Metin
Uçar
Meğerse sosyalizmin adı
varmış, kendisi yokmuş SSCB’de.
Nasıl yani diyeceksiniz? Onca
yılımızı sosyalizme boşuna mı adadık? Onca kitap okuduk! İnandık, ümit ettik?
Senede bir kere gittiğimiz
Antalya’daki ‘kiralık’ baba evinin bahçesinde akşam yemeği yemişiz. Eşimle
anneden gizli doldurulan soğuk cin-toniklerimizi içiyoruz. Rahmetli babam o
zamanlar henüz bizimle. Uygun fırsat bulmuşken Rus gelininden ‘sizin oralar
nasıl?’ diye soruyor.
Aslında öğrenmek istediği
sosyalizmin SSCB’de nasıl uygulandığı ve son yıllarda ortaya çıkan Gorbaçov
adındaki adamın ne yapmak niyetinde olduğunu anlamasına yardımcı olacak
bilgiler edinmek.
Perestroyka Türkçe’ye yeniden
yapılanma diye çevriliyormuş ama nedir, neyin nesidir kimse bilmiyor!
Ancak soru sorduğu eşim
perestroykanın baharında SSCB’ye gözlerini açmış ve SSCB’nin dağılmasına neden
olan olumsuzluklar ortamında yetişmiş bir insan. Dolayısı ile tek bildiği şey,
bir şeylerin yanlış gittiği ve şimdilerde memleketteki durumun berbat olduğu.
Anlatıyor da anlatıyor. Rahmetli babam tabii ki duyduklarına inanmak istemiyor.
Uzun bir tartışmanın ardından sinirler geriliyor. Her iki taraf da bu konuda
hiçbir şey bilmediği sonucuna varıyor. Her iki tarafı da anlamak mümkün. Çünkü
her iki tarafın da doğru analiz yapmaya yardımcı olacak bilgileri yok.
Sonradan kendi aramızda
rahmetli babama bu durumu anlatıyorum. Sosyalizmin insan için iyi bir düşünce sistemi
olduğunu ancak uygulamadaki hataların SSCB’yi bugünkü duruma getirdiğini
söylüyorum. Ancak benim de bu konudaki görüşlerim yüzeysel. SSCB ve sonrası
yeni Rusya’da yaşayarak edindiğim bir izlenim. Bir zamanların efsanevi kuruluşu
komünist partinin, tıpkı bir kasap tezgahında kedilerin payı olarak, tek bir
bıçak darbesi ile kesilip atılan, lüzumsuz et parçası gibi kemiğinden sıyrılıp
çöpe atıldığını anlayamıyorum. ‘Bu kadar mı cani bir partiymiş?’ diyorum. Sonra
bu muazzam mirasa konan gizli kapitalistleri (‘oligarh’ deniyor bunlara),
Amerika sevicisi liberal elit tabakayı görüyorum. Anlıyorum ki sosyalizmin
başarısızlığını fırsat bilen bu adamlara karşı duracak bir sistem yokmuş.
O günlerden bu yana 30 yıl
geçmiş. 30 yıldır buradayım. Bu meselenin içeriğine artık giriş yapmak lazım
diyorum. Yazılarımı yazarken genelde kendi kendime sorduğum bir sorudan yola
çıkıyorum. Kendi anlayabildiğim yanlarına yaptığım araştırmalarda karşıma çıkan
bilgileri ekliyorum. Bunu yaparken de mümkün olduğu kadar seçici davrandığımı
söylemek isterim. Beni ilgilendiren konuda ‘farklı makalelerde neler
söylenmiş?’ ona bakıyorum. Yazımızın bugünkü konusu olan sosyalizmin SSCB’de
başarısızlığı konusunda da aynı şeyi yaptım. Okuduğum makaleler arasında konuyu
gerçekten çözümlemeye çalışanlar da var, eskiyi her ne pahasına olursa olsun
kötülemek amacıyla yazılmış olanlar da var. Velhasıl ilk tespit ettiğim husus
şu: ‘Bu konuda Rusya’da da kafa yoran insanlar varmış. Meseleyi bilimsel açıdan
ele alanlardan tutun da SSCB’nin hukuken yıkılmadığını savunan, yeni Rusya’nın
hukuki esasa dayanmayan bir şirket olduğunu iddia edenlere kadar!’ Benim amacım
tabii ki soruya akla yatkın bir cevap bulabilmek.
Makalenin birinde bakın ne
yazıyor: Eğer bir insan işletme yöneticisi ise, lüks otomobillere biniyorsa,
çok kazanıyorsa, cimrinin teki ise ve ‘piç kurusunun’ teki ise buna hiç
kendinizi zorlamadan kapitalist diyebilirsiniz. Bu cümleyi kullanan yazar
‘Aslında bir Troçki yanlısı olmak daha iyi’ diyor. Neden mi? Bakın, Troçki 25
ağustos 1921’de, Politbüro toplantısında ne demiş?: ‘Sovyet iktidarının günleri
sayılıdır, guguk kuşu ötmüştür, Sovyet iktidarının yıkılması kaçınılmazdır.’
Troçki o dönemde halk ekonomisinin düzenlenmesi ile ilgili önerisinin
uygulanmaması halinde olacakları ifade etmek için bunları söylemişti (Not:
Rusya’da guguk kuşunun ötüşünü duyan bir insan durur ve kuşun kaç kere
öteceğini sayar. Kuşun öttüğü sayı kadar ömrünün kaldığına inanır. İnanç tabi!
Konumuzun dışında). ‘Biz koyunlarımıza dönelim! (Yine bir Rus deyimi. ‘Nerede
kalmıştık?’ demektir)’. ‘Troçki o zamanlar muhalif olduğu için mi yoksa
gerçekten mi geleceği hissettiği için bunu söylemiştir?’ bilinmez, bu başka bir
yazının konusu olabilir. Neyse koyunları nerede bırakmıştık?
1917’de yaşanan Devrim
sonucunda ülkede işçi demokrasisinin politik liderliği (proletarya diktası)
ilan edilir. O günden sonra devrimci değişimler yaşanmaya başlar. Lenin’in
‘Devlet ve devrim’ adlı kitabında yazdığı üzere komünizmin ilk adımı olarak
sosyalist ekonomik temelin inşasına girişilir. Bu temelin ana bileşeni kolektif
ve halka ait mülkiyettir. Ancak şimdi daha net görüyoruz ki SSCB’nin tüm tarihi
boyunca kapitalist temel de varlığını sürdürmüştür. Çünkü mülk devlete ait idi
ve devlet tarafından yönetilmekteydi. 20’li yıllarda bu inşaat devam ederken
ilginç bir tablo ortaya çıkar. Tepesinde komünizmin olduğu, ancak dibinde
sosyalizmin olmadığı bir ülke! O dönemin ikinci beş yıllık parti planında ana
hedef, kapitalizmin izlerinin silinmesi ve sınıfların ortadan kaldırılmasıdır.
Bunu en iyi ifade eden sözler Lenin’den gelmiştir: ‘Sosyalizm sınıfların yok edilmesidir!’
1936’da bahsettiğimiz beş yıl
plan tamamlanır. Troçki taraftarlarının SSCB’de hala sınıfların kaldığı
iddialarına rağmen SSCB’de ihtiyaç duyulan ekonomik sistemin kurulduğu, SSCB’nin
artık sosyalist bir ülke olduğu ilan edilir. Çünkü kolhozlar, arteller
kurulmuştu ve bunlar proletarya diktası tarafından yönetilmekteydi.
Stalin’in Pravda gazetesinin
20 ve 22 Aralık 1925 tarihlerinde yayınlanan makalesine bir göz atalım:
‘Ekonomik sistemimizde alaca
bulaca bir durum vardır, tam beş düzen.
Hemen, hemen doğal
diyebileceğimiz ekonomik düzen:, köylü işletmeleri, ürettiklerinin
pazarlanabilirlik özelliği azdır.
İkinci bir düzen vardır. Bu
ürünlerinin pazarlanabilirliğin kesin rol oynadığı köy işletmeleridir.
Üçüncü ekonomik düzen, henüz
yok edilemeyen, yeni ekonomik düzenimiz varken belli sınırlar içinde yeniden
canlanan özel kapitalizm.
Dördüncü ekonomik düzen,
devlet kapitalizmidir. Yani proletarya devletinin istediği şekilde kontrol edebildiğimiz
ve sınırlandırdığımız, müsaade ettiğimiz kapitalizm.
Ve nihayet, sosyalist sanayi,
yani sanayimiz. Burada proletarya ve burjuvazi gibi birbirine düşman iki sınıf
değil, tek sınıf vardır, o da proletarya.
.…..
Başka bir işletme tipini ele
alalım. Devlet işletmeleri.
Bunlar devlet kapitalisti
midir? Hayır, değiller. Çünkü bunlarda iki sınıf temsil edilmiyor. Tek sınıf
yani işçi sınıfı. Sömürülmeyen işçi sınıfı devlet şahsında üretim araç ve gereçlerine
sahiptir, bunun da ötesinde, maaşların üzerinde elde edilen gelir sanayinin
geliştirilmesine yönlendiriliyor, yani genel olarak işçi sınıfının durumunun
düzeltilmesine.
.……
Devlet işletmelerimizdeki
yönetim organlarında hala varolan bürokrasiden dem vurarak bunun tam sosyalizm
olmadığını söyleyebilirler. Bu doğru. Ancak bu durum sanayimizin sosyalist tip
üretim yaptığı gerçeği ile çelişmez.
İki üretim tipi vardır: Biri
üretimin kapitalistin karına çalıştığı, iki sınıfın olduğu, içinde devlet
kapitalizminin de olduğu kapitalist tip.
Bir de diğer bir üretim tipi
vardır. Sosyalist üretim tipi. Burada sömürü yoktur, üretim araçları işçi
sınıfınındır, işletmeler başka bir sınıfın kar elde etmesi için çalışmazlar,
işçiler için bir bütün olarak sanayinin geliştirilmesi için çalışırlar. Lenin
öyle de demiştir: Bizim devlet işletmelerimiz tip bakımından sosyalisttirler.
.…..
Devlet tiplerini sistemlerinde
ve devlet aygıtında kalan miraslara ve izlere göre ayırdetmek gerekir. Aynı
şekilde, bizde sosyalist tip olarak adlandırılan sosyalist yapılanma tipi ile
devlet işletmelerinde hala kalan bürokrasi izlerini ayırdetmek gerekir.
Ekonomik organlarımızda ya da tröstlerimizde hatalar olduğunu, bürokrasi olduğu
vs diyerek, devlet sanayimizin sosyalist olmadığı söylenemez. Böyle söylenemez.
O zaman devletimiz de proletarya tipi bakımından proleter olmazdı. Bizim
proleter devlet aygıtından çok daha iyi ve tasarruflu çalışan bir dizi burjuva
aygıtından bahsedebilirim. Ancak bu, bizim devlet aygıtımızın proleter
olmadığını, burjuvazi aygıtından daha üstün olduğunu göstermez. Neden? Çünkü bu
burjuva aygıtı daha iyi çalışıyor olmasına rağmen sadece kapitaliste çalışır,
bizim proleter devlet aygıtımız ise bazen girdaplarda boğulsa da burjuvaziye
karşı, proletarya için çalışır.’
1960’lı yıllarda Troçki
düşüncesine daha yakın duran Hruşşev ve Brejnev döneminde şaşırtıcı gelişmeler
yaşanır. Stalin ekibinin yönetici kadrolardan çekilmesinden sonra kolektif
mülkiyet tamamen devlet mülkiyetine devredilir. Ama komünizm hala gelmemiştir.
Ülkede proletarya diktası rafa kaldırılır ve parti diktası uygulanmaya
başlanır. Kapitalizm parti kimliğine bürünür. Kapitalizmin tam restorasyonu
90’lı yıllarda gerçekleşir.
Bu yıllarda proletaryanın ürettiklerinin
bir kısmının parti üyeleri arasında kollektif paylaşımı gerçekleşir. İşte bu
nedenle de bir parti kapitalizminden bahsedebiliriz.
Kapital, kendi kendine artan
bir bedel ya da çalıştırılan iş gücünün sömürülmesi sonucunda ek bedel getiren
bedel demektir. Pekala SSCB’de kollektif de olsa, adı konulmamış da olsa
kapital artışı yaşanıyor muydu? Bunun cevabı hayır. Tam tersine ekonomik
sistemin çöküşü sonucunda azalma yaşanmaktaydı. Öyle ki eskiden parti üyeliğinin
artılarından faydalanan bir kişi emekli olduğunda beş kuruşsuz kalabiliyordu.
1980’li yılların ilk yarısında SSCB hükümet başkanı Nikolay Tihonov 1997
yılında vefat ettiğinde kullanımında olan daçası, özel koruması ve özel emekli
maaşı iptal edilir, sıradan devlet emekli maaşı bağlanır. Tihonov, Boris
Yeltsin’e yazdığı mektubunda defin masraflarının devlet kasasından
karşılanmasını rica eder. Çünkü hiçbir birikimi yoktur. 1970’li yıllarda
bakanlar kurulu başkanı olan Mihail Solomentsev de 90’lı yıllarda sıradan bir
fakir gibi yaşamak zorunda kalmıştır.
90’lı yıllarda SSCB’nin
kaçınılmaz bir şekilde dağıldığı dönemde partinin üst tabakasında, yönetici
konumda bulunan insanlar ayrı bir sınıf haline gelirler. Özelleştirme adı
altında belki de yüzyılın en büyük paylaşımı yaşanır. Devletin malı olan
işletmeler hisse senetlerine dönüştürülür ve çalışanlar arasında dağıtılır.
Daha sonra her türlü yöntemi kullanarak bu hisseleri tek elde toplayan günümüz
oligarhları ortaya çıkar.
Gelelim sonuca. Sosyalizm
neden SSCB’de başarılı olamadı. Birincisi sosyalizm ülkeye erken geldi. Rus
İmparatorluğu henüz feodal yapıdan kapitalizme geçiş yapmamıştı. Çarlık yönetiminin
eksiklerini ve yanlışlarını bilen insanlar tarafından inşa edilmeye başlayan
sosyalizmi bir okula benzetecek olursak Lenin ve Stalin bu okulun öğretmenleri,
sömürülen köylüler ve işçiler ise birinci sınıf öğrencileri idi. Eğitimde
disipline ihtiyaç vardı. Ancak çoğunluk sosyalizm dersini anlamak dahi
istemiyordu. Çünkü her şey yeniydi ve anlaşılması zordu. Stalin bu tip
öğrencileri öğrenmek zorunda bırakır. Liberaller buna koğuş sosyalizmi derler.
Ardından gelen Hruşşev, Stalin’in sosyalizmi inşa sistemini yok eder, ipler
gevşetilir. Brejnev döneminde ise ipler tamamen elde bırakılır. Bu ortamda
hiçbir kimse kendi isteği ile sosyalizmi öğrenmeye yönelmez. Bir türlü ayağa
kalkamayan ekonomi insanları hayatta kalma mücadelesi içinde bırakır. Oysa sosyalizm
her şeyden önce insanın kendi üzerinde çalışması demektir, kendisini geliştirmeye
devam etmesidir, hem entelektüel hem de ahlaki bakımdan. Bu bir yandan.
Sosyalizmin başarısızlığının ikinci bir nedeni insanın gelişmesi, hayat
seviyesinin yükselmesi ile taleplerinin da yükselmesi olmuştur. Sosyalizm ise
tam tersi fazlalıklardan kaçınan, başkalarına yardıma öncelik veren bir düşünce
sistemi idi. Sosyalizm ve komünizmin en büyük düşmanı her zaman için daha iyi,
daha fazlaya olan istektir. Bu bağlamda sosyalizmin erken bir şekilde inşa
edilmeye başladığı yıllarda insanlar buna hazır değillerdi. Yukarıdan gelen
zorlama, iyi niyetli de olsa tepki yaratmaktaydı. Bu bakımdan Troçki’nin yıllar
önce söylediği sözler doğru çıkacaktı. Sözlerini haklı çıkaran gerekçeler doğru
muydu bilinmez, ancak Sovyetlerin günlerinin sayılı olduğu kehaneti doğru
çıkmıştır.
SSCB’nin dağılmasından sonraki
30 yılda ise sosyalizmin adı bile hoş bir sedaya dönüşmüştür. 90’lı yıllarda
vahşi kapitalizm dönemi yaşanır. Yukarıda adını verdiğim oligarhlar devleti
dahi ele geçirmeyi arzulayacak kadar palazlanırlar. Halihazırda görevde olan
Devlet Başkanı Vladimir Putin döneminde bu tür aşırı uç oligarhlar memleketi
terk ederler. Modern Rusya’da devletin büyük şirketlerde olan payının artmaya
başladığını görüyoruz. Birçok kilit işletmede karar verme hakkı veren hisse
sayısı devletin elindedir. Bunun en son örneği geçtiğimiz günlerde gerçekleşen
Sberbank hisselerinin devlet tarafından alınmasıdır. Resmi söylemlere bakacak
olursa serbest piyasa ekonomisi uygulanmaktadır. Ancak serbest piyasadaki
devlet kontrolünün de gereğinden fazla olduğunu burada iş yapan herkes bilir.
Velhasıl Rusya her zaman olduğu gibi kendine has bir yol izlemektedir. Ancak bu
yolun sosyalizm olmaması üzücüdür. Rusya bu bağlamda bir Çin olamamıştır. Bakın
Çin’in efsanevi lideri Mao Zedung, 1964’de Pekin’de ne demiş?: ‘1953’ten sonra
SSCB’de arkasında Kremlin’in olduğu milliyetçiler ve kariyer meraklısı
rüşvetçiler iktidara gelmiştir. Bunlar zamanı geldiğinde maskelerini fırlatıp
atacaklardır, parti kimliklerini atacaklar ve feodaller, kale sahipleri gibi
kasaba, köylerini yönetecekler.’ Mao’nun bu sözleri gerçekten söyleyip
söylemediğini doğrulamak mümkün olmadı. Diğer yandan Stalin’in ölümünden sonra
Mao’nun SSCB ile yollarının ayrıldığı bilinen bir gerçek. Bu bağlamda doğruyu
yansıtıyor olduğunu düşünüyorum. SSCB dağıldı. Çin’in ise son yıllarda ulaştığı
seviyeyi bilmeyenimiz yok! Ancak o ayrı bir konu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder