Sedat
Sezgin
Kaynak: https://oggito.com/
Gorki bu kısa öyküsünde düz yazının şiire en yakın dilini
yakalamıştır, dersem, sanırım kimse karşı çıkmaz.
“Demek geziyorsun böyle? Çok güzel! Kendine şanlı bir kader
seçmişsin şahinim! Zaten gerekli olan da budur. Gezip görecek, hayatın tadını
çıkaracak, sonra da yatıp öleceksin... Gerisine kulak asma!”
Yaşlı, güngörmüş çingene Makar Çudra’nın sözlerinden
öğreniyoruz Radda ile Zobar’ın öyküsünü, ama öncesinde bolca hayat hakkında,
insanın varoluşu hakkında. Tane tane, seçile seçile önümüze konulur yaşlı
Çudra’nın sözleri. Bir öykünün inandırıcılığını artırmak için sık sık başvurulan
bir yöntemdir bu aslında, yapıtta geçen bir karakterin ağzından anlatmak, Gorki
de bunu yapar “Makar Çudra” adlı kısa öyküsünde. Ancak bilge Çudra’nın sesi
öylesine canlı ki bir anda okur önündeki metnin daha da ilerisine gider,
kendini koca bir bozkırın ortasında bulur, yarı uzanmış yaşlı çingenenin yanı
başında oturur, soğuk sonbahar rüzgârına aldırış etmeden payına düşen birkaç
kuru yaprağı ayakları dibindeki ateşin üstüne atar. Çudra: “Hayat ha? Başka
insanlar ha? Hele hele! Sana ne bunlardan? Senin kendi hayatın yok mu? Başka
insanlar sensiz yaşıyorlar ve sensiz yaşayacaklar. Yoksa birine gerekli
olduğunu mu sanıyorsun? Sen ne ekmeksin, ne de değnek, kimsenin sana
gereksinimi yoktur.” Sözlerinden bencillik taşıyor gibi görünse de aslında öykü
tam da aksi yönde akar ve sonlanır.
Makar Çudra asıl anlatıcıyla sohbet ederken, belki de bu
nedenle okura yönelmiştir, zira asıl anlatıcı orada bulunmayacak kadar yoktur
adeta: “Çok gülünç varlıklar şu senin insanların. İç içe girmişler, birbirini
eziyorlar. Oysa, bak, dünya ne kadar geniş. Herkes çalışıyor. Niçin? Kimin
yaranına? Kimse bilmiyor. Çift süren bir insan gördüğüm zaman, gücünü ter
damlaları halinde toprağa akıttığını, sonra da aynı toprağın altında
çürüyeceğini düşünürüm. Zavallı adam! Ondan hiçbir iz kalmayacak geriye.
Dünyayı tarlasından ibaret sanacak, doğduğu gibi, boş bir kafayla ölüp gidecek.
Peki, niçin doğdu bu adam? Toprağı kurcalamak ve kendisine bir mezar bile
kazmadan ölmek için... Özgürlük denen şeyden haberi var mı? Bozkırın sonsuzluğu
ona ne anlatır? Bu dalga dalga yayılan ezgi onun yüreğine de sevinç salar mı?”
Gorki’nin ya da yaşlı çingenenin sesi olsun, bu neyi değiştirir ki; ses bizi
alıp sürükler, derin düşünce diyarına taşır.
Makar Çudra hayat hakkındaki bilgisini kitaplara değil;
gezip dolaştığı yerlere, gördüğü-tanıdığı insanlarla temasına, yaşadığı hayata
borçlu. Onun babacan ve bilge sesi kulaklarımızda çınlarken metrekarelerle
ölçtüğümüz küçük dairelerimizin içinde sıkışıp kaldığımızı bir kez daha
anımsarız. Ne de olsa baktığımız bozkır çıplak gözlerimizin göremeyeceği
uzaklıkta, içinde birkaç bank ve birkaç yapay çimden yapılmış yeşil alan diye
yutturulan sahte bir parktan da ibaret olabilir tabii. Anlattığı öyküdeki
Zobar’ın özgürlüğüne olan düşkünlüğüne hayran kalmakla birlikte biraz da
tedirgin oluruz aslında, zira modern hayat denilen yaşam şekli ya da sabah
08.00 akşam 16.00 mesai saatlerince (tabii çok daha fazla mesai yapmak zorunda
olanlar da var) mekik dokuyan özgür ruhlarımızın bizden çoktan çalındığını
hissetmekle kalmaz, acıyla fark ederiz de.
Zobar gemlenemeyecek yabani bir tay kadar özgür ruhlu
biridir, gel gör ki çingeneler güzeli Radda’da öyle; birbirleriyle uyumlu iki
serseri âşık. Ama yaşlı çingene Makar Çudra’nın anlattığına göre bu iki sevdalı
ruh özgürlüklerini kaybetmemek için ölümü seçerler (ne de olsa evlilik bağı bir
tür gemlenmektir de), en azından Radda’nın bu yolu seçtiğinden okur olarak hiç
kuşkumuz yok.
Gorki bu kısa öyküsünde düz yazının şiire en yakın dilini
yakalamıştır, dersem, sanırım kimse karşı çıkmaz. Öyle ki öyküyü bitirdiğimizde
hayat hakkında, aşk hakkında, özgürlük hakkında, hele kendi özgürlüğümüz
hakkında bir kez daha düşünce kuyularımızın dibine var gücümüzle kazma
saplamaya başlarız. Ama yine de kıskaçlar arasındaki ruhlarımız açısından
birçok şeyin imkânsız olduğunu da biliriz. Sonuç olarak, yaşam karşısında sözün
ne değeri var, pardon, yaşlı Çudra’nın da sorduğu gibi: “Acı karşısında sözün
ne değeri var?” sözünü ya da sorusunu bir kez daha tekrarlarız, en azından bir
okur olarak, ne de olsa öykü trajediyle biter.
Maksim
Gorki, Yaşanmış Hikâyeler, Çeviren: Ataol Behramoğlu, +1 Kitap Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder