Adnan
Genç
Kaynak:
https://yeni1mecra.com/
Anlattım bir vakitler; hayatımın değişik dönemlerindeki
‘öğrenme süreçleri’ benim için zorlu geçmiştir. Yani PDA, lafını ilk duyduğumda
bu neyin kısaltması diye, kimseye soramamıştım. Yuh yahu, bunu da bilmeyecek ne
var derler, diye. Sonra emperyalizmi ve oligarşiyi zor bela öğrendim. Öğrensem
iyi ikisini birden cümle içinde kullanıp, insanlara da tekrar ettirirdim (onlar
da öğrensinler, diye). Bir de tuğla gibi bir kitap vardı, SBKP tarihi (hadi siz
bulun bunu da); Lenin kim; Troçki niye sevilmez; Dmitri Hvorovstovsky’nin sesi
niye muhteşem diye, kendimce araştırmalar yapardım…
Adalar Belediyesi’nde de 8 yıl kadar önce belediye başkan
danışmanı gibi bir görev üstlendim. Rica ettiler de gittim, inanın; ama para
mara da vermediler. Davayı da kazandım ama para yüksek yargıda duruyor… Duydum
ki, Troçki’nin İstanbul’da kaldığı birkaç evden biri de Büyükada’daymış. Kazık
kadar adamım ama ünlü teorisyenin yaşadığı yeri bilmiyorum. Daha büyük utanç
olur mu? Kimseye de net olarak soramıyorum: ‘Yahu bir Rus yazar varmış, evi
buralarda bir yerdeydi, tam sokağını unuttum’ derdim. Onlar da her seferinde
sallama bir yokuşlu sokağı söylerler, ben de ha, hı deyip, gece vakti gider
bakardım. Tabela falan var mı, diye? Var ya, kapının zilinde hâlâ Tıroçki
yazıyor… Efendim, Traçki bizde iyiydi valla ve zaten iki hükümet arasında;
burada ona dokunulmayacak, anlaşması vardı. Meksika’ya gitti ve orada buldular
ve öldürdüler… Buradaki günleri de hakkında çekilen kimi film ve belgesellerde
hep anıldı…
Meğer filmin bir bölümü, coğrafyası pek benziyor diye
Datça’nın yakınlarında çekilmiş. aa’da uzun süre muhabir ve yönetici olarak
çalışan sevgili gazeteci dostum Süleyman Boyoğlu’nun belediye sitesi üzerinden
bulduğu görseller ve yerel bir araştırmacının blog adresinden edindiği daha
başka bilgileri bana geçti.
Ben de size aktarayım da, Daçta’nın Kargı koyu da ‘Troçkist
turistlerle’ dolsun… Hikâyenin kalan kısmı bu iki metinden kuruludur ve ‘Troçki
kimdir?’ deseniz, her yerde bulabileceğiniz bilgilerdir. Peki biz niye bugün
yazıyoruz. Ne doğum günü, ne de ölüm günü… ‘Sürekli Devrim’ kitabını yazmaya
başladığı gün bugünlerdeki bir gün de o yüzden… Daha hayırlı bir sebep
bulamadım, umarım tarihi geçmeyiz… Hadi devam:
Datça Belediyesi Instagram hesabında paylaşmış sözünü
ettiğim fotoğrafla. Berivan Tanrıverdi çekmiş. Kargı koyuna giderken, hemen
solda kayalıkların üzerinde eski bir ev. Yıkık, dökük, harabe. Dokunsan yerle
bir olacak sanki. Tam virane. Bu ev, bu haliyle bile Datça’ya gelen turistlerin
uğrak yerlerinden biri. Çünkü manzarası şahane. İnsanlar gelip fotoğraf çekiyor
buradan. Selfi yapıyorlar Kargı’nın doğal tablosuna karşı. Sonra sosyal medyada
paylaşıyorlar bu fotoğrafları. Datça’nın tanıtımına katkı sağlıyorlar.
Oysa, bu yıkık dökük evin tarihi değeri o kadar büyük ki.
Avrupa’nın herhangi bir kentinde olacak, hemen onarılır ve müze yapılır. Turist
dolup taşar. Çünkü bu evde yıllar önce önemli bir film çevrilmiş.
Bir iddiaya göre Sovyet devrimci Troçki’nin hayatını konu
olan film. Başka bir iddiaya göre Dr. Zhivago’nun yazarı Rus şair Boris
Leonidoviç Pasternak’in hayatının çekildiği ev. Bir film seti yani. Filmin
çekildiği kesin çünkü yaşayan canlı tanıklar var.
Datça’nın köylerindeki, özellikle de eski Datça’daki bazı
evlerin kapı ve pencerelerini bu eve taşımışlar. Kameralar saatlerce çekim
yapmış burada. Üstelik birçok Datçalı figüran olmuş filimde. Böylesine önemli
bir ev bu ev. Şimdi ise kaderine terkedilmiş durumda.
İnsan düşünmeden edemiyor. Çok önemli bir filmin çekildiği
bu ev şimdi neden bu halde? Arazi devletin ayrıca. Neden onarılmıyor? Neden
eski haline getirilmiyor? Datça’da görev yapan kaymakamlar neden bir proje
hazırlamıyor? Burası bir müze olsa, o filmden fotoğraflarla, görüntülerle
süslense, bir kültür sanat evi haline getirilse, ülkeye ve Datça’ya bir artı
değer katmaz mı? Gerçekten neden? Kültürden sanattan bu kadar mı uzaklar?
Osmanlı’nın ender aydınlarından, devlet adamı Ziya Paşa ünlü Gazel’inde şöyle
demişti: “Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm / Dolaştım mülk-i
İslâmı bütün viraneler gördüm.”
Günümüz Türkçe’siyle; “Müslüman olmayan ülkeleri gezdim,
şehirler, gösterişli yapılar gördüm. İslam ülkelerini dolaştım, hep harabeler
gördüm.” Başka söze gerek var mı? https://kayasedatt.blogspot.com/
Filmden
söz edelim…
Trotsky, yönetmenliğini Leonid Maryagin’nin yaptığı 1993
yılı ABD, Avusturya, İsviçre, Meksika, Rusya ve Türkiye ortak
yapımı; konusu Lev Troçki‘nin hayatının anlatıldığı biyografi ve dram
türünde filmdir. Troçki’nin özellikle sürgün hayatını geçirdiği filmin
finaldeki Türkiye sahneleri dikkate değerdir.
20. yüzyıl tarihine yön veren Sovyet Devrimi’nin lideri
Lenin’in yol arkadaşı ve kendine halef olarak seçtiği Lev Troçki, Lenin’in
ölümünden sonra Stalin’le giriştiği iktidar mücadelesini kaybedince vatansız
bir sürgün olarak yaşamına çeşitli ülkelerde devam eder ve bu sürgünlük 1940
yılında Meksika’da öldürülmesiyle son bulur.
Bir eylem adamı olduğu kadar aynı zamanda bir fikir adamı,
bir teorisyen de olan Troçki’nin sürgün yıllarında yolu İstanbul’dan da geçer.
İşte ünlü siyasi liderin, yaşadığı sürgün hayatı sorasında
İstanbul’a gelmesi ve üç ayrı ev tutarak oturması üzerine konuşacağız. Ve tabii
ki, hayatını anlatan ve yukarıda adı geçen filmin çekildiği yerlerden biri olan
Datça’nın Kargı koyundaki yıkık dökük yapıların, filmle ilgisini anlatacağız.
Bu konudaki kaynağımız tarihi bilgiler ve Datça Belediyesi’nin instsagram
sayfasında Sedat mahlasını kullanan bir araştırmacının konuya ilişkin notları
ve bulduğu fotoğraflar olacak…
1.
Kızıl Ordunun Başkomutanı
7 Kasım 1879’da Güney Ukrayna’nın küçük bir köyünde dünyaya
gelen Lev Davidoviç Bronştayn, küçük toprak sahibi bir Yahudi ailenin
çocuğudur. Matematik ve hukuk eğitimi alır. 1902 yılından itibaren Troçki adını
kullanmaya başlar, 1897’de Rusya İşçi Birliği adlı gizli örgütü kurunca Çar
polisince tutuklanıp Sibirya’ya sürgüne gönderilir. Uzun süren sürgün ve
kaçışların ardından 1917 Devrimiyle Rusya’ya döner. Dışişleri Komiserliği,
ardından da Savaş Komiserliğini üstlenip Başkumandan sıfatıyla Kızıl Ordu’yu
kurar. 1924 yılında Lenin’in ölümünün ardından, partinin tüm yetkilerini
kendinde toplamaya başlayan Stalin ile iktidar mücadelesine girişir. Bu
mücadelede giderek güç kaybedince elindeki tüm yetkileri de teker teker
kaybeder.
İplerin
kopması ve Rusya’dan ayrılış…
1926’da Politbüro’dan çıkartılır, 1928’de de Alma Ata’ya
sürülür. Fakat burası Troçki için geçici bir sürgün yeridir, çünkü Stalin’in
asıl istediği, Troçki’yi Rusya’dan kovarak başka bir ülkeye sürgüne
yollamaktır.
Bu konuda birçok ülkeyle Troçki’yi kabul etmeleri için
görüşmeler yapılır, ama hiçbir ülke, savaş rüzgârlarının yeniden estiği bir
dönemde Troçki gibi siyasi birini kabul etmeye yanaşmaz. Ankara’daki Sovyet
Elçisi Çiçerin de Troçki’ye ülke arayanlardan biridir. Çiçerin, Türk Dışişleri
Bakanı Tevfik Rüştü Aras’la defalarca görüşür ve sonunda Türk hükümetini razı
ederek vize almayı başarır.
Ancak Türkiye’nin Troçki’yi kabul etmek için bazı koşulları vardır:
“Troçki, politik bir göçmen olacak, ona özel ve ayrıcalıklı
işlem yapılmayacaktır. Başka ülkeye gitmekte de serbest olacaktır. Bunun
dışında Türkiye’de komünizm faaliyeti göstermeyecek, ancak istediğini
yazabilecek ve bunları dışarıda bastırıp yayabilecektir. Troçki’ye Türkiye’de
Rusya tarafından hiçbir suikast düzenlenmeyecek, Türk Emniyeti her türlü
güvenlik önlemlerini alacaktır.”
Aynı günlerde İçişleri Bakanlığı, hem İstanbul Valiliğine,
hem de Basın-Yayın Genel Müdürlüğü’ne iki uyarı mektubu yazarak valilikten,
herhangi bir suikasta karşı önlem alınmasını, Basın-Yayından da gazetelerin
Troçki ile ilgilenmemesi ister.
Troçki
İstanbul’da
Moskova, Türk hükümetinin koşullarını kabul edince 23 Ocak
1929’da Moskova’daki Türkiye Büyükelçiliğinden Troçkilere “Sedov” adıyla vize
verilir. Çok sert geçen hava koşulları nedeniyle uzun süren bir yolculuktan
sonra Troçki, 12 Şubat 1929 Salı günü İstanbul’a getirilir. Yanında ikinci
karısı Natalya, oğlu Lev Sedov ve iki de (GPU) Sovyet gizli polisi vardır.
Troçki’yi getiren İlyiç Vapuru, öğleye doğru Büyükdere açıklarında demirler,
gemiye binen bir Türk görevli, gelenlerin pasaportlarını inceler. Bu sırada
Troçki’nin oğlu Lev Sedov, Türk görevliye Atatürk’e sunulmak üzere bir mektup
verir. Troçki’nin imzasını taşıyan mektup şöyledir:
Atatürk’e
yazılan mektup
“Sayın Cumhurbaşkanı, İstanbul’un kapısında size şunu
bildirmekle onur duyuyorum: Türkiye sınırlarına kendi dileğimle gelmedim. Bu
sınırlardan içeri zorla sokuluyorum. Rusya’dan çıkarıldıktan sonra, dilini
bildiğim ve tanıdığım bir ülkeye gitmeyi yeğlerdim. Fakat sürenler,
sürülenlerin bu isteklerine çok ender özen gösteriyorlar. Ülkemden çıkarılmam sorunun
sonu değildir. Olaylar kısa ya da uzun sürede gelişecektir. Ben Marks’ın
okulunda tarihe sabırla bakmayı öğrendim. En iyi duygularımı kabul buyurunuz
Bay Başkan. Lev Troçki.”
Dilini
bilmediğim bir ülkede yaşamam zor
Troçki, Rus konsolosluğunun Tünel’deki konukevine
yerleştirilir ve cebinde yaklaşık 1.500 doları vardır. Ama Troçki’nin maddi
konuda güvendiği, Avrupa’daki dostları ve yazacaklarından alacağı telif
ücretleridir. Bu nedenle Almanya’dan yanıt beklediği günlerde durmadan yazar,
İngiliz, Fransız ve Amerikan gazetelerine durumunu anlatır. Özellikle de
“Türkiye’ye zorla sokulduğunu” öne sürer.
Troçki Türk basınıyla ilk konuşmasını Türkiye’ye gelişinden
34 gün sonra Milliyet yazarı Ahmet Şükrü Esmer’le yapar ve bu konuşmasında bazı
şeylerin altını önemle çizer: “Türkiye’ye gelir gelmez Rus Başkonsolosluğu’na
indim. Almanya’dan vize istemiştim. Buna yanıtın kısa zamanda geleceğini
umuyordum. Bu nedenle otele geçmek istemedim. Sizlerle konuşmayı bugüne kadar
ertelememin nedeni de böyle bir toplantıyı konsolosluk gibi resmi bir yerde
yapmak istemeyişimdir. Şimdi herkesle konuşuyorum. Türkiye’den neden ayrılmak
istediğimi sorabilirsiniz. Türkçe bilmediğim için… Artık yaşlıyım ve yeni bir
dil öğrenemem. Yoksa çok sevdiğim ve konukseverliğine tanık olduğum ülkenizde
oturmamam için hiçbir neden yoktur.”
Troçki’nin, Rus konsolosluğunun Tünel’deki konukevine yerleştirilmesi Moskova’yı rahatsız eder ve elçiliğe Troçki’nin bir an önce konsolosluktan çıkartılması bildirilir. 8 Mart gece yarısına doğru Troçki konsolosluktan çıkarılarak Türk polisinin önlemleriyle İstiklal Caddesi’ndeki Tokatlıyan Oteli’ne yerleştirilir. Bir müddet de burada kalan Troçki, karısı ve oğlu, 1 Nisan 1929’da bu otelden ayrılarak Bomonti’de kiraladıkları bir eve yerleşirler.
İstenmeyen
adam
Fakat Troçkilerin sorunları kendi evlerine taşınmalarıyla
da bitmez. Bu sefer de mahalle halkı bir anda çevrelerinin polislerle ve
tanımadıkları insanlarla dolmasından rahatsızlık ve korku duyduklarından
şikâyete başlarlar.
Köşkün, çevredeki evlere yakın olması nedeniyle ortaya
çıkan güvenlik açığı Troçki’yi de huzursuz ettiğinden, korunma yönünden
kolaylık sağlayacak, çevresi açık yeni bir ev aranmaya başlar.
Bu arada Troçki vize almak için Almanya ve İngiltere’ye
başvurur ama başvurusu kabul edilmez. Bunun üzerine bir müddet daha Türkiye’de
kalması gerektiğini anlayan Troçki ve ailesi 1929 Mayıs’ında Büyükada
İskelesine oldukça yakın olan Arap İzzet (Hulo) Paşa Yalısına taşınır. Burası
polisin Büyükada’ya gelip gidenleri kolaylıkla denetleyebileceği ve büyük
bahçeli evde istediği gibi koruma önlemleri alabileceği bir yerdir.
Troçki’nin
Büyükada günleri
Büyükada’ya yerleştikten sonra çok yoğun çalışamaya
başlayan Troçki, gazetelere yazılar yazar, kitaplarına yoğunlaşır. Bu arada bir
de tekne alan Troçki, boş zamanlarının çoğunu Yunan balıkçı Haralambos ile
birlikte balık tutarak değerlendirir. Köşke bir tane de doğal ıstakoz havuzu
yaptırır. Balığa çıkmanın yanı sıra kayıkla Kartal’a uzanıp Samandıra gibi uzak
ormanlık alanlara bıldırcın ve tavşan avına çıkar. Yine böyle bir av partisini
uzatınca hava bozduğu için Şile yakınlarındaki bir köyde mahsur kalır. Geceyi
beraberindeki jandarma, polis, sekreteri ve muhafızı Bilal Ertürk’le köyün
imamının evinde geçirir.
Köşkte
yangın ve Ada’dan Moda’ya
1 Mart 1931 günü Troçki’nin evi birden alevler içinde
kalır. Troçki bunu önce suikast girişimi sansa da sonrasında karısı
Nathalie’nin unutkanlık sonucu açık bıraktığı şofbenin yangına neden olduğu
anlaşılır.
Ama Stalin’in yayımlanmasından korktuğu belgeler,
fotoğraflar ve fotokopilerin büyük bir bölümünü kapsayan bir koleksiyon bu
yangında kül olur. Yangından sonra geçici olarak Savoy Otel’e yerleştirilen
Troçki için yeni bir ev aranmaya başlar.
Gazetelere verilen ilan sonucunda Moda semtinde Şifa
Sokakta Dr. Mahmut Ata’ya ait olan ev kiralanır. Fakat Troçki, Büyükada’da
geçirdiği günleri unutamaz.
Moda’daki bu ev hemen sokağın yanı başında olduğundan
Troçki için yine huzursuz geceler başlar. Bir gece bahçeye atlayan iki kişinin
alarm zillerini çalıştırmasıyla Troçki bu evden ayrılmaya kesin karar verir.
Valilik ve Emniyet’in gayretleriyle Büyükada’daki Yanaros
Köşkü Troçki’nin yeni evi olarak kiralanır. 21 Mart 1932’de yeni aldığı motorlu
kayıkla Pendik kıyısındaki Pavli adası civarında balık avlarken motorlu kayığı
bozulan ve bu arada çıkan fırtınada mahsur kalan Troçki ve yanındakiler zorunlu
olarak Pavli adasına çıkar ve adadan devletin motoruyla Büyükada’ya dönebilir.
En güvenilir yer olarak gözlerden ırak Büyükada’yı mesken
tutar ve fasılalarla tam 4,5 yıl burada kalan Troçki teorik olarak hayatının en
verimli yıllarını İstanbul’da geçirir. İhanete Uğrayan Devrim, Sürekli Devrim,
Sanat ve Edebiyat gibi başyapıtlarını İstanbul’da yazar. Ayrıca Rusya’daki taraftarlarıyla
bağlantısını asla koparmaz, Stalin’in ajanlarına rağmen pes etmez ve
mücadelesini sürdürür.
Sürgünlerle
geçen ve suikastla biten bir yaşam
Troçki’nin bu faaliyetlerinden rahatsız olan Sovyet ve Türk
hükümetleri onu yeniden sürgüne zorlarlar. 1933 yılında ayrıldığı Büyükada’dan
sonra kısa sürelerle İsveç ve Fransa’da ikamet eder, ancak Stalin onun peşini
hiç bırakmaz ve nihayet Meksika’ya sığınmak zorunda kalır.
Bu yılmak bilmez mücadele adamı orada da boş durmaz ve
küresel bazda örgütlenme çalışmalarını sürdürür, ta ki 1940 yılında bir ajan
tarafından buz baltasıyla katledilinceye kadar.
Bugün Meksika’daki evi dünyanın dört bir yanından ziyaretçi
akınına uğrayan bir müzeye dönüştürülmüştür. Büyükada’daki Arap İzzet Paşa
Köşkü ise halen sahipleri ve Büyükşehir Belediyesi arasında ihtilaf konusu
olarak müze olacağı günleri beklemektedir.
Bana
Türkofil dediler
Troçki İstanbul’da yaptığı ilk basın toplantısında
gazetecilere kitaplarından birinde Türkiye ile ilgili görüşlerini anlattığı bir
bölümü göstererek Türklere duyduğu hayranlığı şöyle ifade eder:
“İşte, kitaplarımdan ikisi… Türkiye için yazdıklarımdan
bazıları burada. Birini 1909’da yazmıştım. Bu ve daha sonraki yazılarımda
Türkleri o kadar övdüm ki, bana Türkofil dediler. O tarihlerde Rusya’da
Türklere karşıt çok insan vardı. Türk dostluğunu daha sonra Türklerin ulusal
savaşında da gösterdim. Dostum General Frunze’yi Rus ordularının temsilcisi
olarak Ankara’ya yolladım. Türkiye’nin bağımsızlık savaşını çok büyük ilgiyle
izledim ve sonuçtan kıvanç duydum. Bağımsızlığınızı, bu uğurdaki savaşı büyük
önderinizin yönetimine borçlusunuz. Atatürk’ün büyüklüğü artık dünyaca
kanıtlanmış bir gerçektir, öyle bir gerçek ki burada yinelenmesinden ben de tat
duyuyorum. Türk-Sovyet ilişkileri içtenliklidir ve böyle kalacaktır. Politik
alandaki bu dostluğun ticaret ve ekonomiye dönüşmesini isteriz.”
Sadede gelip hemen bitirelim, yazıyı… Ben, 4 koca ay
çalıştım belediyede ve milyon kere gittim Büyükada’ya ama evin yerini hâlâ
bilmem. Oysa bütün adalılar bilir, haberiniz olsun… Off, ideolojik bir yanlışa
düşmeden yazıyı selâmetle kapattık ya, burada. Afferim bana…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder