadaşı haline geliyor. Sanatçı, sokağın zaman ve mekân içerisinde insan
malzemesiyle gerçekleştirdiği kol- lektif düşleri boya ve tuvalle -ya da basılı
sayfa üzerindeki sözlerle- ifade eder. Dolayısıyla Pikarev’in hatası Bulvarda
gezinmek değil, Bulvar’ın dışına çıkmaktı. Nevski’nin ışıltılı düş hayatını ara
sokakların karanlık ve dünyevi gerçek hayatıyla karıştırmaktır onun asıl
hatası.
Sanatçıyla Bulvar arasındaki yakınlık Pişkarev’i
kucakladığı kadar Gogol’u da kucaklar. Sokağa o ışıltısını veren kollektif düş
hayatı, onun imgeleminin de en önemli kaynaklarından biridir. Gogol öykünün son
cümlesinde sokağın tekinsiz, fakat baştan çıkarıcı ışığını şeytana atfederken
oyun oynuyor aslında; ama bu imgeyi harfi harfine kabullenip bu şeytanı
reddetmeye ve bu ışıktan kaçmaya kalktığında kendi yalan gücünü de tüketeceği
apaçık. Onyedi yıl sonra, Nevski’den bambaşka ve uzak bir dünyada -Rusya’nın
geleneksel kutsal şehri ve Petersburg’un antitezi Moskova’da- tam da bunu
yapacak Gogol. Dolandırıcı ve fanatik bir din adamının etkisiyle kendisinin de
dahil tüm edebiyatın, şeytan tarafından esinlendiğine inanmaya başlayacak. O
zaman da kendisi için en az Pişkarev için yazdığı denli acılı bir son
yaratacak: Ölü Canlar’ın tamamlanmamış ikinci ve üçüncü kısmının elyazmalarını
yakacak ve sonra da ölene kadar aç kalacak.
Gogol’un öyküsünde başlıca sorunlardan biri, girişle onu
izleyen iki anlatı arasındaki ilişkidir. Pişkarev ile Pirogov’un öyküleri 19.
yüzyıl gerçekçiliğinin diliyle sunuluyor; berrak çizilmiş karakterler,
anlaşılır ve tutarlı şeyler yapıyorlar. Giriş ise Gogol’un çağından çok 20.
yüzyıl üslubuna yakın, ustaca dağıtılmış gerçeküstü bir montajdır. İki lisan ve
deneyim arasındaki bağlantı (ve bağlantısızlık) modern şehir hayatının mekânsal
olarak birbirine bitişik, fakat tinsel bakımdan ayrı iki veçhesiyle ilgili
olabilir. Petersburgluların gündelik hayatlarını yaşadığı ara sokaklarda yapı
ve bütünlüğün, zaman ve mekânın, komedi ve trajedinin normal kuralları
geçerlidir. Nevski’deyse bu kurallar askıya almıyor; normal görüş düzlemleri,
normal deneyim sınırları parçalanıyor; insanlar yeni bir zaman, mekân ve olanak
çerçevesine giriyorlar. Sözgelimi “Nevski Bulvarı’ndaki çarpıcı biçimde modem
anlardan birini ele alalım (bu Nabokov’un çevirisi ve en sevdiği pasajdır):
Pişkarev’le göz göze gelen kız ona dönüp gülümser.
Kaldırım
ayaklarının altında kayıyordu, faytonlar ve dört nala koşturan atlan hareketsiz
kalakaldılar; köprü açıldı ve tam ortasından koptu, bir ev başaşağı döndü, bir
nöbetçi kulübesi ona doğru yuvarlandı, nöbetçinin kasaturası bir dükkân
tabelasının yaldızlı harfleri ve üzerine resmedilmiş bir makasla birlikte sanki
gözbebeğine saplanacakmış gibi üzerine gelmeye başladı.
Bu başdöndürücü, korkutucu deneyim, kübist bir resimden bir
an ya da düş kurdurucu bir ilacın etkisidir sanki. Nabokov, tüm toplumsal ve
deneysel sınırların ötesinde bir sanatsal görü ve gerçek bir uçuş olarak
niteler bunu. Bense tam tersine, bunun tam da Nevski Bulvarı’ndan beklenen şey
olduğunu ileri süreceğim: Pişkarev bunun için gelmiştir ve istediğini elde
etmektedir. Nevski Petersburgluların hayatlarını gözle görülür biçimde
zenginleştirebilmektedir. Yeter ki onun sunduğu uçuşlara gidip gelmeyi, kendi
yüzyıllarıyla bir sonraki yüzyıl arasında gezinmeyi bilebilsinler. Ama şehrin
iki dünyasını birleştirmeyi beceremeyenler her ikisine de, sonuçta hayata da
tutunamazlar.
Gogol’un 1835’de yazdığı “Nevski Bulvarı” iki yıl önce
basılmış “Bronz Süvari” ile çağdaş sayılır; ne var ki ikisinin sunduğu dünyalar
arasında ışık yıllan uzanmaktadır. En çarpıcı farklardan biri Gogol’un
Petersburg’unun tamamen siyaset dışı görünmesidir. Puşkin’de gördüğümüz sıradan
insanla merkezi otorite arasındaki keskin ve trajik karşı karşıya geliş,
Gogol’un Bulvarı’nda sözkonusu değildir. Bunun nedeni sadece Gogol’un
Puşkin’den farklı bir duyarlığa sahip olması değil (öyle olduğu kuşku
götürmez); bunun yanı sıra çok farklı bir kentsel mekânı dile getirmeye çalışmasıdır.
Nevski Bulvarı, aslında Petersburg’un devletten bağımsız geliştirdiği ve
geliştirmeyi sürdürdüğü tek yerdir. Petersburgluların kendilerini gösterebildikleri
ve Bronz Süvari’nin peşlerinde olup olmadığını anlamak için arkalarına
bakmaları gerekmeden birbirleriyle ilişki kurabildikleri belki de tek kamusal
mekândır. Sokaktaki kıpır kıpır özgürlük havasının başlıca kaynaklarından
biridir bu - özellikle de devletin varlığının en sert biçimde hissedildiği
Nikolas devrinde. Ama Nevski’nin apolitikliği onun büyülü ışığını gerçekdışı
kılmakta, özgürlük hâlesini bir seraba çevirmektedir. Petersburglular bu
sokakta özgür bireyler gibi hissedebilirler kendilerini. Gerçekteyse Avrupa’nın
en sert biçimde katmanlaşmış toplumunda onlara dayatılmış toplumsal rolleri üstlenmektedirler.
Sokağın aldatıcı ışıltısının ortasında bile bu gerçeklik belli eder kendini.
Kısa bir an, bir saydam gösterisindeki tek bir kare gibi, Gogol Rus hayatının
derininde yatan olguları gösterir bize:
[Teğmen
Pirogov] daha yeni terfi ettiği rütbesinden pek memnundu ve zaman zaman
yatağında uzanıp, “Boş bunlar, hepsi boş! Ne olmuş yani teğmen olduysam?” diye
sızlansa da gizliden gizliye gururunu okşardı bu yeni ünvanı: Sohbeüerde alttan
alta bunu ima etmeye çalışırdı. Bir keresinde sokakta halini tavrını
beğenmediği bir kâtiple karşılaştığında, kiminle karşı karşıya olduğunu
anlaması için birkaç söz edivermişti ona - ve bunu her zamankinden daha fiyakalı
bir biçimde yapmıştı, çünkü yoldan iki güzel hanım geçiyordu o sırada.
Gogol burada, her zaman olduğu gibi laf arasında,
Petersburg edebiyatı ve hayatındaki birincil sahnenin ne olduğunu
göstermektedir: subayla memur arasındaki karşıtlık. Rus hâkim sınıfının
temsilcisi subay, memurdan belli bir saygı bekler. Ama kendisi aynı şekilde
karşılık vermeyi aklının ucundan bile geçirmez. Şimdilik başarılıdır; memura
haddini bildirir. Bulvarda gezinen memur Petersburg’un Neva ve Saray
çevresindeki Bronz Süvari'nin hükmettiği “resmi” kesiminden kaçayım derken, hem
de şehrin en özgür mekânında Çarın minyatür, fakat habis bir kopyasıyla
karşılaşmıştır. Teğmen Pirogov memura boyun eğdirerek Nevski’nin sunduğu
özgürlüğün sınırlarını tanımaya zorlar onu. Bulvarın modem akışkanlık ve
devingenliğinin yanıltıcı bir görüntü, otokratik erkin parlak bir örtüsü olduğu
ortaya çıkar. Nevski’de dolaşan kadınlar ve erkekler Rus politikasını
unutabilirler belki -burada olmanın zevki de budur zaten- ama Rus politikası
unutmayacaktır onları.
Yine de eski düzen göründüğü kadar katı ve sağlam değildir
burada. Petersburg’u yaratan eşsiz bir saygınlığa sahip, ürkütücü bir otorite
simgesiydi. 19. yüzyılın otoriteleriyse Gogol’un burada (ve eserlerinin
çoğunda) gösterdiği gibi neredeyse sevimli olacak denli budala, sığ ve
bayağıdırlar. Dolayısıyla, Teğmen Pirogov’un güç ve ayrıcalığım sadece astı
saydığı kişilere ve hanımlara değil, kendi kaygılı benliğine karşı da
kanıtlaması gerekmektedir. Ahir zaman Bronz Süvarileri sadece birer minyatür
olmakla kalmazlar, tenekeden yapılmışlardır. Petersburg’un modem sokağının
akışkanlığı kadar onun egemen kastının katılığı da bir seraptır. Subaylarla
memurlar arasındaki karşılaşmanın sadece ilk safhasıdır bu. Yüzyıl ilerledikçe
yeni karşılaşmalar ve farklı sonlar olacaktır.
Gogol’un diğer Petersburg öykülerinde Nevski Bulvan yoğun
gerçeküstü hayatın bir aracısı olarak varolmayı sürdürür. “Bir Delinin
Güncesindeki (1835) itilip kakılan, dertli memur-başkahraman insanların yanında
ezilip büzülür. Ama köpeklerin yanında birden rahatlar ve canlı bir sohbete
girişir. Öyküde, daha sonra Çar arabasıyla sokaktan geçerken tırsmadan, hatta
şapkasını bile çıkarmadan bakmayı başarır. Ama artık iyice delirmiş olduğu için
yapabilir bunu; Çarın eşiti -İspanya Kralı- olduğuna inanmaktadır artık.
“Burun” da (1836) Binbaşı Kovalev kaybettiği burnunu Nevski’de gezerken bulur.
Ama ne çare ki burnu ondan daha yüksek bir rütbeye terfi etmiştir ve onu geri
almaya cesaret edemez. Gogol’un en meşhur ve muhtemelen en güzel Petersburg
öyküsü “Palto”da (1842) Nevski Bulvan’nın adı anılmaz. Ama şehirde başka bir
yerden de söz edilmez; çünkü öykünün kahramanı Akaki Akakyeviç hayattan
öylesine kopuktur ki, çevresindeki her şeye kapalıdır - bıçak gibi kesen ayaz
dışında. Ama yeni paltosunu sırtına geçiren Akaki Akakyeviç’in kısa bir süre
yeniden hayata döndüğü sokak Nevski olabilir. Kısa bir an, iş arkadaşlarının kendisi
ve yeni paltosu şerefine verdikleri partiye giderken pırıl pırıl vitrinler ve
gelip geçen güzel kadınlardan heyecan duyar; ama kısa bir parıltı o kadar,
paltosu yırtılır ve hepsi biter. Bütün bu öykülerde ortaya çıkan şu ki, asgari
bir kişisel onur duygusu -Dostoyevski’nin Petersburg Haberleri gazetesindeki
sütununda yazacağı gibi “gerekli bencillik” duygusu- olmayan bir insan,
Nevski’nin çarpıtılmış ve aldatıcı, ama yine de sahiden kamusal hayatına
katılamaz.
Petersburg alt sınıfına mensup çoğu insan korkar Nevski’den.
Ama korkan sadece onlar değildir. “1836 Petersburg Notlan” başlıklı bir dergi
makalesinde Gogol şunları yazıyor:
1836’nın
Nevski Bulvarı, sürekli kaynayan, kıpırdaşan, yerinde duramayan Nevski tamamen
çöktü. Gezinti İngiliz Setine kaydı. Son İmparator [I. Aleksander] İngiliz
Setini çok seviyordu. Gerçekten güzeldir de. Ama gezinti başladığında çok kişi
olduğunu farkettim. Ama gezenler bir şey kazanıyorlar, ne de olsa Nevski
Bulvarı’nın yansı zanaatkar ve memurların eline geçti. İşte bu yüzden
Nevski’deyken başka yerde karşılaştığınız dertlerle yan yarıya
karşılaşıyorsunuz burada.
Böylece yüksek sosyete Nevski Bulvarı’ndan çekilmektedir
artık, çünkü avam zanaatkar ve memurlarla fiziksel temastan korkarlar. Nevski
ne kadar zevkli olursa olsun, bu korku yüzünden onu terkedip çok daha az ilginç
bir kentsel mekâna -ancak yarım mil uzunluğunda, Nevski’den çok daha küçük, tek
yönlü, kafeleri, dükkânları olmayan bir yere çekilmekte kararlıdırlar. Ama bu
geri çekilme uzun sürmeyecektir: Soylular ve zadeganlar Nevski’nin parlak
ışıklarına döneceklerdir. Ama hep endişe duyacak, aşağıdan gelen kaynaşmanın
baskısıyla sokağı sahiplenme güçlerinden emin olamayacaklardır bir türlü. Başka
gerçek ve hayali düşmanlarının yanısıra sokağın ta kendisinin -hatta ve
özellikle en çok sevdikleri sokağın- kendilerine karşı gelmesinden
korkmaktadırlar.
(MARSHALL
BERMAN, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, İletişim Yayınları)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder