Metin
Uçar
Ankara Üniversitesi, Dil ve
Tarih Fakültesi, Rus Dili ve Edebiyatı bölümünde okuduğum yıllardı. Fonetik
hocamız heyecanla deshaneye girdi. ‘Arkadaşlar birazdan ünlü Sovyet Şairi
Yevgeniy Yevtuşenko dersimize misafir olacak. Belki soracağı sorular olacak,
tabii ki Rusça cevap vermemiz güzel olacak!’ diyor. Açık söyleyeyim şiir hala
ısınamadığım, ancak bir şiirin layıkı ile okunduğunda anlayabildiğim bir sanat
dalı. Yevtuşenko’nun adını duymuşum, ama kimdir, neden böyle önemli biridir
bilmiyorum. Üstüne üstlük bir de soru sorabilirmiş, Rusça cevap vermemiz iyi
olurmuş... Velhasıl bir heyecandır aldı beni. Bekle, bekle. Zaman durdu sanki.
Sonra aniden dershanenin
kapısı açıldı. Uzun boylu, yüzünden gülümseme eksik olmayan bir adam kürsü
başkanımız ile içeri girdi. Bendeniz Rusça eğitime önem verdiğim için hep ön
sırada oturuyorum. Ama bu sefer biraz pişmanlık duyuyorum. Çünkü o uzun boylu,
güleryüzlü adam tam karşımda durdu ve bizi selamlıyor. Bir soru sorsa nasıl
Rusça cevap veririm sorusunun altında eziliyorum. O Ruh haliyle neler
konuşulduğunun farkında bile değilim. Kafamı normalden daha fazla bir açıyla
kaldırmış o dev adama bakıyorum. Bir kaç diyalogdan sonra bize şiirlerinden
birini okuyacağını söylüyor. Ne yazık ki hangisi olduğunu hatırlamıyorum. Ama
hatırladığım başka anlar var. Şiiri öyle bir okuyuşu var ki beni şaşkına
çeviriyor. Sanki o satırlarda yazanları yeninden yaşıyor. İşin ilginç tarafı
okuduklarını anlıyorum ve bu hoşuma gidiyor. ‘Demek ki şiir buymuş’ diyorum.
Şair ise satırlarındaki dalgaların tepesinde bir iniyor bir çıkıyor. Sesi
gittikçe gürleşiyor. Ellerini uzaklara uzatarak bir şeylere dokunmaya
çalışıyor. Tam o anda sağ gözümün hemen altına, yanağıma bir damlacık
konuveriyor. Şair’in ağzından çıkan kelimelerle birlikte dışarı fırlayan bir
damlacık bu. Donup kalıyorum. Aklıma ilk gelen düşünce: ‘Elimi kaldırıp silmeye
kalksam o muhteşem anı mahvedebilirim.’ Öylece oturmaya devam ediyorum. Şiir
bitiyor, Şair bizimle vedalaşıyor ve dershaneden çıkıyor. Ancak o zaman kimseya
farkettirmeden elimi yanağıma atıyorum. Ancak damlacık kurumuş, yerinde yeller
esiyor. Bunu bir işaret olarak değerlendiriyorum. Şiirin ne demek olduğunu
anladığım gündü diyebilirim. Ondan sonra şiir okumaya başladığımı söyleyemem,
ancak şiiri layıkıyla okuyan birini gördüğümde mutlaka durup dinlerim.
Yazımın girişindeki başlık
Yevgeniy Yevtuşenko’nun bir şiirinden. Şiir çevirisi yapmaktan hep
kaçınmışımdır ve bu işi şair çevirmenlerin yapması gerektiğini düşünürüm. Bu
yüzden sadece anlamını yazacağım. Yevtuşenko bu şiirinde Rusya’da şair, şairden
fazlası demektir diyor. İçinde sadece gururlu vatandaşlık duygusu olan, huzura
ve rahata yer olmayanların bu ülkede şair olarak doğabileceklerini sözlerine
ekliyor ve şairin yaşadığı çağın bir şekli şemali, geleceğin ise hayali bir
görüntüsü olduğunu söylüyor.
Поэт
в России-больше, чем поэт.
В ней суждено поэтами рождаться
лишь тем, в ком бродит
гордый дух гражданства,
кому уюта нет, покоя нет.
Поэт в ней – образ века своего
и будущего призрачный прообраз.
В ней суждено поэтами рождаться
лишь тем, в ком бродит
гордый дух гражданства,
кому уюта нет, покоя нет.
Поэт в ней – образ века своего
и будущего призрачный прообраз.
Е.
А. Евтушенко.
Tarihe baktığımızda gerçekten
de şairin Rusya’da şairden fazla olduğunu görüyoruz. Özgürlük, ülke sevgisi,
kahramanlık, aşk, adalet duygularının işlendiği sayısız klasik şiirin yazıldığı
bir yer Rusya. Bu satırlara hayat veren şairlerin de oldukça maceralı hayatlar
yaşadıklarını görürüz. Puşkin, Lermontov, Turgenyev, Nekrasov, Balmont,
Pasternak, Blok, Bunin, Ahmatova, Yesenin, Mayakovskiy ve daha niceleri.
Rusya şiiri bilen, şiirin
yeşermesine, ormanlaşmasına elverişli topraklara, sulara ve havaya sahip bir
bir ülke. Sadece kendi şairlerini yetiştirmeyen dünyaya sesi yayılmış diğer
şairlere de kapısı açık olan bir ülke. Bunların arasında ataları başka
ülkelerden olan şairler de var. Puşkin, anasının dedelerinin Afrika’lı olduğunu
bizzat kendisi söyler. Anasının dedesi İstanbul’da köle iken Büyük Petro’ya
gönderilen bir zencidir. Gavrila Derjavin’in kökleri Tatarlara dayanır. Şair
Vasiliy Jukovskiy’in anası Salha bir Türktü. Lermontov’un kökleri ise İskoçya’ya
dayanır. Ahmatova yine köklerini bir iddiaya göre Cengizhan’a bir diğerine göre
ise Tatarlara bağlar. Konstantin Paustovkiy’in anası Fatma bir Türktü, babası
ise Polonyalı.
Paustovkiy, 1962’de Nazım
Hikmet’e şöyle yazıyordu: ‘Belki de yüzde bilmem kaç oranında, aramızdaki
sempati yarı Türk olmamdan kaynaklanıyordur. Ninem, Trakya, Kazanlık doğumlu
safkan bir Türk soyundan idi. Tabii ki şaka yapıyorum. Ancak yine de bazen
içimde Türk kanının payı olmasından gurur duyuyorum. Sıradan köylüleri ve işçi
Türkleri çok seviyorum.’
Rusya’da sevilen başka
ülkelerden şairlere bir bakacak olursak, karşımıza ilk çıkan isim Ömer Hayyam
oluyor. Karantina günlerinde ailecek bir Rus dizisini izliyoruz. Orada
gösterilen bir yaşgünü toplantısında yaş günü kutlanan hanımın eşi güzel bir
şiir okuyor. ‘Bunu kim yazdı?’ diye soran birisi ise alaya alınıyor. ‘Ya sen
Ömer Hayyam’ı nasıl bilmezsin?’. Ömer Hayyam’ın Rusya’da en fazla bilinen
yabancı şair yapan Rusya İmparatorluğu’nun ve sonrasında da Rusya Federasyonu
coğrafyasıdır. Bu coğrafyada yaşayan çok sayıda doğu kültürü değerlerinin Rus
kültürüne de katılması kaçınılmaz idi. Daha Rus İmparatorluğu zamanından
itibaren Rubai’leri Rusça’ya çevrilen Ömer Hayyam’ın şiir kitaplarını bugün
hangi kitapevine girerseniz girin raflarda bulabilirsiniz. Bu bir yana, onun
şiirlerini ezbere bilen insanlara da rastlayabilirsiniz.
Bugünlerde andığımız Şairimiz
Nazım’ın SSCB’de nefes alacak, yeşerecek bir ortam bulabilmiş olması şaşırtıcı
değil bu bakımdan. Nazım’ın ‘komünist, romantik devrimci’ gibi yanlarının da
bunda rol oynadığı düşünülebilir. Ancak Şairliğinin buradaki hayatında
belirleyici olduğunu söylememiz gerekir.
Velhasıl Yevgeniy Yevtuşenko
haklı! ‘Rusya’da şair, şairden fazlası demektir.’ Yevtuşenko, 1 nisan 2017’de
bu dünyadan göçtü. Arkasından çok sayıda şiir bıraktı. Bana da yanağımda
kuruyan damlacık hatırasını.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder