Samih
Güven
Kaynak:
https://samihguven.blogspot.com/
Uçak Krizi sırasında eski defterler açılınca ilginç
tartışmalardan biri de Ruslarla Osmanlıların yaptıkları savaşlara ilişkindi.
Çeşitli kaynaklara göre değişmekle birlikte 16 önemli savaştan ve bunlardan
11'ini Rusların kazandığından söz ediliyordu.
Tabi Büyük Katerina'nın iki önemli savaş neticesinde Küçük Kaynarca ve özellikle 1792 Yaş Anlaşması ile Kırım'ı ilhak etmesi Osmanlı'ılar için kolay bir şey olmadı. Yine yazının ilerleyen bölümünde değiniceğim 93 Harbinde Rusların Yeşilköy'e kadar gelmesi de ilginçti.
Tabi Büyük Katerina'nın iki önemli savaş neticesinde Küçük Kaynarca ve özellikle 1792 Yaş Anlaşması ile Kırım'ı ilhak etmesi Osmanlı'ılar için kolay bir şey olmadı. Yine yazının ilerleyen bölümünde değiniceğim 93 Harbinde Rusların Yeşilköy'e kadar gelmesi de ilginçti.
Uçak Krizi günlerindeki tartışmalarda bu konular gündeme
getirilince Türkiye’den ileri sürülen kimi görüşlerde, kaybetme nedenlerinin bu
savaşların genelde Osmanlı'nın yorgun ve zayıf dönemine denk gelmesinden
kaynaklandığı belirtiliyor, Fatih ya da Kanuni dönemlerinin gücü sürseydi
farklı olurdu denilmek isteniyordu. Rus tarafından ileri sürülen görüşlerde ise
benzer dönemsel yorgunlukların kendileri için de geçerli olduğu söyleniyor,
savaşların çoğunun kazanılmasının tesadüf olmadığı ima ediliyordu.
Ünlü tarihçi İlber Ortaylı’ya göre ise aslında Osmanlı-Rus
savaşlarının kazananı yoktu ve her iki taraf da savaşlar sonucu yorgun düşmüş
ve zayıflamış oluyordu. En önemlisi de binlerce genç insan hayatını
kaybediyordu.
Gerçekten de hem Ruslar hem de Türkler özellikle 18 ve 19.
yüzyıl ile 20. yüzyılın başlarında aralarında ve diğer ülkelerle yaptıkları
savaşlarda ciddi insan kaybına uğradı ve ağır ekonomik kayıplarla yüz yüze
kaldı. Özellikle I. Dünya Savaşı sarsıcı oldu. Biriken sorunlar nedeniyle her
iki devlet de dönüşüme uğradı ve yeni rejimler kuruldu.
Dolayısıyla özellikle komşu ülkeler arasındaki tarihsel
çatışmalara bakarak buradan siyasi argüman üretmek aslında çok da doğru bir şey
değil. Komşu ülkelerin birbirleriyle jeopolitik ve ekonomik nedenlerle rakip
olması ise gayet normal. Hem Rusya hem de Türkiye bugüne kadar birçok
komşusuyla gerginlikler ve savaşlar yaşamış ama bugün herkes dostluk temelinde
ilerlemek niyetinde.
Geçenlerde Rus Çarı II. Aleksandr dönemindeki önemli
reformlarla ilgili bir yazı yazmış, Aleksandr’ın Rusya açısından önemli bir
reformcu olduğunu dile getirmiştim. Medya Günlüğünde yayımlanan yazıya ilişkin
bir sosyal medya yorumunda Aleksandr’ın o dönemdeki Osmanlı-Rus Savaşı’ndaki
acımasızlığına ve yaşanan göç sorununa değinilmesi gerektiği de ifade
edilmişti.
Bu yorum ister istemez 1877-78 yıllarında yaşanan ve her
iki halkın hafızasında da iz bırakan savaşı hatırlatmış oldu.
Malum bizim o dönem mali işler için kullandığımız Rumi
takvime göre 1293 yılına denk gelmesi nedeniyle bu savaş halk arasında “93
Harbi” olarak biliniyor.
19. yüzyılda Rusya'daki farklı fikir akımları arasında,
içinde Dostoyevski ve Aksakov gibi isimlerin de yer aldığı önemli bir Slavcılık
akımı bulunuyordu. Bu görüşe göre Slav halkların kardeşliği esastı ve o dönem
Balkanlarda Osmanlı yönetimi altındaki Slavlara Rusya’nın bir ağabey olarak
yardım etmesi gerekiyordu.
Neticede, içinde Avrupa ülkelerinin de olduğu çeşitli
tartışmalar arasında o sırada Balkanlarda Bosna Hersek, Karadağ, Bulgaristan,
Sırbistan gibi yerlerde isyanlar çıkması ve Osmanlı Devleti’nin bunları
bastırma girişimleri gerekçe gösterilerek Rusya tarafından 1877 yılında Osmanlı
Devleti’ne savaş açıldı.
Ruslar Balkan Cephesi'nde önemli bir üstünlük sağladılar ve
hatta Yeşilköy’e kadar geldiler. Bu savaş sırasında bir diğer cephe de Kafkasya
bölgesinde oluşturuldu ve Kars, Ardahan bölgesi işgal edildi. Ama Ruslar
Balkanlarda olduğu gibi başarılı olamadılar. Ahmet Muhtar Paşa komutasındaki
birlikler ve içinde Nene Hatun gibi halk kahramanlarının yer aldığı halk
direnişi etkili olmuştu. Örneğin Erzurum halkının Tabya Savaşları oldukça
önemliydi.
Bununla birlikte 3 Mart 1878’de imzalanan Ayestefonos ve
daha sonra bu anlaşmanın güncellendiği Berlin Antlaşması ile Sırbistan,
Bulgaristan, Romanya ve Karadağ'ın kendi başlarına birer prenslik olmalarının
kabul edilmesi yanı sıra Kars, Ardahan ve Batum gibi yerler Rusların
yönetimine geçmiş oldu.
Bu savaş sırasında ve sonrasında önemli bir sorun da
Balkanlar ve Kafkasya'dan binlerce insanın Türkiye'ye göç etmek zorunda kalması
ve büyük insani dramların yaşanması oldu.
Dolayısıyla II. Aleksandr döneminin Türkiye tarihi
açısından ve II. Abdülhamit'in zor geçecek yılları açısından böyle bir sonucu
da var elbette.
Bu tür sorunlar tarihsel ve bölgesel rekabet içindeki
birçok ülke arasında yaşanmış sorunlar ve halkların yaşadığı büyük acılar söz
konusu maalesef.
Ancak bugün bizlere düşen bu acılardan ders çıkarmak ve
halklar arasındaki dostluğun zarar görmesine engel olmak. Birtakım siyasi
argümanlar veya başkalarının da geri planda olabildiği bir takım planlar
nedeniyle halkların yeniden acı çekmesinin önüne geçmek önemli olan.
Bugün ortaya çıkan koşullarda Rus ve Türk halklarının
dostluğu gerçekten de hem bölge hem de dünya istikrarı için önemli bir husus
diye düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder