İlber
Ortaylı
Kaynak:
https://www.hurriyet.com.tr/
Bizim Türk vakanüvisleri ve 18. asrın ilk sefirleri ona
‘Deli Petro’ derler. Lakin tarihçimiz Ahmed Cevdet Paşa’dan beri Türkler de
‘Büyük Petro’ unvanını kullanmaya başladılar. Şüphesiz ki memleketi de ona
‘Büyük Petro’ unvanını verir. Sovyet İhtilali’nin ilk 15 senesinde kendisine
ısrarla I. Petro dendiği halde nihayet Stalinist milliyetçi politika döneminde
‘Büyük Petro’ unvanı kabul edildi.
1672 yılının 30 Mayıs’ında Çar Aleksey Mihayloviç’in oğlu
olarak doğdu. Çarın ikinci karısı Natalya Narışkina’dan dünyaya geldi. Tam Rus
genelojisine (şecere bilgisi) göre güzel bir kadındı ve zekiydi, Petro’yu
etkileyen bir anneydi. İktidarı yarım kan kardeşi V. Ivan’la paylaşmak zorunda
kaldı. Onun da annesi Miloslavsky ailesindendi. Bu iki ailenin kavgası erken
yaşta ölen Çar Aleksey’in mirasının da paylaşılması demekti. Neticede Petro erkek
kardeşinin ölümüyle, 1690’larda iktidara sahip oldu.
AMİRALİ,
TOLSTOY’UN DEDESİ
Kavgalı iktidar yıllarında saraydan uzak Moskova’nın bugün
de Nemetskaya Sloboda denen semtindeydi. Bu semtte Moskova’nın içindeki
yabancılar oturuyordu. Tıpkı İstanbul’daki Pera ve onun devamı olan Galata’da
olduğu gibi. Burada ecnebi dostlar edindi, gemicilik sanatını öğrendi ve başka
dallara da merak sardı.
Tahta geçtiği zaman ilk hedefi Karadeniz filosunu kurup kuvvetlendirerek Türklerin Karadeniz’deki hâkimiyetine son vermekti. Kırım’ın kilit noktası olan Azak Kalesi’ne 1695’te saldırdı. Devir Viyana Kuşatması sonundaki uzun harp yıllarının en problemli zamanıydı. Vakti iyi kollamıştı ama gene de Azak’ı alamadı. Bir sene sonra yabancı müşavirlerin gösterdiği yöntem ve Osmanlı ordularının Avrupa’da adamakıllı karanlık bir noktaya girmesi nedeniyle Azak Kalesi’ni alabildi. Bu geçici bir girişti ama iyi faydalandı. Bir müddet sonra 1698’de Karadeniz kıyısında Kırım’a yakın Taganrog Limanı’nı Rusya’nın ilk bahriye üssü olarak kurdu. 1699’da Karlofça görüşmelerinde galip Mukaddes Liga devletlerinin üyesi olarak katılmıştı. Ardından 1700’de İstanbul Antlaşması’yla İstanbul’da mukim, devamlı bir sefaret kurma hakkını elde etti. İlk büyükelçi onun amirali olan Kont Tolstoy’du, yani büyük yazarın dedesi. Tolstoy ünlü geniş raporlarıyla meşhurdur. Belki çok başarılı bir sefir değildi ama Rus-Türk tarihi için yararlı vesikalar ortaya çıktı. Bunlar şüphesiz bizim tarihimiz için önemlidir.
Tahta geçtiği zaman ilk hedefi Karadeniz filosunu kurup kuvvetlendirerek Türklerin Karadeniz’deki hâkimiyetine son vermekti. Kırım’ın kilit noktası olan Azak Kalesi’ne 1695’te saldırdı. Devir Viyana Kuşatması sonundaki uzun harp yıllarının en problemli zamanıydı. Vakti iyi kollamıştı ama gene de Azak’ı alamadı. Bir sene sonra yabancı müşavirlerin gösterdiği yöntem ve Osmanlı ordularının Avrupa’da adamakıllı karanlık bir noktaya girmesi nedeniyle Azak Kalesi’ni alabildi. Bu geçici bir girişti ama iyi faydalandı. Bir müddet sonra 1698’de Karadeniz kıyısında Kırım’a yakın Taganrog Limanı’nı Rusya’nın ilk bahriye üssü olarak kurdu. 1699’da Karlofça görüşmelerinde galip Mukaddes Liga devletlerinin üyesi olarak katılmıştı. Ardından 1700’de İstanbul Antlaşması’yla İstanbul’da mukim, devamlı bir sefaret kurma hakkını elde etti. İlk büyükelçi onun amirali olan Kont Tolstoy’du, yani büyük yazarın dedesi. Tolstoy ünlü geniş raporlarıyla meşhurdur. Belki çok başarılı bir sefir değildi ama Rus-Türk tarihi için yararlı vesikalar ortaya çıktı. Bunlar şüphesiz bizim tarihimiz için önemlidir.
OSMANLI
DEVLETİ’NE SIĞINDI
1710’da Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaş açtı. Bu tabii
ki ilk sefir Tolstoy’un da Yedikule’de hapsedilmesi demekti. 1711’de Petro Prut
bataklıklarında kuşatıldı. Bu kuşatmanın değerlendirmesi hâlâ Türklerin gayriciddi
hikâyeleriyle devam eder (Çariçe Katerina ve Baltacı Mehmed Paşa). Gerçek öyle
değil. Yeniçerilerin bu kuşatmayı uzun zaman sürdürecek takat ve disiplini
yoktu. Prut Barışı imzalandı (1711). Dolayısıyla Petro önemli kazançlarının
hepsini bırakarak (Kırım ve Azov Kalesi dahil) çekilmek zorunda kaldı.
Petro’nun Karadeniz sevdası suya düşmüştü. Bu ta 1730’lardaki savaşlara hatta
1774’e kadar tehir edilecek bir idealdi ve Büyük Petro bunu göremeyecekti.
İsveç’le kavgası daha erken başladı. İsveçli XII. Şarl en başta başarılar
kazanmışsa da Moskova’ya doğru yanaştıkça mukaddes topraklardaki hezimeti acı
oldu ve Osmanlı Devleti’ne sığındı. Zaten Prut Cengi’ni kışkırtanların başında
da Polonya Kralı Stanislaw, Kırım Hanı ve XII. Şarl gelir.
Rusya tarihinde Petro’nun önemi büyüktür. İki metre
boyunda, kafası gövdesine göre küçük, ayakları sadece 38 numara olan Çar’ın
fizyonomisi adeta onun kişiliğindeki ve iktidarındaki zaafları ve üstün
tarafları da gösteriyordu. Enerjikti, çalışmasının sonu yoktu. İdealleri
büyüktü. Batı medeniyetini getirmek istiyordu. Balolarıyla, yemekleriyle,
giyimiyle getirdi. Lakin her balonun sonunda da Slavlara mahsus rezaletlerle
toplantılar bitiyordu. Kıyafete gelince... Ruslara bu dönemde Avrupalı kılığına
girmiş Tatarlar diyorlardı.
AVRUPA’YI
YAKINDAN GÖRDÜ
Batı kültürünün peşindeydi. Rusya’ya üniversiteyi getirdi.
1699’da Avrupa’ya büyük bir asker ve amiral heyetiyle çıktı. Bu uzun süren 18
aylık sefaret sırasında Hollanda’da gemicilik, anatomi ve tıp gibi dallara
merak sardı. Dönüşte bunları tatbike gayret etti. Hiç şüphesiz ki Avrupa
devletlerinin idare tarzını yakından gördü. Bunları taklit ettiğini
söyleyemeyiz. Ama onların bazı taraflarının farklı olduğunu anlamıştı. Rusya ve
Türkiye’nin modernleşmesindeki kalıplar ne kadar birbirine benzer. Büyük Petro
bu çelişkiyi önce ortaya koyan biridir. Tıpkı II. Mahmud’un reformlarında 100
sene sonra karşılaştığı problemler gibi.
ÖZ
OĞLUYLA ÇATIŞMAYA GİRDİ
İktidar henüz Şark kalıpları içerisindeydi. Prenslerin,
veliahtın ve diğer kardeşlerin hayat ve emniyeti doğrudan doğruya yeni yapının
değişmesine bağlıdır. Bunun değişmediği Rusya’da çar öz oğluyla, Aleksey’le
çatışmaya girdi. Aleksey’i çok uzun bir sorguya çekti ve elleriyle öldürdü.
Delikanlı bir de işkenceden geçmişti. Yediği dayağın sebebi anlaşıldı. Veliaht
Avusturya ile Rusya’ya karşı ittifak içindeydi. Böyle şeyler maalesef Doğu
monarşilerinin kaderinde vardır ve önlenmesi pek tatlı metotlarla olmuyor.
Büyük Petro’nun kurduğu şehir Petersburg kendisinden 100
yüzyıl sonra Puşkin gibi büyük bir şairin methiyesine neden oldu. Önemli bir
kasidedir: “Tunç Süvariye”. Şehri İtalya ve Avusturya mimarisinin en iyi
elemanlarıyla meydana getirdi. Şehir Rusya’nın Batı’ya açılan kapısıydı. Orduyu
modernleştirmeye çalışıyordu, bürokrasiyi modernleştirmeye çalışıyordu ve
Batı’nın ilim ve sanatlarını getirme gayretindeydi. Bu şüphesiz ki daha uzun
bir süre gerektirdi. Ama gelişmeler en azından yüzyılın sonunda bir Alman
prensesi olan II. Katerina’nın tahta çıkışını bekleyecektir.
BIRAKTIĞI
İMPARATORLUK
Büyük Petro tarihte hem Ruslar hem de Türkler tarafından
çelişkilerle değerlendirilir. Bazı Rus düşünürleri onun devri için “Dönelim
kutsal tarihimize” diye suçlayan şiirler yazmışlardır. Çoğu, onu modern
Rusya’nın babası olarak, bazıları ise Rusya’nın ruhunu ve temel müesseselerinin
ortadan kalkmasına sebep olan bir çılgın gibi görür. Modern Rusya
tarihçilerinden ve Rusya’nın asil bir hanedanından gelen Prof. Kont Alexandre
Bennigsen bile Türklerin ona taktıkları “Deli” unvanında haklı olduklarına pek
şüphe yoktur diye yazardı. Bir gerçek şuradadır: 1725 yılında öldüğü zaman
arkasında kalan imparatorluk aldığı gibi değildi. Devirler uygun olduğu için
Rusya’nın yolu daha açıktı. II. Mahmud’un bıraktığı Türkiye ise değişmiş bir
Türkiye’ydi, önündeki yol gerçekten açık mıydı? Belki evet belki hayır ama onu
batmaktan ve parçalanmaktan kurtaracak, en azından bunu geciktirecek bir reform
dönemiydi.
NEYİ
BAŞARDIĞI TARTIŞILIYOR
Büyük Petro’nun kanunsuzlukları yanında Osmanlı
modernleşmesinde aksine kanun yoluna dönülmüştür. Her ikisinin de neyi
başardığı hâlâ tarihçilerin tartışmasıdır. Bence ikisini bir arada düşünmek
gerekiyor.
Avrupa’daki büyük sefaret sırasında Petro’nun ve
maiyetindeki Boyarların (aristokratların) maruz kaldıkları şaşkınlık
hareketlerindeki acemilik sadece tarihyazımının değil anekdotların da konusu
olmuştur. Her şeye rağmen niyetlerinde ısrarlı, samimi ve bazı halde çok zeki
bazı halde de bir çocuk kadar saf ama istediğini bilen bir hükümdarın
çizgilerini vermekteydiler. Bu seyahat hiç şüphesiz ki Rusya imparatorları için
bir özellik arz eder. Büyük Petro tipinde etrafı gözlemeye meraklı ve
uyarlamayı başaran bir hükümdarı Rusya bir daha göremedi.
OKUNMASINDA
FAYDA VAR
Murat Özkan’ın “Türkistan’ın İşgal Çağı” başlığını taşıyan
kitabı Beyaz General Skobelev’in 1843-1882 tarihleri arasındaki icraatını
yansıtıyor. Skobelev enteresan bir generaldir. Rusya’nın şarkta kullandığı
konsoloslar, komutanlar ve bunların içinde coğrafya tetkikleri yapanlar
alışılmışın dışındadır. Çoğu zaman 19. yüzyıl Rus edebiyatında tanıtılan subay
tipiyle alakası olmayan insanlardır. Bir imparatorluk nasıl etrafının
topraklarını zaptediyor ve ayakta kalabiliyor? Bunları bilmek için Skobelev
gibi portreleri anlamakta fayda var. Skobelev gaddar bir komutan, bilhassa
Türkistan’daki katliamlarıyla meşhur. Fakat aynı zamanda belirgin bir düzenle o
ülkeye yerleşmeyi biliyor. 19. yüzyılın Rusya ve Türkistan tarihi bizler için
çok önemli, okunmasında fayda var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder